Genç Yönetmenler, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde

Türk Sinemasında Yeni Bakışlar programlarının beşincisi 30 Nisan Cuma günü saat 18:00’de Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Etkinlikte, katıldıkları ulusal ve uluslararası festivallerde büyük ilgi gören, anlatımlarıyla Türk sinemasına yeni bir soluk getiren, son beş yılın bol ödüllü filmleri gösterilecek.
Kız Kardeşim, Uzak İhtimal, Sonbahar ve Dondurmam Gaymak filmlerinin yönetmenleri Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde filmlerinin hangi fikirden yola çıkarak, nasıl bir sinema diliyle gerçekleştirildiğini dinleyenlerle paylaşacak.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Genç Yönetmenler, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde yazısına devam et
  • [Kaş/Aşk] Kısa Film Atölyesi

    Eğitmen yönetmen olarak Enver Özüstün, konuk yönetmenler olarak da Derviş Zaim, Mehmet Eryılmaz, Pelin Esmer ve Seyfi Teoman’ın yer alacağı, [Kaş/Aşk] Kısa Film Atölyesi 02 Temmuz 2010 Cuma günü başlıyor. Bir haftalık yaz tatili süresince bir uzun metraj film çekme düşüncesinden hareketle hazırlanan atölyeler 8 gün 7 gece sürecek, ulaşım konaklama ve kahvaltı dahil olarak çalışılacak. Katılımcılar kendi filmlerinin senaryosunu yazacak, montajını yapacak, isterlerse sadece yönetmen, isterlerse başrol oyuncusu görevi yapacak. Atölyelerde 15 kişilik gruplar için kamera, kaset, montaj ekipmanı atölye tarafından karşılanacak ve ekipler tek bir film oluşturacak.

    [Kaş/Aşk] Kısa Film Atölyesi yazısına devam et

    Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), “Soraya’yı Taşlamak” Filmine Destek Veriyor

    Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), 14 Mayıs tarihinde ülkemiz sinemalarında gösterilecek olan Soraya’yı Taşlamak (The Stoning Of Soraya M.) filmini destekleme kararı aldı.
    Söz konusu KADIN olduğunda ülkemiz sınırları ile kalmayıp dil, din, ırk, coğrafya fark etmeden hizmet etmeyi, desteklemeyi, el uzatmayı amaçlayan TKDF, gerektiğinde ÇAĞDIŞI uygulamaları her ne nedenle olursa olsun şiddetle kınamayı ilke ediniyor. TKDF, 15 yılda 1000 kadar kadının, filme konu edilen RECM (taşlanarak öldürülme) denilen yöntem ile öldürülmesini de şiddetle kınıyor.

  • Basın Bülteni
  • TKDF Web Sitesi
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Ben Gördüm

    Sadi Bey’in Twitter Günlükleri 18

    Anadolu Üniversitesi 12. Uluslararası Eskişehir Film Festivali bundan böyle Sadi Bey’e ilk ödülünü veren festival olarak anılacak. Çok …

    … mu abarttım? Festivalin 01 Mayıs İşçi Bayramı’nda bendenize verdiği “Sinemaya Emek Ödülü”Emek Sineması’na adadım. İstesen bu kadar …

    … denk gelmez. Ödüle çok sevindim, düşünenlere çok teşekkür ederim. Festivalin açılış ve ödül gecesinde Anadolu Üniversitesi’nin …

    … Ocak ayında göreve getirilen yeni Rektörü, güzel konuşmasında sinemanın önemine değindi, sinema filmlerine de yer veren youtube web …

    … sitesinin Türkiye’de yasaklı olmasına rağmen en çok izlenen 5. web sitesi olduğunu belirtti. Ayrıca Üniversiteler arası reyting …

    … sıralamasında Anadolu Üniversitesi’nin ön sıralarda yer aldığını belirtti. Sinemaya duyduğu ilgiyi film festivalini sürdürmesiyle de …

    gösteren yeni rektörün 3. sıradayken sayın Cumhurbaşkanımızca Rektör atanması da başarısının diğer bir göstergesi oluyor tabi ki.

