Tütün Zamanı

Sadi Bey’in Twitter Günlükleri:

Aylık bir sinema dergisi, “hangi sinemalarda film izlemekten hoşlandığımı” sordu, şöyle cevap verdim: “Klâsik sinemalardan Emek Sineması

… en sevdiğim sinemaların başında geliyordu. Beyoğlu Sineması ise sanat ağırlıklı filmler sineması alışkanlığı yarattığı için gösterim …

… şartları çok iyi olmasa da film seyretmekten zevk aldığım bir salondur. Koltuk araları uzun bacaklarımı rahatsız etse de, bizleri …

… bugünlere taşıyan klâsik sinemalardan olduğu için Beyoğlu Atlas Sineması’nda film seyretmeyi severim. Film gösteriminde iki makine …

… kullandığından ve makinelerin aydınlatma lâmbaları farklılık gösterdiğinden, filmin iki yarısını farklı aydınlıkta seyretmek bile …

… hoşuma gider. AVM sinemaları içinde ise Maçka Cinebonus G-Mall Sineması, Nişantaşı City’s City Life Sineması, Levent Cinebonus …

… Kanyon Sineması, İstinye Park AFM Sineması en beğendiğim sinemalardır. İstanbul’un Avrupa yakasında oturduğumdan bu sinemaları saydım.

Diğer bölgelerde de aynı kalitede sinemalar olduğunu biliyorum. Bu kadar lâftan sonra kısaca şöyle diyeyim: Filmi sinemada seyredeyim de …

… hangi sinemada olursa olsun. Tahta koltuklu da olabilir, kışın soğuğunda kaloriferi yanmayan, yazın sıcağında kliması olmayan sinema …

… da olabilir, bence sinemaların hepsi film seyretmeye uygundur.”

Memleketin neredeyse her vilâyetinde bir film festivali yapılmaya başlandı. Yıllanmış festivalleri bir yanda tutarsak her yıl birkaç …

… yeni film festivali ile tanışıyoruz. Gerçi, Uluslararası Aşkın Film Festivali, -adını tam hatırlayamıyorum ama- Giresun Film Festivali gibi …

… bazıları pek kısa ömürlü oluyor ama memleketteki film festivali enflasyonuna katkıda bulundukları da inkâr edilemez. Gezici Festival

… ve Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nden sonra şimdi birde adında “Gezici” ibaresi olmasa da maşallah neredeyse …

… gezilmedik şehir bırakmayacak olan Dağ Filmleri Festivali yapılmaya başlandı. Geçtiğimiz yıl Ankara’ya da taşınan festival bu yıl …

… İstanbul’dan başlayıp Ankara, İzmir, Antalya, Niğde ve Ağrı olmak üzere tam 6 şehri dolaşacak. Neyse ki içlerinde ünlü bir dağa …

… sahip bir şehrimiz var. Yakında ilçeleri de dolaşmaya başlayan festivallerimiz olursa hiç şaşmayalım. Aslında memleketin en büyük …

… festivali mi olur, Kültür Bakanlığı mı olur, bu festival düzenlemelerine bir düzenleme getirse hiç de fena olmaz. Ne bileyim, öyle …

… her önüne gelen film festivali düzenlemese, bazı ön şartları olsa, fos çıkan veya festival gibi festival olamayan festivaller yüzünden …

… film ve sinemacılık sektörü, zaten şu kadarcık olan prestijini de kaybetmese, vs., vs. Öyle ya vatandaş ne bilsin, film festivali …

… adı altında yapılan şenliklerde doğru dürüst film izleyemeyince ve doğru dürüst sanatçı göremeyince hemen sektörü suçlama yönüne …

… gidiyor. Anlatabildim değil mi?

Beş Dakika Ara (Belki Bulursun)

