Komedi Sanatçılarına Neler Oluyor?

Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer, Şahan Gökbakar ve Şafak Sezer. Birbirinden yetenekli 5 sanatçı. Çevirdikleri filmleri milyonlar izliyor ve adeta sinema sektörünü tek başlarına sırtlıyorlar. Ancak, bu başarılarına rağmen, gazete, dergi sayfalarında ve TV magazin programlarında gözükmedikleri bir gün yok neredeyse.

Tartışma aslında basit. Kim daha komik, kim daha çok seviliyor, kimin daha çok seyircisi var, kim daha çok kazanıyor…

Memleket olarak kamplaşmaya, fanatikleşmeye, ve sevdiğimiz için ölmeye çok meraklıyızdır. Takım tutar gibi komedyen tutuyoruz. Cem Yılmaz’cılar, Şahan Gökbakar’cılar, Şafak Sezer’ciler… Birini komik bulan nedense diğerini komik bulmuyor, hatta nefret bile edebiliyorlar.

Her birinin ilk zamanlarını hatırlayınız. Son derece mütevazi, masum ve sempatik olarak karşımıza çıktılar. Ata Demirer’i Savaş Ay’ın programında görmüştüm kısa bir parodi yapmıştı. Şafak Sezer, İner misin Çıkar mısın programında idi. Cem Yılmaz Leman’da 3 – 5 kişiye gösteri yapardı. Şahan Gökbakar, Zıbın isminde bir program hazırladı ve bu program 2004 yılbaşı gecesi TV8′de yayınlandı. Yılmaz Erdoğan ise Olacak O Kadar’ın gizli senaristi idi.

Ancak zaman geçtikçe değişim başlıyor. Sevgililer birbirini kovalıyor, para oluk gibi akıyor, evler, araba koleksiyonları, reklâm, dizi ve TV show’lar peşi sıra geliyor. Sonra dağın zirvesine oturuyorlar ve daha gidecek yer olmayınca bulundukları yerin keyfini çıkarıyorlar. Ancak başka bir komedyen piyasaya girdiğinde ise telâşa kapılıyorlar ve magazin gazetelerinin tuzağına düşüp yerli yersiz beyanat vermeye başlıyorlar.

Arkadaşların her sene film çevirmeleri ve sektörü sırtlamaları son derece olumlu bir gelişmedir. Ancak eleştirmemiz gereken, kimin daha komik olup olmadığı değil, kimin daha çok değişip değişmediğidir. Her ne kadar birbirlerine sevimli gözükmek isteseler de, verdikleri alaycı beyanatlar sadece magazin sektörünün işine yaramaktadır.

“Başarılı olup değişime kolayca ayak uydurabilirsiniz, ama esas olan değişmeden başarıya ulaşmaktır. Esas olan, sahip olmadığın duyguların esiri olmamaktır.”

Yani ilk çıktığın günki gibi mütevazi kalabilmektir.

(22 Şubat 2010)

Erhan IŞIK

erhan@yesilcam.gen.tr
www.yesilcam.gen.tr

Recep İvedik 3’ten İlk 3 Gün Rekoru

Recep İvedik 3 filmi, ilk 3 günde 1.153.071 seyirci, 10.492.946,00.- TL hasılat ile Türkiye açılış hasılat rekorunu kırdı. 12 Şubat Cuma günü Özen Film dağıtımıyla Aksoy Film – Özen Film tarafından vizyona çıkarılan filmin başrollerinde Şahan Gökbakar ile Zeynep Çamcı’nın oynuyor. Filmin konusu şöyle: Babaannesinin ölümünden sonra Recep depresyon belirtileri göstermektedir. Bu hali sürerken hayatına uzak akrabası Zeynep girer. Zeynep, İstanbul’da üniversiteye gideceğinden bir süre Recep’in evinde yaşayacaktır. İkisi beraber koşu, karate yaparlar, tiyatroya giderler. Ancak Recep’in sıkıntısı geçmez. Ta ki Zeynep bir gün ona hiç yaşamadığı bir şey yapıncaya kadar.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Vampir Olan Rahip

