Yemekler ve Hayat Üstüne

Büyük oyuncu Meryl Streep’in yüksek bir performans ortaya koyduğu “Julie & Julia”, yemekler üzerinden hayatı keşfetmek istiyenlere göre. Filmin anlatım dili akıcı ve zaman geçişleri iyi. Müzikler, şehirler, mekanlar, oyuncular gerçekten etkileyici.

Bu film, genel olarak Julie Powell’in kitabından uyarlanmış. Ama Julia Child’ın, Alex Prud’homme’un yardımıyla yazdığı “My Life in France” (Fransa’daki Hayatım) kitabından uyarlandı. Julie Powell, New York’ta yaşıyor. Eric’le evli. 11 Eylül sonrası travma yaşayan insanlara yardım yapan bir kuruluşta çalışıyor. Hayatındaki en büyük tutkularından biri Amerikalı aşçı Julia Child. Bu kırk yaşına kadar bakire kalmış, yumurta bile kırmasını bilmeyen bu kadın, diplomat Paul Child’la bile mektupla tanışmış ve heyecan verici bir kadın. Julie’nin Julia tutkusu sıradışı olmayan bu kadından gelen büyü belki de. Film, 1961 yılında açılıyor. Konsoloslukta çalışan diplomat Paul, karısı Julia’nın mutlu olması için bir erkeğin yapabileceği tüm fedakârlıkları yapıyor hayatı boyunca. Yumurta bile kırmasını bilmeyen Julia birden aşçı olmaya karar veriyor. Önce kurslara gidiyor. Azimle tarifleri öğreniyor ve mutfağında uyguluyor öğrendiklerini. Öte tarafta günümüzde, 2002’de New York’ta genç Julie ve Eric, Queens’e taşınma telâşında. Sonra Julie, Julia’nın Fransız mutfağıyla ilgili kitabıyla ilgileniyor. Kocası kendisine internette bir blog açıyor ve kitaptaki tarifleri uygulayarak bu deneyimlerini bu blogta yazıyor. İnternette gözde yazarlardan biri olan Julie, bu zorlu sınavda Eric’le küçük sorunlar yaşasa da sonunda başarıyor ve hayalindeki kitabı yayımlayabiliyor.

Meryl Streep büyülüyor…

New York’ta Julie’nin bir yılı anlatılırken, Julia’nın yaşadığı dönemler uzun yıllara yayılarak anlatılıyor. Yönetmen, Julia’nın hayatına 1949’da giriyor ve 1960’ların başına kadar onu izliyor. Arada politik olaylar da yaşanıyor. 1950’lerin başlarında McCarthy’nin “cadı kazanı”, Child ailsini de etkiliyor. Çünkü, Child ailesi Çin’de de görev yapmış. Paranoyak McCarthy, Amerika’da her şeyi sarsmıştı ve toplumda güven duygusunu yok etmişti. Yönetmen, geçmişi daha koyu renk tonlarıyla yansıtırken, günümüzüyse daha parlak yansıtmış. Filmin kurgusu ve zaman geçişleri de iyi. Bu filmde Charles Aznavour’un “Mes Emmerdes” şarkısıyla sesini duymak da iyiydi. Filmdeki Julie, gerçek hayattaki Julie’ye pek benzemiyor. Ama Julia, gerçek hayattaki Julia’yı andırıyor sanki. Gerçekten Meryl Streep, Julia Child’ı bir eldiven gibi üzerine geçirmiş ve sanki onun ruhunu yansıtıyor perdeden. Vücut dili ve ses tonu da muhteşem bu büyük oyuncunun. Bu filmde Stanley Tucci’yi de övgü göndermek gerekiyor. Gerçekten iyi bir oyuncu Stanley Tucci. Bu filmde mekânlar, müzikler, yemekler, oyuncular, zaman geçişleri muhteşem ve gerçekten yaşanmaya değer. 1941’de New York’ta doğan yönetmen Nora Ephron’ı yönettiği 1996 yapımı “Michael” ve 1998 yapımı “You’ve Got M@il – Mesajınız Var” filmlerinden hatırlayabilirsiniz.