Singapur’un merkezinde nehrin denize dökülen kısmında birkaç cadde ve sokakta aynen bizim Beyoğlu’ndaki Çiçek Pasajı, Nevizade Sokağı ve civardaki diğer sokaklardaki gibi bol miktarda restaurant, cafe ve bar türü mekânlar var. Cuma ve Cumartesi akşamları neredeyse bütün Singapur eğlenmeye buraya geliyor. Bir akşam yemeğinden sonra ertesi gün, birde gündüz gözüyle göreyim diye aynı yerleri dolaştım. Nehir kenarına kavuşan bir sokağın orta yerinde Turkish Ice Cream yazan bir tezgâh ve içindeki kırmızı fesli karayağız delikanlıyı görünce hemen yanaştım. Dil bilmez ayaklarına yatıp önce karemelli dondurmayı işaret edip “Bundan” mânâsına “Ih”, sade dondurmayı işaret edip “Ih” dedim. Delikanlı gayet sakin “Abi, ‘karışık’ desene şuna” deyiverdi. Şaşırdım tabiî ki, “Nereden anladın?” dedim. “Abi buralarda memleket insanı hemen anlaşılıyor” dedi, benim niye baştan Türkçe sormadığımı merak etti. Bende izah ettim. Daha önce şehir merkezinde bulunan Turkish Cousine adlı restauranta uğrayıp, biraz memleket havası alayım diye çalışanlara lâf atınca bir baktım hepsi çat pat Türkçe konuşuyorlar. Meğer sadece patron Türkmüş, çalışanların hepsi Hintli. Patron yemekleri yapıp akşamdan çekip gidiyormuş. İnsan yurtdışına gittiğinde hareketlerine, oturmasına, kalkmasına, konuşmasına dikkat etme zorunluluğu hissediyor. Çünkü yurtdışında yabancılar, bizim suretimizde Türk insanını görüyor ve tanıyor. Yaptığımız herhangi bir olumsuz hareket yabancıların hafızasına hemen Türkler kötüdür imajını yerleştiriveriyor.

Sadi Bey’in Twitter Günlükleri (2. yarı)

Türsak’ın düzenlediği Yeşilçam Ödülleri etkinliği, ilk 3 yıl Aralık ayının sonlarında gerçekleştiriliyordu. Aralık geldi, geçti, doğrusu …

… merak ediyordum niye hâlâ ilân edilmedi diye. Nitekim Ocak ayının yarısına doğru yine geniş katılımlı bir jüri tesbit edilmiş, …

… bendenizi de jüri üyeleri arasına dahil ederek onurlandırmışlar. Muhtelif dallardaki en iyilerin 07 Şubat tarihine kadar bildirilmesi…

… isteniyor. Demek ki bu duruma göre ödül töreni Şubat’ın sonuna doğru yapılacak. Tam burada zat-ı Sadi’m sanki bir rekâbet kokusu duyuyor …

… gibi oluyorum. Çünkü yukarıda bahsettiğim gibi Yeşilçam Ödülleri töreni sadece 3 yıldır yapılıyor. Öte yandan SİYAD – Sinema …

… Yazarları Derneği de ben diyeyim 33, sen diyesin 43 yıldır SİYAD Ödülleri Töreni’ni sanıyorum hep Şubat aylarında yapıyor. Hani not …

… düşeyim dedim. Düşmüşken bir not daha düşeyim: Türsak neredeyse sadece film festivali, ödül töreni, yarışma töreni vs. düzenleyen …

… bir kurum haline geldi. Yıllar önce üç, beş tane Sinema Yıllığı yayınlamıştı. Bu alışkanlığı neden devam ettirmedi ve ettirmiyor?

Her yıl, 100 sayfa bile olsa, vizyona giren filmlerin sadece künyeleri bile olsa, şu Sinema Yıllığı bastırma işini yeniden başlatsa ve …

… sürdürse diyorum. Param olsa ben bastıracağım. Ama yok. 4. Yeşilçam Ödülleri’nde oy verdiğim film ve sanatçılar şöyle:

En İyi Film: Kosmos (Reha Erdem), En İyi Yönetmen: Reha Erdem (Kosmos), En İyi Senaryo: Kavşak (Selim Demirdelen), En İyi Müzik: Tamer …

… Çıray (Av Mevsimi), En İyi Görüntü Yönetmeni: Colin Maunier (Yüreğine Sor), En İyi Kadın Oyuncu: Sevinç Erbulak (Prensesin Uykusu),

… En İyi Erkek Oyuncu: Sermet Yeşil (Kosmos), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melisa Sözen (Av Mevsimi), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: …

… Bülent Emin Yarar (Beş Şehir), En İyi Kurgu: Levent Çelebi (Çakal), En İyi Sanat Yönetmeni: Ege Dora (Eşrefpaşalılar, Yüreğine Sor)

En İyi Genç Yetenek: Şenay Orak (Ben Gördüm), En İyi İlk Film: Çakal (Erhan Kozan). Bakalım kaç tane isabet ettireceğim.

1958 yapımı “Tütüncü Kızı Emine”, 1959 yapımı “Tütün Zamanı” ve 1969 yapımı “Tütüncü Kız Emine” adlı filmleri TV.de, sinemada, özel …

… gösterimde, nerede rastlarsanız hemen seyredin. Betacam, VHS kaset, VCD, DVD, nesini bulursanız hemen alın, çünkü bu filmleri bu …

… isimlerle bir daha izleyememe ihtimalimiz var. Son günlerdeki malûm tartışmalara bakarsak Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme …

… Kurumu’nun “Tütün ve Alkollü İçkilerin Satış ve Sunumuna İlişkin Esas ve Usuller Hakkındaki Yönetmeliği”nin Resmi Gazete’de …

