Sibel Filmi İçin Islık Dili Öğrendiler

Islık diliyle konuşan 25 yaşındaki Sibel’in bir yabancıyla karşılaşmasının ardından yaşadığı değişimi anlatan Sibel, Giresun’un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy’de çekildi. Bölgede yüzyıllardan beri kullanılan bir iletişim yöntemi olan Islık Dili ya da diğer adıyla Kuş Dili, 2017 yılında Unesco Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne girmiş özel bir dil olarak biliniyor ve Kuşköy’de halen kullanılıyor.

Şampiyon Filminin Oyuncuları, Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’a Konuk Oldu

Sinemaseverlerle YouTube’da buluşan Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’ta, sinemaya dair merak edilenler konuşulmaya devam ediyor. Jokey dünyasının efsane jokeyi Halis Karataş’ın ve büyük aşkı Begüm Atman’ın hikâyesini konu alan Bizim İçin Şampiyon filminin sevilen oyuncuları, programın yeni bölümlerinin konukları oldu. Filmin oyuncularından Ekin Koç, Farah Zeynep Abdullah ve Fikret Kuşkan, filme dair merak edilenleri Deniz Ali Tatar’a anlattı.

Şampiyon Filminin Oyuncuları, Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’a Konuk Oldu yazısına devam et

Kurtlar ve Çakallar

M. Bilgehan Karaca’nın yönettiği ve Tayfun Sav, Özcan Varaylı, Ali Buhara Mete ile Can Beslen’in oynadığı Kurtlar ve Çakallar, 21 Aralık 2018’de Derin Film dağıtımıyla Han Film tarafından vizyona çıkarıldı.
1980 ve sonrasına yaşananları konu alan film, ihtilalin ardından birtakım kişiler tarafından eline silah verilen Ülkücülerin hikâyesini konu alıyor. Politik bir dönem filmi olma iddiasını taşıyan filmin bir tarafında barut kokusuyla hüküm sürmek isteyenlerin, diğer tarafında ise buna karşı koyanların mücadelesini izliyoruz. Filmin merkezinde Mamak Cezaevi’nde aynı hücreyi paylaşan devrimci Yılmaz ile ülkücü Selçuk’un hikâyesi anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Kurtlar ve Çakallar yazısına devam et

Robotlar da Ağlar

Hayatın bir akışı var, kendince… İnsan(lar) o akışa uymaya, ama bir yandan da kendine çevirmeye çalışıyor. Evrim dediğimiz bu olsa gerek.

Son yıllarda hızla gelişen teknolojiyle birlikte yaşanan değişim gerçekten hepimizi geleceği düşünmeye zorluyor. Olmayacak şey değil… George Melies -ama önce Jules Verne- Ay’a Seyahat çekmişti, kimsenin aklının bile ucundan geçmediği zamanlarda. Ay nurdu, ona gidilemezdi… Aradan geçen yıllar, değil Ay’a, diğer gezegenlere bile gidilebileceğini gösterdi. Şimdi benzeri fantezi(!!!)ler sıradan (!) artık. Çocuklar bile o düşleri kuruyor.

İnsan da… yakında!

Her şeyi zorlayan insan; kendisinin de yapay olabileceğini, ona da duygular yükleyebileceğini düşünüyor. Aşkın Algoritması/Zoe bu umudun filmi…

Ash, android robot olduğuna bakmadan, kendisini üreten Zoe’ye âşık olur. Zoe ise birlikte çalıştıkları Cole’ün peşindedir. Anketlerin sonuçlarına göre normal (!!!) insanların partneri olacak android robot üreten Zoe ile Cole, aralarındaki hoşlanmayı göz ardı edemezler. Ama Cole, mutlu olmasa da evlidir.

Robotlar da ağlar

Gelişen teknolojiyle birlikte gelinen aşamada, üretilen robot insanların diğerlerinden ayırt edilebilmesi mümkün bile değildir. Sokakta, işte, evde hatta lokantada bile o robot insanlar artmış olsa da bir küçük (!) eksikleri vardır. Cole, onlara “duygu” yüklemek ister. Tabii ki en büyük destekçisi Zoe’dir.

