Umudu Kendi Renklerine Boya

Tanrının, kendisini henüz doğmamış insanlar için ressam olarak var ettiğini söyleyen, yaşarken bir tek tablosu bile satılmamış, ama çok genç yaşta öldükten sonra rekor denebilecek değer biçilen bir ressam kendince renklendiriyor dünyasını.

Müthiş bir film “Sonsuzluğun Kapısında”, yönetmeni de ressam olunca renge, ışığa, çerçeveye gerektiği önemi vermiş. Filmin atmosferine uyan hareketli kamera (Van Gogh, yerinde duramayan, yaramaz bir çocuk sanki) o duyguyu çok iyi aksettirmiş.

Benim resmim…

Paul Gaugin ile Vincent Van Gogh resmin felsefesini tartışıyorlar. Birinin rengi sarı, diğerinin kırmızı… Biri katmanlı yapıyor resmini, Gaugin’in deyişiyle heykel gibi, diğerinde farklı bir etki söz konusu…

İnsan ister istemez “Ben olsam nasıl yapardım” diye düşünüyor. Hayır, ben ressam değilim, severim ama elime fırça almış, parmaklarımı boyaya bulaştırmış biri değilim. Edebiyattan örnek verebilirim… Oktay Akbal anlatmıştı… Sait Faik ile bir gün ‘dilenci vapuru’na binip Boğaz’da gezintiye çıkıyorlar. Havadan sudan konuşurlarken Akbal, arkadaşına, kıyıdaki bir ağacı gösterip nasıl anlatacağını soruyor. Sait Faik, gökyüzünün renklerinden başlayıp ağacın rüzgarda kımıldayan yapraklarına varan bir öykü yazıyor ayaküstü. Sonra Oktay Akbay, ağacın gölgesindeki ayakkabı boyacısı çocuğun öyküsünü betimliyor. İkisi de öykü. İkisi de ünlü yazardan, çok keyifli…

Van Gogh ile Paul Gaugin’i karşılaştırmak yerine resme bakışlarını ve aldıkları tadı duymaya çalışmak gerekir.

Işık artı zaman…

Sinemanın tanımlarından biridir “ışık artı zaman”. Resmin kalıcılığını renk ve ışık belirler. Gölge dengesi ki, ışığı hissetmeyen ressamın yapıtı kalıcı olamaz, iyi verilmişse, resim her bakışta bir başka mesaj verir insana, bir başka evrene yelken açmanıza yol açar.

Ressamın o anki duygusu muhakkak ki yansımıştır tuvaline, ama izleyenin aldığı haz önemlidir. Filmde bu yaklaşım çok net verilmiş. Umarım filmi izleyenler daha çok resim izlemez, görmek izin galerilere giderler.

Oyun ve oyuncu…

Willem Dafoe büyülüyor gerçekten de… Yüzünün kıvrımlarında hissediyorsunuz tırnaklarının arasına giren boyayla ne dünyalar yarattığını. Van Gogh’u içselleştirmiş, çok başarılı. Hiç aksamıyor…

Yönetmenin, ressamlıktan gelmiş olmasının da etkisi vardır muhakkak, ama kadrajın alt kısmını flu tutması, Van Gogh’un gözünden nerelerin ne kadar ve belki de niye önemli olduğunu apaçık vurguluyor. Peki, kamerası bu kadar hareketli mi olmalıydı?

Henüz doğmamış olanlar için ressam olarak dünyaya gelen Van Gogh, doğada kendi umutlarını kendi renklerine boyarken bize de umutlarımızın peşinden gitmemiz öğüdü veriyor. Ben tutacağım o öğüdü.

(14 Şubat 2019)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Yalçın Menteş’i Kaybettik

Sinema, tiyatro ve TV dizilerinin sevilen oyuncusu Yalçın Menteş, 07 Şubat 2019 Perşembe günü hayatını kaybetti. 1960 yılında İzmir’in Tire ilçesinde dünyaya gelen Yalçın Menteş’in, 1999 yılında Star TV.de yayınlanan Çarli ve Mehmet Ali Erbil’le başrollerini paylaştığıTatlı Kaçıklar adlı TV dizileriyle yıldızı parladı. Hamileyim Hamile ve Babamın Ceketi adlı sinema filmiyle beyazperdede de izlediğimiz Menteş’in cenazesi, 09 Şubat 2019 Cumartesi günü Bostancı Tatarağası Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Pendik Yeni Şeyhli Mezarlığı’na defnedilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Kadavra (Yönetmen: Diederik Van Rooijen)

