2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali

Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi tarafından organize edilen ve Yılmaz Güney Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleştirilecek olan 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali kapsamında 8 ilde etkinlikler gerçekleştirilecek. Festival kapsamında İstanbul başta olmak üzere Ankara, Antalya, Diyarbakır, Eskişehir, Isparta, İzmir ve Tunceli’de çeşitli etkinlikler düzenlenecek. Festivale katılan kısa film ve belgesel filmlerin gösterimi 3, 4, 10, 11 Mart tarihlerinde Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde, 23 – 29 Mart 2012 tarihleri arasında ise Yeşilçam Sineması’nda gerçekleştirilecek. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, basın bülteni, gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali yazısına devam et
  • Film Arası Dergisi Söyleşileri’nde Ahmet Mümtaz Taylan: İyi Bir Sanatçı Olmaya Değil, İnsan Olmaya Çalışıyorum

    Film Arası Sinema Dergisi, Kasım ayı sayısıyla okuyucularının karşısına çıktı. Her ay yayımladığı röportaj ve dosyalarla yankı uyandıran derginin bu ayki kapak konuğu ise ünlü oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan. Gülcan Tezcan’ın sorularını yanıtlayan Taylan, birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Murat Saraçoğlu, Gökhan Yorgancıgil ve İhsan Kabil’in de aralarında yer aldığı çok sayıda önemli kalemin yazılarıyla katıldığı derginin diğer ilgi çekici röportaj konuğu ise Suriyeli yönetmen Ossama Muhammed oldu. Muhammed, “Suriyeliler olarak baskıya ve şiddete boyun eğmeyeceğiz” dedi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Film Arası Dergisi Söyleşileri’nde Ahmet Mümtaz Taylan: İyi Bir Sanatçı Olmaya Değil, İnsan Olmaya Çalışıyorum yazısına devam et
  • İntikamın Bedeli

    Roger Donaldson’ın yönettiği ve Nicolas Cage, January Jones, Jennifer Carpenter ile Guy Pearce’nin oynadığı İntikamın Bedeli (Seeking Justice), 02 Aralık 2011’de UIP Filmcilik dağıtımıyla TMC Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Will’in eşi Laura ağır bir cinsel saldırının kurbanı olur. Karısının durumunu öğrenmek için hastanede bekleyen Will’in yanına bir adam gelir ve ona adli süreci yaşamak yerine, adaleti derhal yerine getirmeyi teklif eder. Çabuk karar vermesi gereken Will bu teklifi kabul eder ve yasal olmayan yollardan düzen sağlamaya çalışan bir yeraltı örgütünün içine düşer.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Gişe Memuru

    Filmlerimizdeki, özellikle başrolde oynayan karakterlerin ne iş yaptıkları -bir yerden sonra- ilgimi çekmiştir. Doktorluk, avukatlık, polislik, gazetecilik bunlara ek olarak iş adamlığı en yaygın ve adı ile hemen telaffuz edilen mesleklerdir de, bunlar genellikle sadece etiket olarak kalırlar. Doktorlar -hep operatördürler- sonunda başkalarının beceremeyeceği bir ameliyatı yüklenirler, avukatlar “hiç dava kaybetmemişlerdir”. Oysa bazı davalar kaybedileceği biline biline açılır. Çünkü avukat -çoğu ceza davasıdır- savunma da yapsa, yaptığı bir talepten ibarettir, kararı hakim verecektir ama -filmlerimizde- usül yasaları, kuralları hiç hesaba katılmadan yazılan senaryolarla, avukatlarımız hiç dava kaybetmezler…

    Bu girişin, Gişe Memuru filmi ile ne alâkası var demeyin. Gişe Memuru filminin kahramanı karayolları gişelerinde memurluk yapar. Sabahları kalkıp servisle işine gider, kantinde oturur, mesai saati gelince gişesine girer, bazen eleman azlığından yoğun çalışan arkadaşlarından, nöbeti erken de alabilir… Akşamları evine, hasta babasına döner… Ertesi sabah tekrar işine gider, yine gişesine girer. Evdeki hasta baba ile çocukluktan kalma, kapatmamış, içini kemiren problemleri vardır. Babası çocukluğundan beri birçok şey için Kenan’a, (gişe memurunun adı bu) hep “yap” demiş ama yapmasına zaman vermeden, kendisi yapmıştır. Evlerinin girişindeki ampul yandığı zaman da, Kenan’a “yap”masını söyler. Erken gidip geç dönen Kenan yapamayınca ampulü yine baba değiştirecektir. Arkadaşı berber bile Kenan’a söyler, “Geç geliyorsun, bu saatte açık market, bakkal nerede bulacaksın, alamaman normal”.