Bilim kurgu filmlerin büyük çoğunluğu gergin aksiyonlar oluyor. Belki de gerçekçi bir yaklaşımla (bugün, dünyamızın geldiği durum da bu değil mi? Küresel savaş bekleniyor, yereller zaten devam ediyor, üzgünüm) medeniyetin yok ettiği yeni bir dünyada yeni bir yaşam kurma savaşı ele alınıyor. Aşkın Algoritması/Zoe ise alabildiğine duygusal, alabildiğine sakin ve yalın bir yaklaşımla gelecekte karşımıza çıkacak bir başka soruna parmak basıyor.

Aşk yoksa hayat da yok

“Umutsuz yaşanmıyor” diyor şair, sahiden de umutsuz mümkün değil yaşamdan tat almak… Tüm zorluklarına, eksikliklerine, sıkıntılarına rağmen aşkla sarıldığımız bu yaşamın, gelecekte de aynı güç ve düzeyde olacağını düşündürüyor film hepimize.

Bir damla gözyaşı, yaşama sevinci olabiliyor. Sahi, siz hiç kendi gözyaşınızı sevdiniz mi? Aşkın Algoritması/Zoe o mutluluğu tattırabilir.

Aşkın Algoritması/Zoe, yönetmen Drake Doremus, oyuncular Ewan McGregor, Léa Seydoux, Theo James, Christina Aguilera, Rashida Jones, Miranda Otto… 21 Aralık’tan başlayarak gösterimde…

(19 Aralık 2018)

Korkut Akın

[email protected]

Aslı Gibidir (Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu)

Ali Yorgancıoğlu’nun yönettiği ve Aslı İnandık, Toygan Avanoğlu, Ahmet Olgun Sünear ile Tuna Orhan’ın oynadığı Aslı Gibidir, 25 Ocak 2019’da CGV Mars Dağıtım dağıtımıyla Hann Media tarafından vizyona çıkarıldı.
Aslı çocukluğundan beri oyuncu olmak isteyen iyi niyetli bir kızdır. Konservatuvarın oyunculuk bölümünü kazanır. Ailesi bu duruma karşı çıktığından çaresizce para kazanmak için ne yapacağını düşünürken ‘gerçek hayatta sipariş üstüne oyunculuk’ yapan dublörler kulübüyle tanışır ve orada çalışmaya başlar. Her şey yolunda giderken, iş için gönderildiği eğlenceli görevlerden birinde hesapta olmayan bir aşk kapısını çalar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Aslı Gibidir (Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu) yazısına devam et

Creed II: Efsane Yükseliyor

Steven Caple Jr.’un yönettiği ve Michael B. Jordan, Sylvester Stallone, Tessa Thompson ile Phylicia Rashad’ın oynadığı Creed II: Efsane Yükseliyor (Creed II), 11 Ocak 2019’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Adonis, Rocky Balboa’yla çalışmak üzere Philadelphia’ya gelmiş, aşkı ve başarıyı bulmuş, kısa sürede ağır sıklet şampiyonluğu arenasındaki yerini almıştır. Adonis, kendisini zirvede hissetmesi gerekirken, dünyanın kendisine sunduğu kabullenmeyle ilgili şüphelerle boğuşmaktadır. Genç boksör, henüz en iyi dövüşünü ortaya koyup koymadığını, dünya şampiyonluğuna layık olup olmadığını merak etmektedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Tuncer Çetinkaya Yazıyor

Creed II: Efsane Yükseliyor yazısına devam et

Pera Film, Doğumunun 100. Yılında Ingmar Bergman’ı Anıyor: Bergman’a Övgü

Pera Film, 2018 yılını Bergman’a Övgü programı ile kapatıyor. Ünlü yönetmene saygı duruşu niteliği taşıyan program, pek çok eserinin merkezine işlevini yitirmiş aile yapılarını ve kişilerin iletişim kurma yetersizliklerini yerleştiren Bergman’ın kişisel sinema tarihinin dönüm noktaları gösteriliyor. 14 – 29 Aralık tarihleri arasında Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterilecek filmler arasında Sihirbaz, Kriz, Sihirli Flüt, Provadan Sonra, Karin’in Yüzü, Saraband bulunuyor.