    “Kıyamet Melekleri-Legion” filminden bir “Beyazperde Yazısı”: Yeni bir başlangıç… Buraya gereken o. (Yön: Scott Stewart.)

    Eskişehir son yıllarda yetiştirdiği sinema insanları ve filmleriyle dikkat çekmeye başladı. Hatırladığım kadarıyla Usta, Beş Şehir, Yengeç …

    … Oyunu, Adını Sen Koy filmleri Eskişehir’de çekildi. Usta’nın yönetmeni Bahadır Karataş, Beş Şehir’in yönetmeni Onur Ünlü, Acı Aşk’ın …

    … yönetmeni A. Taner Elhan, Kosmos’un başrol oyuncusu Sermet Yeşil, hepsi Anadolu Üniversitesi’nin rahle-i tedrisatından geçmiş …

    … sanatçılarımız. “Rahle-i tedrisat” ifadesiyle engin Osmanlıca bilgimizi de sarahaten ortaya koymuşken, Eskişehir’de kaldığımız nezih …

    … ve müstesna otelimizden de bahsetmek lâzım. Büyükşehir Belediyesi’nin takdir edilesi bir çalışmayla restore ettirdiği Odunpazarı …

    … semtindeki butik otelin adı “Babüssaade” olarak belirlenmiş. Topkapı Sarayı’nın aynı adlı kapısından isim alan otelin adının …

    … söylenmesinde zorluk çeken sevgili Eskişehir esnafı otele esprili bir ad koymuş. Taksiye binip Babüssaade Oteli’ne gideceğimizi …

    … söylediğimiz zaman, şoför gülerek “Tamam abi, Banamüsade Oteli” dedi. Şoför deyince 14 Mayıs’ta gösterime girecek olan “Vera’nın …

    … Şöförü” filminin afişinin hatırlatmasıyla TDK Sözlüğü’ne baktım, filmin adının “Vera’nın Şoförü” olması lâzım. Bendeniz sadibey.com …

    … adlı web siteme filmleri afişlerindeki Türkçe adları ile kaydediyorum, hani merak eden olur diye yazmış olayım, bahsi geçen filmi …

    … o nedenle “Vera’nın Şöförü” olarak kaydettim. “Bahoz”, “Min Dit” ve “Demsala Dawi: Sewaxan” filmleri içinde aynı uygulamayı yaptım.

    Merak edip sitenin alfabetik bölümünden bakma ihtiyacı duyduğunuzda bu filmleri “Fırtına”, “Ben Gördüm” ve “Son Mevsim: Şavaklar” olarak …

    … arayabilirsiniz. Hani diğer isimlerle bulamadığınızda -açılım karşıtı olmama rağmen- açılım karşıtlığı falan diye düşünmeyiniz …

    … sayın seyirciler. “Min Dit” için özel bir durum oluştu. Antalya Film Festivali sırasında film “Min Dit” ve “Ben Gördüm” adlarıyla, …

    … daha sonra filmin Avrupa gösterimlerinde “The Children of Diyarbakir” adıyla anıldı.02 Nisan’da “Min Dit” adlı afişiyle -İstanbul hariç- …

    … tüm Türkiye’de gösterime çıkarıldı. 30 Nisan’da İstanbul’da gösterime gireceği ise duvar ilanlarında “Ben Gördüm” Türkçe alt adı ile …

    … duyurulduğu için bendeniz de sitedeki alfabetik bölümde filmin adını “Ben Gördüm” olarak değiştirdim.

    Nezih Ünen’in “Anadolu’nun Kayıp Şarkıları” adlı belgeselini genel vizyonunda görememiştim, Eskişehir Film Festivali’nde gördüm, bayıldım.

    Eskişehir’de şehrin yabancısı olup olmadığınızı uçaklarla test ediyorlarmış. Malûm eğitim amaçlı askeri havaalanı şehre yakın. Gün içinde …

    … bir sürü Fantom uçağı şehrin üzerinden gök gürültüsü gibi ses yaparak geçiyor. Eskişehir’in yerlisi sohbet sırasında uçak geçerken …

    … susar, bekler, uçak geçtikten sonra kaldığı yerden sohbete devam edermiş. Yabancılar ise uçak geçerken seslerini yükselttikçe …

    … yükseltir, neredeyse bağırarak konuşurmuş. İşte o zaman karşılarındaki kişinin yabancı olduğunu anlarlarmış. Ne ilginç değil mi?