    Mesai saatlerinde işini yapan, bu saatler içinde, dinlenme zamanlarında iş yerindeki kantinde arkadaşları arasında oturan ama -çoğunlukla- sadece dinleyen Kenan, işe gelirken hasta babasını komşu bir kıza bırakmaktadır. Babasına iyi bakan bu kız, Kenan’a ilgi de duymaktadır. Baba, Kenan’a, televizyon karşısında oturdukları saatlerde Nurgül’ü (kızın adı bu) önce evine götürmesini -oysa kızın evi çok yakındır- sonra da çay içmeye götürmesini (kız aracılığı ile, aslında asıl istek kızın kendisinindir) söyler… Nurgül, iyi baktığı babasının ilâçlarını da yanında hazır etmektedir… Kenan’ın annesi 25 yıl önce gitmiştir (ölmüş müdür?). Eskiden üç kişinin (baba, anne ve Kenan), iki kişinin (Kenan, baba) kullandığı araba bir iki sokak aşağıda, arka tekerinin önüne konulan taş ile kaderine terk edilmiş(Mİ?)dir?… Kenan geceleri, mahallenin sessizliğinde/kimsesizliğinde arabayı onarmaya çalışır!

    Babası ile olan problemleri (takıntıları) Kenan’ı iş yerinde de etkiler, çalışmasına sekte vurdurur, -tam da- gişelerin denetlendiği bir günde, her şeyi dakik, düzgün, kırtasiyeci adı takılmışken kontrolünü kaybeder. (Daha önce yine kontrolünü kaybeden bir bayan memurun, kendinin iki misli bir tır şoförüne sopa ile girişmesi -kendi içlerinde- örtülüp kapatılırken, Kenan’ın monitörden izlenen davranışları -babasının hastalığı ileri sürülerek- çok daha tenha bir gişeye gönderilmesine/sürülmesine neden olur. İş arkadaşlarına, berber arkadaşına, Nurgül’e, babasına tayin edildiğini söyleyecektir -işini yapan bir gişe memurudur, şurada veya burada-…

    Kenan, yeni, ıssız yerinde de görevini yapacaktır. Zamanının çoğunu boş geçirerek, kendisine önerildiği gibi kitap okumadan, televizyon seyretmeden. -Yalnız bir ara Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı çıkar ekranına, görüntü olarak da görürüz, devamını da ses olarak duyarız…- Her biri değişik problemleri olan gişe geçişçileri, gelip geçerler. Yalnız arabası bozularak -ancak- gelebilen kadın geçişçi, Kenan’ı -arabasını (önce) tamir ettirmek için- kulübesinden çıkaracak, -(sonra) arabasını ittirecektir, sabahleyin de öyle çalıştırmıştır- ve gidereken “yarın aynı saatte” (yani 10.20 de) diyerek gidecektir. Bunu akşam denize karşı bira içtikleri berber arkadaşına söyler. Berber sözü tekrar ederek gülerken, Kenan sadece gülümser… Kenan’ın babası üst üste “kayısı”, “kayısı”, “kayısı”, “kayısı”, “kayısı” der. Televizyondaki yarışmacıya söylemekte ve Amasya ile özdeşleşmiş meyve için sufle vermektedir. Nurgül yanındır, Kenan gelir, baba -acilen- açıklama yapar, “Amasya’nın ünlü meyvesini bilemiyor, kayısı” der, -duyulup duyulmaması önemli değildir ama Kenan “Elma” der, “Amasya, elması ile ünlüdür, ‘kayısı’ Malatya’nın…” Babasının umurunda değildir, belki duymaz, duysa da önem vermez. Nurgül, çıkmak için davranacaktır.