Pera Film, Doğumunun 100. Yılında Ingmar Bergman’ı Anıyor: Bergman’a Övgü yazısına devam et

6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri Sahiplerini Buldu

Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM) tarafından düzenlenen 6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri sahiplerini buldu. Ödül töreni, 10 Aralık 2018 Pazartesi günü saat 19:00’da Beyoğlu Atlas Pasajı’nda yapılan kokteylin ardından Beyoğlu Atlas Sineması’nda gerçekleştirildi. Açılış konuşmaları SETEM Başkanı Mehmet Güleryüz ve Etkinlik Direktörü Feza Sınar tarafından yapıldı. Gecenin sunuculuğunu ise oyuncu Janset Paçal üstlendi.

6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri Sahiplerini Buldu yazısına devam et

Araf 2 İçin Geri Sayım Başladı

2006 yılında vizyona giren Biray Dalkıran’ın yazıp yönettiği korku gerilim filmi Araf; 12 yıl aradan sonra geri dönüyor. Etkileyici hikâyesi ile seyirciyi içine çekecek olan Araf 2’in başrollerini Emre Kızılırmak, Cevahir Turan, Kaan Songün, Recep Aktuğ, Şahin Sekman, Fatih Dağıdır ve Reyhan İlhan paylaşıyor. Altın Portakal Film Festivali’ne kabul edilen ve yarışan ilk korku filmi olan Araf filminin devamı olan Araf 2, 04 Ocak’ta vizyona girecek.

Kaybolmuş Bir Dünyanın Şiiri

Bazı filmleri kelimelere dökmek kolay olmuyor. Alfonso Cuarón imzalı ‘Roma’ işte böylesi sıra dışı sanat eserlerinden. Fellini’nin ‘Amarcord’da yaptığı biçimde, izleyiciyi çocukluk yıllarının kaybolmuş büyülü dünyasına taşıyan Meksikalı yönetmenin çabası, kendisiyle hemen hemen aynı yaşlarda olan benim kuşağım için daha da yüklü anlamlar taşıyor.

1970 yılının ikinci yarısında, bizde de ilgiyle takip edilmiş tarihi Dünya Kupası’nın hemen ertesinde başlıyor Cuarón’un öyküsü. Mexico City’nin merkezinde orta sınıftan ailelerin yaşadığı Roma mahallesinde geçiyor hikâyemiz. Aile reisi doktor baba bir iş seyahati ertesinde eve dönmeyince, annesi, anneannesi, kızkardeşi ve iki erkek kardeşiyle birlikte kalıyor ailenin en küçüğü Pepe. Ancak anlatı, çocuklara anneleri kadar özen gösteren ve onlar üzerinde büyük emeği olan Meksika yerlilerinden hizmetçi kız Cleo’nun gözünden ilerliyor. 70’li yılların çalkantılı siyasal ortamında sosyal hiyerarşi ve aile içi huzursuzlukların canlı ve duygusal portresini çizen Cuarón, ta 1991 yapımı ilk uzun metrajı ‘Solo con Tu Pareja’dan beri kafasında olan ‘Roma’yı hayata geçirirken yaklaşık 50 yıl öncesinin kaybolmuş dünyasını yeniden yaratıyor. Filmde anlatılanların yüzde 90’ının özyaşamsal anılarından kaynaklandığını söyleyen sinemacı, yaşadığı evden, oturduğu mahalleden evde kullandıkları eşyalara kadar her bir detayı özenle koruduğunu ifade ediyor.

‘Roma’nın kendisini yetiştiren kadınlara bir aşk mektubu olduğunun altını çiziyor sinemacı. Senaryoyu oluştururken ailenin bir ferdi haline gelmiş Cleo’nun anlattıklarından büyük ölçüde yararlanmış. Renkli çektiği filminin siyah beyaz olarak basılmasını özellikle istemiş. Kaybolmuş bir dünyadan sahneler aktarırken uzun planlar kullanmış. Yakın çekimlere çok az yer vermiş.

İzleyeni büyüleyen şiirsel bir dinginliğin hakim olduğu ‘Roma’nın bizim kuşak için ifade ettiklerine gelince. 70’lerin Mexico City’si aynı yılların İstanbul’u ile ne kadar da benzerlikler içeriyor. Sosyal ve siyasi kaynama, sokak protestoları, Cleo’nun serseri sevgilisi Fermin benzeri işsiz güçsüz uzak doğu sporlarına hevesli varoş gençlerinin sopayla silahla yürüyüş yapan öğrencilerin üzerine salınması bizim kuşağa yaşadığımız acı yılları hatırlatıyor. O yıllardan kalan güzel şeyler de akıyor perdeden. Cleo ile sevgilisi, bizdeki benzerleri çoktan yok edilmiş büyük ve görkemli sinema salonlarından birinde bir Louis de Funès filmi (Şahane Oyun / La Grande Vadrouille) izliyor. Aynı filmi aynı yıllarda şimdilerde Opera binası olarak hizmet veren Süreyya Sineması’nda izlediğimi hatırlıyorum, duygulanıyorum.

