Yılmaz Güney Paneli İçin Notlar

Geçen akşam Türkan Şoray için söylediklerim, Yılmaz Güney için de geçerlidir. Yılmaz Güney, Yeşilçam’ın bir ürünüdür. Varlığını ona borçludur. Yılmaz Güney’i de seyirci seçip ayırmış, kral yapmıştır. Yılmaz Güney baş erkek kahraman tipinin en önemli simge ismidir. Yarattığı, canlandırdığı tip halkın kültürünün derinliklerinde vardır.

Yılmaz Güney Köroğlu’dur. Mitolojik Köroğlu algılamasının sinemamızda sürdürücüsüdür. Ama olayın bu boyutunun ne seyirci farkındadır, ne sinemacılar, ne de Yılmaz Güney’in kendisi. Sinema yazarları, kültür insanları, halk bilimciler de bunun farkında değillerdir. Ve sinemamızdan Yılmaz Güney kimliğinde, bir Köroğlu gelip geçmiştir. Ama Yeşilçam’da bir tek Yılmaz Güney değildir Köroğlu. Bütün baş erkek kahramanlar bir çeşit Köroğlu kimliğinin taşıyıcılarıdır. Türkan Şoray’da olduğu gibi, Yılmaz Güney de bu mitolojik Köroğlu tipinin en önemli, en simge ismidir.

Bu arada bir de Yeşilçam dışı, Yeşilçam’a karşı bir Yılmaz Güney vardır. Kimilerince Yılmaz Güney’in bu tarafı daha çok önemsenir. Ortada çelişik bir durum vardır. Yeşilçam’ın var ettiği kimlikten kopmak, uzaklaşmak istemiştir Yılmaz Güney. Yeşilçam’a alternatif bir sinemanın peşine düşmüştür. Ama koşullar buna izin vermemiştir. Yılmaz Güney bunu denemiştir. Ve yola çıkmıştır. Ayrıca oyuncu kimliğinin yanına yönetmen kimliğini koymuştur.

Sinemacı kimliğinin yanına da militan siyasal bir kimlik eklemiştir. Türkiye’nin dönüştürülmesi ile sinemanın dönüştürülmesi birlikte ele alınmıştır. Doğru yapmıştır, yanlış yapmıştır… ama denemiştir. Denemek istemiştir. Yaptırmamışlardır. Engel olmuşlardır.

Ve Yılmaz Güney de bir fenomendir. Bu toplumun, bu halkın kültürünün derinliklerinden çıkmıştır. Efsane olmuştur. Efsane sürmektedir. Herkes kendine göre bir Yılmaz Güney efsanesi üretmektedir. Ama gerçek efsane, Köroğlu efsanesidir ve kökü binlerce yıl geriye gitmektedir. Yılmaz Güney de bize aittir, bu topluma aittir, bu kültüre aittir ve tektir.

(31 Ocak 2011)

Engin Ayça

Atilla Dorsay’dan Yeni Bir Kitap: Çağı Yaşamak Önyargıları Yıkmak

Duayen sinema yazarımız Atilla Dorsay’ın Çağı Yaşamak Önyargıları Yıkmak adlı son kitabı İKÜ Yayınevi tarafından yayınlandı. Ülkemizi ilgilendiren konularda düşünce hayatımıza değerli katkılar sağlamış olan Dorsay kendini şöyle anlatıyor: “Temelde elbette bilimsel düşünceye inanmış, laik ve Atatürkçü ama aynı zamanda demokrasiye de yürekten bağlanmış, halkın her koşulda kendi iradesiyle karar vermesi ve bunun yönetimin özünü teşkil etmesi konularında ödün vermeyen bir aydın”. Bu bakış açısının günümüzdeki tehlikeli kamplaşmayı önleyecek bir “akıl yolunda birleşme” önerisi olduğu ve kitabın toplumumuza yararlı olacağı belirtiliyor.

  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Atilla Dorsay’dan Yeni Bir Kitap: Çağı Yaşamak Önyargıları Yıkmak yazısına devam et
  • Kurtlar Vadisi Filistin, İsrail’i Endişelendirdi mi?

    İsrail Devleti’nin yönetim birimleri şu sıralar çok çok endişeli. Ancak bu endişenin seyircilerinin ezici çoğunluğunu genç erkeklerin oluşturduğu “Kurtlar Vadisi Filistin”in sinema salonlarında gösterime sunulmasıyla bir âlâkası bulunmuyor.

