Kategori arşivi: Yazılar

2 Türkiye, Bir Gerçek…

12 Eylül, Türkiye’yi belirleyen dönüm noktasıdır. Akla kara, geceyle gündüz gibi bir katalizör, turnusol kâğıdıdır 12 Eylül. 12 Eylül öncesinde edebiyatta da sinemada da birçok kez örneğini gördüğümüz gibi asker hep mazlumdan yanadır, halkın yanındadır, bir güvencedir. Kurtuluş Savaşı sürecinden başlayarak da imam, din adamı hep halkın karşısında durur. Tartışma konusu bu değil kuşkusuz… 12 Eylül ile birlikte askerin kötü gösterildiği, din adamlarının, imamların görüş ve düşüncesinin kabul gördüğü filmler izliyor, romanlar okuyoruz. Bu 2 Türkiye… Gerçek ise idam insanlık suçudur. Asla kabul edilemez, bırakın yeniden getirilmesini, düşünülmesi bile büyük hatalara yol açar.

Suçlular da insandır

“7. Koğuştaki Mucize”, adı üstünde bir cezaevi koğuşunda oluşan mucizeyi anlatıyor. Memo’nun kızıyla yaşı birdir. Babaannesi ve kızıyla birlikte birkaç koyunu vardır. Sinirli, bir o kadar da gaddar sıkıyönetim komutanı, Memo’yu, kızının ölümünün sorumlusu olarak idama mahkûm edilmesini ister. Kızın mücadelesiyle koğuştaki “suçlu” arkadaşlarının çabası babayı kurtarabilecek midir?

Masumiyet uğruna mücadele…

Hükmü sıkıyönetim komutanı vermiş, gerekli düzenlemeleri de yaparak Memo’yu idama mahkûm ettirmeyi başarmıştır. Bu, olmayacak bir şey değil… Yine komutanın asker kaçağını yargısız infazla, iddiasını çürütebileceği için öldürmesi de yaşanan gerçeklerden. Bunun da birçok örneğini sayabilirsiniz, benim hatırlatmama gerek var mı? Eski Türkiye’den kalan devlet memuru, daha düşük rütbeli asker ve öğretmenin hak ve adalet mücadelesini de göz ardı etmemek gerekir.

Yeni Türkiye’de öne çıkan din adamı veya dini görüşle hak yolunu bulma mesajı, bu filmin ana damarı… Adli mahkûm Hafız’ın sözleri, atılan iftiraya inanıp kızının canına kıyan bir diğer mahkumu etkiler. Bu kelebek etkisi doğurur ve sonuca ulaşılır.

Başarılı film, başarılı oyuncular

Güney Kore yapımı, ‘Miracle in Cell No. 7’den başarıyla uyarlanan “7. Koğuştaki Mucize”nin yönetmeni Mehmet Ada Öztekin, yakın planlardaki başarısı, mimikleri yakalamaktaki duyarlılığıyla öne çıkıyor. Buna da bağlı olarak duyguyu öne çıkarıyor. Film boyunca birkaç kez gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz, boğazınıza bir yumru gelip oturuyor.

Başta Aras Bulut İynemli ve çocuk oyuncu Nisa Sofiya Aksongur inanılmaz güçlü bir performans sergiliyor, filmi başarıyla taşıyorlar. Daha önce rol aldığı dizilerde oyunculuğunu kanıtlamış olan Aras Bulut İynemli burada doruğa çıkıyor. Nisa Sofiya Aksongur da -daha önce bazı dizilerde rol almış- gelecek vaat eden, elinden tutulması ve gelişmesi için desteklenmesi gereken bir çocuk. İlker Aksum’dan, Mesut Akusta’ya, Yıldıray Şahinler’den, Yurdaer Okur’a, Sarp Akkaya, Deniz Baysal, Deniz Celiloğlu ve Celile Toyon da gerçekten rollerinin hakkını veriyor, hiç de aksamıyorlar.

Filmin müziğine değinmezsem eksik kalır… Yerinde, dozunda ve insanın yüreğine işliyor.

İdam insanlık suçudur!

Bugünlerde yeniden yeniden önümüze sürülen ve siyasetçilerin oy uğruna getir getirme düşüncesinde oldukları idam cezasının geri dönülemez ve telafisi mümkün olmayan ne denli yanlış, ne denli insanlık suçu bir infaz olduğunu da vurgulayan filmi; 600 milletvekili başta olmak üzere, idamın yeniden yasal olmasını isteyenlere izletmek gerekir. En başta da egemen erki yönetenlere ve kanaat önderlerine…

7. Koğuştaki Mucize (Miracle in Cell No. 7)
Yönetmen Mehmet Ada Öztekin
Oyuncular Aras Bulut İynemli, Nisa Sofiya Aksongur, İlker Aksum, Mesut Akusta, Yıldıray Şahinler, Yurdaer Okur, Sarp Akkaya, Deniz Baysal, Deniz Celiloğlu ve Celile Toyon
11 Ekim’den başlayarak sinemalarda

(08 Ekim 2019)

Korkut Akın

[email protected]

Sidik Kokusu, Yasemin ve Bahar Esintisi…

Ünlü İspanyol yönetmen Luis Buñuel, “Bir filmde aynı şey iki defa gösteriliyorsa farklı bir anlamı vardır.” der… Peki, bir filmde aynı cümle iki kez geçiyorsa?

Usta yönetmen Pedro Almodóvar, çocukluğunu anlatırken sinemayı iki kez aynı sözcüklerle nitelendirdi. Yönetmenin özyaşam öyküsü olduğu su götürmez olan “Acı ve Zafer” (Dolor y gloria), sadece yönetmenin öyküsü değil, bir çocuğun büyümesiyle birlikte değişimini de anlatıyor aslında.

Hayaller ve gerçek…

Film su altında başlıyor. Tedirgin edici gibi gözükse de merak ağır basıyor. Bir dönem çok popüler olmuş, başarılı bir yönetmenin artık istenilen düzeyde film yapamamasının acısını, suyun altından çıkışıyla da “yeniden doğuşunu” anlatıyor, yani zaferi.

Hayatın göçe zorladığı yoksul bir ailenin kendi ayakları üstünde ‘dimdik’ durması ancak çocuğun yani Almodóvar’ın (filmdeki adıyla Salvador’un) başarılı olsa da papaz okuluna zorunlu gönderilmesiyle mümkün olacaktır.

Aradan geçen 30 yıldan sonra, en başarılı filminin (zaten sadece gala gösteriminde izlemiştir) restorasyonu ardında yeniden gösterime sokulacak ve kendisinin de o gösterim sırasında görüş ve duygularını anlatacaktır. Bu cümle bile filmi merak ettiriyor. Yönetmenin oyuncusuyla bu geçen süre içerisinde hiç konuşmamış olması da bir diğer nokta.

İlhan Berk, çok sevdiğim şiirinde “neler çekmiş halkım türküler şahit” derken, “Acı ve Zafer” bir yönetmenin çektiği acıların, kazandığı zaferlerin tanığı. Kolay değil, uzun yıllar sonra da insanı etkileyecek, kapalı gişe oynanacak bir film çekmek. Dahası, Salvador’un, yani Almodóvar’ın yazdığı tekst de kapalı gişe oynuyor tiyatro olarak.

Her ne kadar “acı” yönetmenin çektiği hastalıklardan dolayı gibi gözüküyorsa da asıl acı onun yalnızlığı, üretici yanının körelmesi, bir daha film çekemiyor olması… Buna da bağlı olarak “zafer” ise yazdıklarının kabulü (olsa gerek)…

Ahde vefa

Çocukken, kilise korosuna seçilmesi, annesinin isteği üzerine evlerini boyayan ‘isimsiz’ ressama okuma yazma öğretmesi, modellik yaparken başına güneş geçmesi, okulu bitirdikten sonra yaşadığı aşk ilişkisi (uzun yıllar sonra kendisini bulması ve buruk duyarlılık), uyuşturucu karşıtlığından vazgeçecek noktaya varması dünyanın birçok ülkesinde birçok insanın yaşadıklarından farksız bu açıdan bakınca. Bir yönetmenin kendisini var eden gerçekler olarak görülmesi gerekir. Nostalji diye abartmamak doğru olacaktır bence.

Madem Buñuel ile başladık, onunla bitireyim yazımı…

Gençseniz yaşlı tanıdıklarınıza sorun, değilseniz zaten anımsayacaksınızdır muhakkak: Çoraplar yumurta ile yamanırdı. Salvador’a, yani Almodóvar’a annesinden kalan miras, önemsenmezse olmazdı.

Acı ve Zafer (Pain and Glory)
Yönetmen Pedro Almodóvar
Oyuncular Antonio Banderas, Penelope Cruz, Asier Etxeandia, Leonardo Sbaraglia, Nora Navas, Julieta Serrano
Önce “FilmEkimi”nde… 11 Ekim’den başlayarak sinemalarda

(03 Ekim 2019)

Korkut Akın

[email protected]

Toplumun Yarattığı Joker

Bulunduğunuz yer, aldığınız eğitim, dışlanmışlık ve/veya kabul görme insanın yaşamını belirler. Ya yolunuz açılır, koşa koşa çıkarsınız merdivenleri nefesiniz daralmadan ya da düz ovada şaşırırsınız yolunuzu (Ahmet Haşim’in ünlü “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” şiirini anımsayın). Joker nam Arthur, eteklerinde bir avuç yaprak olmaksızın çıkmaya yeltenince o merdivenlerden işler karışıyor.

Annesiyle yalnız yaşayan, başarısız bir palyaçodur Arthur. Hayatın sillesini daha baştan yemiş, kapaklanmıştır yere… Ünlü kahkahalarının başka bir gerekçesi de olamaz zaten.

“Gündüz insan gece kurt” diyebileceğimiz Arthur’un düşleriyle yaşamı iç içe geçtikçe, biz beyazperde önünde, ona destek olmayı geçiriyoruz içimizden.

Gothamlı olmasının, Batman filminde önemli bir yer edinmesinin bu filme etkisi, izleyicinin beklentisi dışında hiçbir katkısı yok. Ancak daha gösterime bile girmeden Venedik Film Festivali‘nde “Altın Aslan” alması filmin ne denli güçlü olduğunun da kanıtı. Joaquin Phoenix müthiş bir oyun çıkarıyor… Diğerleri de ondan geri kalmıyorsa da Phoenix performansının doruğunda. Özellikle aklını yitirdiği ya da “gece kurt” olduğu zamanlarda veya ünlü kahkahasıyla ortalığı çınlattığında… Ya evde, banyoda, merdivenlerde dans ederken… sokaklar boyunca koşar, çocuklardan öldüresiye dayak yerken… az mı güçlü? Joker Joaquin Phoenix, Oscar’ın da en güçlü adayı…

Yönetmen Todd Phillips, senaryo yazımına da katkı sunduğu filmi gerçekten duyarak çekmiş. Her karesi etkili, etkileyici… Oyuncusunu ve canlandırdığı karakteri iyi analiz etmiş, iyi yönlendirmiş. Bu anlamda da Batman’ı filmin başında unutturuyor ve bu, gerçekten de çok önemli.

Annesinin Arthur’a “mutlu” demesi, Türkçesi “mutlucu” olarak çevrilebilecek palyaço için bir başka öykücüğün açılması demek. Aynı zamanda bir maske tabii palyaçoluk (ki, maskeyle izlenmesinin yasaklandığı haberi bizde de gündeme gelmişti), kimin içinde ne olduğunu kim bilebilir ki! Ya da parayla imanın kimde olduğu belli olmaz. Belli olansa, bu filmin devamı gelmez, gelirse başka bir palyaço, başka bir Joker, başka bir film olur…

Joker
Yönetmen Todd Phillips
Oyuncular Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz, Shea Whigham
4 Ekim’den başlayarak gösterimde…

(01 Ekim 2019)

Korkut Akın

[email protected]

Biz Hayatın Neresindeyiz! -Piranalar-

Dünyanın en ünlü marşlarından birinde
“Yıkalım bu köhne düzeni
Biz başka alem isteriz
Bizi hiçe sayanlar bilsin
Bundan sonra her şey biziz”

haykıranlar, muhakkak ki belli bir bilinci ve görüşü dile getiriyorlar. Ancak var olan düzeni (köhne olup olmaması o kadar da önemli değil) yıkıp yerine yenisini kurmak hemen herkesin dileği. Spartaküs de, Robin Hood da, Şeyh Bedreddin de aynı amaçla çıkmışlar yola…

Mafya da aynı…

Bunun yanında var olandan yeterince çıkar sağlayamayanlar da kendilerini hiçe sayanlara karşı ayağa kalkıp her şeyin kendileri olduğunu söylüyor. Değişmeyen tek kural değişmenin kendisiyse, bu hep böyle sürecek. Ta ki, en iyisi, en doğrusu, en güzeli gelene kadar. O zamana dek bütün gerilimler kanlı olacak, her ne kadar biz karşı olsak da…

Akdeniz ülkelerinde gençler erken büyürler. Hayat onları hızla geliştirir. İtirazcıdırlar, inkârcıdırlar, reddederler ve kendi yaşamlarını kendileri kurmak isterler.

Yönetmen Claudio Giovannesi’nin, yazar Roberto Saviano’nun çok satan romanından uyarladığı “Piranalar”da (La paranza dei bambini) o gençlerin çocuksu duygularıyla, kendi içlerinde iyi ilişkiler kurabildiklerini, aşka bile yer ayırabildiklerini, asıl gelirlerinin haraçtan geldiğini bildikleri halde, onların durumunun da çok iyi farkında oldukları için vazgeçebildiklerini anlatıyor.