    Kan Arzusu (Bakjwi – Thirst)
    Yönetmen: Park Chan-wook
    Senaryo: Park Chan-wook-Jeong Seo-gyeong
    Müzik: Cho Young-ook
    Kurgu: Kim Jae-beom-Kim Sang-bum
    Görüntü: Chung Chung-hoon
    Oyuncular: Song Kang-ho (Rahip Sang-hyeon), Kim Ok-bin (Tae-ju), Kim Hae-sook (Bayan Ra), Shin Ha-kyun (Kang-woo), Park In-hwan (Rahip Noh)
    Yapım: CJ Entertainment-Focus-Universal (2009)

    Bizde daha çok “İhtiyar Delikanlı” filmiyle bilinen Güney Kore sinemasının önemli yönetmenlerinden Park Chan-wook’un filmlerinde intikam duygusu daima başrole çıkıyor. “Bakjwi – Kan Arzusu”nda da öyle.

    Sinemaseverlerin 2003 yapımı “Oldboy – İhtiyar Delikanlı” filmiyle bildikleri Güney Kore sinemasının önemli yönetmenlerinden Park Chan-wook’un 2009’da 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan “Bakjwi – Kan Arzusu”, bir aşkın, ihtirasın ve intikamın filmi. Belki ilginç olabilir, filmde Güney Koreli Katolik rahipler var. Misyonerlik belki de Güney Kore’de dini yönden etkilidir. Lee Chang-dong’un 2008’de 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen 2007 yapımı “Milyang – Güneşli Kent” filminde de Hıristiyan Güney Koreliler öndeydi. O filmin de başrolünde bu “Kan Arzusu”nda genç rahibi canlandıran Song Kang-ho vardı. 1967 doğumlu Song Kang-ho, belki de yüzüne en aşina olduğumuz Güney Koreli oyunculardan biri. Yönetmen Park Chan-wook’un da gözdesi olan Song Kang-ho, son dönemlerde hem sinemalarda hem de Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde oynadığı filmlerle sinemaseverlere buluştu. Bu film, Émile Zola’nın 1867’de yayımlanan natüralizm başyapıtı “Thérèse Raquin” romanından serbest bir uyarlama gibi. Zola’nın bu oyununu bilenler, Tea-ju’yu Thérèse Raquin karakteriyle buluşturabilirler belki. Filmdeki ve oyundaki hikâyeler de bir yerlerde buluşuyor. Roman, Oda Yayınları’ndan 2003’te Selin Ceyhan çevirisiyle yayımlanmıştı. Zola’nın “Thérèse Raquin” romanı 1873 yılında tiyatro sahnesine de taşınmış. “Thérèse Raquin”, aynı adla İtalyan yönetmen Nino Martoglio (1870-1921) tarafından 1915’te ilk defa sessiz film olarak sinemaya uyarlanmıştı. “Thérèse Raquin”, yine aynı adla 1953’te Fransız büyük usta Marcel Carné tarafından siyah-beyaz çekildi ve başrolde de büyük oyuncu Simone Signoret vardı.