… yayınlanmasının ardından Efes Pilsen Kulübü’nün kapatılıp kapatılmayacağı tartışılıyor. Tam bu aşamada bir spor kulübünün Tütün Spor

… olan adının Tutun Spor olarak değiştirileceği gazetelere yansıdı. Sahipleri, bu bahsettiğim filmleri herhangi bir TV kanalına satmaya…

… gittiğinde, yönetmeliğe göre ya satamayacak yada adlarının değiştirilmesi istenecek. TV.lerde filmlerin sigaralı sahnelerinin …

… flulaştırılmasından şikâyet ederken birde başımıza bu geldi. 40 yıllık Tütün Spor’un Tutun Spor olması gibi ister misiniz bu filmleri…

… de TV.lerde bundan böyle “Tutun Kızı Emine”, pardon “Tutuncu Kızı Emine”, “Tutun Zamanı”, “Tutuncu Kız Emine” olarak izleyelim. Aman …

… ha fazla kurcalamayalım, alkol piyasası, tütün zamanı falan derken “Sarhoş Atlar Zamanı”, “Bişr-i Hafi: Bir Zamanlar Sarhoştu”, …

“Derinlik Sarhoşluğu”, “Adım Çıkmış Sarhoşa”, “Sarhoş”, “Sarhoş Usta”, “Aşk Sarhoşu” gibi filmleri bir hatırlarlarsa, onları da …

… bundan böyle başka isimlerle izlemek zorunda kalabiliriz. Nedamet getirip, doğru yolu bulduğundan “Bişr-i Hafi” istisna olabilir.

Bu da böyle biline.

(16 Ocak 2011)

Sadi Çilingir

Paradoks Sine-Felsefe Atölyesi, 8. Haftasında Konuş Onunla’yı İnceliyor

SİYAD üyesi felsefeci – sinema yazarı Metin Gönen eğitmenliğindeki Paradoks Sine-Felsefe Atölyesi, 8. haftasında Pedro Almodovar’ın Konuş Onunla adlı filmini inceliyor.
Konuşan öznelere odaklanan ve 08 Ocak 2011 Cumartesi günü saat 11:00 – 15:00 saatleri arasında yapılacak olan atölye, sinemayı hem bir sanat olarak ele alıp filmleri kendi özgün sinematografik operasyonları içinde nasıl yapıldığını inceliyor, hem de film analizlerini “eserlerle birlikte düşünme” çalışması olarak felsefenin aydınlatıcı kavramsallığıyla yapıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Sine-Felsefe Atölyesi, 8. Haftasında Konuş Onunla’yı İnceliyor yazısına devam et
  • Adapazarı Sinemacıları’nın 8. Kısa Film Gösterimleri

    Adapazarı Sinemacıları kısa film gösterimlerine bir sezonluk ara vermişti, şimdi kaldıkları yerden devam ediyorlar. 8. kısa film gösterimlerinde Hisar Kısa Film Seçkisi ’05, Adapazarı sinemaseverlerinin beğenisine sunulacak. Ücretsiz gösterimler 15 Ocak 2011 Cumartesi günü saat 18:00 ve 20:00’de Adapazarı Kültür Merkezi 7. salonda yapılacak.
    Gösterilecek filmler arasında Seyfi Teoman’ın Apartman, Ozan Açıktan’ın Marlis, H. Fatih Kızılgök’ün Toz, Vedat Özdemir’in Eceba, Övgü Gökçe’nin Uyku Sonra, Didem Erayda’nın Ziyaret adlı filmleri var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer bağlantılar, önceki etkinlikler hakkında bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Adapazarı Sinemacıları’nın 8. Kısa Film Gösterimleri yazısına devam et
  • Musa Eroğlu’da Hasankeyf Yok Olmasın Dedi

    Doğa Derneği’nin, Hasankeyf’in yok olmaması için başlattığı imza kampanyasına Türk halk müziğinin önemli ismi Musa Eroğlu’da katıldı. Eroğlu ve 85 bin kişinin imzaladığı dilekçede, Hasankeyf’in insanlığın sahip olduğu en eski kentlerden birisi olduğuna dikkat çekiliyor. Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Miras Alanı olarak ilân edilmesini talep eden dilekçeyi imzalayan Musa Eroğlu, “Uygarlık tarihi dibe vurmasın, Hasankeyf yok olmasın” diyerek Hasankeyf’in uygarlık tarihi açısından önemini vurguladı.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Musa Eroğlu’da Hasankeyf Yok Olmasın Dedi yazısına devam et
  • Skyturk TV En Heyecanlı Yeri Programı 389. Bölümüyle Ekranda

