Sinemamızın 95 yıllık koca çınarı Lütfi Ömer Akad’ı kaybettik. Tiyatrocular döneminden sonra sinemacılar dönemini başlatan Akad sinemamızın gelişimine büyük katkılar sağladı.
Lütfi Ömer Akad’ı 95 yaşında kaybettik. Sinemamızın koca çınarı, sinemacılar kuşağının en önemli yönetmeni olurken, değerli sinema insanlarını da sinemamıza kazandırdı. Bunların en önemlisi Yılmaz Güney’di. Akad, 2 Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu, 19 kasım 2011’de İstanbul’da öldü. 1947’de Seyfi Havarer’nin yarım bıraktığı “Damga” filmiyle sinema macerası başladı. 1949’da Halide Edip Adıvar’ın romanı “Vurun Kahpeye” romanını sinemaya uyarladı. Kendisine ait ilk filminden itibaren stil araştırmaları yapmaya başlayan Akad, sinemanın kendi dili olduğunu hissettirdi. O, sinemamızı teatral anlatımdan uzaklaştırdı ve sinematografik dil oluşturdu. “Vurun Kahpeye”, birkaç defa sansüre uğrasa da gösterimlerini sürdürdü. Bu film, hem sinemamız hem de sosyal hayatımız açısından değişimleri de haberliyordu. Çünkü savaş sonrası bir ulusun varoluşu, yeniden yapılanması ve yobazlığa karşı duruşu da yansıyordu filmde. Akad, 1950’lerin başında masalları öne çıkaran filmler çekti. Ardından 1952’de muhteşem “Kanun Namına” filmi geldi. Osman F. Seden’le ortak yazdıkları senaryoyla perdeye gelen filmde başrolü sinemamızın etkileyici aktörlerinden Ayhan Işık almıştı. Sinemamızın ilk önemli polisiye filmiydi bu ve gerçek bir olaydan yola çıkıyordu. Bu film sinemamızın kolay aşılmaz başyapıtlarından biriydi aynı zamanda. Filmdeki en önemli yönlerden biri, görsel anlamda Orson Welles tarzı derinlikli fotoğrafların yaratılmasıydı. Bir özellik de “açı-karşı açı” tekniğinin kullanılmasıydı. Bir de kameranın hareketli olmasıydı. Tiyatrocular döneminde kamera sahneden oyun çeker gibi sabit kullanılıyordu. Akad’ın Ayhan Işık’la beraberliğini başlatan yine 1952 yapımı “İngiliz Kemal Lawrense Karşı” filmiydi. Bu fantastik özellikler taşıyan film, Kurtuluş Savaşı üzerine önemli filmlerimizdendi. Akad’ın her dönemi önemli. Ama ilk dönemlerindeki filmleri sinemamıza yeni bakış açıları sundu. Bunlardan 1953 yapımı “Öldüren Şehir”, göç alan İstanbul’daki yeni sosyal yapılar üzerine bir suç filmiydi. Filmde Haliç kıyılarındaki yoksulluğa da dokunuluyordu. Başrolde Belgin Doruk ve Ayhan Işık vardı. Yine Ayhan Işık’a başrolü verdiği 1953 yapımı “Katil” bir polisiyeydi. Filmde, bir genç masumiyetini kanıtlamak için hapisten kaçıyordu. Bu filmin senaryosunu da ünlü yönetmenlerden Osman F. Seden’le ortak yazdı Akad. 1953’te “Altı Ölü Var/İpsala Cinayeti” filminde Lale Oraloğlu, Cahit Irgat ve Turan Seyfioğlu’na başrolü verdi. Bu film yasak ilişki üzerine bir cinnet filmiydi. Bu filmin senaryosuna Orhan Kemal de katkıda bulunmuştu. 1962 yılında “Üç Tekerlekli Bisiklet” filmini Orhan Kemal’in romanından çekti. Senaryoyu Vedat Türkali, Hüsamettin Gönenli imzasıyla yazdı. Başrolde Ayhan Işık ve Sezer Sezin vardı. Filmin yönetiminde Memduh Ün’ün de payı vardı.
Yılmaz Güney’le ortaklık…
Akad, Yılmaz Güney’le “Hudutların Kanunu” filmini 1966’da yaptı. Senaryoyu da ortak yazdılar. Güney’in etkileyici bir performans verdiği çok önemli bir filmdi bu. Kaçakçılığın nedenleri üzerine yoğunlaşan bu filmde ağalık düzeni yerden yere vuruluyordu. Feodal düzende toplumlar daima geri kalırdı. Güney’le Akad, 1967’de “Kurbanlık Katil” filmini yaptılar. Senaryoyu Akad yazmıştı. Göç alan şehirlerde sınıfsal farklılıkların ve adil bölüşümün altını çizen filmde, alkol bataklığına yuvarlanmış gariban Mustafa’nın trajedisi yansıyordu bu filmde. Oba beyinin kızına aşık olmuş bir çobanın dramını anlatan 1967 yapımı “Kızılırmak Karakoyun” sinemamızın çok önemli filmlerindendi. Yılmaz Güney’e Nilüfer Koçyiğit eşlik ediyordu. Oba beyinin kızını alabilmek için ileri gelenler, çoban Ali Haydar’ın koyunları üç gün tuz yedirirler. Koyunlar su içmeden ırmağı geçerlerse çoban bey kızı Hatice’yi alacaktı. Muhteşem bir filmdi bu. Filmin müziklerinde Orhan Gencebay’ın da katkısı vardı. Bu filmin hikâyesi Nazım Hikmet’e aitti.
Akad’ın 1960’ların sonuna doğru iki önemli film çekti. 1966 yapımı “Ana” filmi, kan davasını anlatan güçlü bir yapıttı. Bu filmin bir özelliği de Akad sinemasında estetik değişimin de habercisiydi. Akad, kamerayı çoğu anda sabit tutarak oyuncularını hareket ettiriyordu. Akad’ın 1968 yapımı “Vesikalı Yarim” filmi, göçle artık o şehrin kültürünün parçası olmuş insanların dramını anlattı. Bar kızına aşık olan gariban manavın hikâyesiydi bu film. Bu filmde Türkan Şoray ve İzzet Günay başrolü paylaştı. Filmin adı, Orhan Veli’nin ünlü şiirinden geliyordu. Film, Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyesinden uyarlanmıştı. Akad, daha önce birkaç filmine müzik yazmış Orhan Gencebay’la 1971’de “Bir Teselli Ver” arabesk filmini de çekmişti.
Bir göç üçlemesi…
Akad, hepsinde Hülya Koçyiğit’i oynattığı 1972’de “Gelin”, 1973’te “Düğün” ve 1974’te “Diyet” şehre göç üçlemesini yaptı. “Taşı toprağı altın” denilen İstanbul onlara hayallerini verebilecek miydi? Zordu. Dramların, trajedilerin ve umutların yansıdığı bu üçleme, sinema tarihimizin de en unutulmaz filmlerindendi. Akad, bu üçlemede “Ana” filminde denediği estetiği perdeye yansıttı. 1970’lerin ortalarında televizyon filmleri de çekmeye başladı. 1975’te “Topuz”, “İncili Kaftan” ve “Ferman”ı televizyon için çekti. Erkan Yücel’e başrolü verdiği 1979 yapımı televizyon filmi “Çekiç ve Titreşim” onun son işi oldu. Bu suç hikâyesi Faruk Erem’in senaryosundan uyarlandı. Sinemamızın başı sağ olsun.
(20 Kasım 2011)
Ali Erden