Amerikan sinemasının yaşayan büyük yönetmenlerinden David Lynch üzerine “David Lynch: Yaşama Sanatı”, bir ustanın sanat yolculuğuna çıkartıyor. Bu belgeselde yansıyanlar ilham veriyor.
David Lynch. Bir yönetmen mi, bir ressam mı? Hangisi daha öne çıkıyor? Bu belgeselde yönetmenin daha çok ressamlığı öne çıkıyor. Kendi resim atölyesinde gerçeküstü ve dışavurumcu resimler yapan Lynch, çocukluğundan bugüne kadarki hayatında öne çıkanları mikrofona anlatıyor. Siyah-beyaz bebeklik fotoğrafları bile var bu yolculukta. Ailesi, hem fotoğraf makinesiyle hem de 8mm renkli kamerayla çocuklarını ve kendilerini hep kaydetmişler. Bu fotoğraflar ve görüntüler hazine değerinde sanat açısından.
Lynch, 20 Ocak 1946’da Montana’nın Missoula şehrinde doğdu. Tarım Bakanlığı’ndaki babası Donald, Virginia’nın Alexandria şehrinde iş bulunca yeni hayatları burada devam ediyor. Ama daha önce başka şehirleri de dolaşıyorlar tabii ki. Başkent Washington uzak değil. Ama David’in buranın kasvetli havasına alışması da gerekiyor. Lynch, lise bitene kadar tam anlamıyla dar bir alana sıkışmış. Ama bu dünya ona huzur da vermiş. Ailesi mutlu olmaları için sevgilerini çocuklarına vermişler. İngilizce öğretmen anneleri Edwina, sevgisini açıkça göstermese de onların geleceği için hep kaygılanmış. David, annesine de minnettar bir anlamda boyama kitapları almadığı için. Belki de çocukların yaratıcılığını körelttiği için almamıştır öyle şeyleri. Sonuçta David Lynch ve sanatı apaçık ortada. David’in John ve Martha adında iki kardeşi de var.
Resim bir hayat…
Liseden, biterken yeni tanıştığı arkadaşının ressam olduğunu öğrendiğinde David’in hayatının akışı da değişmeye başlıyor. Ne olacağına keşfediyor. Yaşama sanatını keşfeder gibi. Atölyede resim yapmaya başlayan David için yeni ufuklar da görünmeye başlıyor. Pensilvanya’nın Philedelphia şehrinde Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okumaya başlıyor. Ama Philedelphia hakkında da olumsuz düşünüyor David. Bu şehre, fakirlerin New York şehri diyor. Bu şehirde yaratıcı olunur muydu? Ya aşk? İkisini de yakalıyor bu şehirde mutsuz David. 1967’de Peggy’yle evleniyor ve Jennifer adında bir kızları da oluyor. Jennifer Lynch bugün bir yönetmen ve yazar. Babasını ürküten “tuhaf” deneyler de yapan David, burada deneysel resimler ve kısa filmler de üretiyor. Kamera onu sinemaya doğru sürüklemeye başlasa da nasıl sinemacı olacaktı? Hangi sinema okulundan burs kazanabilirdi ki? Çabaları onu “American Film Institute” (AFI) okuluna ulaştırıyor. Los Angeles’ın güneşi ona iyi geliyor. Burslu okuduğu bu okulda kendisine verilen stüdyoda yeni yaşamını kurarken karısından da ayrılıyor. 1977’de siyah-beyaz “Eraserhead” filmini çekiyor. Bu film, yönetmen olarak onun yolunu açıyor ve 1980 yapımı sinemaskop çekilmiş siyah-beyaz “The Alephant Man-Fil Adam” gibi çok önemli bir filmi yapmasına neden oluyordu.
Gerçeküstücü ruh…
Bu belgeselde yönetmen Lynch’ten daha çok ressam Lynch yansıyor perdeye. Hangi ressamlar etkilemişti onu? Gerçeküstücü ve dışavurumcu ressamlar mı? Elbette onlar. Ama isimleri anılmıyor hiç. Ama araştırınca Lynch’in İrlandalı dışavurumcu ressam Francis Bacon’dan (1909-1992) etkilendiğini buluyorsunuz. Bacon’ın tablolarını incelediğinizde bunu daha çok anlıyorsunuz.
Sinemadaysa, gerçeküstücü İspanyol büyük yönetmen Luis Bunuel, Lynch’in sinemasına çok şey katmıştı ilham anlamında. Resim sanatının da, Lynch’in sinemasına çok şey kattığı da fark ediliyor bu belgeselde. Lynch, hem sinemasıyla hem de resimleriyle postmodern bir sanatçı. Onun atölyesinden yansıyan resim yaratma anlarında elle dokunulabiliyor buna.
Lynch, filmlerinde rüyayla gerçek arasında insanı savururken, yanılsamalarla gerçeklik algılarıyla oynuyor hep. Ustanın 1996 yapımı sinemaskop “Lost Highway-Kayıp Otoban” filminde, gerçekliği kaybeden seyirci, gerçekten otobanda kayboluyordu. Bu filmdeki zihinsel bulanıklık, objektifteki bulanıklık gibiydi. Lynch, bu filminde az da olsa dışavurumcu ressam Edvard Munch’un “Çığlık” tablosundan ilham alıyordu. Munch, iletişimsizliği ve yabancılaşmayı anlatıyordu bu modern resminde. Belgeselin bir anında kendinizi, yönetmenin 1986 yapımı sinemaskop “Blue Velvet-Mavi Kadife” filminin içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Bir kuş, belki narbülbülüydü, gagasında böcekle yansıyordu dalda. Narbülbülleri, ışık olmadığında görülmezlermiş. Ama dünyayı ışık sardığında aşkla dönerlermiş. 2016 yapımı renkli ve siyah-beyaz “David Lynch: The Art Life-David Lynch: Yaşama Sanatı” belgeseli belleğe alınmalı. Belki ilham verebilir. En azından büyük bir ustanın dünyasına girmeye çabalıyorsunuz.
David Lynch: Yaşama Sanatı (David Lynch: The Art Life)
Yönetmen: Jon Nguyen-Olivia Neergaard-Holm-Rick Barnes
Müzik: Jonatan Bengta
Kurgu: Olivia Neergaard-Holm
Görüntü: Jason S.
Oyuncu: David Lynch (Kendisi)
Yapım: Duck Diver Films (2016)
(21 Mart 2017)
Ali Erden
ailerden@hotmail.com