Hollywood usulü biyografik öyküler sinemaseverlerin yakın ilgisiyle karşılaşmıştır hep. Son dönemin ‘Marilyn ile Bir Hafta’sı, efsanevi yıldızın İngiltere’de çektiği ‘Prens ve Şov Kızı’nın çekim sürecinin perde arkasını öyküler. Keza yakın tarihli ‘Hitchcock’ ve ‘The Girl’, gerilim ustasının ‘Sapık’ ve ‘Kuşlar’ şaheserlerinin yaratım süreçleri üzerinedir. Bu hafta gösterime giren ‘Mr.Banks / Saving Mr. Banks’ bu eğilim doğrultusunda, Disney’nin ölümsüz klasiği ‘Mary Poppins’ ve yaratıcılarını konu alıyor.
İçinde bulunduğumuz yıl 50. yaşını kutlayacak olan bu unutulmaz çocuk klâsiğinin Walt Disney’in yirmi küsur yıllık düşü olduğunu öğreniyoruz önce. Pamela Lyndon Travers’in ilk kez 1934 yılında yayınlanmış ünlü roman serisinin film versiyonu için kızlarına söz vermiş Walt amca. Eserinin Hollywood çarkının dişlileri arasında deforme olacağı kaygısıyla bu teklife uzun yıllar direnmiş İngiliz yazar. Mali sıkıntıya düştüğü altmışlı yılların başlarında, menajerinin de baskısıyla çaresiz inadından vazgeçer Travers. Ancak ağır şartları vardır. İki haftalığına gideceği Los Angeles’ta hazırlanan senaryoyu didik didik inceleyecek, tüm detayları bir bir kontrol edecektir.
Sert İngiliz leydisinin Amerika serüveni kültürel farklılıklar doğrultusunda her açıdan gerilimlidir. Eski kıtanın sıkı disiplinle yetişmiş yazarı, yeni dünyanın yaşam biçimine, sıcak ve nemli iklimine tepki gösterir sürekli. Nefret eder Los Angeles’tan. Kendini ve eserini Disney’in ellerine teslim edeceği düşüncesi deli eder yazarı. Walt Disney ve filmin yaratım sürecinde devreye giren senaryo yazarı ve müzikleri yapan ünlü Sherman kardeşler ile sürekli ihtilaf içindedir (‘para beni köşeye sıkıştırdı, senaryo tam beklediğim gibi korkunç’). İleri sürdüğü şartlarla yaratım ekibini çılgına çevirir. Mary Poppins’in şarkı söylemesine, dans etmesine rıza göstermez (‘çocukların eninde sonunda karşı karşıya kalacağı karanlık dünyayı şekerden bir paltoyla örten uçarı bir kadın değildir o, duygusal değil gerçekçidir Poppins’). Filmde animasyon karakterlerin, kırmızı rengin kullanılmasına karşı çıkar.
‘Mr. Banks’in senaryosu iki farklı kanaldan ilerliyor. Hollywood stüdyolarında iki zıt kutbun mücadelesine paralel olarak uzun geri dönüşlerle Travers’in Avustralya’da şekillenmiş acılı çocukluğuna şahit oluyoruz. Ve film ilerledikçe, ‘Mary Poppins ve Banks’ler benim kendi ailem, onlara dokunmanıza, dejenere etmenize izin vermem’ diye haykıran Travers’in çocukluk travmalarının terapisi niteliğindeki eserinin, kendisine ‘hayal kurmayı asla bırakma meleğim’ vasiyetini bırakmış babasının anısıyla yüklü olduğunu anlıyoruz. Nitekim kurt Walt kendi çocukluk acılarından yola çıkarak Travers ile iletişim kurabilecek, yazarı ancak bu şekilde ikna edebilecektir. Romanda geri planda yer alan disiplinli ve sert baba Mr. Banks karakteri, çocuklarına ilgi gösteren sevecen bir karaktere dönüşür beyazperde versiyonunda. Walt’ın söz verdiği gibi hayaller onarılır, filmin özgün adında yer aldığı biçimde ailenin babası yüceltilir.
Amerikalı yönetmen John Lee Hancock, ağır psikolojik travmalar içeren hikâyesini Disney usulü iyimser bir üslûpla dengelemeye çalışmış. Travers’te İngiliz oyuncu Emma Thompson’ın, Walt Disney’de bir diğer Hollywood ikonu Tom Hanks’in etkileyici performanslarından aldığı destekle ünlü sinema klasiğinin dokunaklı yaratım öyküsünü ilgiyle izlenilir kılmış. Lâkin gerçek hikâyenin finali Disney usulü versiyondan hayli farklı. P. L. Travers, Poppins uyarlamasının bitmiş halini hiç beğenmemiş, eserine saygısızlık edildiğini belirtmiş. Bu nedenledir ki devam filmlerine hiçbir zaman izin vermemiş.
(13 Şubat 2014)
Ferhan Baran