66. Cannes Film Festivali’nin yarışmalı ana bölümünde yer alan 20 filmin gösterimleri tamamlandı. Sinema dünyası, ödül listesinde kimlerin yer alacağı, Steven Spielberg başkanlığındaki büyük jürinin hangi yapımları tercih edeceği üzerine kafa yoradursun, biz son iki günde izleyici karşısına çıkmış filmleri mercek altına alarak on gündür sürdürdüğümüz yarışma turumuzu tamamlayalım.
Festivalde yarışan bir Amerikan yapımı daha dün sabah basına tanıtıldı. ‘Göçmen / The Immigrant’, Cannes’ın gözdelerinden James Gray’in yeni filmi. Gray, Rus yahudisi kökenli ailesinin geçmişinden yola çıkarak, Doğu Avrupa’dan fırsatlar ülkesi Amerika’ya göçün hikâyesini beyazperdeye aktarmış. Yönetmene, 1923’de Ellis adasına gelmiş, o dönem New York’un Aşağı Doğu Yakası’nda bar işletmiş büyük büyük babasının anıları ve çektiği fotoğraflar kılavuzluk etmiş önce. Lakin hikâye otobiyografik değil. Film, Amerikan rüyasının izinde yeni bir başlangıç yapmak üzere kıtaya gelen genç bir kadının hayatta kalma mücadelesi üzerine. Kızkardeşi Magda hasta olduğu gerekçesiyle karantinaya alındığında, Yahudi kökenli bir topluluğun içinde kadın başına beş parasız ve yapayalnız kalan Polonya asıllı Protestan Ewa Cybulski’nin (Marion Cotillard) hikâyesi bu. İki erkek arasında kalan Ewa, çekici olduğu denli acımasız Bruno’nun (Joaquin Phoenix) elinde fahişeliğe zorlanırken, yaşadığı kâbustan kurtulmak için romantik sihirbaz Orlando’ya (Jeremy Renner) sığınıyor. Usta görüntü yönetmeni Darius Khondji ve güçlü bir oyuncu kadrosuyla çalışan Gray, Amerika’ya göç deneyiminin sembolü olmuş Ellis Island’ın gerçek mekânlarında çalışma fırsatı bulduğu bu ilk dönem filminde, 20. yüzyıl başları New York’unu betimleyen George Bellows imzalı gerçekçi portrelerden, aynı dönem Manhattan varyete salonlarının karanlık atmosferini tuvaline aktarmış Everett Shinn’in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmış. Jüri başkanı Spielberg’in gönlünü çalması beklenen filmlerden biri ‘Göçmen’.
Yarışma seçkisinde yine dün görücüye çıkan ‘Michael Kohlhaas’ da bir dönem filmi. 19. yüzyıl başları Alman edebiyatının önemli isimlerinden Heinrich Von Kleist’ın kısa romanının beyazperdeye ilk aktarılışı değil bu. Daha önce üç kez sinemaya uyarlanmış, Volker Schlöndorff imzalı 1969 yapımı bir önceki uyarlama aynı yıl Cannes’da yarışmış, ‘Hak Mücadelesi’ adıyla sonradan bizde de gösterilmişti. Kafka’nın Alman edebiyatında en etkilendiği eser olarak tanımladığı ‘Michael Kohlhaas’, ortaçağ Almanya’sında feodal beyin haksız uygulamasına isyan ederek başkaldıran at yetiştiricisinin onur savaşı üzerine. Telef olmuş atlarının tazminini isteyen Kohlhaas, hakça bir karşılık alamayınca bir ordu isyancıyı bir araya toplar ve ortalığı kana boyar. Yönetmen Arnaud des Pallières, Kohlhaas’ın öyküsünü Fransız topraklarına uyarlamış, Güney Fransa’nın, adaletsizliğe başkaldıran doğa adamının ihtişamına yakışır yüksek sıradağlarla çevrili Cévennes bölgesinde çekmiş filmini. Michael Kohlhaas’a hayat veren Mads Mikkelsen, geçtiğimiz yıl yine Cannes’da izlenen ‘Av / The Hunt – Jagten’de haksız yere pedofili ile suçlanan kasaba öğretmeninin pasif direnişini unutulmaz bir performansla canlandırmış ve haklı bir erkek oyuncu ödülüne layık görülmüştü. Bu defa, 66. festivalin adı konmamış gözde teması doğrultusunda yoğun şiddet içeren bir onur savaşında izliyoruz Danimarkalı müthiş oyuncuyu.