    Aşk, ihtiras, intikam…

    Yönetmen Park Chan-wook’un sinemaskop çektiği “Kan Arzusu”, bir hastanede açılıyor. Hastanede bulunan genç rahip Sang-hyeon, hastaların ölmesinden üzüntü duyuyor. Hastanedeki yaşlı, kör ve tekerlekli sandalyedeki rahip Noh, Sang-hyeon’u bir laboratuvara gönderir. Laboratuvardaki Immanuel ona bir şeyler enjekte eder ve Sang-hyeon’un vücudunda tuhaf değişimler olur. Gündüzleri dışarı çıkamaz. İçinde karşı konulamaz bir kan içme duygusu doğar. Sang-hyeon bir vampir olur. Bir yetim olan rahip Sang-hyeon, çocukluğunda tanıdığı aileyle de sıkça görüşmeye başlar. Her şey sıradan akıp giderken, çocukluğundan tanıdığı, şimdiyse kanserli Kang-woo’yla evli güzel ve gizemli Tae-ju’yla aralarında birdenbire bir şeyler başlar ve her şey ipinden boşalır. Tea-ju, gerçek anlamda gizemli. İnsan onun güzelliğinden ve şehvetli görüntüsünden hemen etkilenebiliyor. Sırlarını hemen dışarı çıkartmayan Tea-ju, bir Katolik rahip olan Sang-hyeon’u kendine çekiyor ve baştan çıkartıyor. Filmin derinliğinde Tea-ju’nun da evli olmasına rağmen bir bakire olduğunu fark ediyorsunuz. Sang-hyeon da hayatı boyunca bir kadına dokunmamış hiç. Katolik rahipler ve rahibelere cinselliğini yaşamak yasak çünkü. İntikam ateşiyle yanan filmin “femme fatale”ı ihtiraslı Tea-ju’nun sunduğu aşkı yaşadığını sanan Sang-hyeon, giderek bir trajedinin içine sürükleniyor. Cinayet işliyor ve vicdan azabını tadıyor sonra. Erotik, karanlık atmosferli ve tutkulu bu Park Chan-wook filmi, tam anlamıyla şiddetin filmi. Sang-hyeon, vampire dönüştükten sonra sürekli gece atmosferinde geçen filmde kanlar neredeyse bu filmde perdeyi kırmızıya boyuyor. Filmin final bölümünün de çarpıcı olduğunu belirtmeli. Deniz kenarında güneş doğuşuyla vampirler kül olurken, seyirci de kasvet atmosferinden dışarı çıkabiliyordu bu son sahnede. Yönetmen çoğu yerde dingin bir kamera kullansa da yer yer çarpıcı kamera hareketleri ve kurgusu da kullanmış yönetmen. Bir suç filmine dönüşen “Kan Arzusu”nda kararma – açılma tekniği de sıkça kullanılmış. Fonda duyulan müzikler de zaman zaman bazı sahnelerde etkileyici. Mekânlar, öncelikle Bayan Ra’nın evi ve butik dükkânı estetik yönden filme de çok şey katıyor. 1963 doğumlu Park Chan-wook, sinemada “intikam üçlemesi”yle tanınıyor. “İntikam üçlemesi”nden 2002’de “Boksuneun Naui Geot – Haklı İntikam”, 2003’te “Oldboy – İhtiyar Delikanlı” ve 2005’te “Chinjeolhan Geumjassi – Ölüm Meleği”nde derin bir intikam duygusu vardı. “Sam Gang Yi – Üç… Sıradışı” adıyla üç yönetmenin bir araya gelip çektikleri adı gibi sıradışı filmde Park Chan-wook kendi bölümünde yine intikam duygusunu şiddetle yansıtmıştı.

    (21 Şubat 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Yaban Çilekleri

    Önce Bilgi Kitapevi’ni keşfettim, sonra Bilgi Yayınları’nı… Her zaman yaptığım gibi Sakarya Caddesi’ne girip kitapevinin önüne gittiğimde griye kesmiş bir vitrin duruyordu önümde. Tüm vitrin tek bir kitapla, ama bir çok kitapla, soldan sağa, yukarıdan aşağıya dizilmiş kitap(lar)la dolu idi. Ingmar Bergman’ın yazıp yönettiği Smultronstallet’in, Tezer Sümer’in çevirisiyle adı Yaban Çilekleri olan kitap ile.

    Yıl 1965. Bilgi Kitapevi, yayınlarına da başlıyor ve ilk kitabını yayınlıyordu, bu bir senaryo idi. Bilgi Yayınevi, sonradan üçü daha Bergman’a ait olmak üzere bir çok senaryo yayınladı ve daha çeşitli konularda pek çok kitap.

    Pazar günü gazetelerde bir haber: Bilgi Kitapevi’nin kurucusu Ahmet Tevfik Küflü’nün ölüm haberi. Bir yayınevi, 45 yılı geride bırakmış, 45 yıl önce yayıncılığına başlarken bir senaryo ile başlıyor. Doğal olarak yayınlanan ilk senaryo değil, ama bir yayınevinin alanına giriş yaptığı bir kitap, neden ünlü bir roman, adı dillerde gezen bir yazarın kitabı değil, filmi ülkemizde (ticari sinemalarda) gösterilmemiş bile… Sonra daha bir çok sinema kitabı daha, senaryolar, senaryolar, bir Bazin, bir Pudovkin temel eğitim kitapları, sinemanın a.sı, b.si, c.si… Zaman içinde değişik kanallarda gelişen, yayılan bir alanın, başlangıcı da olan bir grubun, alana ilk adımı… Kitaplık köşelerinde de kalsa, açmış bu yaban çilekleri her zaman, bir takım kişilere heyecan verecektir.