    İsrail Devleti’nin üst yöneticilerinin asıl endişe kaynağı, Tunus diktatörünü yıkan halk hareketlerinin bir benzerinin, İsrail’in bir dediğini iki etmeyen, İsrail’e hiç sorun çıkarmayan, Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’i (1981’den bugüne kadar ülkesini demir yumrukla yönetiyor) sallıyor olması…

    1979’da İran’lı müttefiki Şah Rıza Pehlevi’yi yine halk isyanı sonucunda kaybeden İsrail, Mısır’lı müttefikini de kaybederse Orta Doğu’da tam bir yalnızlık girdabına sürüklenecek. Bunun sonucunda da İsrail’in Filistinlilerin ve Arapların isteklerini yerine getirmekten başka çaresi kalmayacak.

    19 Mayıs 1901 Cuma günü, Cuma namazından sonra Yıldız Sarayı’nda iki saat görüşerek Padişah 2. Abdülhamit’ten Filistin’de İsrail Devleti kurulması iznini koparamayan Yahudiler tarafından gecikmeli de olsa 1948’de kurulan İsrail Devleti’ni tanıyan ilk Arap ülkesi Mısır olmuştu. Mısır aynı zamanda İsrail’le barış antlaşması yapan ilk Arap ülkesi ve bu antlaşmaya karşı çıkanlar 1981’de Mısır’ın o günkü diktatörü Enver Sedat’ı suikastle öldürdü.

    En güçlü Arap devleti Mısır, İsrail’le iyi geçindiğinden ABD tarafından yılda 1,3 milyar dolar hibeyle (bağışla) ödüllendiriliyor. Ancak 1997’de nüfusu 61,5 milyon, 2010’da nüfusu 86,2 milyon olan Mısır çok büyük bir nüfus artış oranına sahip. Son 13 yılda Mısır nüfusu yılda ortalama 2 milyon kişi artmış. Bu da ülkedeki derin yoksulluğu, işsizliği çözümsüzleştiriyor… Merak edenler için söyleyelim: ABD’nin 7 buçuk milyon nüfuslu (nüfusun yüzde 75’i Yahudi, yüzde 20’si Arap) İsrail’e yıllık bağışı 3 milyar doları buluyor.

    Yine Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek, İsrail’le iyi geçindiğinden ABD yetkilileri onun için diktatör deyimi yerine otoriter deyimini kullanıyor.

    Bünyesinde 480 bin kişi barındıran Mısır ordusu Hüsnü Mübarek’i devirmek isteyenlere ateş açmasa da Mısır polisi isyancılara karşı şiddet kullanmaktan kaçınmıyor.

    1950’lerde kalkınma ve baraj yatırımları için ABD’den borç alamayan Enver Sedat’tan önceki Mısır lideri Abdülnasır (1970’te öldü) bu parayı Sovyet Rusya’dan bulmuş ve yine 1950’lerin sonunda ABD’den borç para alamayan Adnan Menderes hükümetine esin kaynağı olmuştu. Sovyet Rusya’dan borç para istemeye Moskova’ya gitmek için bavulunu hazırlayan Adnan Menderes hükümetiyse 27 Mayıs 1960’ta askeri darbecilerce cezaevine atılmıştı.

    Mısır, Enver Sedat döneminde (1970’lerde) Sovyet Rusya’dan koparak, ABD ve İsrail’le çok iyi ilişkiler geliştirmişti.

    El Cezire Televiyonu, sosyal ağlar ve Wikileaks’in tetiklediği Tunus ve Mısır halk isyanlarının Ürdün, Yemen, Libya gibi ülkelere sıçraması beklenirken, Almanya, Mısır’daki isyancıların müzelerdeki üç bin yıllık antik Mısır eserlerine zarar vermesinden çok memnun. Çünkü böylece Almanya çok yıllar önce Almanya’ya kaçırılmış, getirilmiş antik Mısır sanat eserlerini Mısır’a iade etmesi için yapılan ısrarlı talepleri geri çevirmek için güçlü bir gerekçeye sahip oldu: “Geri iade edersek halkınızın bunları paramparça etmeyeceğinin bir garantisini verebilecek misiniz?”