Unutulmaz başyapıtlarla dolu külliyatı kadar, fırtınalı özel yaşamıyla da sürekli gündemde kalmış Roman Polanski, sekseni bulan ilerlemiş yaşına rağmen üretmeye devam ediyor. Kapanıştan bir gün önce seyirci karşısına çıkan ‘Kürklü Venüs / La Vénus A La Fourrure’ üstadın bir önceki çalışması Tony ödüllü ‘Acımasız Tanrı / Carnage’ gibi bir tiyatro oyunu uyarlaması. David Ives’ın ilk sahnelendiğinde büyük ilgi görmüş 2010 Off Broadway yapımı sahne eserinin metni, ‘Mazoşizm’in isim babası 19. yüzyıl Avusturyalı yazar Leopold von Sacher-Masoch’un aynı adlı kült romanına dayanıyor. Kadın ile erkek arasında soluk kesici iktidar oyunu üzerine ‘Kürklü Venüs’. Sahneye koyacağı yeni eserinin ana karakteri için yaptığı gün boyu süren seçmelerde aradığı yüzü bulamamanın hayal kırıklığı içinde tiyatroyu binasını terk etmeye hazırlanan Thomas ile, son anda içeri dalan ve oyun yazarının tahayyülündeki tiplemeye hiç de uygun düşmeyen silik ve itaatkâr -oyun karakteriyle adaş- Vanda’nın değişen rollerinin, cinsel çekimin saplantıya, oyuncu-yönetmen ilişkisinin efendi-köle deneyimine dönüşünün hikâyesi anlatılan. Bu nefes kesici 90 dakikanın parlak oyuncuları, Polanski’nin hayat arkadaşı Emmanuelle Seigner ile Jimmy P.’den sonra bu yıl ikinci kez Cannes’da boy gösteren Mathieu Amalric.
Ve yarışma, festival seçkisine son anda dahil olan bir Amerikan filmiyle kapanıyor. ‘Yalnız Aşıklar Sağ Kalır / Only Lovers Left Alive’, yıllar önce Cannes’da keşfedildiği ilk filmiyle (‘Cennetten de Garip / ‘Stranger Than Paradise’ 1984) Altın Kamera’yı kazanmış kıdemli bağımsız sinemacı Jim Jarmusch’un 4 yıl aradan sonra çektiği son filmi. Jarmusch bu kez aktörleri vampir olan alışılmışın dışında bir aşk hikâyesine soyunmuş. Lakin bildiğimiz sıradan vampir hikâyelerinden bir yenisi değil karşımızdaki. Yönetmen vampirlik olgusunu bir metafor olarak kullanmış. Asırlar boyu insanoğlunun hayranlık uyandırıcı gelişimine tanık olmuş marjinal alemin kırılgan Adam ile Eve’inin (yani bildiğimiz Adem ile Havva’nın) tahrip edilmiş doğanın öfkesini kustuğu günümüzün tehlikelerle dolu tedirgin dünyasında varolma mücadelesi üzerine bir film bu. Amerika’nın bağrından (Detroit), Afrika’nın kuzey ucuna (Tanca) ıssız ve romantik mekânlarda çekilmiş bu gece filminin Havva’sında Jarmusch’un gözdelerinden Tilda Swinton, Adem’de ise son olarak ‘The Deep Blue Sea’de (2011) izlediğimiz İngiliz oyuncu Tom Hiddleston yer alıyor.
66. Cannes Film Festivali, 26 Mayıs Pazar akşamı düzenlenecek olan kapanış töreni ile sona eriyor. Kırmızı halı seremonisi ve onu takip eden ödül töreni 19:00’dan itibaren NTV’den canlı olarak izlenebilir.
(25 Mayıs 2013)
Ferhan Baran