Diederik Van Rooijen’in yönettiği ve Shay Mitchell, Grey Damon, Kirby Johnson ile Nick Thune’in oynadığı Kadavra (The Possession of Hannah Grace), 15 Mart 2019’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Şok edici bir şeytan çıkarma ayininin kontrolden çıkması sonucunda, genç bir kadın yaşamını kaybeder. Aylar sonra eski bir polis olan Megan Reed (Shay Mitchell) morgda, gece vardiyasında çalışmaya başlamıştır ki, kimliği belirsiz meçhul bir kadavra morga getirilir. Bu sırada Megan Reed korkunç deneyimler yaşamaya başlar ve kadavranın şeytani bir güç tarafından ele geçirilmiş olabileceğini düşünmeye başlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Çiçero Filminden Seyircilerde İz Bırakan Kostümler

Yüzyılın casusu İlyas Bazna’nın hayatından esinlenerek sinemaya uyarlanan Çiçero filminin kostüm tasarımları izleyenleri kendine hayran bıraktı. Baran Uğurlu ve ekibinin hazırladığı kostüm ve aksesuarlar Çiçero’nun zengin oyuncu kadrosu tarafından kullanıldı. Filmin balo sahnesinde Tamer Levent ile Ertan Saban’ın giydiği sadece iki kostümün nakışları için toplamda bir buçuk milyon iğne vuruşu ile 4500 metre altın renk sim iplik kullanıldı ve 3 günde işlendi.

Çiçero Filminden Seyircilerde İz Bırakan Kostümler yazısına devam et

Paralel Planlar, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

İtalyan Kültür Merkezi, 15 Şubat Perşembe günü 19:00’da Gianni Di Capua’nın yönettiği, Paralel Planlar (Piani Paralleli) adlı filmi gösteriyor. Paralel Planlar, bir Caz dörtlüsü olan Orchestra D’Archi Arrigoni’nin özgün kompozisyonlarından oluşan bir Suit olmasının yanısıra italyan çağdaş caz dünyasının en sevilen isimlerinden birinin, Giovanni Mazzarino‘nun 30 yıllık meslek hayatını kutlama amacıyla yapılmış özel bir konser filmi. Filmde yer alan Paolo Silvestri idaresindeki Accademia d’Archi Arrigoni Orkestrası’nda Giovanni Mazzarino (piyano), Steve Swallow (bas gitar), Adam Nussbaum (bateri), Fabrizio Bosso (tromba) adlı müzisyenler yer alıyor.

Paralel Planlar, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et

Sinemia’dan 14 Şubat’ta Her Moda Uygun Film Önerileri

Türkiye’deki mevcut tüm sinemalarda, istenilen gün ve seansta film izleme ayrıcalığı sağlayan, çift kişilik üyelik paketleriyle Sevgililer Günü’ne özel indirimler sunan Sinemia, 14 Şubat’ta sevgililerin birlikte, keyifle izleyecekleri vizyon filmlerini önerdi. Çiftlerin Sevgililer Günü’nü kutlamak için sürpriz hediye olarak birbirlerini davet edebileceği, aksiyondan maceraya farklı türlerdeki bu yapımlar, yalnızca çiftlere değil, 14 Şubat’ta yalnız kalan müzmin bekârlara da hitap ediyor.

Sinemia’dan 14 Şubat’ta Her Moda Uygun Film Önerileri yazısına devam et

Sanatın Hası Bir Tutam Delilik İstiyor

“Sadece onlardan biri olmak istedim. Bana biraz tütün, biraz şarap vermelerini isterdim. Ya da sadece ‘Bugün nasılsın?’ diye sorsunlar, ben de cevap verirdim, biraz sohbet ederdik. Arada sırada hediye olarak içlerinden birinin resmini çizerdim. Belki kabul edip saklarlardı. Ve bir kadın bana gülümseyip ‘Aç mısın?’ diye sorardı. Biraz jambon, biraz peynir, belki biraz meyve ikram ederdi.” Julian Schnabel’in Vincent Van Gogh’u yorumladığı ‘Sonsuzluğun Kapısında / At Eternity’s Gate’ adlı son çalışmasında, ölümsüz sanatçı çizimlerinden önce bu sözleriyle sesleniyor bizlere. Karanlık perdenin gerisinden onun mütevazi isteklerini duyuyoruz, resimlerini görmeden önce.