    Skyturk TV.de yayınlanan sinema programı En Heyecanlı Yeri, bu hafta Alin Taşçıyan ile Mehmet Açar’ı konuk ediyor. Programda 2010’da Yerli Sinema konuşuluyor.
    Gelecek hafta ise Alin Taşçıyan ve Mehmet Açar ile 2010’da Yabancı Sinema sohbeti En Heyecanlı Yeri’nde olacak.
    Ceylan Özçelik’in hazırlayıp sunduğu program Cuma 00:15, Cumartesi 14:20 ve 20:10, Pazar 13:30 ve hafta içi tekrarlarıyla Skytürk TV.de yayınlanıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Skyturk TV En Heyecanlı Yeri Programı 389. Bölümüyle Ekranda yazısına devam et
  • Yeşil Yaban Arısı

    Michel Gondry’nin yönettiği ve Seth Rogen, Jay Chou, Cameron Diaz ile Chad Coleman’nin oynadığı Yeşil Yaban Arısı (The Green Hornet), 18 Şubat 2011’de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Britt, Los Angeles’ın en bilinen medya şirketinin varisidir. Babası ölene kadar amaçsız bir hayat sürer. Babasının yaratıcı çalışanı Kato ile arkadaşlık kurduklarında, ikisi de hayatlarında ilk kez anlamlı bir şey yapabileceklerini düşünürler ve böylece suç ile savaşları başlar. Britt, gizli kahraman Yeşil Yaban Arısı olur, ortağı Kato ile suç ve suçluların peşine düşerler.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeşil Yaban Arısı yazısına devam et
  • SİTOP Medya & Prodüksiyon Kuruldu

    SiTOP Medya & Prodüksiyon, Burak Babayiğit tarafından 01 Ocak 2011′de Ankara’da kurularak çalışmalarına başladı. SİTOP Medya & Prodüksiyon çatısı altında biraraya gelen SİTOP – Sİnema TOPluluğu, sinemaya yeni akımlar ve yeni sinemacılar getirmeyi, bugüne kadar Türk sinema seyircisinin büyük sevgisini kazanmış Kemal Sunal gibi, Şener Şen gibi, Cüneyt Arkın gibi oyuncular yetiştirmeyi, Hababam Sınıfı filmleri gibi filmler yapmayı amaçlıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer bağlantılar ve görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    SİTOP Medya & Prodüksiyon Kuruldu yazısına devam et
  • Bakın Size Ne Anlatacağım

    The Favorite – Gözde adında bir film gösterime girmeden haftalar önce fırtınalar koptu yasaklansın diye. Dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek dönemin tek kanalı TRT’ye açıklamalar yaptı, gazeteler manşet attı. Fragmanını dahi izlemeyenler linç kampanyası başlattılar ülkede. BU FİLM OYNATILAMAZ başlıkları ile hem de.

    Film, Cezayirli korsanlarca Akdeniz’de soyulan bir gemiden tutsak alınan ve Osmanlı sarayına köle olarak satılan 18 yaşındaki Fransız dilberi Aimee’nin, yani sonraları bizim Nakş-ı Dil Sultan olarak bildiğimiz genç kızın hikâyesini anlatmaktaydı.

    Yıl 1990. Aylardan Eylül. Filmin PR çalışmalarını yürüttüğüm dönemdi ve şimdiki gibi filmlere yaş sınırlaması yoktu. Kurul izler ve uygun görmediği yerleri keserdi. Başlatılan aleyhte kampanya beni şirketime karşı çok zor durumda bırakmıştı ve filmi tanıtayım derken karşıma devleti almıştım farkında olmadan. Film tamamen yasaklanırsa Danıştay yolu açıktı ama onca yatırım boşa gitmiş olacaktı.

    Bu gürültü ile film denetime girdi ve beklediğimiz gibi kesilerek çıktı. Hangi sahne kesildi biliyor musunuz? Padişah 1. Abdülhamit’in, Aimee ile ilk kez beraber olduğu sahne. Ne var bunda diyeceksiniz belki. Açıklayayım.

    Gerekçeli karar: PADİŞAHI SEVİŞİRKEN TERLİ GÖSTERDİĞİ VE 1. ABDÜLHAMİT’İ ZAYIF, YETERSİZ, ACİZ YANSITTIĞI İÇİN KESİLMESİNE…

    Bundan 3 yıl sonra gösterime giren TEMEL İÇGÜDÜ filmi Yargıtay’ca aklanan ilk film olma özelliğini taşır. (Gariptir bu da 1993 yılı Eylül ayı.)

    Bir Cumhuriyet savcısının filmi izlerken AH… OH… seslerinden tahrik olması sonucu yasal işlem başlatılmış ve kopyalar 1 gece içinde toplatılmış (13 kopya) ve tam 9 ay süren mahkemeler sonucu FİLMİN GÖSTERİLMESİNDE BİR SAKINCA görülmeyerek serbest kalmıştı.