    Bir gün yorgun argın dönen Kenan ile kapıda karşılaşan ve evine kadar birlikte gittikleri Nurgül, “kendisinin söylemediğini” söyler. “Neyi?” sorusunun cevabı, arabadır. Kenan, geceleri tamir etmeye çalıştığı arabanın yanına koşarak gider ama araba yoktur. Babası satmıştır, hem de hurdacıya… Karşılıklı bağrışırlar, nefretlerini kusarlar. Baba Kenan’a bir şey olmadığını söyler. O’da ritmik bir şekilde, kanıksayarak yaptığı işi anlatır ve sadece bu olduğunu söyler. Krizi nükseden babasına -Nurgül’ün yanından ayırmamasını (ta ilk görüldükleri sahnede) söylediği ilâçlarına ulaşmasına- yardım etmez. İlâçlarını O’na vermez… ve kriz atlatılamaz… Baba yerde yatarken Kenan koltuğunda oturur. Sonraki gün, Kenan işini gider mi? Nurgül o gün “baba’ya” bakmak için gelmiş midir? Kenan, iş yerinde yine tuhaf davranır, “hastasın”, “sana bir hafta izin” diyerek evine gönderilmek istenir. O ise işine gitmek, çalışmak istemektedir ve evine gelir… Baba yerde yatmaktadır, Kenan koltuğunda oturur, bu kez bir şey seyretmez önüne bakar…

    Final jeneriği, ayağa kalkan seyirciler ve salonun yakılan ışıkları arasında geçmeye başlar… (Sanırım) Teşekkür kısmında Metin Erksan ve Mehmet Güreli (finale doğru krizler içindeki Kenan bir harabelikte, bir taş üstüne oturan ve durup durup bir kısım saçlarını düzelten biri -Mehmet Güreli- ile karşılaşır) adları geçer… Bu Benim İlk Filmim etkinliği kapsamında gösterilen Gişe Memuru filminin (seans: 16:00) seyircisi Yeşilçam Sineması’nı -nerede ise- doldurmuştu. Gösterimde olduğu haftada bu kadar seyirci almamıştır. Festival gösterileri ne kadar ölçü sayılabilir. Gişe Memuru, sadece Karaçelik’in ilk filmi olarak kalmayacak, -bana göre- diğer ve asıl sinemasal özelliklerinin yanı sıra, bir kahramanın (oyuncunun) mesleğini yapmasına bu kadar olanak sağlayan/tanıyan bir film (bir ilk film, -belki de?- tek film) olarak kalacak. Bu önemli, çoook önemli. (Diğer filmlerdeki kahramanların mesleklerini yapamamaları, ele alınan mesleklerin dramatik yapının arkasında kalmasından kaynaklandığı düşüncesindeyim.)

    (21 Kasım 2011)

    Orhan Ünser

    Sinemamızın Koca Çınarına Veda Zamanı

    1996’da Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdiğimde en çok sevindiğim şey Lütfi Akad’dan ders alacak olmaktı. İlk yıl senaryo derslerine; ikinci yıl da bize yönetmenliği, sinemayı öğrettiği bir derse giriyordu. Heyecanla ilk senaryo dersine gittim; hepimizin bir kısa film teklifi getirmesi gerekiyordu. Ben allı güllü, abartılı bir çingene hikâyesi götürmüştüm. Ağzımın payını da aldım: Lütfi hoca “sinema sirk değildir” dedi. Zaman içinde ona minnettar oldum, sinema bambaşka bir şeydi, topluma dair, ince ince elenen, içinde bin bir düşünce ve duygu barındıran.

    İşinde her zaman çok titiz ve netti. İlişkilerin karmaşasıyla örülmüş hikâyeleri en saf haliyle işlerdi. Her zaman çok sade bir sinema dili kullanırdı, bize de bunu öğretmeye çalıştı. Genel çekim ölçeklerini tercih ederdi, kamerasıyla oyuncunun dibine girmezdi ama bu filminden, karakterlerinden uzaklaştırmazdı onu. Öyle mizansenler kurardı ki, karakterlerin en derin duygularını yüzlerinde, mizansenin düzenlenişinde görürdük. Oyuncular kadrajın içinde tüm vücut dillerini kullanarak bize yaklaşır, uzaklaşırlardı, ruh hallerine göre mizansenin derinliği içinde salınırlardı.