Yanlış anlaşılmasın, duyguları sömüren bir film değil bu. Tüm güzellikleri ve çirkinlikleri ile artık geride kalmış bir çağın şiiri ‘Roma’. Daimi çalışma arkadaşı Emmanuel Lubezki işlerinin yoğunluğu nedeniyle projeye katılamayınca görüntü yönetmenliğini bizzat üstlenmiş ve müthiş bir iş çıkarmış Cuarón. Hizmetçi Cleo’ya hayat veren ve ilk kez perdede gözüken Yalitza Aparicio da öyle.

Dingin bir ön jenerikle açılıyor film. Kamera, ailenin oturduğu evin avlusuna çıkan yol üzerindeki karolara sabit kalıyor uzunca bir süre. Cleo’nun temizlik vaktidir. Elindeki hortumdan çıkan suyun sesini duyuyoruz ekran/perde dışından. Deterjanlı suyla yıkanıyor karolar. Tepedeki pencereden sızan ışığın aydınlattığı su birikintisinin üzerinde belli belirsiz bir uçak silueti beliriyor. Cuarón’un filmin ilerleyen bölümlerinde birkaç kez daha göstereceği gökyüzünde süzülen bu uçaklar, modern teknolojinin hayatları ve yaşam biçimlerini kaçınılmaz bir biçimde dönüştüreceğinin habercisidir sanki. Hayat akıp gidiyor. Çocuklar büyüyor, yaşlanıyor. Dünya değişiyor. Gıptayla, özlemle biraz da gizli bir kıskançlık duygusuyla izledim ‘Roma’yı.

(17 Aralık 2018)

Ferhan Baran

[email protected]

Sinemamız 104 yaşında… Biz Sınıfta Kaldık

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü himayelerinde SE-SAM olarak sinemamızın 104. yılında, “Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar” isimli ödül töreninde sınıfta kaldık.

Geleceğin sanatı…

Sinema, bütün diğer dallarını da içerdiğinden, sadece “yedinci sanat” olarak kalmaz, bir adım daha öne çıkar. Onun için de hep göz önündedir, hep dikkat çeker, hep eleştirilir, hep gıpta ile bakılır, hep arzulanır, hep ulaşılmazdır. Diğer bütün sanat dallarından farklı olarak herkes kendini sinemacı olarak kabul eder, hem de iyi sinemacı. Nedenini, niyesini düşünmez, sorup sorgulamaz (hele de başını sonunu bilmedikleri halde) öyle değil de böyle yapılması gerektiğini iddia ederler. Çoğunlukla da ikna edemezsiniz.

Böylesi bir sanatın içinde bulunanların, böylesi bir alanda çalışanların kendilerini farklı görmesi kaçınılmazdır. Ama sorumlulukları da büyüktür ve o sorumluluğu yerine getirmeleri gerekir.

104 yaşında dinç ve genç!

Sinemamız, tartışmalı da olsa, 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın “Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmi ile başlıyor. Kimsenin o filmi görmemesi bir yana, daha öncelerdeki filmcileri -Ermeni veya Rum diye- saymamak kötü, gerçekten kötü… Yine de az buz şey değil 104 yıl. Herkesin merak, hayranlık, aşkla izlediği filmler belirleyici… Kuşkusuz “mutlu son” hepimizi hayatın karmaşasından çıkarıp düşler dünyasına götürdü yıllarca. Çok insan emek verdi, çok insan yazdı, çekti, görüntüledi, montajladı, seslendirdi, izletti… Hepsinin emeği asla ödenmez, ödenemez.

SE-SAM, 12 Eylül’den sonra kesintiye uğrayan örgütlü mücadelenin ilk gücü olarak kuruldu. 32 yıl olmuş… Önemli, daha da önemlisi belirleyici bir süre. Kuruluşundan günümüze emeği geçenlere teşekkürler binlerle…

Olmaz ki… böyle de yapılmaz ki!