    Şu sıralarda bir TV kanalında bir dizi için bunca yaygara koparılırken, sinemalarda gösterilen bir film için galalar basılırken tarihe not düşeyim dedim.

    (14 Ocak 2011)

    Nizam Eren

    Tarih, Kavram ve İdeoloji Işığında Dönem Filmlerinin Eleştirisi Üzerine

    Giriş Yerine…

    Türkiye, 2011 yılına, önceden, Atatürk filmleri bağlamında aşina olduğumuz bir dizi tartışmanın gölgesinde girdi. Bu kez söz konusu olan, kaynağını Osmanlı İmparatorluğu’ndan alan bir TV dizisi idi. Dizinin fragmanının yayınlanmasının hemen ardından ayağa kalkan kimi çevreler, yapımı ‘maksatlı bir çabanın ürünü’ olarak nitelerken, doğrusu (ve bir kez daha) sınır tanımıyorlardı.

    Önce, çalışma alanıyla ilişkilendirmenin olanaksız olduğu bir sendikanın başkanı; dizinin “Türkiye’nin son yıllarda izlediği başarılı dış politikanın önünü kesmek” gibi, algı sınırlarımızı zorlayan bir komplo teorisi neticesinde gündeme geldiğini iddia ediyordu. Kervana, hedeflenenin önemli bir tarihsel şahsiyeti küçültüp aşağılamaya çalışmak olduğunu belirterek katılan tanınmış bir siyaset adamımız ise, “ecdadımıza yapılan bu küfre karşı” kamuoyunda oluşan tepkilerin dikkate alınması gerektiğini ve diziyi yayınlayan kanalın üzerine düşeni yerine getirmesini salık veriyordu. (Yazının kaleme alındığı dakikalarda uyarıyı emir telâkki eden RTÜK’ten gelen açıklamayı hatırlayalım: “Kurullarımız, inceleme sonucunda yayın ilkeleriyle bağdaşmayan bir durumla karşılaşırsa, gereken yapılacaktır!”)

    Girişte de vurguladığımız gibi, yakın bir geçmişte Atatürk filmleri üzerinden koparılan gürültüye yeni bir halka olarak eklemlenen bu tartışmalar, -geçtiğimiz günlerde vizyona giren Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi ekseninde yaşanan polemiği de akla getirerek-, ülkenin referandumla doruğa ulaşan son dönemine damgasını vuran sosyal ve siyasal sürecin biraz da doğal sonucu olarak seyrine devam ediyor. Bir başka deyişle, söz konusu olan film ve diziler, “resmi ideolojinin izinde olmak” ile “malâm mihraklara cesaret vermek” arasında gidip gelen eleştirilerle karşılaşmaya devam ediyor.

    Taraf Olmak ya da Olmamak!

    Anılan film ya da dizilere getirilen eleştirilere bir bütün olarak bakıldığında, ideolojik bakışa bağlı olarak “olguya taraf olma” yaklaşımının ağır bastığını söyleyebiliriz. Genel olarak ‘tutarlılık’ gibi asgari düzeyden nasibini pek de alamamış bu serzenişler (örneğin, karşı kutbunda yer alan bir yapıma duyulan öfkeyi ‘özgürlükler’ ya da ‘hoşgörü’ çerçevesinde ele almayı doğru bulduğunu beyan eden bir siyaset adamı, kendi cephesini rahatsız eden bir eseri, pekâlâ ‘mazisine hakaret etme’ şeklinde niteleyebiliyor.) politikacılardan köşe yazarlarına, pek çok çevreyi kapsamasına karşın, konu ve tartışma yaratan kavramlarda görüşüne en az başvurulan kesim, -hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde- sanat ve sinema camiası oluyor.

    Bütün bu gelgitlerin tarihsel arka plânı incelendiğinde, sinema tarihinin sanat ve ideoloji kavramlarından bağımsız düşünülemeyeceği görülecektir. Yedinci sanatın sessiz dönemlerinden başlamak üzere; Eisenstein’ı coşku yaratan Sovyet Devrimi’nden, Easy Rider’ı tüm dünyayı kısa sürede peşine takacak ’68 ruhundan ya da Yılmaz Güney klâsiklerini Türkiye’nin 70’li yıllarına damgasını vuran siyasal ortamdan farklı bir yerde konumlandırmak nafile bir çabanın ürünüdür. Benzer bir yaklaşım, sanatın tüm dallarını kapsayacak bir biçimde genişletebilir; Rönesans hareketini Reform’dan, Romantik dönem sanatçılarını Fransız Devrimi’nden ya da Dışavurumcu Alman ressamlarını, Hitler öncesi dönemin kaotik ortamından koparamazsınız. Buna karşın, adı geçen ilişkinin, sanatı sanat yapan temel değerler bütününden bağımsız ele alınması (tam da 2011 Türkiyesi’nde olduğu gibi) bir başka çelişkinin doğmasına yol açacaktır.