    (31 Ocak 2011)

    Hakan Sonok

    Ercan1962@yahoo.com.tr
    hakan.sonok@tr.net

    Man of Steel

    Zack Snyder’ın yönettiği ve Henry Cavill, Amy Adams, Laurence Fishburne ile Diane Lane’in oynadığı Man of Steel, 14 Haziran 2013′de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Genç bir çocuk olağanüstü güçleri olduğunu fark eder ve bu gezegenden olmadığını, başka bir dünyadan geldiğini öğrenir. Genç bir adam olarak, geçmişini merak eder, nereden geldiğini ve buraya ne yapmak üzere gönderildiğini keşfetmek üzere bir serüvene koyulur. Fakat dünyayı yok olmaktan kurtarmak ve tüm insanlık adına umudun simgesi hâline gelmek ve vazifesini yapmak için içindeki kahramanın ortaya çıkması gerekmektedir.

    Man of Steel yazısına devam et

    Ermenistan Türkiye Sinema Platformu’nun Web Sitesi Açıldı

    “Birlikte Film Yapıyoruz” sloganıyla yola çıkan Ermenistan Türkiye Sinema Platformu, iki ülke sinemacılarını buluşturmak amacıyla hazırladığı web sitesini hayata geçirdi. Ermenice, Türkçe ve İngilizce yayın yapan web sitesinden platform hakkında bilgiye, platform üyelerinin filmlerine, buluşma fotoğraflarına, Türkiye ve Ermenistan’da film yapmak için gerekli bilgilere ulaşılabiliyor. Web sitesinde sinemacılar için forum alanı da bulunuyor. Platformun geçtiğimiz yıl desteklediği, iki ülke sinemacılarının beş kısa film ise Nisan ayında seyirci ile buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü logoya haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ermenistan Türkiye Sinema Platformu’nun Web Sitesi Açıldı yazısına devam et
  • Çalışma Hayatında Kadın

    TÜSİAD Kadın – Erkek Eşitliği Çalışma Grubu’nun girişimiyle “kadınların ekonomiye katılması sadece kadını değil, kadın – erkek tüm toplumu ilgilendirir” anlayışıyla Çalışma Hayatında Kadın konulu dokümanter bir film hazırlandı. Filmde, gerçek hayattan örneklerle kadınların çalışma hayatına dair sorunlar gündeme taşınırken, iş hayatından sanata, spor dünyasından siyasete farklı kesimlerden tanınmış erkekler konuyla ilgili temel mesajları dile getiriyor. Gökçe Pehlivanoğlu’nun yönettiği filmin müziklerini Nazım Çınar, metin yazarlığını Kuntay Alpman yaptı, anlatıcısı ise Derya Alabora.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Destekçilerin web siteleri: Dinamo İstanbul / TÜSİAD
  • Filmi izlemek için tıklayınız.
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Çalışma Hayatında Kadın yazısına devam et
  • Press

    Sedat Yılmaz’ın yönettiği ve Aram Dildar, Engin Emre Değer, Kadim Yaşar ile Sezgin Cengiz’in oynadığı Press, 18 Mart 2011’de Tiglon Film dağıtımıyla Karıncalar Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir avuç gazeteci Diyarbakır’da yaşanan insan hakkı ihlallerini dünyaya duyurmaya çalışmaktadır. Gazetenin Diyarbakır bürosunda 7 kişi çalışmaktadır. Faysal, yaptığı bir haberde orduyla ilişkisi olan bir çetenin izine rastlar. Çete, bölgedeki birçok cinayetin zanlısıdır. Haberden sonra tehdit telefonları alsa da Faysal çetenin üzerine gitmeye devam eder, ancak bir sürü engellemeyle karşılaşırlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Press yazısına devam et
  • Penahi ve Resulov: İran Bu Garabete Bir Son Vermeli

    Yeni Şafak gazetesi sinema editörü / köşe yazarı Ali Murat Güven ve yönetimindeki sinema kültürü sayfası, İranlı yapımcı – yönetmenler Cafer Penahi ve Muhammed Resulov’un politik görüşleri nedeniyle İran yargı makamları tarafından 6’şar yıl hapis, yanı sıra da 20 yıl boyunca yurt dışına çıkmama, film yapmama, ulusal/uluslararası medya organlarına demeç vermeme gibi “acayip” cezalar almalarına ilişkin olarak, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Yeni Sinema Hareketi, SİNEBİR ve diğer meslek örgütlerinin, sivil toplum oluşumlarının, bu konuda bireysel girişimlerde bulunan sanatçıların İran İslâm Cumhuriyeti nezdindeki barışçıl çabalarına açık destek vermektedir.