Amatör oyuncularla yakalanan başarı

Berlin Film Festivali’nde En İyi Film Ödülünü kazanan Piranalar, Napoli’deki bir avuç gencin öyküsü… Yavuz Turgul’un “Eşkıya”daki gençleriyle ne farkları var? Dolayısıyla konu edinilen şey millet ve/veya milliyet değil. Bur durum, bir olgu… Yönetmenin bizim algımızda bırakmak istediği çok da farklı değil: her nerede ve kimler arasında olursa olsun gençler önemlidir.

“Su çatlağını bulur”

Akacak kan damarda durmaz sözümüzü de ekleyelim ara başlığa… Küçük küçük başlayan haraç alma, insanları korkutma (ve tabii, sevindirme) bir süre sonra eli kanlı mafya olmalarını engelleyemez gençlerin. Hep öyle olmuyor mu? Bugün haberlerde yer alan olaylar da benzer.

Kıssadan hisse…

“Piranalar” günümüz gençliğinin, hangi ülkede olursa olsun, içinde bulunduğu çıkmazı izleyicinin kendi kendine bulmasını sağlayan bir film. Güçlü ve başarılı…

Piranalar (Piranhas)
Yönetmen Claudio Giovannesi
Oyuncular Francesco Di Napoli, Viviana Aprea, Mattia Piano Del Balzo, Ciro Vecchione, Ciro Pellecchia, Ar Tem, Alfredo Turitto, Pasquale Marotta, Luca Nacarlo
4 Ekim’den başlayarak gösterimde…

(30 Eylül 2019)

Korkut Akın

[email protected]

Müslüm Baba

Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):

Elinde “Müslüm” filminin afişi ile “Roma” filmine giren bir sinemasever gördüyseniz şaşırmayın; O benim. (Nişantaşı City’s’de gişede isteyene “Müslüm” filminin afişi ücretsız veriliyor.) (16 Aralık 2018)

Leb demeden leblebiyi anladığımız gibi arada fın demeden fındığı, fıs demeden fıstığı da anlayalım ki anlama kabiliyetimiz artsın. Malum ekonomi ile ilgili bir toplantıda konuşulurken birden ana muhalefet liderine giydirme yapılabiliyor; kel alaka bağlantıyı anlamakta güçlük çekebiliyoruz. (24 Aralık 2018)

Yılın en iyileri listesi yapmanın arkasında gizli bir “ben bu işi iyi bilirim” övünmesi var. -gibi geliyor bana- Samimi bir kanaat -tir bu- (26 Aralık 2018)

“Robert De Niro olsa beğenirdiniz ama bu Sadi De Çilingir.” (Son zamanlarda sos medyada sıkça rastladığımız cümleye Robert ve “bizzat şahsen kendimi” uyguladım.) (28 Aralık 2018)

Vallahi benim cahil kafam paralı poşet meselesini, bastır 25 kuruşu, rahat rahat çevreyi kirlet olarak algılıyor. Konuya en iyi çözümü “Marketler naylon poşet yerine ücretsiz bez poşet versin” diyerek, hem cinsim ve hem yaşıtım, 70’lik bir delikanlı önerdi. Öyle yapın veya yaptırın. (02 Ocak 2019)

25 kuruşluk poşetin 15 kuruşunun vergi olmasının ve paralı otoyolların verdiği ilhamla, al sana uçuk bir öneri: Yaya trafiğinin yoğun olduğu caddelerde otokaldırım uygulaması yapın. Cadde başına ve çıkına kumbara koyun. Buralarda yürümek isteyenlerden para alın. Parası olmayan benim vatandaşım da ara sokakları bedava arşınlasın. (02 Ocak 2019)

Müsbet veya menfi, hayatı olduğu gibi kabûl etmek lâzım. Zaman değişiyor, yeniler geldikçe eskiyor, uzaklaşıyor ve öteleniyoruz, her şeyden. Kısa film festivalinin başlangıcında birkaç kez danışmışladı, sonra 2 kez jüri üyesi yaptılar, bir-iki yıldır bilgi bile göndermiyorlar. Müsbet veya menfi, hayatı olduğu gibi kabûl etmek lâzım. (04 Ocak 2019)

Meselenin bir de şu tarafı var: 25 kuruşa sattığınız poşetin yine çevreye atılmayacağının garantisi var mı? Bence -kasaya koyacağınıza- bastırın 15 kuruşu o poşeti geri alın, dönüştürüp vatandaşa yeniden çakarsınız.(*)
(*) Hiç kullanmadığım bu zarif kelimeyi haberlerden aldım. (06 Ocak 2019)

Üzerimde alışveriş için tek torba bulundurduğumdan alışverişlerimi azar azar yapmaya başladım. Atıyorum, 1 kilo patates, 2 kilo hıyar, 3 kilo domates, 4 kilo muz, 5 kilo portakal alacağıma torbamda fazla yer kaplamasın diye hepsinden yarımşar kilo alıyorum. Marketlerin bir miktar zararı olacak mı ne? (06 Ocak 2019)

Kanyon’a giriyorum, güvenlik görevlisine “Yeni yılınız kutlu olsun.” dedim, tuhaf tuhaf baktı. Bir haftalık gecikme ile kutladığımdan dalga geçiyorum sandı herhalde. Hemen durumu kurtardım, ekledim: “Geç olsun, güç olmasın.” Güldü. (07 Ocak 2019)

Metronun yürüyen merdiveninin başında “Sağ tarafta bekleyiniz – Stand on the right.” yazıyor; 2 saattir bekliyorum bir şey olduğu yok, ne yapmamı önerirsiniz? (Bu işin esprisi) Adı üzerinde, “yürüyen merdiven”, yaya trafiğini hızlandırsın diye yapılmış. Vatandaşı niye beklemeye teşvik ediyorsun? “Yürü, yürümekle yollar aşınmaz.” de; ne bileyim “Yürü ya kulum.” de. En iyisi “Soldan ilerleyiniz.” de. Sağda durma, yerinde sayma yani. (07 Ocak 2019)

Bugünkü alışverişlerimi sırasıyla bozacıdan, balıkçıdan, manavdan ve marketten yaptım. Sırasıyla bozacı, balıkçı, manav poşet parası almadı, market alamadı, çünkü vermedim. Sırasıyla bozacıya kuru fasulye, nohut; balıkçıya pirinç, mercimek; manava un, şeker satmasını önereceğim ve bundan sonra alışverişlerimi oralardan yapacağım. Heeey market, duy bunu. (07 Ocak 2019)

69 yaşımın kanaatine göre, doğrusu toplu taşıma vasıtalarında yaşlılara değil de, yorgun, hasta ve güçsüzlere yer verilmelidir. Her seferinde, şahsıma yer veren gençler gücenmesin diye oturduğumu itiraf ederim (09 Ocak 2019)

Müjde, müjde. Paralı poşet uygulamasında vatandaş lehine çözümü buldum. Manav reyonundan 4 domates, 3 ücretsiz poşet aldım. Fotoğrafta görüldüğü gibi birine domatesleri, birine çay paketini, diğerine ay çekirdeği, beyaz peynir ve çikolatayı koydum. Salına salına eve geldim. Vermeyeceğim o 10+15=25 kuruşu. (Poşetleri çöpe değil, caddedeki geri dönüşüm kutusuna atıyorum.) (09 Ocak 2019)

Robin Hood = Errol Flynn, Kevin Costner, Cary Elwes, Russell Crowe, Brian Blessed, Taron Egerton. Herkesin Robin Hood’u kendine, benimki Kevin Costner. (12 Ocak 2019)

Çalışırken arada “Tarkan: Viking Kanı”na göz atıyorum, Kırmızı boya ile yapılan kan görüntüleri, sakıncalı bulunduğundan flulaştırılmış olarak gösteriliyor. Araya reklamlar girdi. Şampuan reklamında “kırık yok” yazısı “kirik yok” şeklinde seslendirilmiş. Öyle anlaşılıyor ki Türkçemizin katledilmesinde herhangi bir sakınca görülmüyor. Bözmeyin mörelinizi, verdir buyuklerimizin bır bıldıgı. (12 Ocak 2019)

(26 Eylül 2019)

Sadi Çilingir

[email protected]

Beyoğlu’nun İzbe Sokaklarında Yoksul Yapayalnız Ölen Bir Sinemacı; Orhon Murat Arıburnu

Beyoğlu Belediye Başkanlığı seçim kampanyasını yaptığım günlerde, Berlin’den bir arkadaşım telefon etti. İstanbul’a dönen kız kardeşi için bir iş bulmamı rica ediyordu. Ben de kıza bizim kampanya da çalışması için iş verdim. İşlerimizin yoğunluğu nedeni ile kızın nerede ve kiminle yaşadığını sormamıştım. Bir gece evlerimize dağılma saati gelince kızın hâlâ ofiste olduğunu gördüm. “Sen niçin hâlâ buradasın?” diye sorunca “Merak etmeyin evim çok yakın. Yaşlı bir tanıdığımızın evinde kalıyorum.” dedi. Balo sokaktaki ofisimiz Beyoğlu’nunun gece hayatının en canlı ve tehlikeli bölgesindeydi. Bir genç kız için bu saatlerde bu sokaklar her türlü “tehlike” demekti. “Haydi seni evine bırakalım.” dedim.

Balo Sokaktan çıkıp kızın rehberliğinde Sadri Alışık sokağına girdik. Karakolun (Ekipler Amirliği) karşısındaki Anadolu Sokağına saptık. Eski bir binanın ikinci katına girince kıza veda etmek istedim, ama O “içeri girin size bir meslektaşınızı tanıştıracağım.” dedi. Kız elindeki anahtarla kapıyı açınca önce kesif bir kokuyla irkildim. İçeri girdiğimizde ise içler acısı bir sefaletle karşılaştım. Salon da açık bir televizyon karşısında eski bir koltukta oturan kişiyi hemen tanıdım. Dizlerine örtülmüş bir battaniye ile gelenlere hiç aldırmadan gözlerini televizyon ekranına sabitlemiş yaşlı adam Orhon Murat Arıburnu’ydu.

1960’larda Varlık Dergisi’nde şiirlerini okuduğum, bir yığın filmde başrol oynamış ve yönetmiş bir sinema ustasını bu sefaletin ortasında görmek beni dehşete düşürmüştü. Odanın dibindeki sönmüş soba, masanın üzerindeki yemek artıkları ve kurumuş ekmekler, yürek paralayıcı bir görüntüydü.Bu ülkenin en değerli aydınlarından biri olan Orhon Murat Arıburnu dışarıdaki Mart soğuğundan, dizindeki eskimiş bir battaniye ile korunuyordu.

Kız beni tanıştırmadan sobayı yakmaya koyuldu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Şaşkındım. Arıburnu zaten ne bana ne de kıza bakıyordu. Sanki orada yoktuk. Ortamı sindirebilmek, bu hüznü yaşamak bana çok zor geldi ve hemen çıkıp gittim. Bizim kız esasında Bakırköy’deki bir evde kalıyormuş. Mesaimiz uzayınca Arıburnu’nun evinde kalıyormuş. Uzak bir akrabasıymış. Sonra birkaç gün yine konuşmak için gittim. Kendimi tanıttım ama hiç bir ses ve tepki alamadım. Sanırım bir hafta sonra kız koşarak geldi ve acı haberi verdi. İkimiz eve girdiğimizde Orhon Murat Arıburnu’nu ayni koltukta ve geceden açık kalmış televizyona bakarken gördük. Ölmüştü. O yıllarda sadece TRT belli bir saatten sonra yayın yapmadığı için ekran karlı görüntüyle açık kalmıştı. Tarih 11 Nisan 1989’du.

Al eline hançeri
Açılıp açılıp da vur
Bir damla kanım akmaz
Öyle çok kederliyim
Niçin öldüğüm anlaşılmaz / Orhan Murat Arıburnu

(24 Eylül 2019)

Sabahattin Çetin (Sinemacı)

Sevgili Sadi’yi Bekleyen Filmler

Sinema sitemizin kurucusu değerli dostum Sadi Çilingir bizleri çok korkuttu. Bayram tatilinin hemen ertesinde beklenmedik bir rahatsızlıkla hastaneye kaldırıldı. Onun tekrar aramıza dönmesi için bir ayı aşkın bir süre tüm sevenleri dualarını esirgemediler. Allah onu bizlere bağışladı. Halen evinde istirahat ederken sinema salonlarına dönmek ve yazılarını hazırlamak için sabırsızlandığını biliyorum.

Bu uzun süreç içinde bir avuç güzel film vizyona girdi. Bazıları halen gösterimini sürdürüyor. Yazımda bu filmlerden söz ediyorum ve kendini daha iyi hissettiğinde izlemesi için sevgili Sadi’ye önermek istiyorum.

Oyuncu yönetmen Louis Garrel’in ikinci yönetmenlik denemesi ‘Sadık Bir Adam / L’Homme Fidèle’ Fransız Yeni Dalgası’nın izinde kadın-erkek ilişkileri ve aşk üçgenleri hakkında arayışlar üzerine ilginç bir çalışma. François Truffaut imzalı 1968 yapımı ‘Çalınmış Buseler / Les Baisers Volés’nin başlangıç bölümüne ince bir atıfla başlıyor film. Paris’in damları üzerinde bir süre kıvrılan kamera görkemli Eyfel kulesini kadraja aldıktan sonra Abel ve Marianne’ın dairelerine sızıyor. Yoğun bir nostalji duygusuyla izlenen bu çağdaş Antoine Doinel öyküsünde, esas belirleyici olan kadınlar. Kırklı yaşların başındaki Marianne, politikacıları olduğu gibi birlikte olduğu erkekleri yönlendirmeyi çok iyi biliyor. Çocukluktan ergenliğe, oradan kadınlığa geçişte doyumsuz telâşıyla güncel genç kadını tanımlıyor Eve. Çağdaş heteroseksüel erkek fantezisinin bir izdüşümü olan Abel ise, kabullenilmiş edilgenliği ile büyümek için kadınlar tarafından yönlendirilmeyi bekliyor.