    (05 Mayıs 2010)

    Sadi Çilingir

    [email protected]

    Elm Sokağında Kâbus’un Hareketli Afişi Hazırlandı

    Ülkemizde 21 Mayıs 2010′da vizyona girmesi plânlanan Elm Sokağında Kâbus (A Nightmare On Elm Street) filminin “hareketli afişi” (motion poster) hazırlandı ve internet ortamında yayına sunuldu.
    Bir korku klâsiği olan Elm Sokağında Kâbus’un (A Nightmare On Elm Street) güncellenen yeni uyarlaması ile Freddy Krueger geri dönüyor. Şehrin banliyösünde yaşayan bir grup gencin ortak bir yönü vardır, hepsi de, onları rüyalarında avlayan biçimsiz Freddy Krueger tarafından gizlice takip edilirler. Uyumadıkları sürece birbirlerini koruyabilirler ama uyuduklarında kaçış yoktur.

  • Basın Bülteni
  • Hareketli afişe ulaşmak için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 4. Diyarbakır Film Günleri Sona Erdi

    Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Diyarbakır Film Günleri sona erdi. Diyarbakır Sanat Merkezi bünyesinde kurulan ve yaklaşık 7 yıldır çalışmalarını sürdüren Diyarbakır Sinema Kulübü tarafından gerçekleştirilen film günleri programı kapsamında, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden çok sayıda kısa ve belgesel filmlerin yanında bir de iki tane uzun metrajlı film gösterildi. Film günleri, Özlem Bozdağ, Önder Işık ve Mustafa İlhan’ın Diyarbakır Sanat Merkezi’nde gerçekleştirdiği bir dinleti ile sona erdi.

  • Basın Bülteni
  • Günler hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Iron Man 2

    Aslında dışarıdan tam bir “zengin şımarık çocuğu” olan Tony Stark (hele duruşma sırasında gururla “Ben dünya barışını özelleştiren insanım” demesi herhalde ancak kapitalizmin doruk noktasında bir şımarık çocuğun ağzından çıkabilecek sözler olabilir) zaruretten (yine) kendini dünyayı kurtaran adam olarak buluyor.

    Hikâye bilinen hikâye. İyi adam kötü adamlarla savaşıp dünyayı kurtarıyor. Hikâyede Tony Stark’ın kişisel problemlerinin de ele alınması hikâyeyi çok daha inanılır ve keyifli kılıyor, kahramanımızı “boş” bir süper kahraman yerine içimizden biri gibi görmemizi ve benimsememizi kolaylaştırıyor. Bir kere kendimizle kahramanımızı özdeşleştirdikten sonra da onun gözlerinden hikâyeyi görmemiz sağlanıyor.

    Iron Man, 1963’te çizgi roman olarak ilk yaratıldığında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaş doruk noktalarındaydı. Iron Man’in yaratıcısı Stan Lee de kahramanını komünizmle savaşan bir süper kahraman olarak tasarlamış ve soğuk savaş konularını ele almıştı. “Kötü adamlar”ın hepsi komünistti; aralarından bir çoğu Rus ajanıydı.

    Ancak soğuk savaşın sonlanması ile Iron Man kurumsal suçlar ve terörizme karşı savaşır olmuştu. Iron Man, zamana uyum sağlayarak, ABD’nin o anki dost ve düşmanlarını Iron Man’in dost ve düşmanları olarak yansıtmaya devam ediyor. Keza iki sene önceki ilk filmde Tony Stark’ın Iron Man zırhını geliştirmesine yol açan olay da ABD’nin o yıllarda terörizme karşı savaşmak üzere asker göndermiş olduğu Afganistan’da gerçekleşmişti.

    Bu sefer Iron Man/Tony Stark’ın karşısında yine Ruslar var. Daha önceden ABD’ye iltica etmiş, ancak teknolojiyi silâh üretmek için kullandığından dolayı Tony Stark’ın barış yanlısı babası Howard Stark tarafından sınırdışı ettirilen Rus bilimadamı Anton Vanko’nun oğlu Ivan Vanko babasının intikamını almak için Tony Stark’a savaş açıyor.

