Henüz Ahmet Uluçay’ın acı kaybına alışamamışken, sinemamızın köşe taşlarından, birçok unutulmaz filmin yaratıcısı usta yönetmen Zeki Ökten’in ölüm haberiyle sarsılmıştık o günlerde.. Şimdi ise Lütfi Akad ustanın ölümünün acısına alışmaya çalışıyoruz. Sinemanın o güzel insanlarının acı kaybı kolay alışılır gibi değildi. Güzel düşlerin izini sürenler birer birer çekiliyordu hayattan ve hayat daha da anlamsızlaşıyor; biz gittikçe daha yalnızlaşıyorduk her ölümle. Ahmet Uluçay da büyük düşlerin izini sürmüştü yaşamı boyunca.
Hepimizin kalbinde yatan aslan sinemaydı bütün zamanlarımızda, yaşımız kaç olursa olsun. Beyazperdede izlediğimiz filmlerin etkisiyle hülyalara dalar, sinemanın yakıcı aşkı ile kavruluruz.
Henüz ilkokul yıllarımda, lokum kutularının altını sinema perdesi biçiminde kesip, kutunun iki ucuna geçirdiğim çubuklara gazeteden kestiğim “Bizimkiler” çizgi romanını arka arkaya ekleyip sararak yaşıtlarıma sinema gösterileri yapardım. Ortaokula geldiğimde sinema makinesiyle, film afişleriyle tanışmıştım. Ortaokul arkadaşım Orhan’ın babası okullarda hafta sonları film oynatırdı. Yaşlanan ve yorulan babasından görevi Orhan devralmıştı. Kartal’ın, Cevizli’nin, Maltepe’nin çeşitli okullarında hafta sonları birlikte film gösterirdik. Sinema makinesini, afişleri ve büyük siyah perdeleri birlikte taşır, filmleri birlikte sarardık. Okulun salonunda filmi izleyen çocuklarla birlikte, biz de izlerdik kaçıncı kez izlediğimizi düşünmeden ve sıkılmadan.
O yaşlarda birçok işte çalışmama karşın, en çok sinemalarda çalışan yaşıtlarıma imrenirdim o günlerde. Çünkü benim gidemediğim, izleyemediğim filmleri onlar hiç kaçırmıyorlardı. Yine de gittiğimiz sinemalarda ‘alaska frigo’ ve gazoz satan o çocuklar kadar iyi tanırdım sinema oyuncularını.
Ahmet Uluçay’ın yaşamöyküsünü düşündüğümde o günlerimi anımsıyorum. 1950’li 60’lı yıllarda köyleri, kasabaları gezen seyyar sinemacılar vardı. Kimi köy meydanında ya da okul salonunda gösterirdi filmleri. Ahmet Uluçay’ın da yaşam öyküsünden, sinemayı böyle bir seyyar sinemacı sayesinde tanıdığını öğreniyoruz. Bir tutkuya dönüşen sinema düşünü hayata geçirmek için çok beklemez. Her “düşbaz” gibi biraz delidir sonuçta. Onun deliliği dahiliğindendir. “Köyün delisi” diye bellenen kimseler bilge kişilerdir çoğu zaman. Bilge ve dahi sinemacı Ahmet Uluçay da köyün delisi gözüyle bakılabilecek düşünü gerçekleştirme işine koyulur. Dahiliği yaşamı boyunca hepimizin tanık olduğu zekâsı ve yaratıcılığındandır; “deliliği” ise “düşbaz”lığından. 12 yaşında arkadaşı İsmail Mutlu ile üç yıllık bir uğraşın sonunda yaptıkları sinema makinesiyle bir ahırda köylülere film göstermeye başlarlar. Sinema çöplüklerinden film toplayıp, kareleri birbirine ekler, bir kaç saniyelik görüntüler elde ederek; köyün bir ahırında dağları, deniz ve ormanı seyrederler. Ailesinin “sinema zengin çocuklarının işidir” demesi de tutkusunu yok edemez.
Arkadaşlarıyla “Tepecik Köyü Arkadaş Sinema Grubu”nu oluşturup çok kötü bir kamerayla işe koyulurlar ve ilk filmi “Optik Düşler”i 1992 yılında çeker.
Ahmet Uluçay’ın kısa filmlerini, belgesellerini 2005 yılında Akbank Kısa Film Festivali, Özel Bölüm’de izleme olanağı bulmuştum. Yaşam öyküsünde yer alan “ilk kez 1994 yılında 6. Ankara Uluslararası Film Festivali’ne katılarak Optik Düşler ve Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak isimli filmleriyle tanındı. Ahmet Uluçay 11 filmiyle 22 ödül kazandı” cümleleri kısa yaşamına ne çok düş sığdırdığını anlamamız için ipucu.
