Cannes’da Amerikalı Bağımsızlar, Marjinal Hayatlar

Cannes Film Festivali’nin bu yıl genelde beğeni toplayan ve düzeyi oldukça yükseklerde seyreden resmi yarışma filmlerinin gösterimleri tam gaz devam ederken, 6 filmle seçkiye ağırlığını koymuş Amerikan sinemasının bağımsız kanadından örnekler bir bir izleyici karşısına çıkıyor. Bunlardan dün sabah basına gösterilen Nicolas Winding Refn imzalı ‘Sadece Tanrı Affeder / Only God Forgives’, bu yılki şiddet çeşitlemelerinin en kanlılarından. İki yıl önce ‘Sürücü / Drive’ filmiyle Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazanmış olan Danimarka asıllı sinemacı, bir kez daha Ryan Gosling ile çalışma fırsatı bulmuş. Thailand’da çekilmiş bu küçük bütçeli yapım, sorgulayan, yargılayan, infaz eden bir Tanrı görünümündeki gizemli kanun adamının ve hastalıklı bir ilişkiyi sürdüren baskıcı anne ile itaatkar oğlunun eski Yunan tragedyalarından kopup gelmiş hikâyesi. Bir gangster filmi gibi başlayıp uzak doğu dövüş sanatları soslu intikam öyküsüne dönüşüyor. Yönetmenin gözde oyuncusu Gosling’i, sessiz, nereye varacağını bilemediği bir karanlık serüvene atılmaktan tedirgin, anne bağımlılığından kurtulabilmek için şiddetin yolundan geçmesi gereken oğulda, Kristin Scott Thomas ise yırtıcı, buyurgan annede izliyoruz. Winding Refn anne karakterini, Lady Macbeth ile Donatella Versace’nin bir karışımı olarak şekillendirdiğini ifade ediyor.

23 Mayıs Perşembe sabahının programında yer alan ‘Nebraska’ bir diğer Amerikan filmi. ‘Schmidt Hakkında / About Schmidt (2002)’ ile daha önce Cannes’da yarışmış, senaryo dalında iki Oscar ödülü bulunan [‘Sideways’, (2004), ‘Senden Bana Kalan / The Descendants’, (2011)] Alexander Payne’in festivale bu ikinci gelişi. Şiddet öykülerinin ardından izleyiciye nefes aldıran sıcak yol filmlerinden biri ‘Nebraska’. Piyangodan kazandığını tahayyül ettiği büyük ikramiyeyi almak üzere sürekli Nebraska’ya gitme plânları yapan ve bunu bir saplantı haline getirmiş yaşlı Woody Grant ile boşuna olduğunu bile bile babasına eşlik etmeyi kabul eden oğul David’in hikâyesi, küçük bir bütçeyle siyah beyaz çekilmiş. Doğup büyüdüğü küçük Nebraska kasabasında geçirilen birkaç gün, hem yaşlı adamın geçmişiyle buluşmasını, hem de baba oğul arasındaki mesafenin aşılmasını sağlayacaktır. Yıllar sonra Bruce Dern’ün dört başı mamur bir rolde yer aldığı filmin bir diğer sürprizi, yaşlı Eddie’de Stacy Keach’in varlığı. Dört eyalet boyu yol katedilen bu şirin filmin genç oyuncusu ise, çıkışını ‘Saturday Night Live’ ve televizyon dizileriyle yapmış komedyen Will Forte.

Festivalin yarışmalı seçkisinin bir diğer konuğu, 1982 yılından beri Fransa’da yaşayan Çad kökenli sinemacı Mahamat-Saleh Haroun. Üç yıl önce ‘Haykıran Adam / L’Homme Qui Crie’ (2010) ile ‘Jüri Ödülü’ kazanmış, 2011 Cannes jürisinde görev almış olan Haroun, yeni çalışması ‘Grigris’ ile yarışmada. İç savaşla sarsılan Orta Afrika ülkesi Çad’da, lüks hotelin havuz görevlisi eski yüzme şampiyonu Adem ile ‘kara atım’ diye çağırdığı oğlu Abdel’in trajik öyküsünü konu alan ‘Haykıran Adam’ın ardından, Haroun’un ana karakterleri bu kez toplumun kıyısında var olma savaşı veren iki marjinal figür. Felçli sol bacağına rağmen dansörlük hayalinden vazgeçmeyen 25 yaşındaki Grigris ile melez rengiyle kendini siyah topluma kabul ettirme mücadelesi veren fahişe Mimi’nin hikâyesi bu. Yaşam coşkularını kusurlu (!) bedenleriyle dışa vuran bu iki marjinalin yolları kesişiyor. Başkent N’Djamena’nın tekinsiz akşamlarında varolma savaşı verirken, geniş plânlarla verilen kırsal bölümlerde nehir kenarında özgür ve mutlu bir yaşamın hayalini kuruyorlar. Başkentte çok yaygın olan kaçak benzin ticaretini gündeme getirirken tür sineması kodlarını da kullanan ‘Grigris’, Haroun’un eserinde ilk kez rasladığımız güçlü kadın karakter doğrultusunda feminist boyutu ile de dikkat çekiyor.

Yine kara kıta kökenli, unutulmaz kuskus güzellemesi ‘La Graine Et Le Mulet’nin (2007) Tunus doğumlu yaratıcısı Abdellatif Kéchiche ise beşinci uzun metrajıyla ilk kez geliyor Cannes’a. Julie Maroh imzalı ‘Mavi Sıcak Bir Renktir / Le Bleu Est Une Couleur Chaude’ adlı çizgi romanın serbest uyarlaması olan ‘Adèle’in Yaşamı-Bölüm 1 & 2 / La Vie D’Adele-Chapitre 1 & 2’ iki kadın arasında yaşanan derin aşkın hikâyesi. 15 yaşındaki Adèle, kendinden yaşça büyük Emma ile karşılaştığında hayatı değişir. Mavi saçlı Emma ona aşkı ve arzuyu tattıracak, Adèle’i yetişkin bir kadın yapacaktır. Kéchiche iki kadının tutkulu aşkını cesur sahneler eşliğinde anlatırken, eşcinsel aşkı herhangi bir aşk hikâayesi olarak vermeyi seçmiş. Nitekim çiftin çatışması, toplumsal baskıdan değil, bireylerin sınıfsal farklılıklarından doğacaktır. Öte yandan, Kéchiche’in 2005 yapımı ‘Kaçak / L’Esquive’den beri aklında olan, tutkulu performans sanatçıları olarak değerlendirdiği öğretmenlere adadığı bir film de bu. Öğretmenliğe yeni başlayan ve ilk aşkının hüznünü taşıyan Adèle’in yaşamı nasıl şekillenecek, bunu henüz Kéchiche de bilmiyor. Truffaut’nun Antoine Doinel serisi gibi öykünün devamı bir sonraki filminde belki.

(23 Mayıs 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com