Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Bordo Bereliler Suriye, 07 Nisan’da Sinemalarda

Özel Kuvvetlere bağlı bordo bereli askerlerimizin, Suriye’deki operasyonunu konu alan Bordo Bereliler Suriye filmi 07 Nisan’da izleyicilerle buluşuyor. Erhan Baytimur’un yönettiği, senaryosunu Coşkun Gündoğdu’nun yazdığı, Bordo Bereliler Suriye filminde Cenk Ertan, Sedat Mert, Erdoğan Yaprak, Turgay Atalay, Oğuz Yağcı, Arda Esen, Taner Bahadır, Ali Ertem, Açelya Elmas, Feyza Çıpa, Halil İbrahim Kalaycıoğlu, Tuğba Özay, Yaşar Uzer, Burak Arslan, Tayfun Sav, Alper Atak, Kübra Dilara Çelen ve Kahraman Sivri rol alıyor.

Cem Yılmaz, Deli Aşk’la Aşk Acısına Derman Olmaya Geliyor

10 Mart Cuma günü vizyona girmeye hazırlanan Deli Aşk’ta birbirinden ünlü isimler filme konuk oyuncu olarak destek oldular. Cem Yılmaz da kendi filmleri dışında yapımını üstlendiği ilk film olan Deli Aşk’ta kendine has tedavi yöntemleri olan enteresan bir psikolog Şefik Ercan karakteri ile karşımıza çıkacak. Yılmaz’ın, Ekrem’in aşk acısına derman olmaya çalışacak Şefik Ercan karakterine dönüşebilmesi için sette saatler süren, özel saç ve makyaj çalışması gerçekleştirildi.

Ferhan Baran Yazıyor: Aile ile Helâlleşmek

Xavier Dolan’ın anne ile ilişkisi sinemaya adım attığından beri gündemdedir. Kanadalı gencecik sinemacı 2008 yılında ilk filmini çektiğinde 19 yaşındadır. ‘Annemi Öldürdüm / J’ai Tué Ma Mère’ adını taşıyan bu otobiyografik deneme yönetmenin 15-16 yaşlarını sıcağı sıcağına perdeye taşır. Başrolde bizzat kendisinin yer aldığı terapi niteliğindeki bu ilk film, genç Hubert’in ergenlik acıları, mesafeli annesiyle yolunda gitmeyen ilişkisi ve … Devamı… »

13. Akbank Kısa Film Festivali Başlıyor

Sinema sanatı üzerinde kısa filmlerin etkin rolünün bilinciyle, Türkiye’de bu alanda bir platform oluşturma hedefiyle başlayan alanında öncü etkinliklerden biri haline gelen Akbank Kısa Film Festivali, 13 – 23 Mart tarihleri arasında 13. kez düzenlenecek. 10 gün boyunca keyifli bir program sunacak olan festival, bu yıl ilk kez açılan “Forum” bölümüyle kısa filmlerin senaryo aşamasından desteklenmesine yönelik eğitimler düzenlenmesini de hedefliyor.

13. Akbank Kısa Film Festivali Başlıyor yazısına devam et

Pablo Larrain’den Yaman Bir Anti-Biyografi Denemesi

‘Jackie’ üzerine yazalı iki ay olmamışken Pablo Larraín’in eş zamanlı olarak çektiği diğer biyografik çalışması ‘Neruda’nın ülkemizdeki gösterimi başladı bile.

Şilili usta sinemacının 60’lı yılların Amerikan ikonu First Lady’nin öyküsünü ele alışı, Hollywood usulü beşikten mezara biyografi filmlerinden farklı oluşuyla dikkate değerdir. Bir kadın karakteri merkeze aldığı bu ilk çalışmasında, beklenmedik bir trajedinin kurbanı olan Jacqueline Kennedy’nin, Dallas’taki meşum suikasti takip eden yaklaşık bir haftalık süreçte yaşadıklarını, travmatik kimlik krizini, tüm ulusun ve dünyanın gözleri üzerindeyken vakur bir duruş sergilemeye çabalamasını ustaca yakın planlarla aktarır perdeye.

Oysa biz onu ülkesinin CIA tarafından tezgâhlanmış darbeyle tarumar edilmiş geçmişini irdelediği filmleriyle biliriz. Ünlü üçlemesinin ilki olan (İstanbul Film Festivali’nden Altın Lale ödüllü) ‘Tony Manero’, başkent Santiago varoşlarında bir kafede şov yapan, tek tutkusu, o dönem sadece Amerikan filmlerinin gösterildiği sinema salonlarında defalarca izlediği John Travolta figürlerinden oluşan gösteriyi sahneye koymak olan ve amacına ulaşma yolunda gözünü kırpmadan cinayetler işleyen dansçının kişiliğinde döneme özgü ahlaki çöküntüyü gözler önüne serer.

Üçlemenin ikinci ayağı olan 2010 yapımı ‘Post Mortem’in Latince özgün adı ‘ölüm sonrası’ anlamına gelir ve otopsilerde sıkça kullanılan bir deyimdir. Larraín bizleri bu kez darbenin başlangıç günlerine 1973 Eylül’üne götürür. Ana karakteri morg görevlisi aracılığıyla bir ihanet öyküsü anlatır. General Pinochet’nin seçilmiş devlet başkanı Salvador Allende’ye ihanetini, aşkına karşılık bulamayan içe dönük Mario’nun sevdiği kadını kendi elleriyle yokediş öyküsü vasıtasıyla anlatarak dönemin otopsisine soyunur.

En tanınmış filmi olan ve bizde sinemalarda gösterilmiş olan üçlemenin son bölümü ‘No’ ise 15 yıllık Pinochet diktasının 1988’deki referandumla düşürülmesinin hikayesidir. ‘Faşist Diktatöre Hayır’ başlıklı kampanyayı tarihi gerçeklere bağlı kalmadan kurmaca gelişmelere yaslanarak aktardığı için eleştiri almış olsa da, dönemin ruhuna uygun U-matic video çekimleri, gerçek ve kurgu görüntülerin mükemmel bir şekilde bağlandığı kurgu marifetiyle sonucunu önceden bildiğimiz bir referandum sürecini soluk soluğa izleriz.

Berlinale ödüllü 2015 yapımı ‘El Club’ ya da benim kişisel çevirimle ‘Günahkârlar Kulübü’, yönetmenin karanlık ve kasvetli dünyasına dönüş yaptığı çalışmasıdır. Şili’nin kilometrelerce uzanan kıyı şeridinde yer alan küçük balıkçı kasabasında Vatikan’ın skandallara karışmış rahipleri sürgün ettiği bir tövbe evinde geçen filmde sinemada şimdiye kadar gördüğümüz en sert kilise eleştirisine imza atar, kapalı kurumsal otoritenin çürümüşlüğü temasından yola çıkmış olan üçlemesinin ardından içe dönük bir başka kulübün, ikibin yıllık Katolik kilisesinin ipliğini pazara çıkarmaya soyunur.

‘El Club’ sinemacının yıllardır düşlediği ‘Neruda’ projesine finansman bulmaya çalıştığı dönemde, küçük bir bütçeyle 2.5 haftada haftada tamamlanır. Berlin Film Festivali’nde bu filmi izleyen ve ödüllendiren jüri başkanı Amerikalı tanınmış sinemacı Darren Aronofsky’nin teklifiyle ‘Jackie’ projesine soyunur daha sonra. Ve sıra daha büyük bir bütçe gerektiren, beş uluslu ortak yapım ‘Neruda’ya gelir sonunda.

Neruda’yı ‘o bizim suyumuz, toprağımız, ağacımızdır’ diye tanımlar sinemacı. Şillili yazarın ‘ülkesini ve toplumunu hiçbir tarihçi ya da gazetecinin anlatamayacağı biçimde anlattığını ve gücünün burdan geldiğini’ ilave eder. Konvansiyonel bir biyografi filmi değildir yapmak istediği. Aynı ‘Jackie’de olduğu gibi şairin yaşamından 2 yıllık bir süreci mercek altına alacaktır.

Neruda’nın seçim kampanyasında çalıştığı Radikal Parti’nin sol kanadından devlet başkanı Videla’nın ABD işbirliğiyle Komünist Parti’yi yasadışı ilan ederek solcu avı başlattığı yıllardır bunlar. Sol koalisyon senatörlerinden Neruda, 1948-1950 yılları arasında ülkesinde kaçak olarak yaşamış, daha sonra And dağları yoluyla Arjantin’e kaçmış. Şairin 1971’de Nobel ödülü kazandıktan sonra yaptığı konuşmada ‘bu söz konusu iki yıllık süreçte neleri yaşadığını, nelerin hayal ürünü olduğunu bilemediğini’ dile getirmesi, yönetmen ile daha önce ‘El Club’da birlikte çalıştığı senaryo yazarı Guillermo Calderón’un çıkış noktası olmuş. Her zaman ‘bir öykü anlatıcısı’ olduğunu ifade eden Larrain kapalı kapılar ardında hayal gücünü devreye sokarak, doğaçlama bir Neruda portresi çizmeye soyunmuş.

Komünist, Latin Amerika’nın yoksulluğu ve onurunu ünlü epik şiiri ‘Canto General de Chile’de dile getirmiş ulusunun sesi büyük şair, aynı zamanda etkin bir siyasetçi, yanısıra müthiş bir aşçı, kadınların sevgilisi haz ustası çok renkli bir kişilik Neruda. Bu anıt ismi ele alırken sadece gerçek gelişmelere yaslanmak istemiyor Larraín. Ve hınzır bir buluşla, bizzat şairin hayal ürünü olarak ortaya çıkan kurmaca bir karakter ilave ediyor öyküye. Kaçak şairin izini süren, onu yakalayarak başkan Videla’nın arzu ettiği biçimde rezil etmeye çalışan polis müfettişi Óscar Peluchonneau’dur bu.

Başta kim olduğunu bilmeden dış sesiyle tanıştığımız beceriksiz polis şefi, Pembe Panter’de Peter Sellers’ın yorumladığı müfettiş Clouseau’yu andırır. Polisiye yazın tutkunu yazar, yarattığı ezik karakterle pek eğlenir. Kaçtığı evlerde okuması için polisiye romanlar bırakır ona. Şairin gizeminden etkilenen müfettiş, peşinde olduğu yaratıcısının gölgesinden kurtularak başrole terfi etme çabasını sürdürür. Neruda ile komiser arasındaki kovalamaca, yaratıcı hayalgücü ile despot otoritenin ezeli kavgasına, avangard bir kara film tadı veren kedi-fare oyununa dönüşür. Hikâye, Borgesyen bir dokunuşla sonlanacaktır.

Pablo Larraín’in ‘No’da olduğu gibi ciddi konu başlıklarını mizahla sarmaladığı, gerçeklik ile fantezinin içiçe geçtiği, resmin bulanıklaştığı yarı fantastik bir anti-biyografi örneği, şairin şiirsel ritmini izlemeye özen gösteren yaman bir yol hikâyesi Neruda’. Şilili usta sinemacının, tarihin şairler ve hümanistlerce yazıldığının altını çizdiği, siyasetçiler ve düzen bekçileriyle dalga geçtiği hınzır bir deneme. Görüntü yönetmeni Sergio Armstrong, dışavurumcu geleneğin ışık gölge oyunlarını maharetle kullanıyor, karakterlere hep yakın uzun plan sekansları ve kaydırmaları mükemmel. Penderecki, Grieg ve Ives’ten gizemli ezgilerin süslediği ele avuca sığmayan fantezide, dönemin ruhunu yansıtan sanat yönetimi çalışması çok başarılı. Neruda’yı canlandıran Luis Gnecco ile kurmaca müfettiş yorumunda Gael Garcia Bernal’ın yorumları kusursuz.

(13 Mart 2017)

Ferhan Baran

[email protected]

Melez

Biray Dalkıran’ın yönettiği ve Angela Durazo, Nathan Schellerup, Malinda Farrington ile Danny Winn’in oynadığı Melez (The Crossbreed), 02 Mart 2018′de MC Film dağıtımıyla Makinist Film – d.f.g.s. Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
Gazeteci bir çift olan Amy ve John’un, Amy’nin beklenmedik hamileliği ve aldığı kürtaj kararı sonrasında değişen hayatlarını konu edinen film, İncil’de ve Musevilik’te önemli bir yeri olan Lilith efsanesinden yola çıkıyor. Biray Dalkıran’ın Amerika’da çektiği ilk filmi olma özelliğini taşıyan Melez, ilk aşamalarından itibaren dünya medyasının yakın takibine girdi, her aşaması dünyaca ünlü pek çok web sitesinde yer aldı.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Melez yazısına devam et

Kadın Dayanışması Beyazperdede

Kadıköy Belediyesi, bu yıl da 08 Mart haftasında kadın dayanışmasını öne çıkaran filmleri kültür merkezlerine taşıdı. Bu yılki kadın filmleri seçkisinde, kadınların oy hakkı mücadelesinin anlatıldığı Diren: Zamanı Geldi (Suffragette), bir kadının geçmişiyle yüzleşmesini konu alan Julieta, heykeltıraş Camille Claudel’in yaşam hikâyesi Camille Claudel 1915, Burcu Yeşilbaş’ın Keyvan adlı belgesel filmi ve Ahu Öztürk’ün yönettiği, “gündelikçi kadının” portresini, evlere temizliğe giden kadınların farklı arka planlardan kadınlarla olan karşılaşmalarını, yaşamlarındaki zorlukları ve mutlulukları anlatan ödüllü Toz Bezi filmi yer alıyor.

Kadın Dayanışması Beyazperdede yazısına devam et

Avusturya Kültür Merkezi’nde Mart – Nisan Programı

Avusturya Kültür Merkezi, Mart ve Nisan ayları için çok çeşitli bir program oluşturdu. 02 Mart tarihinde ünlü ressam Soshana`nın hayatını konu alan filmin gösterimi tekrarlanacak. Bodrum`da Avusturya Günleri etkinliğinde konserler yanı sıra animasyon filmleri ve Avusturyalı kadın yönetmenlerin Tricky Women film programından filmler de gösterilecek. Calliope Austria – Toplum, Kültür ve Bilim Alanında Kadınlar Sergisi’inde Avusturyalı kadın sanatçılar ve yönetmenler tanıtılıyor. Tricky Women filmleri serisinin İstanbul gösterimleri Pera Müzesi`nde gerçekleşecek.

Korkut Akın Yazıyor: Biz Size Döneriz

Hayatın her anında, her alanında yeni duygular, yeni heyecanlar, yeni coşkular yaşamak, yeni tatlar almak için hepimiz her zaman arar ve deneriz. “Biz Size Döneriz”, bu arayışın, bu denemenin, bu yeni tadın filmi… Hepsi bir arada. Romantik ama bir o kadar da dramatik, çok komik ama… bir o kadar da güleriz ağlanacak halimize… keyifli ama en çok da farklı bir film “Biz Size Döneriz”. Okulun ilk günü komik ve hep merak edilen bir durum nedeniyle … Devamı… »

Ali Erden Yazıyor: X-Men’de Logan’ın Veda Busesi

Hollywood’un “007 James Bond” ve “Star Trek-Uzay Yolu” seri filmlerinden sonra gelen “X-Men” bilimkurgusu da sonu belirsiz serilerden. James Mangold’ın bu yılki 67. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde galası yapılan 2017 yapımı sinemaskop “Logan”, neredeyse şiddetin pornografisini yansıtıyor. Logan/Wolverine, Charles Xavier/Profesör X ve bir albino mutant Caliban’la Meksika sınırında mezbeleye dönüşmüş bir yerde yaşıyor. … Devamı… »

Sadi Çilingir Yazıyor: Bozuk Düzen

Aksaray’daki bu pasajın aslında eski Bulvar Sineması’nın binası olduğunu gençler bilmezler. Acar Film’in işlettiği bu sinemada bilhassa aileler hedeflenir, Türkan, Hülya, Filiz ve Fatma’nın filmleri mutlaka gösterilirdi. Hülya Koçyiğit’in oynadığı “Kadınlar Hayır Derse”yi burada izlediğimi daha dün gibi hatırlarım. Yalan olmasın, parter’dan mı, balkondan mı izlediğimi hatırlamıyorum. Şimdilerin sinemalarında parter bölümleri de yok oldu. Yer … Devamı… »

Rıza Kıraç ile Kısa Film Atölyesi 8. Dönem Çalışmaları Başlıyor

Teorik ve pratik çalışmların birlikte yürüdüğü Rıza Kıraç ile Kısa Film Atölyesi’nde 8. Dönem başlıyor. Kısa Film Atölyesi’nde teorik eğitimin yanı sıra fikir aşamasından başlayarak bir filmin gösterimine kadar geçen tüm sürecin deneyimleneceği bir çalışma hedefleniyor. Çekilecek kısa filmin sinopsis, treatman ve senaryo aşamaları katılımcılarla birlikte gerçekleştirilecek.Atölye, 25 Mart – 27 Mayıs tarihleri arasında Cumartesi günleri 16:00 – 19:00 saatleri arasında düzenlenecek.

Muhteşem Üçlünün Yeni Filmi Vizyon İçin Gün Sayıyor

Daha önce Çok Güzel Hareketler Bunlar projesinde birlikte görev yapan Ersin Korkut, Gülsüm Alkan ve Metin Keceçi, bu kez de Parayı Bulduk isimli sinema filminde bir araya geldi. Üçlüsünün, hiç zorluk çekmeden ekibe uyum sağlaması filmin yönetmeni İhsan Taş’ın yüzünü güldürdü. Gülsüm Alkan, “Ekibe dâhil olduğum daha ilk 5 dakikada yönetmenimiz İhsan Taş’ın güleç yüzünü görünce, güzel bir iş çıkacağı belli oldu.” dedi.

Blue Blues Band Yıllar Sonra Blue Belgeseli ile Beyazperdede

1990’larda Türkiye’de rock dünyasına damga vurmuş Blue Blues Band’ın hikâyesi Blue belgeseli ile perdeye aktarılıyor. Hem dönemlerini hem de kendilerinden sonra gelenleri etkilemiş ve kendilerine hayran bırakmış Blue Blues Band’in iki dâhi müzisyeni Yavuz Çetin ile Kerim Çaplı’nın hayatları, performansları ve trajik sonları, tanıklıklar ve orijinal kayıtlarla bu belgeselde yer alıyor. Blue Blues Band’e ve o dönemlere yakışır bir deneyim yaratmak adına “post prodüksiyon ve yabancı müzik telif hakları” için kullanılacak bir de kitlesel fonlama kampanyası başlatıldı. Yapımcılar, Blue Blues Band severlerini, filmin bütçesine katkıda vermeye davet ediyorlar.