Formda bir Martin Scorsese bulmak ne keyif. Amerikalıların büyük saygı duydukları usta sinemacı, kariyerini süslemiş suç öykülerinden bir yenisiyle sıcağı sıcağına karşımızda. Bizde ‘Para Avcısı’ adıyla gösterilen filmin özgün adı -Wall Street’in Kurdu anlamına gelen- ‘The Wolf of Wall Street’. Gerçek bir yaşam öyküsünden, seksenli yılların sonlarında finans dünyasının Kâbe’sinde yıldız gibi parlamış borsacı Jordan Belfort’un aynı adlı biyografik kitabından bir uyarlama bu. Kitabı okumadık ama Scorsese’nin çalışması, portföyündeki temposu yüksek filmleri aratmayan nitelikte.
Bir ‘Yurttaş Kane’ edasıyla başlıyor ‘Para Avcısı’. Dağıtımcı ve yapımcı firmalar, Paramount ile Red Granite Pictures’ın hemen ardından MGM’inkine benzer bir arslanın kükrediği Stratton Dakmont’ın logosu beliriyor ekranda. Yapımcı şirketlerden bir diğeri olduğu kanısına kapılıyorsunuz önce. Hemen ardından devreye giren tanıtım filmiyle, logonun Belfort’un milyon dolarlar götürdüğü görkemli şirketine ait olduğunu anlaşılıyor. Daha sonra Belfort kameraya gözlerini dikerek başdöndürücü yükseliş hikâyesini anlatmaya başlıyor.
Bayside Queens’de küçük bir dairede muhasebeci iki ebeveyni tarafından yetiştirilmiş Belfort. Amerikan rüyası küçük yaşlardan içine işlemiş. Kendini bildi bileli hep zengin ve güçlü olmak istemiş. 22 yaşında tutkularına yakışan bir yerde, paranın tapınağı Wall Street firmalarından birinde işe girmiş. Küçük bir rolde devleşen muhteşem Matthew McConaughey’nin canlandırdığı kıdemli broker Mark Hanna’dan almış ilk dersini. ‘Borsada işlem yaparak para kazanmak damardan adrenalin almak gibidir. Bir şey yarattığımız yok, bir şey de inşa etmiyoruz’ diyor feleğin çemberinden geçmiş broker. Hedef yatırımcının kazancını nakde çevirmesinin önüne geçmek, daha fazla kazanması için sürekli yeni hisse alımı önerisinde bulunmak ve onları borsa bağımlısı haline getirmektir. Yatırımcı kâğıt üzerinde zengin olduğunu hayal ederken, borsacı aldığı komisyonlar üzerinden eve ‘peşin para’ götürür. Borsa 7/24 açık bir lunapark gibidir. Gün boyu alınan uyuşturucu ve alkolle bu iş nasıl yürüyor diye sorar Jordan. ‘Kokain ve fahişelerin desteğiyle’ diye yanıtlar Mark Hanna.
Kara Pazartesi olarak anılan Ekim 1987’deki büyük düşüşün ardından Jordan’ın çalıştığı tarihi L. F. Rochester firması kepenk indirir. Lakin genç girişimcinin hezimete uğramaya hiç niyeti yoktur. ‘Penny Stock’ adı verilen isimsiz firmalara ait ucuz hisselerin el değiştirdiği külüstür bir yatırım merkezinde işe sıfırdan başlar. Kâr marjı çok yüksek bu piyasada kısa sürede büyük paralar kazanır ve yanına topladığı adamlarla kendi şirketi Stratton Dakmont’ı kurar. ‘Kokain, testesteron ve vücut sıvısıyla hırs dolu bir tımarhaneye benzeyen’ ofisinde imparatorluğunu inşa eder.
Borsada işlem yapan herkesin çabucak zengin olmak istediği bir ortamda, 29 yaşında büyük bir servetin sahibidir artık Belfort. Soylu eşi, güzeller güzeli model eskisi Naomi ile devasa malikânesinde yaşar. Miami Vice’daki Don Johnson gibi beyaz Ferrari kullanır. Kendi tabiriyle, hovarda gibi kumar oynar, sünger gibi içer, haftanın her günü fahişelerle düşüp kalkar. Şirketi Wall Street’in amiral gemisi haline gelen Belfort’ın yaşadışı kazançları ve magazin basınına düşen hovarda yaşamı finansal denetim kuruluşları ve FBI tarafından takibe alındığında rüşvet vermeyi ve muazzam servetini gözlerden uzak İsviçre bankalarına transfer etmeyi deneyecektir genç adam.
Herkesin daha zengin ve daha güçlü olmak istediği Amerikan rüyasının bu gösterişli ikonunun serüvenini aynen Belfort’ın yaşamına benzer bir hızla sinemalaştırmış Scorsese. Bu açıdan kariyerinin önemli halkalarından ‘Sıkı Dostlar / Goodfellas’ (1990) ile yakın akrabalığı mevcut bu çalışmanın. Kanun dışı yollardan elde edilmiş devasa servetleri, yüksek dozda uyuşturucu ve toplu seks partileriyle rezilliğin dibine vurmuş yaşamları tüm açıklığıyla üç saat boyunca sergiliyor usta yönetmen. Zıvanadan çıkmış, absürd bir dünya tasvir edilen. Yine Belfort’un deyimiyle ‘normal bir dünyada kim yaşamak istiyor ki’ zaten. Scorsese bir sistem sorunu olarak sunuyor tüm yaşananları. Bu sistem değil midir zenginliği, gücü yücelten. Bu sistem değil midir iyi satıcılığı yücelten. Bu sistem değil midir sıradan Amerikalının gıpta ile izlediği lüks hayatları yücelten.
Çığrından çıkmış kapitalist yaşam düzeninin özendirdiği yoz hayatları başdöndürücü bir estetikle anlatan, yakışıklılığı nedeniyle oyunculuğu hep gölgede kalmış Leonardo DiCaprio’nun hayatının rolünde döktürdüğü başarılı bir Scorsese filmi ‘Para Avcısı’. Ustanın her filmi gibi ilgiyle izleniyor.
(12 Şubat 2014)
Ferhan Baran
[email protected]