    Ancak bu seferki Amerikalı-Rus cekişmesinin çok daha farklı bir nedeni olduğunu yine filmden öğreniyoruz. Soğuk savaş dönemindeki çekişme silâhlanma yarışına dayanırken, 2010 yılındaki Rusya-ABD çekişmesinin enerji yarışına dayandığını, Samuel Jackson’ın siyahlar içindeki göz bantlı karakteri Nick Fury, Tony Stark’a söylediği “Baban aslında çok daha büyük bir şeyin üzerinde çalışıyordu. O silâhlanmanın değil, büyük bir enerji kaynağı yaratmanın peşindeydi” şeklindeki sözleri ile teyid ediyor. Tabii bu arada, şu aralar ABD/Batı-İran arasındaki (nükleer) teknolojinin barış amaçlı/silâhlanma amaçlı kullanımı anlaşmazlığı da bu şekilde işlenmiş oluyor.

    Filmin görselliğine gelince… Bekleneceği gibi özel efektler muhteşem; içinizdeki çocuğu kesinlikle eğlendirecek, hatta oturduğu yerde zıp zıp zıplatacak nitelikte. Muhteşem Robert Downey Jr. Tony Stark’ın oyuncu playboy imajı ile içindeki incinmis zeki çocuk arasındaki kişiliğini çok güzel yakalıyor. İzleyiciyi hem kendine aşık ediyor hem de nefretini kazanıyor, ama ne olursa olsun kendine hayran bırakıyor.

    Ancak yine de Mickey Rourke’un Ivan Vanko’su bende en kalıcı izi bırakan karakter oldu. Kendisine babasını kaybettiğinde üzülmesi ve beyaz bir papağanı sevmesi (ki bu sevginin nedenini filmin sonunda dahi anlayabilmiş değiliz) dışında herhangi bir insani özellik verilmeyen bir karakteri ete kemiğe büründürüp inandırıcı bir kişi yaratıyor Rouke. Kendini bakışları, yamuk gülümsemesi veya oturma şekliyle ifade edip karakterinin az konuşmasından ve minimum insani özellikleri olmasından kaynaklanan boşlukları ustalıkla dolduruyor.

    (05 Mayıs 2010)

    Yasemin Sim Esmen

    Cinedergi 25 Yayında

    Cinedergi’nin 25. sayısının öne çıkan başlıkları, Bahtı Kara ile Yeşim Ceren Bozoğlu ve Theron Patterson, Siyah Beyaz ile Nejat İşler, Denizden Gelen ile Onur Saylak. Oyuncu Jake Gyllenhaal ve Scarlett Johansson bu sayının portre konukları. Ali Ulvi Uyanık’ın görsele dayanan köşesi İşte O An, belgesel sinemanın farklı bakışı Zamanın Ruhu, Türk sinemasının nabzını tutan Sindrella, Kerem Akça’yla DVD köşesi ve Seray Şahiner ile Teşrifatçı, eleştiri, vizyon, pek yakında, albümler, kitaplar, hepsi ücretsiz sinema dergisi Cinedergi’nin yeni sayısında.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Cinedergi 25 Yayında yazısına devam et
  • Kanunları Sevmeyen Gangster

    DVD’de Filmler – 2

    Öncelikle final bölümünün gerçekçi olarak beyazperdeye yansıdığı ‘Ölümcül İçgüdü 2’ filmi, Fransa’nın en kanlı gangsterlerinden Jacques Mesrine’in yavaş yavaş trajik yok oluşuna gidişini anlatıyor.