    Güle güle sayın yaban çileği…

    (21 Şubat 2010)

    Orhan Ünser

    Son İstasyon’un Afişi Hazırlandı

    Oğulcan Kırca’nın yönettiği ve Levent Kırca, Başak Daşman, Korel Cezayirli ile Suna Selen oynadığı Son İstasyon’un afişi hazırlandı.
    26 Şubat 2010′da Pinema Film tarafından vizyona çıkarılacak olan filmin konusu şöyle: Ruhi taşrada küçük bir istasyonda emekliliğine gün sayan bir memurdur. En büyük hayali, emekli ikramiyesiyle bir ev alıp hayatının son demlerini huzurlu bir şekilde geçirmektir. Fakat kızı Esra ve küçük oğlu Önder’in daha iyi yaşamak gibi hayalleri vardır. Onların bu hayalleri bütün aileyi bir anda İstanbul’a sürükler. Ruhi’nin eşi ve annesiyle birlikte İstanbul’a gelmesiyle gelişen olaylar kontroldan çıkar.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Son İstasyon’un Afişi Hazırlandı yazısına devam et
  • Murat Saraçoğlu ve Levent Tülek, Taksim – Sahne’de

    Sine-Sen’in katkılarıyla Taksim-Sahne’de düzenlenen Sinema Günleri sürüyor. Taksim-Sahne Derviş Zaim’in ardından bu hafta da O… Çocukları, 120 ve Deli Deli Olma filmleri ile tanınan yönetmen Murat Saraçoğlu ve oyuncu Levent Tülek’i ağırlayacak.
    14 Şubat 2010, Pazar günü saat 17:30’da başlayacak olan Deli Deli Olma filminin ardından saat 19:00’da Murat Saraçoğlu ve Levent Tülek seyircilerle söyleşecek.
    Adres: Attila İlhan Kültür Merkezi (Taksim – Sahne), Meşrutiyet Cad, No: 3, Kat: 2, (Galatasaray Lisesi karşısı), Galatasaray, Beyoğlu.

  • Sine-Sen Web Sitesi
  • Alman Kültür Merkezi, Mart Ayı Programı Açıklandı

    Alman Kültür Merkezi, 05 – 12 Mart 2010 tarihleri arasında 1910’lu yılların Alman sinemasının en ünlü yönetmeni Ernst Lubitsch’in filmlerini; 15 – 21 Mart 2010 tarihleri arasında ise Hans Christian Schmid’in filmlerini gösteriyor.
    Hans Christian Schmid filmleri ayrıca 09 – 19 Mart 2010 tarihleri arasında Mithat Alam Film Merkezi’nde de gösterilecek.
    Hans Christian Schmid 19 Mart 2010 saat 18:00’de Mithat Alam Film Merkezi’nde Alin Taşçıyan ile, 20 Mart 2010 saat 21:00’de ise Alman Kültür Merkezi’nde Engin Ertan ile söyleşecek.

  • Basın Bülteni
  • Diğer basın bültenleri ve fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alman Kültür Merkezi, Mart Ayı Programı Açıklandı yazısına devam et
  • Jenny’ye Hayat Dersleri

    Aşk Dersi (An Education)
    Yönetmen: Lone Schefrig
    Eser: Lynn Barber
    Senaryo: Nick Homby
    Müzik: Paul Englshby
    Görüntü: John de Borman
    Oyuncular: Carey Mulligan (Jenny), Peter Sarsgaard (David), Alfred Molina (Jack), Dominic Cooper (Danny), Rosamund Pike (Helen), Matthew Beard (Graham), Emma Thompson (Bayan Walters), Cara Seymour (Marjorie)
    Yapım: BBC Films (2009)

    Lynn Barber’in kendi biyografisinden uyarlanan “Aşk Dersi”, gerçekten derslerle dolu. Jenny, kendinden epey büyük ve sırlarla yüklü David’le mutlu olabilir mi? David’in sırlarını öğrenmeye başlayan Jenny, gerçek hayatı da keşfetmeye başlıyor yavaş yavaş. Bu film üç dalda Oscar adayı da oldu.