Halen gösterimi süren, Quentin Tarantino’nun beklenen 9. filmi ‘Bir Zamanlar… Hollywood’da / Once Upon a Time… in Hollywood’ 1969 yılının Hollywood’undan bir kesit aktarıyor. Stüdyo sisteminin iyice çıkmaza girdiği, Vietnam’ın ardından ’68 olayları ile dünyanın çalkalandığı, çiçek çocukları hippilerin gündemde olduğu bir döneme uzanıyoruz. Bu yılları yaşamış olan farklı kuşaklardan izleyiciye derin bir nostalji duygusu yaşatan ilginç yapımda, Tarantino’nun efsane diyalogları ve görsel hakimiyeti, dönemin yeniden yaratılması neredeyse kusursuz. Sinemanın kalbini derinden sarsan, Manson çetesinin Roman Polanski’nin yıldız eşi Sharon Tate ve misafirlerini acımasızca katlettiği yıl 1969. O meşum geceye yaklaşırken gerilimi tırmandırıyor yönetmen. Ama Tarantino bu, ‘Soysuzlar Çetesi / Inglourious Basterds’ın finalinde, Hitler ve adamlarını bir sinema salonunda alevler altında yok ederek tarihin gidişatını değiştirivermişti. Nazilerin ölümcül alev makinası yine devreye giriyor ve yönetmen beklenmedik bir finalle bir kez daha şaşırtıyor izleyicisini. 160 dakikalık uzunluğuna karşın ilgiyle izlenen bu keyifli yapımı, sinefiller ve nostaljik takılanlar kaçırmayacaktır mutlaka. Dennis Hopper’ın (Easy Rider) adını da geçirmek suretiyle dönemin çiçek çocuklarını tümüyle karalayan bir tavır takınmasaydı üstad, daha çok sevecektim bu filmi.

İzlerken Sadi’yi düşündüğüm ve çok beğeneceğini umduğum bir diğer film ‘Elveda Oğlum / So Long, My Son’, Çinli usta Wang Xiaoshuai imzasını taşıyor. ‘80’li yıllardan günümüze Çin toplumunu kasıp kavuran sosyo-ekonomik değişimin insanların hayatlarını nasıl etkilediğini ve nasıl bedbaht ettiğini; devletin ve rejimin ezdiği bireyin dramını hüzünle aktaran üç saat uzunluğunda bir nehir film bu. Her ikisi de bu yıl Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen başrol oyuncuları mükemmel. Çağan Irmak imzalı ‘Babam ve Oğlum’dan beri bu denli gözyaşı dökmemiştim.

Sadi’ye öneriler yazımı, halen gösterimde olan bizden bir filmle tamamlamak istiyorum. Değerli sinemacımız Emin Alper’in Berlin’de yarışmış üçüncü uzun metrajı ‘Kız Kardeşler’ sadece ülkemizin değil dünya sinemasının bu yıl içinde ürettiği en iyi filmlerden biri. Bir dağ köyüne sıkışmış bireylerin yoksunluğunu, çaresizliğini, çıkışsızlığını, ağırlıklı olarak bir gece boyunca aktaran Alper’in ‘Tepenin Ardı’ndan sonra bir kez daha kırsal tek mekâna dönüş yaptığı bu yeni eseri her anlamıyla kusursuz. Besleme olarak kasabalı, şehirli evlere gönderilen kızların hikâyesi çok vurucu, ancak beni daha çok etkileyen, zincirlerini kırmak için didinen Veysel’in umutsuz mücadelesi oldu. Bunda, ilk kez izlediğim tiyatro oyuncusu Kayhan Açıkgöz’ün üstün yorumunun büyük katkısı olduğunun altını çizmeliyim. Haklarını yemeyelim, üç kızkardeşi canlandıran kadın oyuncuların her biri (büyükten küçüğe doğru; Cemre Ebuzziya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir) gayet başarılı. Alper’in kırsal alanda kadın cinselliğini yaman bir biçimde ele alan incelikli senaryosu ve güçlü diyalogları, Emre Erkmen imzalı görüntüler, Çiçek Kahraman’ın başarılı kurgusu ve iki Yunan bestecinin (Giorgos ve Nikos Papaioannou) yaylılar eşlikli etkileyici müzik çalışmasını da teker teker anmadan geçmeyelim.

(24 Eylül 2019)

Ferhan Baran

[email protected]

Sinema Gişelerinin Kurtuluşu İçin Vergilerde Düzenleme Gerekiyor

Türkiye’de bir sinema bileti üzerinde uygulamada olan vergi oranları üretimi zorlayan bir yoğunluktadır. Sinema alanında gerçekleştirilecek vergi güncellemesi bütün kazanç paydaşlarını rahatlatacaktır…

Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kriz var kriz var bunalım var
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, İşveren zor durumda, İşçiyi bağrına basar
Reva mı bu efendim, Bunalım bundan doğar
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kriz var kriz var, Bunalım var
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Demek ki ne yapmalı, Paradan at bir sıfır
Artsın öyle fiyatlar, İşçi fazla at gitsin
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kriz var kriz var, Bunalım var
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, İşsizlik pahalılık, Konjonktür enflasyon.
Milletçe fedakarlık, Kriz bunalım derken
Bilançoya bir baktık, Bu yıl iki misli kâr, Hayret şu işe bak sen, Nerden geldi bu kârlar
Kime gitti bu kârlar
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kriz var kriz var, Bunalım var
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kime gitti bu kârlar, Aman kimse sormasın
Kim kazandı bu işten, Aman kimse duymasın
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Oyna vatandaş oyna
Ekonomi tıkırında, Ekonomi tıkırında, Kriz var kriz var, Bunalım var

Yukarıdaki sözler Yılmaz Onay’a ait. 1981 yılında Yılmaz Onay’ın kaleme aldığı şiirin adı Ekonomi Bilmecesi. 1983’te usta müzisyen Timur Selçuk’un ‘Dünden Bugüne’ isimli albümünde yerini alan, bestesi de Yılmaz Onay tarafından yapılan bu eser Timur Selçuk’un hınzırca seslendirmesi eşliğinde ülke müzik tarihindeki yerini aldı. 38 yıl önce yaratılmış bu eser Türkiye için her devirde daim ve bugün de düşündürttükleri açısından fazlasıyla güncel…

Oysa Türkiye sinema gişeleri için de çok ‘tıkırında’ gidiyormuş her şey. Her yıl, bir önceki yıla göre artan bilet satışları, % 60’ları aşan yerli film bilet satışı hakimiyeti, 200’lere yaklaşan yıllık film üretimi… Koltuk başına düşen bilet satışı ve nüfusa oranla film başına düşen satışlarda yüksek kayıtlar alınmasa da sinema gişelerinden alınan mali dönüşler bugünkü kara tabloya göre oldukça iyiymiş… ‘Kara tablo’ benzetmesi biraz ağır olabilir fakat 2019’da, 80 milyon bilet satışı bandını geçmeyi beklerken ve gösterim programında bu hedefi sağlayacak bir çok film varken bir takım negatif uygulamalar sonucunda bir önceki yılın satış seviyesini yakalamayı çalışmak hiç de ferah bir tabloyu işaret etmiyor.

Türkiye’de film prodüksiyonu gerçekleştiren yapımcı firmalarla Kore’nin eğlence sektörünün dev şirketi CJ’e satılan Cinemaximum Sinemaları arasında patlak veren gelir paylaşımı sorunu sebebi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde çalışmalarını gerçekleştiren Sinema Genel Müdürlüğü’nün devreye girmesiyle ülkenin sinema işletimi dinamiklerinde bir dizi düzenlemeler yapılmış ve bu süreç yeni bir yasanın yürürlüğe sokulmasıyla noktalanmıştı. Türkiye’de mevcut, hakim yönetim iradesinin her alanda kolaylıkla sonuçlandırdığı yasa ve uygulamalar gibi sinema yaşamını da düzenleyen bu yeni taslak herhangi bir dirence uğramadan yasalaştı ve yönetmelikleri oluşturuldu. Sinemanın gelişimini, filmlerin ve bu alanda üretim gerçekleştiren, çalışan, emek sarf eden insanların yararına olduğu söylenen yasanın bütün maddeleri aslında sansürü, yasakları, kısıtlamaları ve antidemokratik, özgürlükten uzak uygulamaları Türkiye sinema yaşamına dayattı. Sinema gişelerinden elde edilen gelirin -kısmen- Türk televizyonları için üretilen dizi filmlere aktarılmasından, büyük ekonomik sıkıntılarla mücadele eden sinema işletmelerinin reklam gelirlerinin kısıtlanmasına kadar, film yapımcılarının ve sanatçıların icracısı ve yaratıcısı olduğu yapımlarının içeriklerinin sansürlenmesinden sinemaseverlerin film izleme alışkanlıklarına olumsuz etki edecek bir dizi uygulamaya dek, negatif etki doğuran maddeler eşliğinde oluşturulan ve yasalaşan bir metinden bahsedebiliriz. Kaldı ki; yasalaşmadan önce komisyonlarda ve çalıştaylarda yeterince tartışılamayan bu yasa tasarısı meclis onayından sonra doğurduğu yönetmeliklerle de -en başta- sansürü destekleyici uygulamalarıyla kendisini hissettirmeye başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı huzuruna taşınan düzenleme talebi günün sonunda sinema piyasasını olumsuz yönde etkilemiş gözüküyor.

Kampanyaların yasaklanması ve sinema işletmecisiyle yapımcılar arasındaki gelir paylaşımı anlaşmalarının sekteye uğramasından ötürü sinemada film izleyen kitle için en önemli unsur olan ‘bilet fiyatları’ 12 TL. ortalamasından 16 – 17 TL. ortalamasına çıkarken salonları yaygın olarak kaplayan yabancı stüdyo filmleriyle, Türkiye’nin yüksek gişe beklentili yapımlarının biletleri ilk vizyonlarında 20 ila 25 TL. arasında bilet satış fiyatlarıyla gişedeki yerlerini aldılar.

Bugün, yeni yasanın ardından Türkiye sinema yaşamında yönetmenler ve film yapmak isteyen girişimciler, senaristler bakanlıktan maddi destek almaya karar verdiklerinde vergi borçlarından, sigorta prim ödemelerine, mal varlıklarından, ipoteğe dek bir çok zorlu prosedüre tabi tutuluyor. Hiçbir sinema işletmesi direkt olarak, karşılıksız maddi işletme desteği alamazken perde reklamlarının süresi, bilet satışlarının denetimi gibi konularda baskıya uğruyor. Özgür olması gereken sinema filmlerinin gösterimleri sadece sinema salonlarında değil, dijital mecralarda ve televizyonda sert sansürlere maruz kalıyor. Sinema yaşamını oluşturan bütün unsurların yanı sıra sinemaseverler de artan film izleme maliyetleri sebebiyle mağdur pozisyonunda. Ve ne yazık ki yeni yasa ve onunla birlikte gelen uygulamalar bu kara tabloyu aydınlatacak herhangi bir madde içermiyor.

Toplum anlayışı içinde pozitif bir kavramdır aslında ‘vergi’. En basit haliyle 2019’un ilk aylarında yasalaşan sinema yaşamına yönelik maddeler içerisinde ticari sinema piyasasını rahatlatacak, üretimi ve bilet satışı adedini arttıracak vergi ve vergilendirme konusunda herhangi bir düzenlemeye gidilememiştir. Filmlerin özgürleşmesini sağlayacak, sansürü destekleyen maddelere itiraz edilmediği gibi sinema işletmelerinin, onlardan hareketle izleyicinin sinemada film izleme alışkanlığını teşvik edecek, bilet fiyatlarının düzenlenmesi konusunda herhangi bir adım atılmamış, atılamamıştır. Aksine kampanyalar engellenerek, bilet fiyatının artmasının önü açılmış, genellikle boş koltuklara film oynayan sinema salonlarına anlık bildirim zorunluluğu getirilmiş ve aksi durumlarda yüksek para cezaları -tehditvari- yasalaştırılmıştır. Yine de, bu uygulamaların ya da önerilerin ortaya çıkartılması kötü bir niyete dayandırılmamalıdır. Vahim olan yasa yapıcı ile icracılar arasındaki yetersiz iletişimdir. Sinema piyasasının bakanlık ya da özerk kurumlar vasıtasıyla düzenlenmesi gerekli, hatta da şarttır. Mamafih bu maddelerin ağırlıklı olarak icracıları tarafından yapılması, son halinin verilmesi kaçınılmazdır. Türkiye sinemasının hassas ticaret ortamının mevcut dinamiklerini, bugünlere gelirken (1990’lı yıllar ile 2010’lu yıllar arasındaki farka bakmak yeterlidir) geçilen mayınlı, meşakkatli yolları görmezden gelerek, sinema işletmelerinin, sinemacıların, yapımcıların, yönetmenlerin iradesinden uzakta kalan bir yasa yapmak ve bunu yetersiz haliyle uygulamaya koymak bugünkü kaçınılmaz krizin mimarıdır.