Julie & Julia (Julie and Julia)
Yönetmen: Nora Ephron
Eser: Julie Powell
Müzik: Alexandre Desplat
Kurgu: Richard Marks
Görüntü: Stephen Goldblatt
Oyuncular: Meryl Streep (Julia), Amy Adams (Julie), Stanley Tucci (Paul), Chris Messina (Eric)
Yapım: Columbia (2009)

(29 Mayıs 2010)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

3. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali’nde Oyuncular Elazığ’da Mahkûmlarla Buluştu

Elazığ’da 3. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali tüm hızıyla sürüyor. Gösterilecek olan 14 filmi dönüşümlü olarak sinemaseverlerin gösterimine sunan festival, misafirleri her gün bir ilçeye kültür gezisiyle de ağırlıyor. Oyuncuları, Elazığ E tipi Ceza ve İnfaz Kurumu’ndaki mahkûmlarla bir araya getiren festival, film gösterimi öncesinde bir söyleşi de düzenledi. Mahkûmlar, Atıl İnaç’ın yönettiği ve yabancı film festivallerinde önemli ödüller alan Büyük Oyun adlı filmin başrol oyuncuları, Serdal Genç, Serkan Genç ve Suzan Genç’e kendi yaptıkları, saat, minyatür bağlama ve tespih hediye ettiler.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    3. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali’nde Oyuncular Elazığ’da Mahkûmlarla Buluştu yazısına devam et
  • İşte Londra’nın Yeraltısı

    İngiliz yönetmen Guy Ritchie, “RocknRolla”sıyla tam anlamıyla Tarantino ruhunu perdede yaşatıyor. Bu film, Londra’nın yeraltını paylaşmış Rus ve İngiliz gangsterlerinin bir tablonun çevresindeki kanlı hesaplaşması.

    Disleksi hastalığı da bulunan İngiliz sinemasının dahi mertebesindeki yönetmeni Guy Ritchie, “RocknRolla” filmiyle yine sinemaseverleri heyecanlandırıyor. Filmlerinde genelde İngiliz mafyasını anlatan Ritchie, karışık ve bir dolu karakteri “RocknRolla” filminde Londra’nın yeraltı ve yerüstü mekânlarına sinmiş Rus mafyasını da öne çıkartıyor. David Cronenberg de 2007 yapımı “Eastern Promises – Şark Vaatleri” filminde Londra’daki Rus ve diğer göçmen mafyaları anlatmıştı. Ritchie’nin filminde de İngilizler, Ruslar, siyahlar, eşcinseller, rockçılar, üçkâğıtçı muhasebeciler ve birçok karakter Londra’nın yeraltından beyazperdeye yansıyor. 1968 yılında İngiltere’de doğan Ritchie, 1998 yılında “Lock, Stock and Two Smoking Barrels – Ateşten Kalbe Akıldan Dumana”yla ilk uzun filmini çekti. 2000 yılında “Snatch – Kapışma”, 2005 yılında “Rovelver – Tabanca” filmlerini çekti. Tüm bu filmlerin ortak noktası yeraltı ve şiddet olması. Ritchie’nin “RocknRolla”sı, Quentin Tarantino’nun ruhunu taşıyor sanki. Az da olsa Tarantino’nun 1994 yapımı “Pulp Fiction – Ucuz Roman”ı filmiyle ruh beraberliği oluşturmuş Ritchie. Tarantino’nun filminde çantanın içinde ne olduğunu seyirci hiçbir zaman öğrenemedi. Ritchie’nin filmindeyse Rus mafyasından Uri’nin tablosundaki resmin de ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyecek seyirci. Bütün bunlar ruhani bir şeyler olabilir mi? Ya da umut… Filmdeki çenesi düşmüş konuşmalar ve karakterlerin yansıyışı da Tarantino ruhuyla buluşuyor “RocknRolla”da.