    Jean-François Richet’nin ikiye böldüğü filminin devamı “L’Ennemi Public No 1: 2eme Partie – Public Enemy: Number Two – Ölümcül İçgüdü 2”, ilk film gibi yine final bölümüyle başlıyor. Fransız polisinin ve yargısının baş edemediği gangster Jacques Mesrine, komiser Broussard’ın operasyonuyla Paris’in orta yerinde öldürülüyor. Ardından hikâye kaldığı yerden devam ediyor perdede. Jacques Paris’te tutuklanmış ve mahkemeye çıkmaya hazırlanıyor. Onu tutsak etmek o kadar kolay mı? Duruşmaya gelen Jacques, mahkemenin tuvaletine konmuş tabancayla mahkemesi sürerken kaçmayı başarıyor. Sonra da soygunlarına devam ediyor kaldığı yerden. Filmin orijinal adı “L’Ennemi Puplic No 1”in anlamıysa, “1 Numaralı Halk Düşmanı” demek. Jacques, hem kolay soygunlar yapıyor hem de kolayca polise yakalanıyor. Jacques’ın hep peşinde olan bıyıksız ve yuvarlak sakallı komiser Broussard, Jacques’ı dairesinde sıkıştırınca yeniden hapse giriyor. Hapiste bu defa François Besse’le tanışıyor Jacques. François’yla dostluğunu geliştiren Jacques’ın kadın avukatı içeri tabancalar sokunca Jacques, François’yla beraber firar ediyor hemen. Polis ve mahkeme, kendilerini aşağılayan Jacques’ı “1 numaralı halk düşmanı” ilân ediyor kamuoyu önünde.

    Yönetmenin bu devam filmi, ilki kadar sert, vahşi ve kanlı. Gerilimi iyi ayarlanmış bu sert filmde aksiyonun bol olmasından seyircinin başı dönüyor bazı anlarda. Jacques’ın hayatı çok basit, ama alabildiğine de yoğun. Uykudan arta kalan zamanlarında soygunlar yapıyor, hapse düşüyor, hapisten firar ediyor, insanları öldürüyor, hatta kadınlara bile mesai ayırabiliyor Jacques. İşte bu Jacques, kendini devrimci bile görebiliyor. Kendisine “1 numaralı halk düşmanı” denmesi bile ruhunu okşuyor. Devlete karşı savaştan korkan François onu terk ederken, ortaya Charly adında bir anarşist çıkıyor. Charly, Fransa’da silâhlı devrim yapılmasından yana. Jacques, bu sıralarda kendisini aşağıladığını düşündüğü faşist bir gazeteci olan Jacques Dallier’yi kaçırıyor ve bir mağarada vahşi biçimde öldürüyor. Sonunda Jacques, 02 Kasım 1979’da yanında eşi Sylvie (Sylvia) olmasına rağmen komiser Broussard ve ekibince Paris’in göbeğinde tuzağa düşürülüp gündüz gözüyle ve trafiğin yoğun olduğu caddede kurşun yağmuruna tutularak öldürülüyor. Yönetmen, Jacques’ın katledilişini gerçekçi bir atmosferde yansıtabilmiş perdeye. Aslında Jacques, baba takıntılı ve üstelik kompleksleri de olan biri. En önemli takıntılarından biri Mesrine adındaki “s” harfinin okunması. Kendisine “Mesrine” değil, “Merin” denmesini istiyor hep.

    Richet’nin filminin görselliği ve müzikleri de gerçekten çarpıcı. Fonda duyulan muhteşem müzikleri Marco Beltrami’yle Marcus Trumpp beraber bestelemişler. 1966’da New York’ta doğan besteci Marco Beltrami, korku filmi “Scream – Çığlık” seri filmlerine yazdığı müziklerle adını duyurdu. Guillermo del Toro’nun 2004 yapımı “Hellboy”u, yine 2004’te Alex Proyas’ın “I, Robot – Ben, Robot”u, John Moore’un 2006 yapımı “The Omen – Omen 666”sı, yaratıcı kadın yönetmenlerden Kathryn Bigelow’un 2008 yapımı “The Hurt Locker – Ölümcül Tuzak”, John Moore’un yine 2008 yapımı “Max Payne” gibi bilinen filmlerine gerilimli müzikler yaptı. Filmin diğer bestecisi Marcus Trumpp, 1974’te Stuttgart’ta doğdu ve Türkiye’de pek bilinmiyor. Filmin deriniliğinde Edith Piaf’ın sesi bile duyuluyor. Filmin muhteşem görüntülerini perdeye yansıtın Robert Gantz da, Renny Harlin’in 2004 yapımı “Mindhunters – Beyin Avcıları”yla adını duyurdu. Gantz, Richet’nin “Assault on Precinct 13 – Baskın” filminde de kameraman olarak çalışmıştı. Yönetmen, bu ikinci bölümde ilk bölümdeki gibi görüntüleri birkaç parçaya bölmemiş. Bu filmin en unutulmaz bölümü belki de finali. Bu bölüm, alabildiğine dingin ve nefesleri kesen bir atmosferle perdeye yansıyor. 70’lerin ruhu dolaşıyor sanki bu anlarda.