    Bu yapıt gazeteci Lynn Barber’in anılarından yola çıkılarak çekilmiş ve bir genç kızın hayatı keşfedişi üzerine bir film. Hikâye, 1961 yılında Londra’da başlıyor. Sanata yatkın ve çello çalan lise son sınıf öğrencisi on altı yaşındaki Jenny, orta sınıf babasının Oxford Üniversitesi’nde kariyerli bir eğitim yapmasını istese de o, gençliğinin verdiği kavak yelleriyle aşkı, insanları ve hayatı keşfediyor kısacık bir sürede. Hayat, babasının korunağındaki gibi değil. Karşısına otuzlu yaşlarına yaklaşmış David çıkıyor Jenny’nin. Yağmurlu bir günde, durakta dalgınca beklerken birden yanında David durur arabasıyla. Yahudi David, Jenny’yi hemen cezbediyor. David, kızın kalbine giden yolu hemen fark ediyor. Jenny’yi arkadaşları Danny ve sevgilisi Helen’le tanıştırıyor önce David. Sonra da bu bohem hayat Londra’nın sanat mekânlarında sürüyor. Bir rüyanın içine düştüğünü sanan Jenny, rüyalarını hemencecik gerçekleştiren David’e tutuluyor. Rüyalarının şehri Paris’te bakireliğini David’e sunuyor. Artık on yedi yaşında olan Jenny, okulla da sorunları başlıyor. Büyücü David, Jenny’nin babası Jack ve annesi Marjorie’yi de hemen büyülüyor. Her şey mutlu mesut giderken, arabanın torpido gözünde mektuplar buluyor genç Jenny ve hayatın derinliğinde ayakları yere basıyor.

    Hayat ve hayal…

    Evet, Jenny sanki Lolita gibi. Ama, o çelloya, caza, Fransızcaya ve Paris’e tutkulu. Lüks arabası olan, bohem yaşayan David sihirli değnek değmiş gibi her şeyi Jenny’nin önüne seriyor. En sevdiği Fransız şarkıcı Juliette Gréco’nun “chanson”larını söylediği Paris’te sanatın tam ortasına düşüyor Jenny. Filmler, müzikler ve büyülü Paris. Sonra yine Londra. Kendisine evlenme teklifi yapan David’in sırlarını öğrenen genç Jenny, yanlış karar verdiği her şeyden dönüyor ve babasının kendisi için plânladığı hayatın içine dalıyor. Ama, yine de hiçbir şey eskisi gibi değil. Sinemaskop çekilmiş bu filmin görüntüleri de iyi. Yönetmen, iç ve dış mekânları yeterince kullanmış filminde. Danimarkalı kadın yönetmen Lone Scherfig 2000 yapımı “Italiensk for Begyndere-Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca” ve “Wilbur Begår Selvmord-Wilbur Ölmek İstiyor” filmleriyle biliniyor. David’i oynayan 1971 doğumlu Amerikalı oyuncu Peter Sarsgaard’ı 2009 yapımı “Orphan – Evdeki Düşman” filminden hatırlayabilirsiniz. Jenny’yi oynayan Carey Mulligan, 1985 yılında Londra’da doğdu ve bu film de ilk başrolü. Lone Schefrig’in “Aşk Dersi”, Akademi’nin 82. ödüllerinde “en iyi” olarak film, senaryo ve kadın oyuncu (Carey Mulligan) dallarında Oscar’a da aday oldu, belirtelim.

    (20 Şubat 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    2. El Kısa Film Festivali’nin 1. El Jürisi Belli Oldu

    27 Şubat – 07 Mart 2010 tarihleri arasında Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 4.sü düzenlenecek olan ve uluslararası platforma taşınan 2. El Kısa Film Festivali’nin 1. El Jürisi belli oldu. Jüri, şu isimlerden oluşuyor: Ali Murat Güven (Sinema Yazarı ve Tarihçisi), Bülent Özkam (Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi), Derviş Zaim (Yönetmen), Ebru Ceylan (Kısa Film Yönetmeni, Oyuncu), Feride Aksu Tanık (Kısa Film Yönetmeni), Janset (Oyuncu), Kenan Görgün (Senarist, Belçika), Nilüfer Açıkalın (Oyuncu), Selim Demirdelen (Yönetmen, Müzisyen).