    Hikâyeleri, Lenny Cole’ün hep sağ kolu olmuş sadık Archie anlatıyor seyirciye. Mafyalar, görünüşte inşaat işleriyle uğraşıyorlar. Ama, yeraltını paylaşmışlar. Ruslar, Londra’ya bir hayli yatırım yapmışlar. Bu kirli işlerde politikacılar da var. Lenny, Rus mafyasından Uri Omovich’le bir işbirliğine girişir. Kara paraların aklanması da gerekiyor. Uri, kendine hep şans getirmiş paha biçilmez tablosunu emaneten Lenny’ye verir. Ama, çok geçmeden tablo ortadan kaybolur. İngiliz mafyasının tek amacı tabloyu bulmak. Hikâye ilerledikçe karakterler de öne çıkmaya başlıyor. Kara paraları aklayan muhasebeci Stella, mafya işlerini gören One Two ve Yakışıklı Bob, Lenny’nin öldüğü sanılan rockçı oğlu Johnny Quid. Lenny, oğlu Johhny’yi pahalı okullarda okutup mevkisi olan bir insan yapmak istemiş, ama Johnny ruhunun git dediği yoldan gitmiş ve ünlü bir rockçı olmuş. Gangster babasından hep dayaklar yiyerek büyümüş Johnny “RocknRolla”, tabloyu çalarak babasına acıyı yaşatmak istiyor. O gizemli tablonunun yolunda da birçok insan ölüyor. Belki de bu gizemli tablonun ruhaniliği, umudu ve hayata tutunma durumu Johhnny “RocknRolla”yla bütünleşiyordur. Filmin final bölümünü düşünün. Rus mafyasından bir gangsterin (Jimi Mistry), One Two’yla kaçıp kovalamacası filmdeki en güzel anlardan biriydi. Rus gangsterlerin dokuz canlı olduğuna da inanıyorsunuz bu upuzun süren sekansın ardından. Filmdeki önemli şeylerden biri de, seyircisini atmosferin içindeymiş duygusunu yaşatması. Bazı anlarda tedirginlik duygusunu yaşıyorsunuz. Ritchie filmlerini sevenler “RocknRolla”da aradıklarını bulacaklar. Mizahın da olduğu bu filmin çok sert ve kanlı olduğunu da belirtmeli. Filmin ön jeneriği de heyecan vericiydi. Bu filmi perdede görmemek kayıptı.
    RocknRolla
    Yönetmen-Senaryo: Guy Ritchie
    Müzik: Steve Isles
    Kurgu: James Herbert
    Görüntü: David Higgs
    Oyuncular: Gerard Butler (One Two), Tom Wilkinson (Lenny), Thandie Newton (Stella), Mark Strong (Archie), Idris Elba (Mumbles / Gevelemeci), Tom Hardy (Handsome Bob / Yakışıklı Bob), Karel Roden (Uri), Toby Kebbell (Johnny / RocknRolla)
    Yapım: Warner Bros (2008)

    (29 Mayıs 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Dünya ve Türk Sinemasının En İyileri FilmClub ile HD Yayın Kalitesinde Superonline’da

    Türkiye’nin internet üzerinden ilk ve tek HD Lig TV yayını yapan Superonline, bir ilk daha gerçekleştiriyor ve FilmClub ile film keyfini de HD kalitesinde sunuyor. Superonline, SuperPlay ile FilmClub1’de; macera, animasyon, korku ve Türk filmlerini; FilmClub2’de, kaçırılan filmlerin tekrarını; Club1001’de ise “ölmeden önce mutlaka izlenmesi gereken filmler”i sinema tutkunlarıyla HD kalitesinde ve 7 x 24 kesintisiz buluşturuyor.

  • Basın Bülteni
  • Görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Dünya ve Türk Sinemasının En İyileri FilmClub ile HD Yayın Kalitesinde Superonline’da yazısına devam et
  • İran’lı Muhalif Yönetmen Cafer Panahi, Açlık Grevinin 5. Gününde Ailesiyle Görüşebildi

    İran’da 01 Mart’ta gözaltına alınan muhalif yönetmen Cafer Panahi için, açlık grevinin 5. gününde küçük de olsa bir adım atıldı ve sanatçı nihayet yargıcı, avukatı ve ailesiyle görüşebildi. İranlı ve Fransız sanatçıların desteğiyle Fransa Dışişleri Bakanlığı’nı temsilen 4 kişi, Panahi’nin serbest bırakılması için İran’a giderek resmi talepte bulunmaya hazırlanıyor. Yapılan açıklamaya göre, ailesini telefonla arayan Panahi, geçen Pazar günü suçlandığını, açlık grevine, talepleri yerine getirilinceye kadar devam edeceğini belirtmişti.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İran’lı Muhalif Yönetmen Cafer Panahi, Açlık Grevinin 5. Gününde Ailesiyle Görüşebildi yazısına devam et
  • Altın Koza, Kısa Film Seçkisi’nde Gösterilecek Filmler Belirlendi

    Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından 07 – 13 Haziran tarihleri arasında düzenlenen 17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin gösterim bölümlerinden Altın Koza Kısa Film Seçkisi’nde yeralacak filmler belirlendi. 45 kısa filmin başvurduğu bölüme, yapılan ön değerlendirme sonucu Dilek Çolak’ın Bolivya Topraksız Kır İşçileri Hareketi, Seren Gel ve Fırat Yavuz’un Dut Zamanı, Tunç Şahin’in Hamam, Tufan Şimşekcan’ın Kafe, Didem Şahin’in Lady Mukhtar, Ceylan Özgün Özçelik’in Onlar Birbirlerini Sevdiler Ama…, Neslihan Siligür’ün Siyah ve Emin Külekçi’nin Yazgı isimli filmleri kabûl edildi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara ve gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altın Koza, Kısa Film Seçkisi’nde Gösterilecek Filmler Belirlendi yazısına devam et
  • Yaşamaya Değer