    Ölümcül İçgüdü 2 (L’Ennemi Public No 1: 2eme Partie – Public Enemy: Number Two)
    Yönetmen: Jean-François Richet
    Senaryo: Abdel Raouf Dafri
    Müzik: Marco Beltrami-Marcus Trumpp
    Görüntü: Robert Gantz
    Oyuncular: Vincent Cassel (Jacques), Ludivine Sagnier (Sylvie), Mathieu Amalric (François), Gérard Lanvin (Charly), Olivier Gourmet (Komiser Broussard), Anne Consigny (Avukat)
    Yapım: Pathé-La Petite Reine (2008)

    (04 Mayıs 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Bir Babanın Yüreği

    DVD’de Filmler – 1

    İngiliz Michael Winterbottom, sinemanın yaratıcı ve görsel dünyası zengin bir yönetmen. ‘Cenova’ filminde, bir trajedinin ardından bir babayla iki kızının hayata yeniden tutunmasını anlatıyor.

    Blackburn şehrinde 1961 yılında doğan İngiliz yönetmen Michael Winterbottom, sinemanın yaratıcı ve çarpıcı yönetmenlerinden biri. Sinemaseverler, bu iyi yönetmeni ilk defa yazar Thomas Hardy’nin “Jude the Obscure” romanını sinemaya uyarlamasıyla tanıdı daha çok. 1997 yapımı “Jude”, yönetmenin en iyi filmlerinden biri. Hardy’nin bu romanı İletişim Yayıncılık tarafından “Adsız Sansız Bir Jude” adıyla Mart 2008’de yayımlanmıştı. Winterbottom’ın filmlerinde karakterler daha bir derinlikli öne çıkıyor. Onun filmini seyrederken sanki hikâye yokmuş hissine de kapılabilirsiniz. Elbette hikâye var. Hatta ne kadar karakter varsa o kadar hikâyesi var filmlerinin. Biçim dili de karakterler gibi hemen fark ediliyor filmlerinde. Kamera da bir karakter gibi onun filmlerinde. Winterbottom’ın gördüğümüz son filmi “Genova – Cenova” filminde de tüm bunlar var. Çoğu filminde olduğu gibi şehirler ya da mekânlar da baş karakterler gibi filmin ruhunu oluşturuyor Winterbottom’da. Yönetmen, İtalya’yı, özellikle Liguria kıyılarının içinde yer alan Cenova’yı bir başka aşkla seviyor. Bir liman şehri olan Cenova’nın bir de Portofino balıkçı kasabası var, şarkılar yazılmış üzerine. Winterbottom, “Cenova” filminde Portofino’ya hiç uğramıyor ve yazık oluyor. Cenova, ayrıca Cenevizlilerin şehri. Bir de Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomb’un doğduğu yer. Cenova, İngilizcede “Genoa” (Ceneviz) anlamına geliyor. Tam bir açıkhava müzesi gibi. Daracık sokaklardan geçerken kasvetli bir atmosferin içindeymiş gibi hissederken birden kendinizi Akdeniz güneşinin altında buluveriyorsunuz bu şehirde. Her sokağından ve binasından tarih akıyor bu Cenova şehrinin. Bir de perdede bu inanılmaz güzellikteki şehri piyano tınılarıyla sinemaskop olarak seyretmek muhteşem bir duygu ayrıca.