    İkinci yıl dersi bize bu sade ama incelikle işlenmiş sinema dilini öğretmek içindi. Bize bir öykü vermişti, her hafta öykünün bir parçasını senaryolaştırarak çekiyorduk. Her hafta öğrenciler arasında yönetmen, kameraman, oyuncular, set görevleri değişiyordu. O yıl oyunculuğa, oyuncu nasıl yönetilire dair çok şey öğrendim. Dekupaj yapmayı, sinema yapmayı öğrendim. Açı, ölçek, kamera seviyesi anlam yaratmak için nasıl kullanılır, öğrendim. Lütfi Hocam, o kısacık sürede bize o kadar çok bilgi sunmuştu ki inanılmazdı. Hâlâ o dersten öğrendiklerimi hatırlıyorum ve bazılarının anlamını daha yeni sindiriyorum. Şimdi ben de öğrencilerime sinema öğretmeye çalışıyorum ve o kadar kısa sürede bu kadar çok bilgiyi aktarmayı, kullanma deneyimi vermeyi beceremiyorum. Lütfi Akad hem hayatında hem sinemasında hem de hocalığında net, sade ve çok derinlikliydi.

    Türkiye Sineması Lütfi Akad’la başlar. Dünyada sinema dili yeni oluşurken Lütfi Akad hem evrensel kodlarla hem de yerel kodlarla örülü ilk filmlerini çekti. Türkiye Sineması’nı anlattığım derste Lütfi Akad’ı işlediğim haftaya geldiğimde hep gurur duyarım ve Vesikalı Yarim’in son sahnesini gösterirken “İşte sinema!” derim. Öğrencilerime “Bakın, karakterlerin ruh halini nasıl yansıtıyor?” diye sorarım. Sabiha yerinden kıpırdamaz ama onun yerine kamera uzaklaşır, hem Sabiha’dan hem de Haliller’in manavından, sonunda Sabiha’yla Haliller’in manavı arasında dev bir boşluk bırakana kadar.

    Hocam 95 yaşında ölmüştü, çok yorgundu, yaşlanmıştı ama aklı, sinema görüşü hala dinçti. Tüm disiplinli yapısına rağmen her zaman yeniliklere açıktı. Krzysztof Kieslowski’nin Mavi’sinden bahsettiğimizde, hemen ona filmi götürmemizi istemişti, izleyip gelmiş ve çok anlamlı yorumlar yapmıştı. Mavi’yi Lütfi Akad’la daha da iyi anlamıştık. Uzun süredir film çekmemişti ama hem okul içinde hem okul dışında çok öğrenci, çok sinemacı yetiştirdi. Her zaman filmleriyle yaşayacak. Kanun Namına, Vurun Kahpeye, Vesikalı Yârim, Yalnızlar Rıhtımı, Hudutların Kanunu, Kızılırmak Karakoyun, Gelin – Düğün – Diyet üçlemesiyle; TRT için yaptığı Ömer Seyfettin uyarlamalarıyla, Bir Ceza Avukatının Anıları’yla o hep bizimle olacak. Bizi sık sık düşünmeye, hissetmeye itecek. Umarım biz de onu işlerimizle yaşatmayı başarırız.

    Hocamı, Türkiye Sineması’nı başlatan yönetmeni ve düşünürü bugün toprağa veriyoruz. Evet, 95 yaşındaydı ama insan kabullenmek istemiyor. Keşke daha çok soru sorsaydım, keşke beni daha da çok paylasaydı da bir şeyler öğrenseydim diyorum. İyi ki filmleri ve yazıları var, artık öğrenimime onlarla devam edeceğim.

    Huzur içinde yatın hocam…

    (21 Kasım 2011)

    Nur Özgenalp

    Terry Gilliam, Altın Kedi İçin Yarışıyor

    Bu yıl 12. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, 16 – 20 Kasım 2011 tarihleri arasında Fransız Kültür Merkez’inde gerçekleştiriliyor. Altın Kedi Ödülleri veren festival, sinema dünyasında önemli ve isim yapmış kişileri jürisine davet ederek kısa filmin gelişimi açısından rekabete dayalı ortam yarattı. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’ne bu yıl 65 ülkeden 1.300’ü aşkın film başvurdu. Bu filmlerden Uluslararası Yarışma Bölümü’ne katılan 11 film arasında ünlü yönetmen Terry Gilliam’ın kısa filmi The Wholly Family de yarışıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Terry Gilliam, Altın Kedi İçin Yarışıyor yazısına devam et