    Mona Achache’nin yönettiği ve Josiane Balasko, Garance Le Guillermic, Togo Igawa ile Anne Brochet’nin oynadığı Yaşamaya Değer (Le Herisson – The Hedgehog), 04 Haziran 2010’da Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Paris’te dış dünyadan uzak bir çevrede yaşayan 11 yaşında, oldukça zeki bir kız olan Paloma, 12. yaş gününde intihar etmeye verir. Ölümle randevusunun yaklaşmasına yakın, yalnız apartman görevlisi Renée ve gizemli Kakuro ile tanışır. Böylece Paloma, karamsar hayatını gözden geçirme şansı bulacaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirilerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yaşamaya Değer yazısına devam et
  • Kaza Geçiren “Dondurmam Gaymak” Filminin Oyuncusu Turan Özdemir’in Durumu İyiye Gidiyor

    Dondurmam Gaymak filminin sevilen oyuncusu Turan Özdemir, Bodrum – Ortakent’te geçirdiği bir trafik kazası sonucu yaralandı. Sanatçıya, yolun ortasında gördüğü kediyi alıp döndüğü sırada bir motosikletin çarptığı bildirildi. Saat 17:20 gibi alınan haberde ise sanatçının hayati tehlikeyi atlattığı, beynindeki kanamanın sadece çeperde kaldığı için doktorların ameliyat etmeye gerek görmediği, sanatçının yüzünde ve elmacık kemiğindeki kırıklar haricinde başka önemli bir sağlık sorunu olmadığı belirtiliyor. Değerli sanatçımıza geçmiş olsun dileklerimizle acil şifalar diliyoruz.

  • Basın Bülteni
  • Turan Özdemir fotoğrafları için tıklayınız.
  • 3. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali’nde Oyuncular Kültür Gezisi Yaptı

    Bu yıl 3.sü organize edilen Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali’nde gösterime giren filmlerin oyuncuları Elazığ’a gelmeye başladı. Başka Dilde Aşk filminin oyuncusu Saadet Işıl Aksoy, Gelecekten Bir Gün filminin oyuncusu Hayrettin Karaoğuz ve oyuncu Betül Şahin, Elazığ halkının büyük ilgisiyle karşılandılar. Oyuncular, festivalde Elazığ’ın ilçeleri Sivrice ve Palu’ya yapılan kültür gezilerine katıldılar ve şehrin yöresel yemeklerinden tattılar. Erzurum’da çekilen bir sinema filminde oynadıktan sonra ayağının tozuyla Elazığ’a gelen Betül Şahin, seneye festivalde oynadığı filmin de olmasını umduğunu söyledi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    3. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali’nde Oyuncular Kültür Gezisi Yaptı yazısına devam et
  • The Collector: Daha Ne Kadar Kan Akmalı?

    Testere serisiyle seyircileri manipüle eden senarist Patrick Melton ve Marcus Dunston, Testere’ye fazla kafayı takmışlar belli ki. Şimdi de onun muadili olan The Collector filmini görücüye çıkartıyorlar. Hem de zekice hazırlanmış tuzaklarla…

    Kimilerimiz korku filmlerinin öncülüğünü yapan Testere serilerini gözümüzü kırpmadan seyretti, kimilerimiz de son derece mide bulandırıcı buldu. Eğer Testere serilerini sevenlerden ve sürekli takip edenlerdenseniz The Collector (Koleksiyoncu) iyisiyle kötüsüyle tam size göre. Bazı ufak tefek pürüzler hariç tabi… Bir korku filmine göre tempolu olan ve seyircilerin gözlerini adeta bir pinpon topu gibi pörtleten The Collector buram buram gerilim kokan düşük bütçeli bir film. Düşük bütçeli olmasına rağmen The Collector, klişeleşmiş ve tabiri caizse korkutamayan korku filmleri arasından kolayca sıyrılmayı başarıyor. Çünkü film sonraki yıllarda çekilen pek çok korku filmi için prototip oluşturacak kadar bildik değil. Peki, filmin diğer klişe korku filmlerinden farkı nedir? Hemen aktaralım.