Basit bir hesapla; Türkiye’de 01 Temmuz 2019 tarihinden sonra sinema filmi yapımcılarının kasasına bir bilet üzerinden, -önceki döneme- göre hakkaniyetle bölünen bir pay intikal etmektedir. Yasaya sebep olan karmaşık dönemde kabaca; 12 TL’ye satılan bir sinema biletinden yapımcıya 5 TL. dönmekteyken bugün ortalaması 16 TL’ye gelen bir biletin 7 TL.’si aynı yere dönüş yapmaktadır. Paylaşım oranlarında çok büyük bir değişiklik olmadığı gibi satılan bilet toplamlarındaki düşüş, kan ağlayan sinema salonlarının teker teker kapanmasına, yapımcıların ise üretimde daha uzun süreler düşünmesine sebep oluyor.

Hükümetin ve dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın böyle bir hassasiyeti (!) var mıdır bilinmez ama sinema piyasası ile ülkedeki film üretiminin nicelik açısından ve ulaşılan ticari gelir düzeyinde korunabilmesi için bir çözüm önerilebilir. Piyasayı destekleyecek en önemli girişim biletler üzerinden alınan eğlence vergisine uygulanacak indirim ya da muafiyetler olabilir. Olabilirdi.

Türkiye’de sinemaya giden insanlar ödedikleri bir sinema bileti tutarı içinden % 10 oranında eğlence vergisi ödemek mecburiyetindedir. Bu vergilendirme eğlence vergisi adıyla sinemada film izleyen her bir kişiden alınmaktadır. Ödeme pratiğine bakıldığında sinemaya gidenler % 10’luk eğlence vergisini sinema gişelerinden bilet alırken peşinen ödemektedir. Sinema işletmeleri bu oranı her bir sinemasever adına devlete iletmekle yükümlüdür. Aslında eğlence vergisi ne sinema işletmesinden ne de film yapımcısında alınmaktadır. Temel olarak biletlere uygulanan eğlence vergisi bilet alan kişilerin ödemekle yükümlü olduğu bir vergidir. Sinema işletmeleri ve film yapımcıları kanunlarla sınırlı şirketlerdir ve rutin vergilendirmeler, eğlence vergisi haricinde zaten uygulanmaktadır. Kestikleri faturalardan alından katma değer vergileri, yıllık kurumlar vergisi ve şirketlerin yapısına göre tahakkuk eden diğer vergiler… Teorik olarak sinema bileti satın alan kişilerin ödemekle yükümlü olduğu eğlence vergisi pratikte sinema gişelerinin kasasında toplanarak sinema işletmecileri aracılığıyla ilgili devlet kurumlarına ulaştırılmaktadır. % 8 katma değer vergisi ve iletilmesi gereken % 10’luk eğlence vergisine göre bilet fiyatlarını belirleyen sinema işletmeleri ekonomik koşullara göre bu tutarlarda güncellemeler yapmakta ve koşulların zorluğuna göre bu güncellemeler, zam olarak bilet fiyatlarına kaçınılmaz olarak yansıtılmaktadır.

Günümüzde Türkiye sinema gişelerinin satış, salonlarının ise doluluk oranı yıllık bazda % 12 civarında seyretmektedir. İlginç olan şudur ki Türkiye’nin sinemada film izleme potansiyeli yüksektir ve bu 2019 öncesinde yabancı yatırımcısının da ilgisini çekmiştir. Yapılması gereken filmlerin teker teker teşvik edilmesinin yanı sıra sinema izleyicisinin film izleme bütçesinin desteklenmesidir. Bunun için devletin sinema biletleri üzerindeki eğlence vergisini -keşke- tamamen ortadan kaldırarak piyasadaki paydaşların her birini % 5’lik bir katkı sağlaması, -ya da- eğlence vergisi oranında indirime gitmesidir.

Afrika kıtasında sinema biletleri üzerinde alınan vergilerin ortalama oranı % 13. Bu oranın % 10 genel devlet vergisi % 5’i ise eğlence vergisi olarak tahsil ediliyor. Asya’da alınan vergiler toplamı % 11. % 8 genel vergi % 3’ü ise eğlence vergisi. Avustralya kıtasında Yeni Zelanda ve Avustralya’da eğlence vergisi yok. Kıtanın tamamında biletlerden alından toplam vergi % 13. Türkiye’nin de içinde olduğu Avrupa kıtasında ise biletler üzerinden alınan vergilerin ortalama oranı % 16. 26 farklı Avrupa ülkesi ele alındığında sinema biletlerindeki ortalama genel vergi oranının % 14, eğlence vergisi oranının ise % 2 olduğu gözlemleniyor. Avrupa’nın biletleri üzerindeki ortalama vergi oranı -bu 26 ülke ve ek olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne göre- % 16. Amerika Birleşik Devletleri’nde alından genel vergi oranı % 7’yken eğlence vergisi adı altında ya da benzer bir vergilendirme uygulaması bulunmuyor. İnceleme altına aldığımız yedi Güney Amerika ülkesinin vergi ortalaması ise; genel vergilerde % 15, eğlence vergisinde % 6 oranında.

Aşağıdaki tabloda dünyanın bazı ülkelerindeki ortalama sinema bileti satışı fiyatlarını ve biletler üzerindeki ortalama vergi oranlarını inceleyebilirsiniz. Türkiye, % 10’luk eğlence vergisi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle birlikte ilk onda yer almaktadır. Hindistan, Ekvator ve Brezilya’da şehirlere göre farklı oranlarda ve filmlerin bilet satışlarına göre değişen vergilendirmeler yapılmaktadır. Amerika Birleşik Devleri’nde de eyaletlere göre değişik vergilendirme oranları mevcuttur fakat ülke genelinde eğlence vergisi adı altında ekstra bir vergilendirme bulunmamaktadır.

Türkiye’de sinema yaşamında emek harcayan film yapımcılarının ve çok büyük özverilerle sinema işletmelerinde filmleri sinemaseverlerle buluşturan sinemacılarımızın verimliliklerini en yükseğe taşıyabilmeleri, ülkenin sinemada film izleme potansiyelini en üst seviyeye taşıyabilmeleri için vergisel teşvike ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’de bir sinema biletine uygulanan vergi oranlarının Avrupa ve dünya standartlarına uydurulması ivedilikle gerekmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sinema Genel Müdürlüğü vasıtasıyla bu konuda bir iyileştirme yapması ve sinema piyasasının içinde bulunduğu krizden hızla çıkmasına yardımcı olması gerekmektedir. Sinema biletlerinden alınan eğlence vergisinin tamamen kaldırılmasını umuyoruz.

(*) Tablodaki veriler ve sütunlardaki değerlerin tamamı uluslararası yetkili şirketlerden temin edilmiştir. Verilerin kopyalanmamasını, izinsiz bir şekilde alınmamasını ve alıntılanmamasını hassasiyetle öneririz.

(19 Ağustos 2019)

Deniz Yavuz

[email protected]

Gelecek Programın Türkiye Yapımları

2019’un ikinci yarısında ve 2020’nin ilk altı ayında gösterime sokulması planlanan ve tarihleri açıklanmış sinema filmleri:

Türkiye sinema piyasası gişede tarihinin kötü dönemlerinden birini daha yaşıyor. Sinema gişeleri her hafta düşük ve olumsuz kayıtlara imza atarken, sinema işletmeleri açısından verimsiz günler -ne yazık ki- gözlemleniyor. Bir önceki yılın ilk altı ayına göre 10 milyonun üzerinde bir bilet kaybı ortaya çıkarken bayramın sona ermesiyle tamamlanacak 32. gösterim haftasının ardından da durumda olumlu yönde bir değişiklik yok.

Sinemaseverlerin birden çok sebeple hissettiği güvensizlik, bilet zamları ve etkilenen, sinemaya gitme alışkanlığı sebebiyle Türkiye film piyasası durumu değiştirmek için bir hayli efor sarf edecek gibi gözüküyor. 2019’un ilk ayından bu yana peşpeşe patlak veren krizleri ve bilinçsiz uygulamaları tekrar tekrar yazarak bugünden sonrasını da karartmak doğru değil. Hali hazırda Türkiye’nin siyasi ve ekonomik sorunlarının olumsuz açıdan en yukarda yaşandığı bugünlerde, dünya çapında iklim krizlerinin kendini bir hayli hissettirdiği günümüzde sinema gişelerinde yaşanan düşüşün de yaşamlarımızdaki problemlerin ilk sırasına oturması ve gündemleri meşgul etmesi de söz konusu değil.

Türkiye sinema yaşamını oluşturan bütün dinamikler el ele vererek bu krizden, ‘normalleşerek’ çıkacaktır. Bu yılın ilk 32 haftalık vizyon macerasında 89 Türkiye yapımı filmi sinema işletmeleri konuk etti. Bu süreçte vizyona çıkış sırasıyla; BKM yapımcılığında ‘Can Dostlar’, Dijital Yapım Evi – Mustafa Uslu’nun ‘Çiçero’su, yine BKM yapımcılığında Yılmaz Erdoğan’ın yönetiminde ‘Organize İşler: Sazan Sarmalı’, 2506 Yapım’ın ‘Hep Yek 3’, Ay Yapım, Med Yapım ortaklığıyla yapılan ‘Bir Aşk İki Hayat’ Murat Boz’un baş rolünde olduğu ‘Öldür Beni Sevgilim’, bir başka Mustafa Uslu filmi ‘Türk İşi Dondurma’, BKM imzalı ‘Aykut Enişte’ ve ilkiyle 1,5 milyon bilet satışı sınırını aşan TN Yapım, Eren Medya ve Ils Vizyon ortaklığı ‘Enes Batur: Gerçek Kahraman’ sinemalarda en çok bilet satışı gerçekleştiren Türkiye yapımı sinema filmleri oldu. 217 gösterim gününde 11 milyonluk yerli film bilet satışının 9 milyondan fazlasını gerçekleştiren ve her biri 500 binlik satış seviyesini geçen bu yapımlar şöyle:

(*) Tablodaki sayısal veriler filmlerin yerel dağıtımcı firmalarının açıkladığı resmi gişe raporlarından alınmıştır.

Ertelemeler olmasaydı yukarıdaki tabloda muhtemelen önceki bölümleri yüksek bilet satışlarına ulaşmış Recep İvedik serisinin altıncı filmini, Mahsun Kırmızıgül’ün Mucize 2: Aşk’ını ve Cem Yılmaz’ın Karakomik Filmler adlı projesini de görebilecektik. Yüksek gişe beklentili bu yapımlar vizyon için 2019’un ikinci yarısını tercih etti. 2018 yılında 44 milyon bilet satışı gerçekleştiren Türkiye yapımlarının bu yıl 217 gün sonunda ancak 13 milyonu geçmiş olması hayli endişe verici. Geçtiğimiz yıl % 63’lük bir satış oranı hakimiyeti yakalayan yerli filmler 2019’un kalan dört ayında büyük bir performans kaybı yaşamamak adına 30 milyonu aşan bir satış grafiği yakalamak zorunda.

Antrakt’a film dağıtımcısı şirketlerin ilgili departmanları tarafından gönderilen resmi vizyon tarihlerine göre, 2019’un son beş ayı ve 2020’nin ilk altı ayında sinema perdelerinde izleyicisiyle buluşması planlanan yapımları listeledik:

Ağustos 2019: (7)

16.8.2019 / Sesinde Aşk Var
Başarılı televizyon dizilerinin yapımcısı Hayri Aslan’ın yeni sinema filmi projesi. Genç kitleyi yakından ilgilendiren konusuyla film bu cuma sinemalarda olacak. CJ Entertainment Turkey dağıtımıyla gösterimde olacak filmin yönetmeni Osman Taşçı.

23.8.2019 / Sar Başa
Son dönemde popüler olan internet fenomenlerinden Alper Rende’nin rol aldığı komedi filmi. Filmin yönetmenliğini Berk Alan yapıyor, ortak yapımcılardan TME Films sinemalara dağıtımını üstleniyor.

30.8.2019 / Masal Şatosu: Sihirli Davet
Çocuk sinemaseverleri hedefine alan Masal Şatosu: Sihirli Davet fantastik yapısı ile CGV Mars Dağıtım tarafından sinemalara dağıtılacak. Filmin okulların açılmasında bir hafta önce vizyona çıkması tatildeki çocuklar için fırsat…

Üçüncü Dünya
Yönetmenliğini ve senaryosunun yazımını Metin Kuru’nun üstlendiği film korku – gerilim tarzında. Filmi MC Film sinemalara dağıtıyor.

Bize Müsaade
2018 yılında tamamladığı ve vizyona sunduğu filmleriyle sinema yaşamına merhaba diyen Hann Medya’nın yeni projesi. Komedi tarzındaki filmin dağıtımını CGV Mars yapıyor.

İblis: Esir-i Beden
Fahriye Ablay’ın yapımcılığında Hira Evren Işık’ın yazıp yönettiği son yılların trend tarzı olan korku içerikli yapım. Filmin sinema dağıtımını CJ Entertainment Turkey üstleniyor.

Mircin
Kurmaca Film’in dağıtımını üstlendiği korku filminin yönetmeni Ahmet Yaşar Gümüş. Film 81 dakika.

Eylül 2019: (14)

6.9.2019 / Serseriler
Ulaş Bahadır’ın yazıp yönettiği, ‘Asla Tesadüflere İnanmam!’ ibaresiyle vizyonda olacak Gökkuşağı Film’in komedi, aksiyon tarzındaki yapımını CJ Entertainment Turkey dağıtıyor.