    İçinde yaşadığımız çağda, kendi politik görüşlerini hakaret, ayrımcılık ve şiddete başvurmaksızın, kâh yazılı, kâh sesli, kâh görüntülü eserler üzerinden dile getiren sanatçılara yönelik böylesi ağır cezaların, ne seküler hukuk, ne de kaynağını Kur’an’dan alan şeriat hukuku açısından hiç bir tutarlı tarafı yoktur. Hele de dile getirilen görüşler herhangi bir semavî dine ve onun kutsal kitabına hakaret etme kapsamında değil de salt bir politik sistemin yönetici erkini oluşturan kişilerin canını sıkacak düzlemde seyrediyorsa, bu gibi cezalar İslâmî açıdan daha da anlamsızlaşmaktadır.

    İlgili konudaki tavrını 2 Ocak 2011 Pazar günkü manşetinde yer alan “Sinemacılarını özgür bırak sevgili Ahmedinejad Başkan” başlıklı köşe yazısında da çok açık ve ayrıntılı bir biçimde ortaya koyan sayfamız, her iki İranlı sinemacının yaşadığı tradejinin yakın takipçisi olmayı, ayrıca bu konudaki çabalara (söz konusu çabalar aslî amacından sapmadığı sürece) destek vermeyi sürdürecektir.

    Günümüzde bütün dünyada kadim kültürlerin, uygarlıkların ve sanatların ülkesi olarak tanınıp bilinen, özellikle bu gibi ayırıcı vasıflarından dolayı her sanatsal platformda büyük bir saygıyla karşılanan İran, uluslararası kamuoyuna halen benzer bir medeniyet algısına sahip olduğunu, öz zenginliklerine yönelik herhangi bir eksen kayması yaşamadığını gösterebilmek için, kendisini uluslararası alanda yıllardır en üst düzeyde onurlandıran sinemacılarına yönelik baskıcı tavırlardan ve onları abartılı cezalarla bunaltmaktan en kısa zamanda vazgeçmek zorundadır.

    Bu, aynı zamanda “yönetsel ilhamlarını İslâm dininden alan bir politik sistem”in, temsil ettiği o yüce dini küresel ölçekte mahçup etmemek, önyargılı ve kötü niyetli çevrelerin ellerine koz vermemek adına da boynunun borcudur.

    *****

    Ali Murat Güven’in 2 Ocak 2011 Pazar günü Yeni Şafak’ta yayımlanan köşe yazısı:

    “Sinemacılarını özgür bırak sevgili Ahmedinejad Başkan…”

    (30 Ocak 2011)

    Ali Murat Güven
    Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü

    alimuratg@yahoo.com

    1. Çeşme Film Festivali

    Türkiye Tiyatrolar Birliği adına İzmir Yenikapı Tiyatrosu, Çeşme Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu Düşünce ve Araştırma Kulübü ile Azizm Sanat Örgütü tarafından 22 – 24 Şubat 2011 tarihleri arasında 1. Çeşme Film Festivali gerçekleştiriliyor. Festivalde gösterilecek filmler arasında Onur Gürsoy’un Pembe İnek, Baran Şaşoğlu’nun Selin’i Beklerken, Ezgi Kaplan’ın İrmik Helvası, Hasan Kurt’un Temiz Olmak Lâzım, Ayşegül Yadigar’ın Güneşin Karanlığı, Barış Çorak’ın Altıkırkbeş, Burak Yedekçi’nin Empoze ve Murat Vanlı’nın Kare As adlı filmleri de var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    1. Çeşme Film Festivali yazısına devam et
  • Anadolu, Meclis Önünde Buluşuyor: Anadolu’yu Vermeyeceğiz

    Anadolu’nun doğasını savunanlar Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’nı protesto etmek için Ankara’da TBMM’nin önünde basın açıklaması için bir araya geliyor. 170’i aşkın yerel ve ulusal ölçekteki oluşumun destek vereceğini duyurduğu basın açıklamasına Anadolu’nun dört bir yanından gelenler de katılacak. Milli park, SİT gibi korunan alanlar da dahil, Türkiye genelinde Hidroelektrik Santraller (HES) başta olmak üzere doğayı yok edecek bütün yatırımların önünü açan Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na tepkiler giderek çığ gibi büyüyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü afişlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Anadolu, Meclis Önünde Buluşuyor: Anadolu’yu Vermeyeceğiz yazısına devam et
  • Digital Film Making 3. Dönem Kayıtları Başladı