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Efsane Fotoğrafçı Ara Güler Fotoğraf Sergisiyle Nürnberg’de

    Türkiye / Almanya Film Festivali 15. yıl kutlamalarında İstanbul üzerine özel bir program ayırdı. Festival, bir dizi etkinliklerin hazırlandığı İstanbul programını Ara Güler’in İstanbul’u adlı fotoğraf sergisi festival açılmadan başlatacak. 27 Şubat – 28 Mart tarihleri arasında toplam bir ay açık kalacak sergi Ara Güler’in 40’tan fazla siyah beyaz fotoğraflarını içeriyor. 04 Mart tarihinde bu yıl perdelerini 15. kez açacak olan Türkiye / Almanya Film Festivali, her iki ülkenin kültürlerini ve insanlarını buluşturan, uluslararası boyutta ilgi gören önemli kültürel etkinlikler arasında yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Ara Güler fotoğrafları için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Gülmekten Filmi Çekemiyorlardı, “Eyyvah Eyvah” 26 Şubat’ta Vizyonda

    Demet Akbağ ve Ata Demirer, beyazperdede seyirciyle buluşmak için gün sayıyor. BKM Film yapımı Eyyvah Eyvah, 26 Şubat’ta vizyonda olacak. İki ünlü oyuncuyu biraraya senaryo, okuma provalarından başlayarak tüm ekibi gülme krizlerine soktu. Ata Demirer, Demet Akbağ ile karakterleri Hüseyin ve Firuzan’ın arkadaşlığını kıskandıklarını söylüyor: “Artık şakasını yapıyoruz, şizofrenik bir durum oldu Hüseyin ve Firuzan o kadar iyi arkadaş oldular ki biz kıskandık. Gerçekten bizi bile inandırdılar. Çok seviyorsun onları bir aradayken. Sanki Ertem Eğilmez filmlerindeki dostluğun tadına yaklaştık. Ama elbette takdir seyircinin.”

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Geçmişin Gölgesinde

    Sadi Bey’in Twitter Günlükleri 2

    Şahan Gökbakar yaşam felsefesini açıklıyor: “Sular yükselirken balıklar karıncaları yer, sular alçalırken karıncalar balıkları…” vs. vs.

    Bu onun yaşam felsefesi idiyse çok önceden açıklamalıydı. Aynı günlerde o felsefe internette dolanıp duruyordu zaten. Netekim ofsaytta kaldı.

    “Yoksa” diyor, “Başbakan İmam Hatip mezunu, onun için mi bu karar alındı?” ve ekliyor: “Eğer böyle ise, bu kabûl edilemez bir karardır.”

    Ohhh, kendin pişir, kendin ye. Uzmanların kararını kafana göre yorumla. Ondan sonra kendi yorumuna göre karşı tarafı suçla. Ne alâ memleket.

    “Sevgililer Günü”nün adını “Çiçek Katliamı Günü” yaptım. Her sokak başında çiçekçi kadınlar… Yetmemiş eline bir demet gül alan tuttuğunu…

    …kazıklama peşinde. Atalarımız “çiçek dalında güzeldir” diye ne güzel söylemiş. İllâ alacaksanız saksıda alın da bir müddet daha yaşasınlar.

    Hıncal Uluç, 10 Şubat tarihli yazısında “Romantik Komedi”nin yönetmeni Ketche’nin kim olduğu konusunda -bu sefer- magazincilere giydirmiş.

    Kimdir bu adam, gerçek adı nedir, kimse sorup soruşturmamışmış. Oysa Atilla Dorsay aynı günlerde Ketche’nin gerçek adını açıklamıştı.

    Ve üstad Hıncal Uluç bahse konu yazısında başkalarına “Hook” (Robin Williams’ın bir filmidir) atarken kendi hatasını da belgelemiş:

    “Romantik Komedi’nin yapımcıları Mahsun Kırmızıgül ve Murat Varol’u yürekten kutluyorum” demiş. Oysaki filmin yapımcısı Murat Tokat. Arzederim.

    Mustafa Sarıgül’den Şişli Camii’nin bahçesinin halka açılmasını sağlamasını rica ediyoruz. Şişli’nin merkezinde doğru dürüst park yoktur.