Kolej Havası
Kerim Çaplı ve Yavuz Çetin’in yaşamından bir bölümü Blue adlı filmle 2017 yılında bizlere izlettiren Güverte Film, Kolej Havası ile Beşiktaş futbol kulübünün efsanevi üçlüsü Metin Ali Feyyaz’ın hikayesi öncülüğünde Süleyman Seba’lı, Serpil Hamdi Tüzün’lü Beşiktaş futbol kulübünü beyazperdeye taşıyor.

El-Deccur
Gökhan Arı’nın yazıp yönettiği korku tarzındaki filmin vizyona çıkış tarihi ilk olarak Ağustos sonu olarak açıklanmıştı. MC Film’in dağıtıma sunacağı filmin yapım şirketi Suare Film.

45-25: #Kusursuz Cinayet
Türkiye’de ilk 3D korku filme imza atan, reklam ve dizi filmleriyle bilinen Biray Dalkıran yeni bir korku gerilim tarzıyla sinemaseverlerle. Film, Bir Film dağıtımıyla sinemalardaki yerini alacak.

13.9.2019 / En Uzun Gece: Fırtına Murat
Zeta Yapım’ın filminin yazarı ve yönetmeni Orhan Kılıç.

Cin Azabı
İlk olarak Haziran 2019’da vizyona çıkartılacağı açıklanan Cin Azabı’nın yönetmeni ve senaristi Onur Aldoğan. Filmi Bir Film dağıtacak.

Kız Kardeşler
Dünya ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştiren film bir NuLook ortak yapımı. Emin Alper’in yönetmenliğinde tamamlanan yapımın dağıtımcısı UIP Turkey.

Bozkır: Kuşlara Bak Kuşlara
1980’li yılların sonunda Türkiye sinema gişelerini yapımcılığını gerçekleştirdiği Minyeli Abdullah filmleriyle sallayan Mehmet Tanrısever dokuz yıl sonra sinemaya dönüyor. Mehmet Tanrısever’in her iki filmi de CJ Entertainment Turkey dağıtımıyla sinemalarda olacak.

Facia Üçlü: Karışma Bende
2018, Ağustos ayında vizyonda izleyicisiyle buluşan ilk filmin ardından ikinci film, bu kez, CGV Mars dağıtımıyla vizyonda olacak…

20.9.2019 / Annem
Mustafa Kotan yönetmenliğinde, Hann Medya yapımcılığında, usta oyuncu Sumru Yavrucuk’un baş rolünde olduğu drama CGV Mars dağıtımıyla sinemalarda olacak. Film 2019’un yüksek gişe beklentisi olan filmlerinden…

Hür Köle
1980’li yılların sonunda Türkiye sinema gişelerini yapımcılığını gerçekleştirdiği Minyeli Abdullah filmleriyle sallayan Mehmet Tanrısever dokuz yıl sonra sinemaya dönüyor. Mehmet Tanrısever’in her iki filmi de CJ Entertainment Turkey dağıtımıyla sinemalarda olacak.

27.9.2019 / Fırıncının Karısı
Mahmut Kayımtu ve Ertuğrul Fındık’ın ortak yapımcılığında Murat Onbul’un yönetiminde vizyona çıkacak olan filmin dağıtımı CJ Entertainment Turkey tarafından gerçekleştirilecek. Filmin baş rollerinde Büşra Pekin ve Alper Kul var.

Muhteşem Üçlü
MC Film’in dağıtacağı filmin yönetmen koltuğunda Mahmut Kaptan oturuyor. Muhteşem Üçlü’nün senaryosu ise İhsan Aydın’a ait.

Sir-Ayet 2
Enis Özkan’ın yapımcılığında vizyona çıkan ilk film Onur Aldoğan yönetiminde CGV Mars Dağıtım tarafından vizyona sunulmuştu. İkinci film de CGV Mars tarafından sinemalara dağıtılacak.

Ekim 2019: (14)

4.10.2019 / Dert Bende
Yönetmen Berat Özdoğan’ın filmi Dert Bende’nin yapımcısı deneyimli oyuncu Ümit Kantarcılar. Makinist Film yapımı filmi TME Films dağıtıyor.

Hareket Sekiz
Polis Akademisi Alaturka filminin yönetmeni Ali Yorgancıoğlu’nun altıncı uzun metrajı. Ali Sunal’ın baş rolünde olduğu filmi CGV Mars dağıtıyor.

Hapşuu
TRT Çocuk kanalının animasyon dizilerinden Hapşuu bu kez bir sinema filmi olarak karşımızda olacak. Filmin dağıtıcısı CGV Mars…

Keşfedilmemiş Çocuklar
Bülent Terzioğlu ve Korkmaz Yalınkılıç’ın birlikte yönettiği film MC Film dağıtımıyla vizyonda olacak.

Kuşatma: Yedi Uyuyanlar
Kusena Film yapımcılığındaki 85 dakikalık yapımın yönetmenlik koltuğunda Utku Uçar oturuyor. Filmi CJ Entertainment Turkey sinemalara dağıtacak.

11.10.2019 / Hannas 2
Kamil Aydın yönetimindeki ilk film 2015 yılında vizyona sokulmuştu. MC Film dağıtımındaki ikinci film de korku gerilim tarzında…

7. Koğuştaki Mucize
Mehmet Ada Öztekin’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu film yılın ikinci yarısının gişe iddiası olan filmlerinden. Filmi CJ Entertainment Turkey dağıtacak.

Kral Şakir: Korsanlar Diyarı
Grafi 2000’in eseri Kral Şakir ilk filmin vizyon başarısının ardından ikinci filmle vizyona hazırlanıyor. BKM yapımcılığındaki filmi CJ Entertainment Turkey dağıtıma sunuyor.

18.10.2019 / Karakomik Filmler: Kaçamak, 2 Arada
Başta yapımcılarının ve sonrasında sinema film dağıtım piyasasının yaşanan durgunluk açısından çok büyük satış beklentisinin olduğu filmlerden biri. Cem Yılmaz’ın beşinci yönetmenlik, onuncu senaristlik, on dokuzuncu sinema filmi oyunculuğu ve yedinci yapımcılık denemesi film UIP Turkey tarafından sinemalara dağıtılacak.

25.10.2019 / Kızım Gibi Kokuyorsun
Sargona Film yapımı Olgun Özdemir yönetmenliğinde ve senaristliğinde tamamlanan film bir kayıp arama hikâyesi.

Cinayet Süsü
TAFF Pictures yapımı filmin gösterim tarihi ilk olarak Ağustos sonu olarak açıklanmıştı. Ali Atay’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmde Uğur Yücel, Binnur Kaya ve Cengiz Bozkurt rol alıyor. CJ Entertainment Turkey tarafından sinemalara dağıtılacak olan Cinayet Süsü gösterim takviminin gişe beklentisi yüksek olan yapımlarından.

Bina
Dünya ilk gösterimini Toronto’da yapacak olan filmin yönetmeni Orçun Behram. 125 dakikalık gerilim tarzındaki filmin yapımcılığını Müge Özen ile birlikte senaryoya da imza atan Orçun Behram yapıyor. Filmin dağıtımcısı Kurmaca Film.

Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu
Takvimin, açıklanan yüksek ihtimalle vizyona giriş tarihlerine göre gişe beklentisi yüksek olan altıncı filmi. Dijital Yapım Evi, Mustafa Uslu’nun yeni filmi Türkiye’nin halter sporcusu Naim Süleymanoğlu’nun yaşamını sinema perdesine taşıyor. Film CGV Mars dağıtımıyla Ekim ayı sonunda vizyonda olacak.

Bulmaca Kulesi
TRT Çocuk adlı televizyon kanalında yayınlanan animasyonlardan biri daha sinemaseverler için uyarlanıyor. Can, Mert ve Aslı’nın maceraları CGV Mars’ın sinema dağıtımıyla çocuk izleyicilerle buluşacak.

Kasım 2019: (8)

8.11.2019 / Recep İvedik 6
Serinin altıncı filminde Recep İvedik’in Afrika maceraları izlenecek. Recep İvedik 6 da ilk olarak 2019’un ilk yarısında vizyona çıkacaktı. Gösterim şartlarının oluşmamasından ötürü yapımcısı filmi 2019 sonuna öteledi. İlk olarak UIP Türkiye’nin dağıtacağı filmi sinemalara CJ Entertainment Turkey programlayacak.

15.11.2019 / Kraliçe Lear
En son Gözetleme Kulesi filmiyle izlediğimiz yapımcı, yönetmen, senarist Pelin Esmer’in belgesel tarzındaki yeni filmi Kraliçe Lear’ın ortak yapımcısı Dilde Mahalli. Filmin müzikleri ise Barış Diri tarafından yapıldı. Film Kurmaca Film tarafından dağıtılacak.

Güzelliğin Portresi
Umur Turagay yönetimindeki filmde Burçin Terzioğlu ve Birkan Sokullu baş rolde. Filmin yapımcısı BKM sinema dağıtımını ise CJ Entertainment Turkey yapacak.

22.11.2019 / Merhaba Güzel Vatanım
Ahmet Ümit’in kaleminden dünyaca ünlü şair Nazım Hikmet Ran’ın yaşamı sinema perdesine aktarıldı. Filmi CGV Mars sinemalara dağıtacak. Nazım Hikmet Ran’ın Yetkin Dikinciler tarafından canlandırıldığı filmde Berna Laçin de oynuyor.

Kolonya Cumhuriyeti 2
Baş rolünde Çağlar Çorumlu’nun oynadığı Murat Kepez’in yönettiği Kolonya Cumhuriyeti 2017 yılının Nisan ayında sinemalara konuk olmuştu. Filmin ikincisi BKM yapımcılığında tamamlandı ve Kasım ayının son haftasında vizyonda olması bekleniyor. Filmin Türkiye sinemalarındaki dağıtımcısı ise CJ Entertainment Turkey.

29.11.2019 / Nasipse Olur
Selahattin Sancaklı yönetimindeki filmin çekimleri Sinop’ta yapıldı. Komedi tarzındaki yapımın sinema dağıtımcısı CGV Mars.

Hemen Döneriz
Filmin yönetmenlik koltuğunda Haydar Işık oturuyor. STL3 Dağıtım’ın sinema programlamasını yapacağı Hemen Döneriz’in çekimleri Keşan’da gerçekleştirildi.

İki Gözüm
Naim Süleymanoğlu ve Nazım Hikmet Ran’ın ardından bir başka önemli isim beyazperdede… Müzisyen Ahmet Kaya’nın Paris’te son bulan yaşamından bir kesiti sinema perdesine getirecek olan İki Gözüm isimli film CJ Entertainment Turkey tarafından dağıtılacak.

Aralık 2019: (8)

6.12.2019 / Mucize 2: Aşk
Mahsun Kırmızıgül ve Murat Tokat’ın yapımcılığında vizyonda olacak Mucize 2: Aşk’ın sinema dağıtımı CGV Mars tarafından yapılacak. Film 2019’un ilk yarısından son aylarına transfer olanlardan ve gişe beklentisi yüksek yapımlardan…

Şişkolar & Sıskalar
Barakuda Film tarafından vizyona sunulan animasyon tarzındaki filmin sinema dağıtıcısı CJ Entertainment Turkey.

13.12.2019 / Aman Reis Duymasın
Usta yönetmen Onur Tan’ın çektiği filmin yapımcı firmaları Sinehane ve Pana Film. TME Films tarafından sinemalara dağıtılacak filmin senaryosunda Bahadır Özdener imzası var.

Kırk Yalan
Erdi Yapım’ın filmi Kırk Yalan’ın yönetmeni Hamdi Alkan. Filmin dağıtımcı firması ise CJ Entertainment Turkey.

20.12.2019 / Beyaz Hüzün
Kenan Korkmaz’ın yönetmeni, senaristi ve oyuncusu olduğu Beyaz Hüzün bir Ekol Yapım prodüksiyonu. Filmin müzikleri Yıldıray Gürgen tarafından yapıldı. Sinema dağıtımı ise TME Film aracılığıyla yapılacak.

Şuursuz Aşk
Orhan Şeddadi’nin yapımcılığını üstlendiği sinema filminin yönetmeni Umut Ertek. Oyuncu kadrosunda İsmail Hacıoğlu, Ebru Şahin ve Nazan Kesal’ı da barındıran filmin dağıtımı CGV Mars tarafından yapılacak.

Akıncılar
Televizyon dizisi Diriliş’in yaratıcısı Mehmet Bozdağ’ın yeni projesi Akıncılar’ın yönetmeni Kamil Aydın. Filmin yapımcılığını yapan Mehmet Bozdağ aynı zamanda senaryonun da yazarı. Film 2019’un son haftalarında CJ Entertainment Turkey dağıtımıyla sinemalarda olacak.

27.12.2019 / Rafadan Tayfa 2: Göbeklitepe
İlk bölümü ile bir animasyon yapımın elde ettiği en yüksek gişelerden birini elde eden Rafadan Tayfa’nın ikincisinin bölüm adı Göbeklitepe oldu. Yeni maceraları 2019’un son gösterim haftasında CGV Mars dağıtımıyla izlenecek.

(*) Filmler hakkında açıklanan detaylı bilgilere antraktsinema.com adresinin ‘gelecek program’
sayfasından ulaşabilirsiniz. Yukarıdaki tanıtımda 51 yerli sinema filmi listelenmiştir. Tarihlerde yapımcı ve dağıtımcı şirketler tarafından değişiklikler yapılabileceği gibi listeye eklenecek başka Türkiye yapımları da söz konusu olabilir. 2019 yılı tamamlandığında 140’ı aşan yerli sinema filminin vizyon görmüş olması bekleniyor.

Ocak 2020:

Baba Parası / Sihirli Annem Bir’iz / Karakomik Filmler 2: Emanet, Deli / Eltiler Savaşı

Şubat 2020:

Masallardan Geriye Kalan / Dumlupınar: Vatan Sağolsun / Hep Yek 4: Altan Bela Okuma / Biz Böyleyiz

Mart 2020:

Mahalleden Arkadaşlar

Nisan 2020:

Hababam Sınıfı Kıbrıs’ta: Yaz Oyunları

(15 Ağustos 2019)

Deniz Yavuz

[email protected]

Kilise’nin Sessizliği

Fransız sinemasının önemli ismi François Ozon, Şubat ayı içinde Berlinale Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmış son filmi ‘Yüzleşme’de hemen konuya giriyor. 40 yaşındaki bankacı Alexandre (Melvil Poupaud) çocukluk yıllarını geçirdiği Lyon’da cinsel tacizine uğradığı rahip Preynat’nın (Bernard Verley) yeniden aynı yöreye çocukların arasına döndüğünü öğrendiğinde hiç beklemeden harekete geçiyor. 9 – 12 yaşları arasında kilisenin kuytu yerlerinde ve din adamları gözetiminde gidilen izci kamplarında yaşadıkları gözlerinin önünde canlanıyor. Korkularıyla ve bastırdıklarıyla yüzleşme zamanı gelmiştir artık.

Ozon’un 2 saat 15 dakika uzunluğundaki filminin ilk yarısı, evli ve 5 çocuk sahibi olan genç adamın kilise yetkilileriyle mektuplaşmaları üzerinden gelişiyor. Bu gerilimli iz sürüşü sonucunda yörenin en üst düzey kişisi kardinal Barbarin’e (François Marthouret) ulaşıyor. Bir kilise evinde, görevli psikolog nezaretinde tacizcisi ile yüzleşme fırsatını yakalıyor.

Beklenin aksine yaptıklarını inkâr etmiyor yaşlı rahip. Çocukları hep çekici bulduğunu ve bu hastalığından ötürü acı duyduğunu açıkça itiraf ediyor. Kadın psikoloğun Alexandre ve tacizcisi ile birlikte elele tutuşarak Tanrı’ya dua etmeleri ve af dilemeleriyle sonlanıyor bu tuhaf buluşma. Kilise görevlisi psikolog, ‘yaralar orda duracak, Tanrı onları iyileştirecektir, biz daha fazla deşmeyelim’ kabilinden ifadelerle olanların üstünü örtmek niyetindedir. Dindar bir adam olan Alexandre şaşkınlık ve öfke içindedir. Travmalı geçmişini önce ailesiyle, ergen yaşlarındaki oğullarıyla, daha sonra polis ve basınla paylaşacak ve suçun cezasız kalmaması için sessiz kalmış öteki kurbanların peşine düşecektir.

Alexandre’ın başına gelenler 20 yıllık zaman aşımı süresinden önce yaşandığı için dava açabilmek için bu süreyi henüz doldurmamış kurban adaylarının ifadelerine ihtiyaç vardır. Böylece filmin ikinci bölümünde Preynat’nın tacizine uğramış ateist François (Denis Ménochet) ile yüksek IQ uyumsuzluğundan mustarip Emmanuel’in (Swann Arlaud) hikâyeleri üzerine yoğunlaşır Ozon. Grup kalabalıklaştıkça, polis ve basın destekli soruşturma genişledikçe durumun vahameti ortaya çıkar. Rahip Preynat’nın kendisinin de kabûl ettiği durumu, artık hayatta olmayan eski kardinal, ve arkadaşı olan yenisi tarafından bilinmesine rağmen kurumu korumak uğruna susulmuş, olanlar görmezden gelinmiş, ufak tefek şikâyetler kulak ardı edilmiştir. Ancak, Kilise’nin sessizliği ile mücadele etmenin zamanı gelmiştir artık.

Soruşturma sürerken kardinal Barbarin’in dili sürçüyor, Preynat durumunu bizlere anlattığında ‘Allaha Şükür olan biten zaman aşımına uğramıştı’ deyiveriyor. Filmin dilimizde ‘Allaha Şükür’ anlamına gelen özgün adı ‘Grâce à Dieu’ işte bu kazara sarf edilen cümleden kaynaklanıyor. Auteur sinemacı François Ozon kendisinden pek de beklemediğimiz bu belgesel ile doküdrama arasında gidip gelen filminde çağdaş toplumların kanayan yarası pedofili ile yüzleşiyor. Bol tekrardan, uzun diyaloglardan kaçınmıyor. Tüm bunlar, özellikle ikinci yarıda, sinema anlamında bir tatminsizlik yaratıyor belki, ancak bu tavrıyla, ikiyüzlü ahlak anlayışını yerden yere vurduğu Katolik Kilisesi’nden yola çıkarak, ülkemiz de dahil dünyanın her köşesinde hizmet veren eğitim ve din kurumlarındaki yozlaşma ile çocuk sömürüsüne yaman bir eleştiri getiriyor Fransız sinemacı.

(02 Ağustos 2019)

Ferhan Baran

[email protected]

Bıkmadan, Usanmadan, Yılmadan… Yüzleşme

Toplumların en büyük sorunlarından biri, belki de en önemlisi taciz ve tecavüz… Çocuğunuzu okula, ibadethaneye, kursa, kampa gönderiyorsunuz, en güvendiğiniz kişi, din adamı sarkıntılık ediyor. İnsanların inandığı, güvendiği birini suçlamak kolay değil… Hemen itirazlar yükseliyor. Ya sinmeyecek, mücadeleyi sürdüreceksiniz ya da diğerleri gibi çekileceksiniz kabuğunuza.

“Yüzleşme”, bu anlamda, evrensel bir sorunu işliyor. Kampta çocukları taciz eden rahibi -başta din kurumu olmak üzere- korumak amaçlı, yaşananları herkes hasır altı etmeye çabalarken, sadece kendisinin kabûl etmesi bile taciz edilmiş çocukları suskunluğun yükünden kurtarabiliyor. Rahibin bulduğu çözüm, kendince en güvenlisi, çünkü yukarıdakiler suçlamaları gizlemekte, kapatmakta, engellemekte kendisinden daha başarılı.

Deyim oldu artık…

Son yıllarda, kolay anlaşılır bir anlatım için “Bilâl’e anlatır gibi” deniyor ya… Gerçekten sakin, yalın ve amacından hiç sapmaksızın sorunu dile getiriyor “Yüzleşme”de yönetmen François Ozon.

Üç arkadaş, kendilerini taciz eden rahibin hâlâ çocuklarla çalıştığını öğrendiklerinde suskunluklarından sıyrılmaya da karar veriyor. Kolay değil kuşkusuz… Hem kendileri için hem de toplumdaki yerleri için…

İçiniz nasıl?

Buradaki en önemli nokta: huzur. Ya o ağırlığı ve suskunluğun yükünü taşıyacaksınız ya da o yükü sırtınızdan atıp, sizden sonrakileri olsun kurtaracak ve insanlara rehber olacaksınız. Muhakkak ki o travmayı yeniden yine yaşayacaksınız içinizde. Çocuklarınız da öğrenecek yıllardır içinizi kemiren o çözümsüzlüğün acısını… Birileri sizi sessiz kalmaya, geçmişi deşmemeye çağıracaktır… hiç değilse çevredekilerin bakışını, suçlayıcı tavırlarını önlemiş olacağınızı engelleyeceğinizi söyleyecektir. Yıllar geçmiştir üzerinden, kazanımı ne olacaktır ki zaten, olan olmuştur…

Susma, sustukça sıra sana gelecek!

İşte tam da o noktada herkesin, büyük küçük, kadın erkek, öğrenci çalışan herkesin bu taciz ve tecavüze karşı çıkması gerekir. Siz ses çıkarma cesareti göstermezseniz pedofili sürecek, insanlar yaşadıkları travmalarla boğulacaktır.

François Ozon’un, Berlin’de festival ana yarışmasında ilk gösterimini yapan filmi gerçek bir olaydan yola çıkıyor. Toplumsal, hatta bana kalırsa evrensel bir sorunu gündeme getiriyor. Katolik dünyada yaşananlar sanki başka ülkelerde başka dini kurumlarda yaşanmıyor mu? Sizin aklınıza gelen, bizim ülkemizde hemen herkesin bildiği bir durum… İster istemez onunla filmde yaşananları karşılaştırıyorsunuz. Sizin din adamınız, bizim din adamımız sorunu değil bu… Bu gerçeklerin ve taciz tecavüzün yok edilmesi… Çocukların travma yaşamaması, taciz ve tecavüz yükünü taşımaması…

Çocuk susar, sen susma!

Rahip, çok başarılı bir performans sergiliyor. Bir yandan yaptığının bilincinde, ikrar ediyor bir yandan da “yukarısı beni nasıl olsa kurtarır, ben yine yapacağımı yaparım” havasında. Her ülkede, her toplumda, her dinde mi böyle acaba? Bizim ülkemizde böylesi durumlarda, filmdeki gibi kabûl etmiş görünüp sümen altı etmek yerine, yöneticiler, Bakan düzeyinde olanlar bile, itiraz ediyor.

Bu toplumsal bir sorun, mücadele etmek gerekir, hem de toplumun tüm katmanlarının katılımıyla.

(01 Ağustos 2019)

Korkut Akın

[email protected]

Bir Küba Hikâyesi

San Sebastian Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmış olan ve ülkemizdeki gösterimi halen devam eden ‘Yuli’, dans aleminin efsanelerinden siyahi balet Carlos Acosta’nın yaşamı üzerine kurulmuş. Ancak klasik biyografilerden farklı olarak, sanatçının bizzat kendisi filmde rol alıyor ve hayatından kesitleri özgün dans koreografileriyle aktarmayı deniyor.

Carlos, Küba’nın yoksul bir mahallesinde dünyaya gelmiş. Kamyon şöförü baba siyahi, annesi ise beyaz. Kadın tarafının bu birlikteliği başından beri onaylamadıkları pek belli. Küçük Carlos mahalle arasında dönemin (80’li yılların ilk yarısı) dans ikonu Michael Jackson’dan esinlenmiş figürleriyle becerisini sergilerken babası daha büyük hayallerin peşindedir. ‘Billy Elliot’ın ebeveyninin aksine oğlunun yeteneği sayesinde bu çukurdan çıkabileceğine inanmıştır.

Savaş Tanrısı Ogun’un oğlu Yuli’nin adıyla çağırdığı evladının elinden tutarak onu zorla bir dans okuluna götürür. Pele gibi futbol oynamak, normal bir insan gibi hayatını sürdürmek isteyen küçük çocuğun, yine Billy Elliot’un tersine dansçı olmaya hiç niyeti yoktur. Ama yoksulluğun ve köle geçmişinin ağırlığı altında ezilmiş yorgun babanın kararı kesindir: ‘Bir siyah derili eline bir kez geçecek böyle bir fırsatı değerlendirmelidir, Yuli yıldızını takip edecektir’.

Film, Acosta’nın anı kitabı ‘No Way Home’dan yola çıkarak tasarlanmış. İspanyol kadın yönetmen Icíar Bollain ile Ken Loach filmlerinin değişmez senaristi olan eşi Paul Laverty’nin biraraya gelişiyle proje gerçekleşmiş. Halen 45 yaşında olan Carlos Acosta bu serüvene oyuncu olarak katılmayı kabûl etmiş. Film üç farklı zaman diliminde ve farklı biçimlerde ilerliyor. Dansçı Acosta halen Küba’da faaliyette olan ‘Acosta Danza’ adlı grubuyla yaşamının belli kesitlerini çarpıcı koreografilerle sunuyor. Bu dans gösterilerinin arasına giren geriye dönüşlerde 10 yaşındaki Yuli ve ailesinin yaşam mücadelesinden başlayarak, Acosta’nın Londra Kraliyet Balesi dansçılığına dek yükselen baş döndürücü performansının hikâyesi anlatılıyor. Küresel bale efsanesinin en parlak döneminden arşiv çekimler bu iki anlatı arasında yerini alıyor zaman zaman. Film bu haliyle gerçek ile kurgu arasındaki geçişleri muğlaklaştırıyor. Aynı kıvam her zaman tutturulamıyor gerçi ama ünlü baletin kendi hikâyesini dans adımlarıyla aktardığı bölümler filmin en ilgiye değer bölümleri haline geliyor.

İngiliz Ulusal Balesi’nin ilk siyahi Romeo’su olarak anılan Acosta’nın azim ve başarısı üzerinden ilerleyen ‘Yuli’ başlıkta da yer aldığı üzere bir Küba hikâyesi anlatıyor esasen. Bir yandan, ekonomik ve ırksal eşitsizliğin hüküm sürdüğü Küba portresi çiziyor. Öte yandan, yetenekli yoksul çocuklara kol kanat geren Castro Küba’sının özgür eğitim sistemini öne çıkarıyor. Acosta imzalı özgün bir dans koreografisi (Raped Central America for Wall Street) üzerinden, Amerikalı general Smedly D.Butler’ın kişiliğinde Küba’yı ve Orta Amerika’yı sömüren küresel emperyalizmi gözler önüne seriyor.

Oyunculukların üst düzeyde olduğu bir yapım ‘Yuli’. Carlos Acosta’nın karizmatik duruşuna, çocukluğunu oynayan 10 yaşındaki Edlison Manuel Olbera Núñez’in, babayı canlandıran Kübalı usta koreograf Santiago Alfonso’nun parlak yorumları ekleniyor. Alberto Iglesias’ın etkileyici müzik çalışması bu farklı biyografi filmini sarıp sarmalıyor.

(01 Ağustos 2019)

Ferhan Baran

[email protected]

İhsan Taş ile Sinema Tadında Söyleşi

Daha önce Kaçış 1950, Temel ile Dursun İstanbul’da ve Parayı Bulduk isimli sinema filmlerini hayata geçiren ve şu sıralar yeni projesinin ön hazırlıklarını sürdüren ödüllü yapımcı ve yönetmen İhsan Taş ile çok güzel ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik… Yeşilçam’dan, çektiği filmlere, 5 yıl aradan sonra Bulgaristan’dan aldığı ödülü ve yeni projeleri üzerine uzun uzun konuştuk…

Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben İhsan Taş… 15 Nisan 1980’de, Batman‘da dünyaya geldim. 1996’dan beri İstanbul’da yaşıyorum.

Sinemaya nasıl başladınız?

Ben tam bir sinema aşığıyım… Çocukluğumdan beri hep hayalini kurduğum bir şeydi sinema… Ama nereden ve nasıl başlayacağımı bilemiyordum… Bir gün arkadaşlarla kendi aramızda konuşurken bana bir senaryo sunuldu… Konusu beni o kadar etkiledi ki “Bunu kesinlikle çekmeliyim.” dedim. Böylece ilk filmimi çekmeye karar verdim.

Sizi film yapmaya iten sebepler neler?

Bana göre dünyanın en güzel mesleğidir sinema… Sinemanın dini, dili, ırkı olmaz, sinema evrenseldir çünkü… Sinema gelecek kuşaklara bırakılacak en güzel canlı mektuplardır bence… Düşünebiliyor musunuz, siz bir eseri hayata geçiriyorsunuz ve hiç tanımadığınız, yüzünü dahi göremediğiniz, dünyanın diğer ucundaki başka birileri yaptığınız eseri izleyebiliyor… Düşüncelerinizi ve yapmak istediklerinizi anlayabiliyor… Her insan sevdiği, huzur bulduğu mesleği yapmalı diyerek 2012 yılında kendi şirketim Taş Film’i kurdum ve sevdiğim mesleği yapmaya başladım… Şu an düşünüyorum da, iyi ki de bu mesleği seçmişim diyorum içimden…

“Kaçış 1950” filmi sizin ilk filminiz. Hangi insanların, nasıl yaşanmışlıkların öyküsünü anlattınız?

Filmimiz Bulgaristan’dan, Türkiye’ye göç eden Türklerin hayat hikâyesini konu alıyor… Senaryo gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak yazılmıştı. Senaryoyu ilk okuduğumda orada yaşayan insanların çektikleri acılar beni çok etkiledi… Bana göre filmler aynı zamanda yaşanmışlıkları da anlatmalı, bilinmeyenleri de öğretmeli ve topluma faydalı mesajlar vermeli diye düşünüyorum…

Ardından hangi yapımlara imza attınız?

“Kaçış 1950” filmimiz 10 Nisan 2015’te vizyona girdi. Hemen ardından “Temel ile Dursun İstanbul’da” filmini çektik, 05 Şubat 2016’da vizyona girdi. Onunda hemen peşinden “Parayı Bulduk” filmini çektik, o da 29 Aralık 2017’de vizyona girdi. Yani arka arkaya 3 yılda, 3 film çekip vizyona koyduk…

Hikâyelerinizi oluştururken beslenme kaynaklarınız nelerdir? Hikâyenin geliştirilmesi sürecinde nelere özellikle dikkat edersiniz?

Hikâyelerimi oluştururken, hikâyenin temelinin sağlam olmasına özen gösteriyorum… Nasıl ki temeli sağlam olmayan bir bina çökmeye mahkumsa, sinemada da iyi bir projenin ilk adımı sağlam hikâyedir… Ardından iyi oyuncular, iyi dağıtım ve iyi reklâm… Bu taşları sağlam yerine oturtursanız başarı kendiliğinden gelir zaten. (Bunları söylerken çektiğim 3 filmde edindiğim tecrübelere dayanarak söylüyorum.)

Oyuncu seçimlerinden bahsedebilir misiniz? Bilinen oyuncularla daha evvel hiç bir arada görmediğimiz oyuncuların, bir arada olduğu filmler çektiniz. Neye göre seçtiniz oyuncularınızı?

Hangi işi yaparsanız yapın, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazım bence… İyi bir insan olduğunuzda, mesleğiniz her ne olursa olsun, başarılı olursunuz zaten… Onun için bende oyuncu seçimlerine başlarken, seçtiğim kişilerin her şeyden önce insani değerleri yüksek olan kişiler ve profesyonel olmalarına dikkat ederim. Bütün projelerimde hem yeni yüzlere şans vererek destek oldum, hem günümüzün popüler isimlerini oynattım, hemde Yeşilçamın emektar oyuncularına da yer vererek üç kuşağı bir araya getirmeye çalıştım… Her yapımcı çektiği projelerde bir tane bile Yeşilçam emektarlarına yer verse, hem o sokaklarda ölen sanatçılarımızın acı haberlerini almayız, hemde mutluca sevdikleri işi yapmış olmalarını sağlarlar diye düşünüyorum.

“Temel ile Dursun İstanbul’da” filminizde Wilma Elles ile çalıştınız. Kendisiyle çalışmaya nasıl karar verdiniz?

“Temel ile Dursun İstanbul’da filmimiz isminden de anlaşılacağı gibi Karadenizli Temel’in İstanbul’da başından geçenleri konu alıyor. Daha önceden tanıştığım ve oyunculuğunu çok beğendiğim Wilma Elles’e senaryoyu okuması için yolladım… O da senaryoyu beğendiğini söyleyip fikirlerini paylaşınca birlikte çalışmaya başladık… Hem o, hemde biz sette çok eğlendik ve çok keyifli bir set ortamı paylaştık beraber…

Artık günümüzde çok fazla film çekiliyor, film çekmek için imkânların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu an teknolojide gelinen noktaya bakıldığında, bana göre Türk Sineması hak ettiği yerde değil… Bir toplumun kültür seviyesinin artmasında sanatın, özellikle de sinemanın önemi çok büyüktür… Sanattan uzak ve gişeye odaklı filmler yapılıyor daha çok maalesef… Argo kelimeler ve bel altı şakalarla iş yapabileceklerini düşünerek kaliteyi iyice düşürüyorlar. Hayatımın hiç bir döneminde para denilen kâğıt parçalarına, önemli bir yer vermedim. Onun için yaptığım filmin gişesi olacak veya olmayacak diye her hangi bir kaygım olmadı hiç bir zaman… Şu ana kadar 3 tane film çektim ve her yaptığım film bir öncekinden daha iyi oldu çok şükür… Hem gişe anlamında, hemde reyting olarak… Bu da yaptığımız işte doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Daha başarılı projelere doğru emin adımlarla ilerliyoruz.

Sizce Türkiye’de film eleştirisi yapılmıyor mu? Filmlerinize olumlu ya da olumsuz nasıl eleştiriler geldi?

Eleştiriler eskiden daha kaliteli yapılıyordu bana göre… Bir filme eleştiri yapan kişi, o konuda bilgi sahibi ve işinin ehli kişilerdi eskiden… Köşe yazarları, sinema eleştirmenleri, bu işi mesleği olduğu için yapıyor ve haklı olduğunda eleştirisini yapıyordu… O filmlerin ne zahmetlerle çekildiğini biliyorlardı çünkü… Oysaki şimdi herkesin elinde bir cep telefonu ve herkes bir sinema eleştirmeni gibi, bir köşe yazarı gibi, film hakkında olumsuz yorumlar yapılabiliyorlar maalesef… O filmler ne emeklerle hayata geçiyor, insanlar o filmi hayata geçirene kadar ne emekler vermişler, hiç umursamadan. Başkasının izlerken çok beğendiği bir filmi, siz beğenmeyebilirsiniz… Ya da sizin beğendiğiniz bir filmi başkası beğenmeyebilir… Bu gayet normal… Eleştiriler seviyeli olduğu sürece bir sorun yok… Hakaret boyutuna ulaşmayacak şekildeki tüm eleştirilere açığım tabi… Eleştirilere kulağımızı tıkarsak doğruyu bulamayız ki… Oyuncu, Senarist, Yönetmen, Ressam, Müzisyen, kısacası sanatla uğraşan tüm insanlar çok hassas ve naif insan olurlar genelde… Bir sanatkârın en mutlu olduğu şey yaptığı işin takdir görmesi… Alkışlanması veya ödüllendirilmesi. Bunlar bir sanatçı için paradan çok daha değerlidir… Onun için sert ve yıpratıcı eleştirilerden kaçınılmalı ve onları sevdikleri mesleğe küstürtmemek lâzım diye düşünüyorum…

Yurt içi ve yurt dışındaki festivallerle ilgili hayal ettiğiniz bir şey var mı?

Daha önce bir kaç tane plaket almıştım… Elazığ Çayda Çıra Film Festivali, Bal-Göç (Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği) ve Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nde, filmimiz festivalin açılış filmi olarak gösterilmişti… 5 yıl aradan sonra, Bulgaristan’dan Ardino Belediye Başkanı Sayın Resmi Murat Bey bize anlamlı bir plaket yollayarak, bizi onore ettiler… Göstermiş oldukları bu ince davranışlarından dolayı bende, şahsım ve tüm ekibim adına kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum… Tabi ki hedefimiz ileride daha da kaliteli projeler hayata geçirerek, ekip olarak kırmızı halıda ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek… Umarım o günlerimiz de olur…

Peki, etkilendiğiniz yönetmen veya yönetmenler var mı?

Türk Sinemasında Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz ve Şerif Gören keyifle filmlerini izlediğim yönetmenler… Yaptıkları filmleri onca imkânsızlığa rağmen o kadar güzel çekmişler ki, hâlâ büyük bir keyifle izliyorum…

Yakın zamanda karşımıza çıkacak yeni projeleriniz var mı? Bize biraz tüyo verebilir misiniz?

Tabi ki… İki tane projem var… Biri komed, bir yol hikâyesi, diğeri ise “Dedemin Gözyaşları” isimli bir dram filmi… Bir Dede ile lösemi hastası torununun hikâyesini konu alan duygusal bir proje… İnsanları hem ağlatacağız, hemde ağlatırken tebessüm ettireceğiz sanırım bu projeyle… Erken teşhisin önemine de vurgu yapan çok güzel bir sosyal sorumluluk projesi… Bu projede o hastalığa yakalanıp, hastalığı yenen kişilerde var, gerçek Doktor ve hemşirelerde var… Hepsi de projeye katkı sağlamak amacıyla gönüllü yer alacaklarını söylediler… Bu projenin aynı zamanda kitabını da çıkartacağız, yazım aşaması bitti, son ufak tefek rötuşlar kaldı… Hem kitabın tüm gelirlerini, hemde filmin gişe gelirlerinin bir kısmını lösemili çocukların tedavisi bağışlayacağız… Bu benim gurur projem olacak, onun için ona çok özen gösteriyorum… Bu projeyle gerek yurt içi, gerekse de yurt dışında ülkemizi gururla temsil edeceğimize inanıyorum… Benim sinematografimde de çok özel bir yeri olacağına inandığım bir proje olacak…

Yönetmen Zeki Demirkubuz bir röportajında yönetmenlerin röportaj vermemelerini, çünkü yaptıkları filmin gizemini üç beş kelime ile öldürüyorlar demiş. Siz bu sözlere katılıyor musunuz?

Bunu neye istinaden demiş bilemem ama bana göre yönetmen projesi hakkında pek tabi konuşabilir, gerek duyuluyorsa tabi. Hem konuya daha hâkim, hemde projesini en iyi ifade edecek kişi kendisidir. Bende mecbur kalmadıkça videolu röportaj vermiyorum ama benimki yapımdan dolayı… Kameraları ne zaman görsem heyecanlanıyorum, elim ayağıma dolanıyor. Sanki ilk defa âşık olmuşum da, sevgilimle buluşmaya gidiyormuşum gibi oluyorum her defasında… Yani öyle enteresan ve büyük bir aşk var kamera ile benim aramda. Benim de videolu röportaj vermeme sebebim budur mesela… (gülüyor)

İhsan Taş nasıl biri, hayalci mi, yoksa çok ciddi biri mi?

Hayatın gerçekleri tartışılmaz hiç şüphesiz ki ama hayal kurmak da güzeldir. Hayal kurmadan yaşayamaz ki insan… Hayal kuran insanlardan zarar gelmez bence… Hayal kuran insanlar, güzel insanlardır… Keşke herkes hayal kurabilse ve o hayalinin peşinden giderek onu gerçekleştirebilse… İnsanın sevdiği mesleği yapması kadar güzel bir şey olabilir mi?

Son olarak, sette ekiple bağınız nasıl, mesafeli mi duruyorsunuz yoksa samimi mi?