    Film tıpkı Testere filminde olduğu gibi tek bir mekânda geçiyor. Burada asıl önemli olan akıl oyunları. Karısının borca battığını öğrenen Arkin parayı bulmak için birinin evini soymaya gider. Nereden bilsin ki o evin tuzaklarla dolu olduğunu… Evdeki kasanın yerini bulan Arkin için durum gitgide zorlaşır ve çok kısa süre sonra enteresan olaylar patlak verir. Evin her bir bölümü hunharca katledilmek istenen kurbanlar için özel olarak hazırlanmıştır. Ama işin ilginç tarafı katilin bunları neden yaptığıdır. Tüm bunlardan evvel filmle müsemma olan katilin lâkabının neden “Collector” olduğunu düşündüğümüzde ortaya çok farklı bir sonuç çıkıyor aslında. Çünkü filme göre bu katil hayvanlara hükmeden bir canidir.

    Buradan yola çıktığımızda vahşilerin trajedisini testere-vari bir tekniğe bulayan yönetmen Dunston katile karşı olan bakış açımızı ters köşe yapan hikâyesi, eleştirel tavrı ve sürükleyiciliğiyle değiştirmeye çalışırken perdeye yansıtılan görüntüler tedirginlik seviyemizi anbean arttırıyor. Zaten katilin içindeki şiddeti sadistçe bu denli dışarı çıkarması için “işte bu” diyeceğimiz sahneler çok fazla. Meselâ elektrikli testere ile parçalanan bedenler, patlayan kafalar ve eriyen vücutlar gibi… Şimdilik bu iç karartıcı sahneler bir yana dursun! Gelelim filmi izlenilebilir kılan unsura. Filmin finaline doğru katilin örümceğin gözlerinden görmesini sağlayan Dunston Crow filmine atıfta bulunarak Brandon Lee ve karga arasındaki ilişkiye benzer bir portre çiziyor. O halde filmi şu şekilde değerlendirmek mümkün. Aslında The Collector, Testere ve Ölümsüz Aşk: The Crow (The Crow – Karga) filmlerinin harmanlanmasından oluşuyor. Bunun neresi orijinal bir fikir diye düşünebilirsiniz. Ama bu durum sandığınızın tersine gelişiyor.

    Çünkü çoğu zaman filmlerdeki katil ayrıntılı bilgiler, filmin ilk 15 dakikasından sonra neler olacağını tahmin etmemiz, yaratıcı çözümler bulunmaya çalışılmadığı zaman tıkanan senaryo yapısı ve film materyalinin ucuzluktan kaynaklanan solukluğu yukarıda bahsettiğim benzerliğin yanında sanki bir hiç gibi duruyor.

    Sonuç olarak; The Collector başarısız korku filmlerini bir kalemde geri dönüşüm kutusuna yollayıp hem tebdil-i mekân kullanmadan hem de çeşitli hilelere başvurmadan bu türün hayranlarını abluka altına alacak bir yapım. Ama siz yine de film boyunca tuzaklara dikkat edin ve ava giderken avlanmayın!

    (28 Mayıs 2010)

    Arzu Çevikalp

    arzucevikalp@arzufilm.com.tr

    Biutiful

    Alejandro Gonzalez Inarritu’nun yönettiği ve Javier Bardem, Blanca Portillo, Martina Garcia ile Felix Cubero’nun oynadığı Biutiful, 28 Ocak 2011′de Chantier Films dağıtımıyla Chantier Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bu filmde, baba olmayı, sevgiyi, tutkuyu, ruhsallığı, suçu, pişman olmayı ve ölümlülüğü, Barcelona şehrinin tehlikeli yeraltı dünyasında dengelemeye çalışan Uxbal’ın hikâyesi anlatılıyor. Uxbal, parasını kazanmak için hiçbir kural ve engel tanımıyor, çocukları için yaptığı tüm fedakârlıklarda ise hiçbir sınır tanımıyor. Aynen yaşanılan hayatın kendisi gibi bu hikâye de başlamış olduğu yerde bitiyor.

    Biutiful yazısına devam et

    Sevilen Oyuncu Demet Evgar, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu Kanal D Cinemania’da bu haftanın konuğu Demet Evgar. Demet Evgar oyunculuğa nasıl başladı? Herkes tarafından tanınmasını sağlayan rolü hangisi? Banyo, Beyza’nın Kadınları, Güneşi Gördüm ve Yahşi Batı setlerinde neler yaşandı? Koyu bir hayvansever olan güzel oyuncunun en sevdiği Türk filmi hangisi? Demet Evgar yeni kurduğu şirketle neler yapmayı hedefliyor? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren filmler, çarpıcı sinema haberleri, vs. yer alıyor. Ömür Gedik’le Cinemania her Cumartesi Kanal D’de.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sevilen Oyuncu Demet Evgar, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et