    Şişli Camii’nin meydana bakan bahçesi ise yıllardar duvarlar ardında, kapısı kilitli durur. Lojman bahçesi olarak mı kullanılıyor, nedir?

    Sultanahmet, Eyüp, Şehzadebaşı, vd. cami bahçelerinin her köşesi vatandaşın huzur bulmasına vesile olur. Şişli Camii’nin ne ayrıcalığı var?

    Filmlerin box office rakamları açıklanırken şu “tüm zamanların rekoru” ve “ilk 3 gün açılış rekoru” gibi lâfları kullanmasak diyorum.

    Çünkü doğru değil. Neden derseniz, ülkemizde box office rakamları 1989 yılından bu yana tutuluyor, öncesi meçhûl.

    Ayrıca 1989 yılından önce “İlk 3 gün” diye bir kavram yoktu. Çünkü filmler genellikle Pazartesi günleri vizyona çıkardı.

    Bazı yerli filmler -haftada 2 yeni film çıktığında- ise sineması az olan bölgelerde Pazartesi, Perşembe günleri gösterime girerdi.

    Hani rakamlar tutulsaydı, Türkiye’de tüm zamanların izlenme rekoru ya Hüseyin Peyda’nın başrolünü oynadığı “Mezarımı Taştan Oyun” filminde…

    Veya Ertem Eğilmez’in yönettiği ilk “Hababam Sınıfı” filminde olurdu. İlk “Hababam Sınıfı”nı iddia ediyorum 15 milyon kişi izlemiştir.

    Çünkü o zamanlarda TV yoktu, sinemaya gidenler çoktu. Ayrıca Türkiye’nin nüfusu 50 – 60 milyon civarındaydı. 4 kişiden biri filmi izlemiştir.

    “Mezarımı Taştan Oyun”u ise belki memleket nüfusunun yarısı izlemiştir.

    Yabancı filmlerde ise hasılat rekoru herhalde Raj Kapoor’un oynadığı “Avare”dedir. Adamın oynadığı filmin şarkısı yıllarca dilden düşmemiş.

    Sanırım 1940’larda gösterime girmiş. Aylarca, haftalarca gösterilmiş. Yetmemiş yıllar sonra tekrar tekrar vizyona çıkarılmış.

    1965’lerde Kırklareli’nde dereboyundaki bir yazlık sinemada “Avare”nin 2 ay boyunca gösterildiğini söylerlerdi. Onu bırak Sadi Bey “Avare”yi…

    …1975’lerde Yenikapı’da şu anda metro kazılarının yapıldığı ve yeni bir tarihin ortaya çıkarıldığı alanda bulunan yazlık sinemada seyretti.

    Şimdi ben nasıl inanayım, Türkiye’de en çok izlenen yabancı filmin “Titanik” veya “Avatar” olduğuna?

    Hani keşke bir yerli film veya bir yabancı film çıksada sinemada birini 20 milyon kişi, diğerini 25 milyon kişi izlese.

    Vallahi Taksim’de zil takıp oynarım. Neticede böyle rekorlar biz sinemaseverlere yeni filmler olarak dönüyor.

    Bir “Babam Oğlum”, bir “Recep İvedik” hasılat patlaması yaptı, 2009’da 69 yerli film izledik. Belki bu yıl 99 yerli film izleyeceğiz.

    (19 Şubat 2010)

    Sadi Çilingir

    En Mutlu Olduğum Yer

    Kağan Erturan’ın yönettiği ve Ezgi Asaroğlu, Nihat Altınkaya, Sivga Erez ile Hakan Vardar’ın oynadığı En Mutlu Olduğum Yer, 09 Nisan 2010’da Warner Bros. dağıtımıyla Filmci – Orion – Grip TR – 1000 Volt – Sinefekt – Melodika tarafından vizyona çıkarıldı.
    Kemal ve Elif yaşları 25’i geçmesine rağmen hayatta ne yapacaklarına karar verememiş genç insanlardır. Yolları İstanbul’un sıcak bir yaz gecesinde düzenlenen bir ofis partisinde kesişir. İkisi de birbirlerinden çok etkilenirler. Elif yıllar önce çocukluğunu geçirdiği sahil köyünde açık denizi ilk kez görüşünü anlatır ve birlikte yola çıkarlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    En Mutlu Olduğum Yer yazısına devam et