Bu yılki SE-SAM ödül töreni Emek Sineması’nda yapıldı. Yıkılmaması için çok mücadele verildi, çok çaba harcandı… kuşkusuz imitasyonu aslının yerini tutmaz, tutamaz. Ama madem açıldı, madem film gösterimleri yapılıyor, ödül törenlerine sahne oluyor, artık kin gütmeyi bırakıp o “güzelim salon”u hayata geçirmeliyiz.

Sunucu: “Doğum günü pastası”

Sahneye dersine çalışmamış, kimlerle karşılaşacaklarını bilmeyen, neler yapmaları gerektiğine karar verememiş (ne yazık ki, SE-SAM İkinci Başkanı imiş) iki kişi sunuyordu etkinliği…

İçim ezildi… acıdım sinemamızın düştüğü duruma… Büyük olasılıkla hem Büyükşehir Belediyesi hem Beyoğlu Belediyesi ile ilişkide oldukları için (belki de organizasyonu da onlar üstlenmişti, iyi de para kazanmak için) Nur ve Hakan Türkşen’i izledik üzülerek. Nur Türkşen’in üç katlı pastaya benzeyen, ama hiç mi hiç yakışmamış, göreni şaşırtan giysisi dışında bir şey söylemek istemiyorum. Anlaşılmıştır herhalde…

Unutursanız unutulursunuz…

Kısa bir sinema tarihi gösterisiyle açıldı perde. Bu mudur sinemacıların kendilerini anlatmaları? Bunu mu layık görüyor sinemacılar kendilerine? 104 yaşındaki sinemamız, 32 yaşındaki SE-SAM herhalde, başlarını yere eğmiş, ağlıyordur. Kimse teknoloji harikası bir film beklemiyordu… ama arka arkaya eklenmiş birkaç film görseliyle -ki hemen büyük çoğunluğunu oyuncular oluşturuyordu- yalapşap işi geçiştirmek sinemacıların kendilerine yakışmadı.

İlk sinemacımız, hani kuruluşunu O’nun filmine dayandırdığımız Fuat Uzkınay yoktu…

Hepimizin ustası, SE-SAM Başkanı Yılmaz Atadeniz, heyecanlıydı. Haklıydı da… kolay değildi böylesi bir ödül törenini yapabilmek, hak edenleri saptayıp ödül dağıtabilmek… Televizyon dizilerinin yabancı ülkelere satıldığından söz etti, sinemamızın da böylesi haklı gururlarının olmasını diledi. Ama baktık ki, yeni kuşak sinemacıları yok sayıyor. Seksenlerin ödüller kazanan yönetmenleri ve filmleri yoktu… “Otobüs”, üzerine hâlâ da konuşulan film değil mi? Tunç Okan, Erden Kıral, Şerif Gören… hiç anılmadı bile. İsimlere politik bakıldıysa, salonda bulunan Korhan Yurtsever de yoktu. Bir Zeki Demirkubuz, bir Yeşim Ustaoğlu, bir Nuri Bilge Ceylan, bir Semih Kaplanoğlu’nun da adı geçmedi… daha gençler ise hiç yoktu. Oysa bu adlarını say(ama)dığım yönetmenler ödül üstüne ödül getiriyorlar sinemamıza.

Sahi, Feyzi Tuna da yoktu, Kartal Tibet de, Türkan Şoray da yoktu… Asıl önemlisi Bilge Olgaç da… Siz üzülmediniz mi, onların yokluğuna…

Beyoğlu’nu “Hollywood” olarak niteleyen Belediye Başkanı, baştan yönetmenleri küçümsese de, sonradan toparladı konuşmasında… O, yaklaşan yerel seçimlerle ilgili ve uzak sinemadan… Ama yine de üzdü biz izleyicileri…

Organizasyon sıfır!

“Bensiz de film çekilirdi, ama onlarsız asla” diye haklarını vermeye çalıştı yardımcı oyuncuların, Cüneyt Arkın ödül konuşmasında… Ama SE.SAM yok saymıştı onları… bırakın adlarını anmayı, yerleri bile yoktu… ayakta kaldılar. Evet, birkaç yönetmen vardı, birkaç kameraman… ama asıl yükü omuzlayan setçiler, asistanlar, oyuncular yoktu… Montajcıları hiç göremedim. Bu görünüşe göre, gelmedilerse haklıydılar. Şimdi, SE-SAM’ın ve diğer meslek birliklerinin yapması gereken hak ettikleri değeri onlara vermeleridir.