    Trajedi ve hayat

    Anne ve iki kızı, karlar altında yol alıyorlar arabayla. Bu eğlenceli yolculuk, küçük kız Mary’nin farkında olmadan yaptığı bir hata bir trajediye neden oluyor. Öğretim görevlisi baba, yetişme çağındaki kızı Kelly ve küçük kızı Mary’yle beraber bu travmadan çıkabilmek için Cenova’ya taşınıyor. Baba Joe, üniversitede ders verirken, kızları da bu tarih kokan şehirde acıyı unutmak piyano dersi alıyorlar. Onların bu şehirde en büyük yardımcıları Joe’nun üniversiteden arkadaşı Barbara. Kelly, dar sokakları ve denizi muhteşem bu şehirde kendine bir İtalyan sevgili bulmakta gecikmiyor. Ya Mary? Küçücük kalbiyle suçluluk duygusunu yaşayan Mary, annesinin hayalini görüyor sürekli. Rüyalarında da annesi var hep. Bu film belki de küçük bir kızın suçluluk duygusu üzerine. Büyüme çağındaki Kelly de, bu Akdeniz şehrinde aşkı da tadıyor ve cinselliğini de yaşıyor. Film, sıradan ve günlük hayatı yansıtıyor sadece. Hayatın kendisini. Kültürler, diller ve ülkeler, şehirler farklı olsa da insan insandır çünkü. Filmi seyrederken hayatın belgeseline tanık oluyormuşsunuz duygusunu yaşıyorsunuz hep. Filmdeki tüm oyunculuk performansları da göz dolduruyor. Baba Joe’ya hayat veren Colin Firth’ü, Peter Webber’in 2003 yapımı “Girl with a Pearl Earring – İnci Küpeli Kız” filmindeki ressam Vermeer karakteriyle de anımsanabilir belki. Winterbottom, görsel dünyası ve sinematografik anlatımı çok zengin bir yönetmen.

    Bu filmin senaryo yazarlarından yönetmen Laurence Coriat, Winterbottom’la daha önce 1999 yılında “Wonderland – Harikalar Diyarı” filminde de çalışmıştı. “Cenova” filminin 1979 doğumlu Danimarkalı kameramanı Marcel Zyskind de, Winterbottom’ın son dönemlerde çektiği birçok filmin gözleri oldu. Zyskind, Winterbottom’ın 2003 yapımı “Code 46” filminin iki kameramanından biriydi ve işbirlikleri bu filmle başladı. Zyskind, 2004 yapımı “9 Songs – 9 Şarkı”, 2005 yapımı “Tristram Shandy: A Cock and Bull Story – Uyduruk Bir Öykü”, 2006 yapımı “The Road to Guantanamo – Guantanamo Yolu”, 2007 yapımı “A Mighty Heart – Güçlü Bir Yürek” filmlerinde de Winterbottom’ın kameramanlığını yaptı. Zyskind, senaryo yazarları Frank Cottrell Boyce ve Laurence Coriat gibi sinema yoldaşlarından biri şimdi Winterbottom’ın.

    Cenova (Genova)
    Yönetmen: Michael Winterbottom
    Senaryo: Laurence Coriat-Michael Winterbottom
    Müzik: Melissa Parmenter
    Görüntü: Marcel Zyskind
    Oyuncular: Colin Firth (Joe), Perla Haney-Jardine (Mary), Willa Holland (Kelly), Catherine Keener (Barbara), Hope Davis (Marianne)
    Yapım: Film4-Revolution Films (2008)

    (04 Mayıs 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Prensesin Uykusu

    Çağan Irmak’ın yönettiği ve Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak, Genco Erkal ile Alican Yücesoy’un oynadığı Prensesin Uykusu, 19 Kasım 2010′da Cine Film dağıtımıyla Most Production – Imaj tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir kütüphanede memur olarak çalışan Aziz, kendi küçük dünyasında sakin ve huzurlu bir hayat sürdürmektedir. Bir gün, Seçil ve 10 yaşındaki kızı Gizem, Aziz’in oturduğu apartmana taşınır. Aziz’in yeni komşularıyla renklenen hayatı, küçük kızın daldığı uzun uykuyla gölgelenir. Gizem’in daldığı uyku sebebiyle bu insanlar birlik olup, kaderi değiştirmeye çalışırlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri, diğer basın bültenleri ve haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Prensesin Uykusu yazısına devam et