Modern sanatın kurucusu Hollandalı ressam üzerine çekilmiş bir film için kuşkusuz cesaret isteyen bu girişle birlikte, kendisi de ressam olan yönetmenin, daha önce Van Gogh üzerine yapılmış klasik biyografilerden farklı bir şeyler peşinde olduğu hemen anlaşılıyor. El kamerasıyla çekilmiş ilk görüntüden itibaren, O’nun insanın ve doğanın binbir gizini keşfe çıkışının coşkulu hikâyesini izlemeye başlıyoruz.

Ressamın son döneminden manzaralar üzerine yoğunlaşmak istemiş Schnabel. Sanat çevrelerinden ilgi görmediği Paris’in gri kasvetinden uzaklaştığı, dostu Gaugin’in önerisiyle güneşin, sıcağın ve sarının izinde Fransa’nın güneyine Auvers-sur-Oise bölgesine yerleştiği zamanlara. Bu süreçte ressamın beynine dalıp, onun varoluş sorunsalı üzerine bir araştırmaya girişiyor Schnabel.

‘Zaman zaman aklımı kaybediyor gibi hissediyorum.’ diyor Vincent. ‘Sokaklarda bağırdığımı, ağladığımı, yüzümde siyah boya ile çocukları korkuttuğumu söylüyorlar. Herşey karanlık, hiçbir şey hatırlamıyorum. Bazen birşeyler görüyorum. Hayaletler mi yoksa, bilmiyorum. Çiçekler, bazen insan yüzleri. Bazen benimle konuşuyorlar, onları anlamıyorum.’

Psikoloji uzmanları çok daha iyi değerlendireceklerdir kuşkusuz. Belli ki, sanatçıyı kıskacına almış bir şizofreniden kaynaklanıyor O’nun bu çaresiz huzursuzluğu. Lakin, sanatın en hası bir tutam delilik kaynaklı değil midir zaten. Kendini doğanın koynuna bırakmak, sanatçıyı etrafına ve de kendine zarar vermekten kurtaracaktır. Doğaya baktığında insanları birleştiren bağları daha iyi görmüştür. Orada titreyen enerjiyi, Tanrı’nın sesini duymuştur.

Kardeşi Theo aracılığıyla Gaugin ile tekrar buluşuyor bir süre. Resim ile doğa arasındaki ilişkiyi tamamen değiştirmek üzerine tartışıyorlar. Vincent resmi icat etmemiş, onu doğada bulmuştur. Çizerken sadece özgür bırakmalıdır kendisini. Gaugin’in tavsiyesinin tersine kontrol dışı olmayı ister. Çizimlerinde ne kadar hızlı ve coşkun olursa, kendini o kadar iyi hissetmektedir. Gördüğü şeyleri göremeyen kardeşlerine gösterecek, böylece onların umut ve teselli kaynağı olacaktır.

Tanrı’nın O’nu belki de henüz doğmamış insanlar için ressam yaptığını, bu dünyada bir sürgün, kutsal topraklara ulaşma yolunda bir hacı olduğunu düşünür. Melekler üzgün olanlara yakın değil midir zaten. Ve hastalık, bazen bizi iyileştirir.

Auvers-sur-Oise’da kaldığı 80 gün içinde 75 resim çizer Vincent. 37 yaşındaki kuşkulu ölümü, ‘Loving Vincent’ filminde olduğu gibi bir kaza olarak yorumlanır burada da. ‘Bizler resimlerimizle konuşuruz.’ demiştir Vincent. Schnabel, sanatçının mektuplarından yola çıkarak O’nun aklını okumaya çalışmış. Her türlü spekülasyondan uzak kalarak O’nun yaratıcılığının gizemini keşfe çıkmış. El kamerası, flu görüntüler, karanlık perde kullanımı hep bu arayış çabasının ürünü. Klasik bir biyografi bekleyenleri belki tatmin etmeyecek ama, yaratıcının zihnine serbest vezin dalmak isteyen izleyiciler eşi bulunmaz bir deneyim ‘Sonsuzluğun Kapısında’. Hayatının rolünde bir Willem Dafoe, fiziksel benzerliğinin de avantajıyla, delilik ve yaratıcılık arasında gidip gelen ressama olağan dışı bir yorumla hayat vermiş. Benoît Delhomme’un kusursuz görüntü çalışması, Schnabel’in gözüpek deneyimine çok şey katmış.