    Digital Film Making 3. dönem kayıtları başladı. DFA öğrencileri, konusunda uzman ve sektörde aktif olarak çalışmakta olan sinema profesyonelleri tarafından eğitiliyor. Dijital yapım ekipmanlarıyla gerçekleştirilen eğitimlerde her öğrenci DFA sertifikası alabilmek için, senaryo yazma, yönetmenlik, oyuncu yönetimi, kamera kullanımı ve kurgulama tekniklerini uygulayacağı en az bir kısa film hazırlıyor. Eğitim süreci boyunca öğrenciler birbirlerinin projelerinde görev alarak prodüksiyonun tüm aşamalarında becerilerini geliştirme olanağına sahip oluyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer basın bültenleri ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Digital Film Making 3. Dönem Kayıtları Başladı yazısına devam et
  • Emekten Yana Sanat Konulu Panel İçin Notlar

    Bu bir politikadır. Bu bir duruştur… Önce kişiseldir. Kişinin bir duruşudur. Politiktir. “Emekten yana olmak” duruşu. Emekten yana olmak ne demektir… Emek en yüce, en kutsal değerdir denir. Niye? Emek değer üretir çünkü. Emek bir iştir, bir çabadır, bir çalışmadır. Aslında herkes emek harcar, bir değer üretir. Yan gelip yatanlar dışında. Bizim burada emekten yana deyişimiz, işçi sınıfının emeğinin yanında olmak anlamına gelmektedir. Bunun için bir duruştur, politikadır diyoruz.

    Aslında patron da, işi için çok emek vermektedir, çok mesai harcamaktadır. Ama biz onun emeğinin yanında değiliz. Neden? Emekten yanaysak, onunki de emek. İşin püf noktası burada. Yani sömürüde, yani artı değerde. İşçi ürettiği değerin tam karşılığını alıyor olsa, biz bugün bu tartışmayı yapmıyor olurduk. Öyleyse, demek ki biz karşılığını alamayan emekten yanayız… Yani, işçi emeğinin sömürülmesine karşıyız. Hakkı yenenlerin, hakkı gasp edilenlerin yanındayız. Yani işçinin emeğini yiyenlerin, bu iş için verdiği emeğin karşısındayız. Yenen emeğin yanındayız. Yiyen emeğin değil. Biz onun karşısındayız. Emeği yenenlerin mücadelesinin yanındayız. Doğrusu bu.

    Asıl olan işçinin, kendisinin yenen emeğinin, yenmemesi, karşılığının alınması için mücadele vermesidir. Bunu örgütleriyle, sendikasıyla, partisiyle vermesidir. Bu mücadelede işçinin yanında, tarafında olmaktır, bize düşen.

    Peki, biz kimiz? Ve böyle bir mücadele var mı? Belki bize, genelde küçük burjuva denir literatürde. Öyle midir, değil midir, bu panelin konusu eğil, o iş ayrıca tartışılmalıdır.

    Evet, gene biz kimiz? Biz her şeyden önce insanız. İnsan gibi olmalıyız. Ben buna adam olmaktır diyorum. Adam gibi olmayan insan da olamaz. Önce adam gibi adam olmak gerekiyor. Ama bu kendiliğinden olmuyor, emek istiyor.

    Bugünkü panelin (oturumun) konusu, bana göre şöyle: İşçi emeğinden yana sanat. İşçi emeğinin gasp edilmesi karşısında verilen mücadelenin yanında sanat. O mücadeleden yana sanat. Sanat yapan, sanat eseri üreten sanatçıda emek vermektedir, o da bir emekçidir, onun da bir şekilde emeğinin karşılığı verilmemektedir, falan da denebilir.

    Konumuz bütün bunları tartışmak değil, burada. Konumuz sanatın emekten yana olmasıdır. Yani böyle bir istektir, böyle bir yönlendirmedir. Bu güne kadar sanat emekten yana, işçi sınıfının emeğinden yana olmuş mudur? Benim gördüğüm kadarıyla olmamıştır. Sınırlı örnekler dışında. Ezilen sınıflardan, horlanan insanlardan yana olmuş mudur, bunun için verilen mücadelelerin yanında olmuş mudur, sanat? Olmamıştır. Olmalı mıdır? Olmalı mıydı? Bu soru çok derin tartışmalar açar bize. Bu oturumu da aşar. Beni de aşar. Ama sanatçı, bir insan olarak, ayrıca kendi konumu gereği emekçilerin hak mücadelesinin yanında olmalıdır. Bunu tartışmam bile.

    Emekçi, emekçinin yanında olmalıdır. Sanat emekçisi fabrika emekçisinin, fabrika emekçisi de sanat emekçisinin yanında olmalıdır. Sanatın kendi yolu vardır, kendi hedefleri vardır, kendi işlevi vardır. Sanat üzerine yazılmış yüzlerce, binlerce kitap, makale vardır. Burada “emekten yana olmak” değildir asıl konu. Başka şeylerdir, başka boyutlardır. Bunun bilinmesinde yarar var.

    Müzeleri dolduran sanat yapıtları, sanat tarihi kitapları hep başka şeylerde söz eder. Ve bir sanat eseri, konusu gereği, yani işçi sınıfını resmettiği için önemsenmez, kendi sanat alanı adına yaptığıyla önemsenir. Eğer olayı konuyla, öyküyle sınırlarsak, sanatı da sınırlarız. Soyut sanattan hiç söz edemeyiz. Sözsüz müzikten söz edemeyiz. Aşk şiirinden söz edemeyiz. Sanat emekten yana nasıl olabilir? Emek sömürüsünün olmadığı bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunursak. Sanat bunu ancak kendi yolunda giderek yapabilir.

    Sanatçı kimsenin hizmetinde değildir, olmamalıdır. Sanatçı, ancak sanatının hizmetindedir. Ama sanatçı insan olarak, kendi de bir emekçi olarak, diğer emekçilerin yanında olmalıdır, kuşkusuz. Emek mücadelesinin yanında olmak değil. İçinde olmak gerekir. Bu çok geniş bir mücadele cephesidir. Amaç dünyayı, yaşamı daha güzel, daha adil, daha yaşanılır, daha insanca yapmaktır, bunun mücadelesini yapmaktır.

    (29 Ocak 2011)

    Engin Ayça

    Kaybedenler Kulübü Fragmanı Yayında

    Merakla beklenen Kaybedenler Kulübü’nün vizyonu için geri sayım başladı. Başrollerini Ahu Türkpençe, Nejat İşler ve Yiğit Özşener’in paylaştıkları, yönetmen Tolga Örnek’in yeni filmi Kaybedenler Kulübü’nün fragmanı sinemalarda ve internette yerini aldı. Ana karakterlerini bir aşk, özgürlük ve yalnızlık hikâyesinde buluşturan film aynı zamanda son derece eğlenceli bir senaryoya sahip. Kaybedenler Kulübü, duygu ve mizah yüklü konusu ve oyuncu kadrosunun gücüyle, 2011’in en heyecan verici yapımlarından biri olacak gibi görünüyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 5. Uluslararası 2. El Kısa Film Festivali Etkinlik Takvimi Açıklandı

    Bu sene 01 – 05 Mart 2011 tarihleri arasında, aynı anda Ankara ve İstanbul’da düzenlenecek olan 5. Uluslararası 2. El Kısa Film Festivali etkinlik takvimi açıklandı.
    05 Şubat 2011 Cumartesi günü 18:00 – 20:30 saatleri arasında İstanbul Yıldırım Mayruk Moda ve Sanat Evi’nde basın toplantısı ve 5. Yıl Onur Ödülleri Gecesi düzenlenecek.
    Ankara’da ANKAmall Sineması’nda 01 Mart 2011 Salı günü 19:00 – 20:30 saatleri arasında yapılacak açılış töreni sonrasında, atölyeler, söyleşiler ve imza günleri ile sürecek olan festival, 05 Mart 2011 Cumartesi günü 19:00 – 22:00 saatleri arasında yine ANKAmall Sineması’nda düzenlenecek ödül töreni ve kapanış partisi ile sona erecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 16. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin Kısa Film Yarışma Programı Kesinleşti

    17 Mart 2011 tarihinde törenle başlayacak olan 16. Türkiye / Almanya Film Festivali, Almanya’nın her yerinden gelen sinemaseverleri ve sanatçıları Nürnberg’de ağırlayacak. Uzun Metraj Film Yarışması programı ile Seçici Kurul’un belirlenmesi yoğun bir hazırlık döneminin ardından son aşamasına gelmişken, festivalin diğer önemli bir bölümünü oluşturan Kısa Film Yarışması’nda yer alan eserler kesinleşti. Yarışmada aranan belirleyici kriter, katılan kısa filmlerin çok kültürlü bir içeriğe sahip olması. Seçici Kurul Başkanlığını ünlü kısa film uzmanı Hilmi Etikan’ın yaptığı yarışmaya Almanya’dan 4, Türkiye’den 7 kısa film katılacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    16. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin Kısa Film Yarışma Programı Kesinleşti yazısına devam et