    Sinema Nedir ya da Ne Değildir?

    Tartışma konusu yapılan yapıtlara dair sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için, sözgelimi Can Dündar’ın Mustafa’sının belgesel sinema adına hangi yenilikleri içerdiğini, yok edilmek istenen bir ulusu var etmeye çalışan bir liderin profilini hangi görsel ve yazılı kaynaklardan yararlanıp bütünlüklü bir anlatı içinde seyirciye ulaştırmaya çabaladığını ve bunu gerçekleştirirken estetik değerlere sahip olup olamadığını sorgulayabilirsiniz. Benzer biçimde, bu yapımın anti-tezi olduğunu öne süren Dersimiz: Atatürk’ün didaktik anlatı formlarından neden bir türlü sıyrılamadığını, biyografik bir yapımın ‘olmazsa olmaz’ ilkelerinden niçin nasibini alamadığını ve salt ticari bir yapım olarak ‘sınıfta kaldığını’ (sinema tarihinde öne çıkan benzer yapımları da görüşlerinize referans yaparak) öne sürebilirsiniz. Böylesi bir bakışla, yer aldığınız taraf ve savunageldiğiniz ideolojiyi belki bütünüyle göz ardı etmeden; ancak soğukkanlı bakış açınızı da yitirmeden Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi filmini de masaya yatırabilirsiniz. Karşınıza çıkan, filmin hararet yaratan Atatürk’le ilişkili sahnesini TV için hazırlanan fragmanının omurgası yaparak prime dönüştürmeye çalışan yapımcıdan ya da “role hazırlanmak için sabahlara dek namaz kıldığını” beyan ederek filmin hedef kitlesine göz kırpan oyuncudan başkası olmayacaktır. Tıpkı, gösterim şansı yakalayan ilk Kürtçe filmlerinde kendi çevreleri dışındaki tüm kesimleri bir canavar olarak resmetmesine karşın, seyircinin savundukları karakterlerle özdeşleşmesine engel olan (ve eldeki tek argüman olan ‘gerçekleri anlattık’ söylemini tek atışta heba etmeyi başaran) Min Dit ekibi gibi. Oysa İki Dil Bir Bavul gibi, benzer bir yaşanmışlık deneyiminden hareket eden bir filmin ‘Andımız’ sekansı, öncülünün saatler boyu söylemeyi çalıştığı ‘şey’leri bir çırpıda izleyicinin kulağına fısıldayacaktır. Örnekleri Kubilay’dan Nene Hatun’a süren bir çizgide çoğaltabilir; hatta bu filmlerin ele aldıkları temayı algılamaya yatkın (ya da olgunlaşmış!) bir seyirci tabanının varlığına rağmen gişede neden yere çakıldıklarına dair fikir yürütebilirsiniz. Kısacası savunulan ideolojinin niteliği ortaya çıkan ‘öz’ü değiştirmeyecek, bir yapımın yaratıcı kadrosunun kılavuz edindiği ideoloji, “neyin”, “nasıl” anlatıldığı önemsenmediği ölçüde başarıya ulaşamayacaktır. Çünkü sinema, yalnızca siyasal bakışınıza ve yer tuttuğunuz safa güvenerek ortaya koyabileceğiniz (ve bundan bir çırpıda sonuç alabileceğiniz) kadar küçük bir sanat dalı değildir. Eisenstein’ı büyük bir yaratıcı yapan temel nedeni yalnızca ideolojisine olan bağlılıkla açıklayamaz, sinema sanatına yaptığı önemli katkıları bu yolla göz ardı edemezsiniz. (Griffith’in ırkçı yapıtının (The Birth of a Nation) ya da Leni Riefenstahl’in Nazi belgesellerinin savunduğu çarpık ideolojinin, bu filmlerin sanatsal niteliğini gölgelememesi gibi.)

    Madalyonun Öteki Yüzü

    Bu süreç, madalyonun öteki yüzüne bakıldığında, her sanatsal ya da düşünsel olgudan siyasal sonuçlar çıkarmaya heveslenen politikacılar veya hamlelerini “duyarlı kamuoyunun sesi” olma adına gerçekleştiren köşe yazarları adına da ilginç sonuçlara ulaşmamıza olanak tanımaktadır.

    İlk olarak, bu çevreler, uzunca bir süredir dizi sürelerinin uzunluğuna işaret eden; hatta bu işkencenin sonucunda kimi arkadaşlarını toprağa veren dizi emekçilerinin çığlığına kulak tıkamışlar ve (Muhteşem Yüzyıl örneğinde olduğu gibi) RTÜK’ü müdahaleye çağırmamışlardır. Dolayısıyla, bugün gösterdikleri hassasiyeti masum veya olağan bir talep olarak nitelendirmenin uygunluğu tartışma konusudur.