Bir söyleşisinde “Dünyanın en güzel filmlerini ben çekiyorum. Buna inanıyorum ve dünyanın en güzel filmlerini yine ben çekeceğim.” demişti. Karpuz kabuğundan gemiler yaptı, düşlerini yüzdürdü; bize de dünyanın en iyi filmlerinden birini bıraktı miras olarak.
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmin kahramanlarından biri olan Karpuzcu Kemal’in, “olmayacak şeylere umut bağlamak” anlamında kullandığı ve kendi uydurduğu bir deyimdir.
Filmin Öyküsü: Recep ve Mehmet yazları, köylerinin yakınındaki yaz mevsiminde yakınlardaki Tavşanlı kasabasında çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur. Recep bir karpuz satıcısının, Mehmet ise bir berberin yanında çıraklık yapmaktadır. Her ikisi de sinemaya delicesine tutkundur. Bu tutkunun bir sonucu olarak geceleri köydeki evlerinin terkedilmiş ahırında bir yandan derme-çatma bir film projeksiyon makinesi yapmaya çalışırken, diğer yandan da hayatlarını tümden değiştirecek olan rejisörlük hayalleri kurmaktadırlar. Köyün delisi Deli Ömer de çocukların bu sinema sevdasının tek tanığı ve destekçisidir.
Onların bu konudaki uğraşlarını kimse ciddiye almaz: Ne kasabadaki fotoğrafçı, ne aileleri, ne de kasabadaki sinema salonunun sahibi… Fakir köylü çocuklarıdır onlar ve böyle şeylerle vakit geçirmeyerek vakitlerini daha faydalı uğraşlar için harcamalıdırlar.
Recep bir gün, kasabada oturan ve ineklerine yedirmek için ham karpuzları toplamaya gelen Nezihe adlı iki kız çocuğu olan dul bir kadın ile tanışır. Nezihe’ye her gün kelek çıkan karpuzları toplayıp kendisine getirmek üzere söz verir. Bu sevimli çocuktan hoşlanan Nezihe, Recep’in bu iyiliği karşısında onu sık sık çay içmek veya kahvaltı etmek için evine davet etmeye başlar. Recep bu gelip gitmeler sırasında Nezihe’nin büyük kızı olan ve yaşça da kendisinden büyük olan Nihal’e ilgi duymaya başlar ve onun ilgisini çekebilmek için türlü uğraşlar verir. Nihal ise başlangıçtan beri bu yabancı ve köylü oğlan çocuğun eve girip çıkmasından bile rahatsız olmakta ona elinden geldiğince ters davranmaktadır. Küçük kız Güler ise ablasının aksine Recep’e ilgi duymakta ancak o da bu ilgisine karşılık bulamamaktadır. Önceleri karşılıksız olan bu aşklar, tam anlamıyla gelişmeye fırsat bulamadan Nezihe ve kızlarının aniden kasabadan taşınmasıyla sona erer. Bu sırada zaten işlerini de kaybetmiş olan iki kafadarın ellerinde artık sadece uyduruk projeksiyon makinelerinde hareketli görüntü elde edebilmek ümidi kalmıştır.
Sinema projeksiyon makinesi konusundaki denemeleri sonunda başarıya ulaşsa da iş ve aşk konularındaki şanssızlıkları bu konuda da yakalarını bırakmaz. Deli Ömer bir kızgınlık anında zorlukla çalıştırmayı başardıkları projeksiyon makinesini parçalar.
Sonunda, Recep ve Mehmet’in hayatlarında iz bırakarak geçen bir yaz mevsimi sona ermiş ve kahramanlarımız her şeyi kaybetseler de hiçbir zaman kaybetmeyecekleri sinemasal hayalleri ile başbaşa kalmışlardır.
Film “Optik Düşler”in uzun metraj olarak tasarlanmasıyla oluşur. ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ Uluçay’ın yaşamöyküsüne dayanıyor.
“Entelektüel olmaya çalışmıyorum. Sinema yaparken bildiklerimi de unutuyorum.” diyordu Ahmet Uluçay. Entelektüel olma beyhude çabası biz ölümlülere özgüydü sonuçta. O, yaradılıştan zeki ve büyük düşleri olan, naif bir sinemacıydı; naif olduğu kadar büyük yaratıcılara özgü bir bilgeliğin sinemamızdaki karşılığıydı.
(01 Aralık 2011)
Mesut Kara