(14 Şubat 2019)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Gözü Yaşlı Bir Melek: Alita

Gelecekten gelen filmlerin hemen hepsi anlamsız ve gereksiz savaş temalı… Alabildiğine yüksek hareketlilik, alabildiğine ritmik müzik, nedeni niyesi pek bilinmeyen vahşet… Gençler izliyor ve keyif alıyordur muhakkak.

Bu kez yine benzer temalı, karanlık geleceğin korkunç kentlerinde yaşamını sürdürmeye çalışan, sömürülen, tutsak insanların yaşamına konuk oluyoruz. Biz, medeniyet (her ne kadar “tek dişi kalmış canavar” nitelemesi varsa da hepimizin istediğidir) peşinde koşarken, bizim torunlarımızın torunlarının torunlarının, belki onların da torunlarının torunlarının yaşamını sürdüreceği dünyada insanlar medeniyetten kaçmaya çabalıyor.

Birçok şey değişmeyebilir geçen onca yüzyılda, ama yaşam kalitesi, teknoloji ve getirdiği nimetler muhakkak çok değişmiş olacaktır. Biz kentlerimizi daha yeşil, daha yaşanabilir olsun diye mücadele ederken onlar (filmde apaçık gözüküyor bu çelişki) beton ve çelik yığını içerisinde yaşayacaklar, ama kentten çıkınca (tabii, yaşam güvenceleri olmayacaktır o sürede) yer gök yemyeşil, hatta vahşi orman…

Duygu yüklü robot

Alita, çöplükten Doktor Ido’nun bulup yenilediği bir sibernetik organizmadır. Kalbi yapay olsa da duyguları çok güçlüdür. O zamanın kötü yöneticilerine karşı mücadeleyi yükselten Alita, doğal olarak başarıya ulaşacaktır. Doktorun daha ilk onarımı (tedavisi mi demeliyim) sonrasında yanaklarından süzülen bir damla gözyaşı bambaşka bir siborg ile karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Yine de tam düşündüğüm gibi duygusal bir film değil Alita: Savaş Meleği. Sinemanın dâhileri, bu kez şöyle bir değindikleri duygusallığı bir gün keşfedeceklerdir muhakkak.

Güzel bir film…

Sürükleyici, merak ettiren, hatta Manga çizgi romanından uyarlandığı ve bir ikincisinin de geleceğini gösteren film, tam bir seyirlik. Gözünüzü kırpmadan, merak ve hevesle izleyeceksiniz. Tek kazancınız güzel bir gün geçirmek ve yanaklardan süzülen iki damla gözyaşının yüklediği duygu…

(13 Şubat 2019)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Kapı (Yönetmen: Nihat Durak)

Nihat Durak’ın yönettiği ve Kadir İnanır, Vahide Percin, Timur Acar ile Erdal Beşikçioğlu’nun oynadığı Kapı, 12 Nisan 2019’da CJ Entertainment dağıtımıyla Durak Film – TAFF Pictures tarafından vizyona çıkarıldı.
Yakup ve Şemsa çocukları ve torunlarıyla Berlin’de yaşayan Süryani bir ailedir. 25 yıl önce Mardin’den Berlin’e göç etmişlerdir. Mutlu günlerinin birinde Mardin’den bir telefon gelir. Bu sarsıcı telefon kaybettikleri oğulları Mikhael ile ilgilidir. Yakup ve Şemsa, torunları Nardin ile birlikte Mardin’e giderler. Ahşap ustası Yakup yıllardır gelmediği, özlediği köyünü terk edilmiş, evini de yağmalanmış görünce, evinin kapısının peşine düşecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

Kapı (Yönetmen: Nihat Durak) yazısına devam et

Türkiye Berlin Film Festivali’ne Güçlü Gidiyor

Dünyanın en prestijli festivallerinden biri olan Berlin Film Festivali’nin 69.su bu yıl 07 – 17 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek. Festivalin bu yılki programı açıklandı. Türkiye’den de iki filmin festival programında yer aldığı Berlinale’de, Tepenin Ardı ve Abluka adlı filmleriyle başarı yakalayan yönetmen Emin Alper’in Kız Kardeşler adlı son filmi festivalin en önemli bölümü olan ana yarışmada Altın Ayı için yarışacak. Berlin Film Festivali’nde yer alan ikinci Türk filmi ise genç yönetmen Burak Çevik’in ikinci uzun metraj filmi Aidiyet.