Bir mikrofon uzatılamaz mı, bir el?

Hepsi seksenine merdiven dayamış, hatta geçmiş bu insanlara sahneye çıkar ve inerken elini uzatacak, yardım edecek biri bulunamaz mıydı? Bir kız, bir erkek dururdu basamakların yanında, yardımcı olurdu. Çok mu zordu?

Mikrofon kenarda… insanlar ödüllerini sahnenin ortasında alıp veriyor haklı olarak. Konuşmaları ise sadece dudak kıpırtısı… Eski seslendirmeciler olsaydı, bize aktarırlardı! Bir ara mikrofon geldi, sonra yine yok oldu. Neden? Nedeni yok! Organizasyon kötü.

Dayanamayıp çıktığımızda söylenerek, gençten biri geldi yanımıza, sorunları kendisine aktarabileceğimizi söyledi. “Mikrofon verin, bari sesleri duyulsun” dediğimizde; kendisinin salonun sorumlusu olduğunu, mikrofonun kendisini aştığını söyledi, epey bir mücadeleden sonra. Onun arkasından gelen, belli ki biraz daha deneyimli, sorumlu gibiydi, lafa girdi, ama hemen sıyırdı kendini…

Yaşasın sinema

Bir ödül töreni daha böyle bitti. Olan, yıllarımızı verdiğimiz sinemamıza oluyor. Birçok insan küçümseyecektir sinemamızı, bunları görünce…

Bu yazının çıktığı sadibey.com sitesinin sahibi, “sinemamızı geçmişten geleceğe taşıyan”lardan biri olan Sadi Çilingir başta olmak üzere diğer ödül alanları sahnede izleyip alkışlayamamanın hüznünü yaşıyorum. Canı gönülden kutluyorum ödül alanları… Ölmez sağ kalırsak, sıra bana/bize gelir mi bilemem…

(17 Aralık 2018)

Korkut Akın

[email protected]

Fransız Sinemateki’nin Sinematek / Sinemaevi Ziyareti

Sinematek / Sinemaevi’nin proje danışmanı Jak Şalom, Fransız Sinematek’i temsilcilerine Yoğurtçu Parkı yakınlarında yapımı sürmekte olan Sinematek / Sinemaevi binasını gezdirdi. Bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri vesilesiyle İstanbul yine dünyanın dört bir yanından gelen restoratör, küratör, sinema tarihçesi ve benzeri pek çok sinema uzmanını ağırladı. Etkinlik için gelenler arasında dünyanın ilk ve en önemli sinemateklerinden Fransız Sinemateki temsilcileri de bulunuyordu. Henri Langlois’nın 1936 yılında kurduğu ve Fransız Sinemateki dünyanın en geniş film arşivlerinden birine ev sahipliği yapıyor.

Tayfun Akalın’ı Kaybettik

Hababam Sınıfı filmlerinin sevilen oyuncusu Tayfun Akalın, 10 Aralık 2018 Pazartesi günü (bugün) hayatını kaybetti. Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, Bizim Aile, Hababam Sınıfı Uyanıyor, Hababam Sınıfı tatilde, Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor gibi filmlerde rol alan Akalın geçtiğimiz ay Ümraniye Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Yoğun bakım ünitesinde tedavisi süren Akalın, 60 yaşında hayata gözlerini yumdu. Cenazesi, 11 Aralık 2018 Salı günü Zincirlikuyu Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Bu Haftasonu (15 – 16 Aralık 2018) Kundura Sinema’da

Beykoz’da film stüdyosu ve sanat etkinlikleri merkezi olarak kullanılan Kundura Fabrikası içinde açılan Kundura Sinema gösterimlerini sürdürüyor. Sinemada, 15 – 16 Aralık 2018 tarihlerinde Apartman (The Apartment), Oyun Vakti (Playtime), Berlin: Büyük Bir Şehrin Senfonisi (Berlin: Symphony of a Great City) ve New York Esrarı (The Naked City) adlı filmler gösterilecek. Jules Dassin’in çığır açan hikâye anlatımı ile hafızalara kazınan filmi New York Esrarı, bir cinayet soruşturmasını konu alıyor.

Bu Haftasonu (15 – 16 Aralık 2018) Kundura Sinema’da yazısına devam et

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu