Dedemin İnsanları
Yönetmen-Senaryo: Çağan Irmak
Müzik: Cengiz Onural, Cenk Erdoğan, Bora Ebeoğlu, Aria
Görüntü: Gökhan Tiryaki
Oyuncular: Çetin Tekindor, Hümeyra, Yiğit Özşener, Zafer Alagöz, Mert Fırat, Ezgi Mola, Gökçe Bahadır, Durulkan Çelikkaya, Sacide Taşaner, Ünal Silver, Eirini Inglesi
Yapım: Most-Ay Yapım (2011)
Önemli yönetmenler arasına giren Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları”, vakti zamanında mübadeleyle Girit’ten göç etmiş bir ailenin geçmişini ve şimdiki zamanını anlatırken ülkemizdeki ırkçılığa da dokunuyor.
Yönetmen Çağan Irmak, 2011 yapımı “Dedemin İnsanları” filmiyle çocukluğuna bakıyor. Sinemanın önemli yönetmenleri geriye dönüp çocukluğuna bakan filmler yaptılar. Fellini, 1973 yapımı “Amarcord – Hatırlıyorum” filmiyle çocukluğuna uzanmıştı. Truffaut, 1959’da “Les Quatre Cents Coups – 400 Darbe” filminde çocukluğundan ilham almıştı. Yönetmen Irmak, kendi çocukluğunu anlatıyor. Muhacirlerin çok olduğu Ege’nin kıyı kasabasında muhacir torunu küçük Ozan, kendine “gâvur” diyenlere karşı “Türklüğünü” kanıtlamak istiyor herkese. Her sabah okulun bahçesinde “Türküm, doğruyum… varlığım Türk varlığına armağan olsun” marşını coşkuyla söylüyor hep. Mahalleli çocuklarla muhacir ve Kürt evlerini de taşlıyor. Irmak, ülkemizdeki ırkçılığın derinlerini gösteriyor bu filminde. “Yunan tohumu” diye dışlanmaya çalışılan bu ülke de muhacir olmak ne kadar zor. 1970’li yılların sonu ve Kürtlere karşı da alttan alta ırkçılık hissediliyor. Sadece 12 Eylül’ün mirası değil bu ırkçılık. Ezelden geliyor.
Ozan’ın gözüyle…
On yaşındaki Ozan (Durulkan Çelikkaya), karnesini aldığı gün, mahalleden arkadaşlarıyla muhacir ve Kürt evlerini taşlarken dedesi (Çetin Tekindor) beyaz “Anadol” otomobiliyle hemen yanında bitiyor. Dede onu arabaya almasa da, aralarındaki buzlar eriyor. Ozan, aslında yalnız bir çocuk. Gerçek anlamda sıkı arkadaşı yok. Kalbi bu boşluktan olmalı katı ve öfkesini başka kültürden olanlara boşaltıyor. Bağ evinde muhacir dostlarlarla yemek yenirken dede Mehmet torununa geldikleri yeri ve yolculuklarını anlatıyor insanı etkileyen kelimelerle. Ama bu bile Ozan’ı yumuşatamıyor. İçinde hep bir öfke var. Dedesi Mehmet Yavaş’ın manifaturacı dükkânına aldığı Kürt çırak çocuğuna kötü davranan Ozan, dedesinin sabırlı ve hoşgörülü yaklaşmalarıyla yüreği yavaş da olsa yumuşamaya başlıyor. İşte bu Ozan büyüyecek ve önemli bir yönetmen olacak. Dede Mehmet, hoşgörüsüyle kasabada sevilen ve sayılan bir insan. Tek kızını (Gökçe Bahadır), belediye başkanının yardımcısıyla (Yiğit Özşener) evlendirmiş, torun sahibi, sevgili eşi (Sacide Taşaner) hayatta bahtiyar bir insan. Belki de içindeki en büyük boşluk, mübadele zamanlarında gemi yolculuğunda ölen kız kardeşi. Onun fotoğrafı da Girit’te kalmış. Girit’e gitme hayali hep bir şeyler engellemiş. Kıbrıs Harekâtı olmuş, 12 Eylül darbesi gerçekleşmiş. Geride bıraktıkları evlerinin özlemi de içini yakıyor dede Mehmet’in. Başka hikâyeler de aralara serpiştiriliyor filmde. Kasabanın delisi olmuş “deli aşık” (Ünal Silver), evlenip gitmiş, kocası 12 Mart’ta tutuklanmış kadına (Hümeyra) yıllarca tutkulu. Kadın, içinde hep yollar olan resimler çiziyor. Manifaturacı Mehmet, geçmişi hatırladığında mübadele anları da düşüyor perdeye. Babası (Mert Fırat), çalışkan ve dürüst biri. Mübadele olduğunda her şeylerini geride bırakıyorlar. Yunan komşularını da. Daha bebek olan kız kardeşini gemide yitiriyorlar. Babası, annesi (Ezgi Mola) ve kendisi Ege’ye gelip yerleşiyorlar. Her zaman muhacir olmak zor olmuştur bu ülkede. İkinci Dünya savaşı yıllarında azınlıklar “Varlık Vergisi” adıyla mahvoluşa sürüklendi bu ülkede. Tehcirler yaşandı. 1950’lerde Rumlara saldırılar oldu. Dede Mehmet, içine pusula koyduğu şişeyi Ege’nin sularına atıyor hep. Bir gün o şişenin içindeki pusulaya cevap geliyor Girit’ten. Hep geldikleri yere ailesiyle gitmek isteyen manifaturacı Mehmet, herkese pasaport çıkarttıktan hemen sonra 12 Eylül darbesi oluyor. Ardından kederler düşüyor hayatlarına. Onun gidemediği topraklara bir zaman sonra genç adam olan torun Ozan gidiyor ve oradaki iyi insanlarla tanışıyor.
Sinemaskop çekilmiş bu filmin görselliği gerçekten insanı büyülüyor. Nuri Bilge Ceylan ve Çağan Irmak’ın kameramanı Gökhan Tiryaki sinemanın çok önemli kameramanları arasına giriyor. Bu kameraman yönetmenlerine de ilham veriyor. Mübadele anları koyu ve kahverengimsi tonlarla yansıyor. Şimdiki anlarda geçtiği bölümlerde parlak, yumuşak ve sıcak renkler kullanmış yönetmen. İnsana çocukluğunun sıcaklığını veren bir sıcaklık bu. 1970’ler sahici bir anlatımla yansımış perdeye. Gerçekten de öyleydi. Hem iyilikler hem ırkçılıklar. Elbette müzikler de muhteşem. Her filminde kendine biraz daha bağlayan yönetmen, 2006’daki “Babam ve Oğlum” filmindeki gibi seyircilerini ağlatıyor. Ama bu sefer hepsi doğal ve kendiliğinden oluyor. “Dedemin İnsanları”, zaman içinde bir başyapıta dönüşebilecek filmlerden. Sinema belleğine alınmalı bu film. Ön jeneriklerini daima kırmızı yansıtan yönetmen Irmak’ın filminde son jenerik muhteşem. Filmde “metafor” üzerine espriler de çok hoş. Bu filmin Milas, Gökçeada ve Girit’te çekildiğini de belirtelim.
(25 Kasım 2011)
Ali Erden