Sette tabi ki bir disiplin oluyor, olmalı da zaten, herkesin güvenliği ve huzuru için. Sette yüzlerce kişi yer alıyor ve hepsinden sorumlusunuz… Tabi ki bir iş disiplini olacak… Disiplin olmadan başarı da olmaz… Sete başlarken yola çıktığımız tüm ekibi ailem gibi görürüm… Bireysel mutluluğu kesinlikle red eden bir yapım vardır. Yanımdaki insanlar mutsuzsa benim mutlu olmamın hiçbir önemi yok, bende mutlu olamıyorum o zaman… İnanılmaz sahiplenici bir yapım vardır… Türkiye’nin en zengin insanlarından biriyim bana göre… Zengin olmak ve öarlıklı olmak çok farklı şeyler… Çok varlıklısınızdır belki ama etrafınızda sevinci ve kederi paylaşabileceğiniz samimi kişiler yoksa bana göre dünyanın en fakirisinizdir. Ben belki çok varlıklı değilim ama çok zengin olduğumu düşünüyorum… Çünkü başkalarının parayla çözemeyeceği şeylerin çok daha fazlasını hatırla çözebiliyorum çok şükür… Çevreme faydalı olabiliyorum… Etrafındakilere faydası dokunmadıktan sonra neye yarar ki insan… Etrafına faydası olmayan insanlar, meyve vermeyen kuru bir ağaç gibidirler bana göre… İmkânlarım doğrultusunda yapabileceğim şeylerde dostlarımı asla kırmam ve elimdeki tüm imkânlarla yardımcı olmaya çalışırım…

Çok teşekkür ederim hoş bir röportaj oldu… Bol ödüllü çalışmalar diliyoruz…

Ben teşekkür ederim… Size ve tüm ekibinize “sinema tadında” güzel ve keyifli günler diliyorum…

(31 Temmuz 2019)

Sadi Çilingir

[email protected]

Yerdeniz Öyküleri

2019’un Temmuz ayı sinema sektörümüz için oldukça üzücü geçti, onlarca sevdiğimizi elimizden aldı. Yusuf Atıcı (Yönetmen, Senarist), Küçük İskender (Şair, Yazar, Oyuncu), Nejat Toksoy (Müzisyen, Oyuncu), Ayşe Çakar (Oyuncu), Parkan Özturan (Oyuncu), Zafer Özden (Sinema Profesörü, Yazar, Çevirmen), Yurdaer Altıntaş (Grafik ve Afiş Tasarımcısı), Ahmet Doğa Kaygısız (Storyboard Emekçisi), Yalçın Gülhan (Oyuncu) ve Gökhan Pamukçu (Makinist, Sinema Makineleri Uzmanı). Hepsine Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Son kaybımız Gökhan Pamukçu, İstanbul Film Festivali ve Filmekimi’nin düzenlediği film gösterimlerinde 35 mm.lik sinema makinelerinin bakım ve tamirlerini yapmaktaydı. Gökhan, İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü’nden emekli olduktan sonra, çeşitli Belediyelerle ve özel kuruluşlarla Açık Havada Sinema Gösterimleri organizasyonları yapmıştı. Sinemayı benden çok sevdiğini biliyorum. Memlekette sinema salonlarının yok olmaması, salon ve film şirketi sahiplerinden çok, Gökhan ve benzeri makinist ve diğer emekçi kardeşlerimiz sayesindedir. Sinemacılığın gerçek sahipleridirler. Buna canı gönülden inanırım.

Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):

Kime ne yararı veya zararı olur bilemiyorum ama gün itibariyle sinemacılık ve filmcilik sektörünün tanıtım bölümüyle ilgili müthiş bir fikrimi uygulamaya geçireceğim. Malûm yeni sinema kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte memleketimizin en büyük sinema zinciri her türlü indirimli bilet satışlarını ve promosyon uygulamalarını kaldırdı. Basın gösterimi yapılmayan filmleri, biz yaşı kemale ermişler, kıt-kanaat emekli bütçemizden ayırdığımız bedellerle 65 yaş üstü indirimli bilet uygulamasından faydalanarak izlemekteydik. Doğal olarak Temmuz başından beri, her türlü “indirimi kaldıran” (!) bu büyük sinema zincirinden faydalanamaz olduk. Bendeniz de karar aldım, 3 filmin tanıtımına katkı sunduğum haftalık dergide film seçerken bundan böyle 65 yaş üstü uygulaması yapacağım. Pek karışık bir ifade oldu ama şöyle açıklayayım. Tanıtacağım filmleri öncelikle basın gösteriminde izlediklerimden, sonralıkla da sadece bu büyük zincir sinemalar dışındaki sinemalarda gösterilen filmlerden seçeceğim. Bazı filmlerdeki kurgu uygulamasına özenerek paylaşımı-mı-mın başına dönersek, “Kime ne yararı veya zararı olur bilemiyorum ama gün itibariyle sinemacılık ve filmcilik sektörünün tanıtım bölümüyle ilgili müthiş bir fikrimi uygulamaya geçirece-ce-ğim.” (13 Temmuz 2019)

Sinema Yazarı arkadaşımız sevgili Coşkun Çokyiğit sosyal medyaya AFM Sinemaları’nın yandaki kartını koymuş ve altına “Hatırlayan var mı?” diye yazmış. “Var” dedim ve yazılı diyaloğumuz karşılıklı aldı, yürüdü:
Coşkun Çokyiğit: Anlat!
Sadi Çilingir: Neyi?
Coşkun Çokyiğit: Hatırladıklarını!!!
Sadi Çilingir: AFM Sinemaları, Beyoğlu Fitaş Sineması’ndan türedi. Ülkemizin ilk zincir sinemalarıdır. Sonra Cinemaximum’lara satıldı. Fitaş, her ne kadar bir ara, adı Cinemaximum olsa da yine AFM’lerin sahibi Adnan Akdemir’de kaldı. Adnan’ın sinemacılığı dededen gelme. Dedeler de İpekçiler olarak anılıyordu. Hatta İhsan Koza (İpekçi) ilk “Senede Bir Gün” filmini kendi eserinden perdeye aktarmıştır. Biliyorsun bu filmi daha sonra Ertem Eğilmez, önce Kartal Tibet – Selda Alkor’la, sonra Kartal Tibet – Hülya Koçyiğit’le (Çokyiğit’le karıştırırlar hep) sinemaya uyarladı. Fitaş Sineması’nda Richard Harris’li “Vahşi Kahraman”ı (A Man Called Horse) hatırlarım 1970’lerden. Fitaş’ın altındaki Dünya Sineması’sında ise “Ivan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün”ü hatırlarım. Fitaş’ta Ersen ve Dadaşlar’ın bir konserine gittiğimi biliyorum. Atlas Sineması’nın eski müdürlerinden Suphi Oktay orada çalışırken Dünya Sineması’nın makine dairesinin yanındaki müdüriyet odasında, tükenmez kalemle defterlere yazdığı anılarını göstermiş ve “Bunları yayınlayacağım ve yer yerinden oynayacak.” demişti, kısmet olmadı. Suphi abiyle bir festivalde Emek’te bir kovboy filmi izliyoruz, “Abi bu Woody Strode değil mi?” diye sordum. “Aaa, hakikaten o.” demişti. Those were the days. … Daha yazayım mı?
Coşkun Çokyiğit: Tamer’i, Adile’yi (Adalet?) unutmuşsun! Bir de Jean Paul Belmando’dan, Le Professionnel’den, Ennio Morricone’den bahsedeydin…
Sadi Çilingir: “Kaçak” (The Chase), Marlon Brando, Robert Redford. Arthur Penn filmi. Robert Redford’la tanıştığım ilk film. O gün, bu gündür çok severim kendisini. “Poseydon Macerası”nı da Fitaş’ta izlemiştim.
Coşkun Çokyiğit: Bir de Dünya Sineması’nı Amerikanvari cep sinemalarına dönüştürülme sürecinde eski halinde kalması için tek destek verenin Tercüman Gazetesi’nin sinema yazarı olduğunu da ilave edebilirsin meselâ…
Sadi Çilingir: Bir de Dünya Sineması’nı Amerikanvari cep sinemalarına dönüştürülme sürecinde eski halinde kalması için tek destek veren Tercüman Gazetesi’nin sinema yazarıdır.
Coşkun Çokyiğit burada gözünden yaş gelerek gülen bir emoji ile diyaloğu sonlandırıyor ve sevimli gazeteci arkadaşımız İlker Alpkaya Sadi Bey’i teşvik ediyor:
İlker Alpkaya: Gerçekten güzel bir paylaşım, eline sağlık Sadi abi. Bunları yaz Sadi abi. Son derece değerli hatıralar.
Ve işte görüldüğü gibi yazdım.

(30 Temmuz 2019)

Sadi Çilingir

[email protected]

Günışığında Dehşet

Marvel uyarlamalarının aşkın teknolojisinden yorulmuş Hollywood, tür sinemasının izinde taze yaratıcılarını ararken genç sinemacı Ari Aster’e can simidi gibi sarılmışa benziyor. Geçtiğimiz yaz başında gösterime giren yönetmenin ilk uzun metrajı ABD’de olduğu gibi bizde de ilgiyle karşılandı. ‘Rosemary’nin Bebeği’ ya da ‘Şeytan / The Exorcist’ benzeri klasiklerin etkisi altında Hollywood korku sineması geleneğinin izini süren ‘Ayin / Hereditary’yi, öncülerinin yanına pek de yaklaşamayan sıradan senaryosu ve hantallığı nedeniyle pek de sevememiştim açıkça söylemek gerekirse.

33 yaşındaki New York’lu sinemacı, kişisel travmalarından yola çıkmak suretiyle aile üzerine filmler yapmayı seviyor. ‘Ayin’ feci bir kazanın ardından ailenin parçalanması ve yeni yetme oğulun şeytansı güçlere tapan bir tarikatın bünyesinde yeni bir aileye kavuşmasının hikâyesidir. Aster, ilkinin hemen ardından çektiği ve sıcağı sıcağına bizde de gösterime giren yeni filmi ‘Ritüel / Midsommar’ ile aile sorunsalını tekrar gündeme getiriyor. Topluca intihar eden aile bireylerinin ardından yapayalnız kalan Dani, dört yıldır birlikte olduğu ancak aralarındaki sevgi bağlarının yıprandığı erkek arkadaşına sığınmaktan başka yol bulamıyor önceleri. Yalnız kalmamak için, Christian ve arkadaşlarının İsveç gezilerine zorla ortak oluyor. Kendi ayrılma hikâyesi sebebiyle Aster’in özdeşlik kurduğu Dani, yeni ailesini ve kaybolmuş kahkahasını ülkesinden kilometrelerce uzağında saklı bir diyarda bulacaktır.

Karlı Utah atmosferinden yaz ortası İsveç kırsalına düşüyor gençlerimiz. Varış noktası, ünlü Ingmar Bergman filmi ‘Bir Yaz Gülüşleri / Sommarnottens Leende’den anımsayacağınız geceleri güneşin batmadığı cennetten bir belde. Burada yaşayan pagan-komünal topluluğun 90 yılda bir gerçekleşen geleneksel bahar ayinleri için bir festival düzenlenmiştir. Gruptaki İsveçli arkadaş Pelle’nin önerisiyle, kimi akademik araştırma, kimi cinsel maceralar yaşamak için Avrupa’nın bu gizli köyüne gelen gençler, huzurlu görünümlü doğada yapılan kutlamaların göründüğü kadar masum olmadığını anlayacaklardır.

Bir aile travmasının ardından eli kulağında bir ayrılık hikâyesine yol alan film, Aster’in gösterişli teknik numaralarıyla 70’lerden miras ‘teen slasher’ türüne ya da daha yakın tarihli ‘Hostel’ serisine göz kırpmaya başlıyor. İsveç kırsalında -maddi koşullar nedeniyle çekimler Macaristan’da yapılmış- karşımıza çıkan manzara bizlere ‘Lanetli Ada / The Vicker Man’ filmini hatırlatıyor daha sonra. Ve filmin varacağı noktayı sezinlemeye başlıyoruz. Ancak yönetmenin de bir söyleşisinde belirttiği üzere, bol kanlı infaz sahneleri beklemeyin bu filmden. Gerilimin giderek doruğa tırmandığı bir ‘folk korku’ türü örneği beklemeye başlıyoruz bizler de.

‘Ayin’de izleyiciyi bir evin içine hapseden, karanlık ve gölge oyunlarıyla dehşeti aktarma yoluna giden Aster, bu defa parlak günışığı altında çekilmiş bir korku denemesine soyunuyor. Bu yaratıcı tercihi takdire şayan. Mekân, kostüm tercihleri ve Polonyalı görüntü yönetmeni Pawel Pogorzelski ile ekibinin görsel başarısına diyecek yok. ‘Narayama Türküsü’nü izleyenlerin çok iyi hatırlayacağı türden yaşlı insanların intihar ritüeli ve cehennemi final sekansları da korku sineması antolojisine geçecek denli iyi. Lakin, aynı ‘Ayin’de olduğu gibi hikâye akmıyor. Gerilim başta beklediğimiz gibi adım adım tırmanamıyor. Senaryonun hantallığı, kurgudaki aksamalar ve de kötü oyunculuklar yüzünden filmin uzunluğu (yaklaşık 2.5 saat) daha fazla göze batmaya başlıyor.

Biz ‘Ritüel’i özellikle iki bölümü için türü sevenlerin izlemesine bırakalım. Ve bundan yıllar önce fantastik korku türüne yeni bir soluk getiren ve düzenli olarak taklit edilen ‘Yaratık / Alien’ın 40. yaşını ve yaratıcısı Ridley Scott’ı kutlayalım.

(27 Temmuz 2019)

Ferhan Baran

[email protected]