Türkiye Berlin Film Festivali’ne Güçlü Gidiyor yazısına devam et

Hayat Bu, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

İtalyan Kültür Merkezi, 12 Şubat Salı günü 19:00’da Francesca Mazzoleni’nin yönettiği, Hayat Bu (Succede) adlı filmi gösteriyor. Film, her şeylerini paylaşan dört gencin, Margherita ve arkadaşlarının güncelerinden oluşuyor. Milano’da sabahlamalar, çatıdaki sığınak, spor ayakkabılar, jean gömlekler, kulaklıklarda müzik, okul ve ilk öpücükler. Ancak filmde daha fazlası da var: Hayatımızın ergenlik adı verilen o çok özel dönemine dair bir aşk ve dostluk hikâyesi.

Hayat Bu, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et

Kapan Filmi 08 Mart’ta Vizyonda

Erkan Petekkaya’nın başrolünü Öykü Çelik, Kemal Uçar ve Ali Gürer ile paylaştığı ve merakla beklenen Kapan filmi 08 Mart’ta sinemalarda vizyona giriyor. Kudret Sabancı’nın yönettiği filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Ruhi Sarı, Neslihan Acar, Gizem Denizci, Recep Güneysu, Duygu Karaca gibi isimler yer alıyor. Filmin konusu şöyle: Süleyman, Antalya’nın en zengin iş adamlarındandır. Çok zengin olduğu halde oğlunu hiç şımartmamış, O’nu çok iyi yetiştirmiştir. İstanbul’da öğrenciliği sırasında yaşadığı bir olay Tarık’ı psikolojik travmaya sokmuştur. Kahrolan Süleyman, oğlunun bu duruma nasıl düştüğünü araştırmaya başlar ve olaylar gelişmeye başlar.

38. İstanbul Film Festivali Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü Jürisi Belirlendi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 05 – 16 Nisan 2019 tarihleri arasında düzenlenecek 38. İstanbul Film Festivali’nde, CMYLMZ Fikir Sanat tarafından desteklenen Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü belirleyecek jüri üyeleri açıklandı. Jüri üyeleri, Berlinale Forum bölümünün program yöneticisi ve küratörlerinden Anna Hoffmann, yönetmen Banu Sıvacı ve oyuncu Elit İşcan’dan oluşuyor. Ödülü kazanan film ayrıca 30.000 TL para ödülünün de sahibi olacak.

38. İstanbul Film Festivali Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü Jürisi Belirlendi yazısına devam et

15. Akbank Kısa Film Festivali Ulusal ve Uluslararası Jüri Üyeleri Belli Oldu

15. Akbank Kısa Film Festivali, Festival Kısaları, Dünyadan Kısalar, Kısadan Uzuna, Deneyimler, Belgesel Sinema, Perspektif, Özel Gösterim ve Akbank Kısa Film Forum bölümleri ile geniş katılımlı atölye çalışmaları ve söyleşileriyle 18 – 28 Mart tarihleri arasında sinemaseverlere keyifle izleyecekleri bir program sunacak. Festivalin ön eleme jürisinde akademisyen Nagihan Çakar Bikiç, oyuncu Ahmet Rıfat Şungar ve yönetmen Selim Evci yer alıyor. Festivalin ulusal yarışma ana jüri üyeleri ise oyuncu Funda Eryiğit, senarist ve oyuncu Ercan Kesal, yönetmen, senarist Ömür Atay, sinema yazarı Melikşah Altuntaş ve Derya Bigalı’dan oluşuyor.

Ali

Ramazan Özer’in yönettiği ve Gürbey İleri, Karel Gürtekin, Hakan Meriçliler, Semra Dinçer, Köksal Engür, Baran Şükrü Babacan, ile Tolga Canbeyli’nin oynadığı Ali, 22 Mart 2019’da TME Films dağıtımıyla Efektif Sanat tarafından vizyona çıkarıldı.
Gerçek bir olaydan esinlenerek çekilen filmde şirin ilçe Amasra’da balıkçılık yaparak geçimini sağlamakta olan Ali’nin karma karışık olan hayatı ve aşkla ilk  tanışması anlatılıyor. Gemilerde çalışan babanın balıkçılık yapan oğlu Ali’yi anlatan film, son zamanların en dokunaklı hikâyesiyle herkesin yüreğine dokunacak. “Sen olsan ne yapardın?” sorusunu cevaplamak ilk defa bu kadar zor olacak.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Instagram
  • Fragman

Ali yazısına devam et