    İkincisi; dizi ya da filmleri “gelenek, kültür, tarih, miras” vb. kavramların ağırlıkta olduğu bir bakışla değerlendirmeye kalkışmanın, -söz konusu tavrın ‘sanatın özgürlükçü bir ortama ihtiyaç duyması’ niteliğiyle çelişmesi bir yana-, olguya gerçek (ya da hedeflenen) değerinden farklı bir anlam yükleme gibi, bir başka nafile çabanın ürünü olduğunun altı çizilmelidir.

    Bir Kubrick kahramanına “vatanseverlik, bir hainin son sığınağıdır” cümlesini söyleten anti-militarist söylem (Paths of Glory), savaşların son bulmasına neden olmamıştır. 60’ların görece özgür ortamında sistemin ve her türden otoritenin sorgulanması gerektiğine inanan pek çok yönetmen, 80’lerin muhafazakâr politikalarına engel olamamış, Vietnam’ı sorgulayan onlarca yapım, sözgelimi Irak’ta, milyonlarca insanın gözü önünde oynanan oyunu durdurmaya yetmemiştir. Çünkü sinema, tüm sorunları tek başına çözme gibi bir etkiye sahip değildir; dahası böyle bir iddia peşinde de değildir. Biraz da bu yüzden, sinema tarihi; değiştirmeye, yıkmaya ve yerine yenisini koymaya hevesli onlarca başarısız yapımı da kapsamaktadır. Yarına kalan politik eserler ise “yüzleşme”, “sorgulama” ve “duyarlı kılma” gibi, bireyde hiç de küçümsenmeyecek durumları ortaya çıkarmaları nedeniyle önem arzetmektedirler.

    Dolayısıyla Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi veya Muhteşem Yüzyıl gibi yapımların bakış açılarını topluma aşılayacağı ve dahası bu yolla bir dönüşüm yaratabilecekleri savı geçerli değildir.

    Sonuç Olarak…

    Sorun; (belki de gerekli olan) bir sorgulamayı, örneğin Mustafa filmi ekseninde gönül rahatlığıyla gerçekleştiren ve ‘özgürlükler adına yüzleşme’ söylemini baş tacı eden kesimlerin, böylesi bir hesaplaşmaya ne kadar yanaşacaklarıyla âlâkalıdır.

    Sanırız geçmişte Halit Refiğ’in, bugün sinemamız adına çıtayı aşmayı başaran bir dönem filmi olarak değerendirilen Haremde Dört Kadın adlı eserine gerçeklerin çarpıtıldığı ya da tarihimizin karalandığı iddialarıyla ve benzer bir saldırganlıkla tepki gösterenlerin, aynı düşünce sistematiğinden yola çıkan yeni nesillerini uyarmaları yeterli olacaktır; çünkü ne o film, ne de diğerleri, tarihin yerli yerine koyduğu Osmanlı imgesini yerle bir etmeyi başaramamıştır. Tıpkı, “Muhteşem Mazimiz Ayaklar Altına Alınamaz!” şeklinde pankart açan grupların, şanlı zaferler ve fetihlerin yanı sıra; haremin, entrikaların veya Hürremlerin var olmadığı bir Osmanlı sarayı yaratmayı başaramayacağı gibi!…

    İnanın, gerçek “ucubelik”, tersi bir yaklaşımı dayatmanın sonucunda ortaya çıkacaktır.

    (10 Ocak 2011)

    Tuncer Çetinkaya
    ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü

    Sinemacılar Kaygılı ve Diken Üstündeymiş! Günaydın Hepinize, Günaydın!

    Sinema Meslek Birlikleri Güç Birliği (BİROY, BSB, FİYAB, SETEM, SESAM, SEYAP, SİNEBİR, TESİYAP), bir bildiri yayımlayıp, son günlerin tartışılan dizisi “Muhteşem Yüzyıl” ile ilgili RTÜK’ün uyarı kararından dolayı, kaygılarını dile getirmiş. Hepsine “Günaydın”!

    Anılan 3984 numaralı RTÜK YASASI’nın Resmi Gazete’de yayımlanma tarihi: 20.4.1994. 17. yılın içinde! Peki, bugüne dek, televizyon kuruluşlarına sinema filmleri yayınlarından dolayı arka arkaya cezalar yağarken, neredeyse hiçbir film kesintisiz, ‘blur’lanmadan yayımlanamazken kaygılanmıyorlar mıydı? Devlet büyükleriyle defalarca görüşmediler mi, sayısız toplantı yapmadılar mı? Sadece akçalı işlerde değil, RTÜK adlı çağ dışı sansür kurumu konusunda da kaygılarını yeterince dile getirselerdi ya! Hangisi, filmlerini sansür uygulamalarından dolayı televizyonlardan geri çekti? Neden yasal sendikal haklarını kullanıp, emekçinin aleyhine işleyen dizi sistemini kökten değiştirmek için bir grev kararı alamıyorlar? Hollywood’da stüdyoları dize getiren senaryo yazarları grevi de ilham vermiyor mu?

    Sansürün kalkması ve yasal haklara kavuşulması için, bildiri yayımlama dönemi falan çoktan geçmiştir. Keşke, sinema yazarları bu konularda defalarca yazıp uyarırken, müstehzi gülümsemelerde bulunmak yerine ciddiye alsaydınız! Yeni RTÜK Yasası devreye girdiğinde hepinize kolay gelsin!

    (14 Ocak 2011)

    Ali Ulvi Uyanık

    ali.ulvi.uyanik@gmail.com

    İlker İnanoğlu Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın konuğu Hayde Bre filminin başrol oyuncularından İlker İnanoğlu.
    Henüz küçük bir çocukken Yumurcak karakteriyle Türk halkının kalbini kazanan ünlü oyuncu İlker İnanoğlu, Hayde Bre filmine nasıl dahil oldu? Filiz Akın ve Türker İnanoğlu’nun oğlu olmak onun için neler ifade ediyor?
    Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler ve çarpıcı sinema haberleri, vs. yer alıyor. Ömür Gedik’le Cinemania her Cumartesi Kanal D’de.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İlker İnanoğlu Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Pera Müzesi’nde Viva la Revolución: Meksika Devrimi Üzerine Filmler

    Pera Film, 23 Aralık 2010’da açılan Gelman Koleksiyonu’ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera Sergisi’ne paralel, 14 – 30 Ocak 2011 tarihleri arasında Meksika Büyükelçiliği ve İstanbul Cervantes Enstitüsü işbirliğiyle Viva la Revolución: Meksika Devrimi Üzerine Filmler adlı program düzenliyor. Meksika devrim tarihinin farklı hikâyelerle aktarıldığı film programında 1930’lar ve 40’lar arasında çekilen 4 kurmaca film ve Zapatistalar ile ilgili çekilen güncel bir belgesel yer alıyor. Son Zapatistalar, Unutulmuş Kahramanlar belgesel filmi, 1910 Meksika devriminde generalleri Emiliano Zapata’nın yanında savaşmış askerlerin ürpertici tanıklığını anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Pera Müzesi’nde Viva la Revolución: Meksika Devrimi Üzerine Filmler yazısına devam et
  • BuYaka Dergisi’nin 5. Sayısı Çıktı

    İstanbul’a gönül veren ve yaşadığı kentin kültürüne sahip çıkmaya çalışan BuYaka Dergisi’nin 5. sayısı çıktı. Derginin bu sayısının kapak konusu, Haydarpaşa yangını ve doğum gününü kutladığımız Nazım Hikmet. Konuyla ilgili yazıları umut ederek okuyacaksınız. Ayrıca bu sayıda, kapanan Seka Fabrikası’nı ve doğumunun 100. yılı olan Rıfat Ilgaz da unutulmadı. Çevre için sanat üreten Son Irmak Doğa ve Sanat Derneği ile yapılan röportajı da yine bu sayıda okuyabilirsiniz. Derginin sinema, müzik, kitap, gezi ve eğlence sayfaları ise yine dopdolu. BuYaka Dergisi’ne abone olarak, sadece 3 TL kargo ücreti ödeyerek sahip olabilirsiniz.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    BuYaka Dergisi’nin 5. Sayısı Çıktı yazısına devam et
  • 6. İstanbul Dağ Filmleri Festivali

    Dağ Kültürü Derneği tarafından düzenlenen 6. İstanbul Dağ Filmleri Festivali, 01 – 06 Mart 2011 tarihleri arasında izleyici ile buluşuyor. Dünyadan, Keşif Ruhu, Ülkemizden, Doğa-Çevre-İnsan, Bisiklet, Kayak ana temaları altında toplanan filmler, izleyicilere keşif, macera, heyecan ve adrenalin dolu saatler yaşatacak. Film gösterimleri Fransız Kültür Merkezi, Galatasaray Aynalıgeçit ve Harbiye Pusula Sanat Evi’nde yapılacak. Türkiye’nin ilk ve tek dağ filmleri festivali kapsamında bu yıl, 6 farklı tema çerçevesinde belirlenen, 20’i yerli 19’sı yabancı toplam 39 oluşan bir seçki hazırlandı.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber ve görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    6. İstanbul Dağ Filmleri Festivali yazısına devam et