Yapı Kredi Play ile Kampüste Festivalin Son Durağı İstanbul Üniversitesi

Yapı Kredi’nin gençlere torpil yapan kredi kartı Play’in ana sponsorluğunda ve Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) himayesinde, Üniversite Medya desteğiyle İstanbul Organizasyon tarafından düzenlenen Play ÜniFilmFest’in son durağı 28 Mayıs – 01 Haziran 2012 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi olacak.
Ücretsiz film gösterimleri, atölyeler ve etkinlikleriyle şimdiye kadar 8 üniversitede 45.000’e yakın öğrencinin izlediği Play ÜniFilmFest şimdi de İstanbul Üniversitesi öğrencileriyle buluşmaya hazırlanıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yapı Kredi Play ile Kampüste Festivalin Son Durağı İstanbul Üniversitesi yazısına devam et
  • Otobüs

    Don Kişot Yapım ve Prodüksiyon Selim Ünel’in yapımcılığını üstlendiği, yönetmenliğini Olgu Baran Kubilay’ın yaptığı Otobüs filmi Amerika’da festivallerde gösterilmeye ve yarışmaya devam ediyor. Eren Hacısalihoğlu ve Uğur Akyürek’in rol aldığı Otobüs filmi Amerika’da da büyük ilgi gördü. 8. TÜRSAK Geleceğin Sineması Projesi senaryo dalında 3.lük alan film 65. Cannes Film Festivali kapsamında short film corner’da yer aldı. Film, Cannes Film Festivali sonrasında da önemli festivallere katılacak. Yönetmen Olgu Baran Kubilay, Ben Affleck’in Argo adlı filminde asistanlık yapmıştı.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Otobüs yazısına devam et
  • Ölü Bölgeden Fısıltılar, 7. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali’nde

    Fırat Çağrı Beyaz’ın yönettiği Ölü Bölgeden Fısıltılar’ın festivaller serüveninde, 31. İstanbul Film Festivali ve 12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nden sonraki yeni durağı, 7. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali. Filmin, festivale davetli uzun metraj filmler programındaki gösterimi, 10 Haziran 2012 Pazar günü saat 20:30’da SinemaMardin Sineması’nda yapılacak. Gösterime filmin ortak yapımcı ve ortak senaristi Metin Gönen ile filmin genç yönetmeni ve ortak senaristi Fırat Çağrı Beyaz da katılacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Orhan Boran’ı Kaybettik

    Show dünyamızın sevilen sanatçılarından Orhan Boran, 26 Mayıs 2012 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Türkiye’de 1960’lı yıllarda stand-up geleneğini başlatan, güzel Türkçesi ve beyefendiliğiyle tanınan Orhan Boran, 1946 yılında Domaniç Yolcusu adlı filmle sinemaya başladı, Kanlı Döşek, Yıldırım Beyazıt ve Timurlenk, Söz Müdafaanındır, Kaldırım Çiçeği, Balıkçı Güzeli, İçimizden Biri adlı filmlerde rol aldı. Cenazesi, 27 Mayıs 2012 Pazar günü Erenköy Galip Paşa Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

    Hayal Perdesi Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 Sayısı Yayında

    Hayal Perdesi Sinema Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 tarihli 28. sayısıyla www.hayalperdesi.net adresinde yayında. Derginin vizyon sayfalarında bu sayıda, V for Vendetta’nın yönetmeni James McTeigue’nun Edgar Allan Poe’nun öyküleri üzerine kurduğu filmi Kuzgun, Raşit Çelikezer’in Sundance Film Festivali’nde ödül kazanan yapımı Can ve İsmail Güneş’in son filmi Ateşin Düştüğü Yer bulunuyor. Derginin kapağında ise, kentsel dönüşüm projeleri üzerine çekilmiş en kapsamlı belgesel olan Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hayal Perdesi Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 Sayısı Yayında yazısına devam et
  • Aramızda Bebek Var

    Remi Bezançon’un yönettiği ve Louise Bourgoin, Pio Marmai, Josiane Balasko ile Thierry Fremont’un oynadığı Aramızda Bebek Var (A Happy Event), 01 Haziran 2012’ Tiglon Film dağıtımıyla Filma Ltd. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Barbara ve Nicolas beraber çok mutlu olan ve çocuk yapmaya karar veren bir çifttir. Anne olmak daha çok Barbara’nın fikri olsa da baba olmanın heyecanı Nicolas’ı da sarar. Barbara hamileliği süresince bedenen ve ruhen birçok değişim yaşayacak, bebek sahibi olmanın çift üzerindeki etkisi doğumdan sonra daha çok hissedilecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • 2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve Sineması Paneli

    Tunceli Belediyesi’nin düzenlediği 2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde yönetmen Ahmet Soner, Yılmaz Güney ve Sinemasını anlattı, anılarını paylaştı. Grand Şaroğlu Oteli’nde yapılan söyleşide Soner, Yılmaz Güney’le ilk olarak Atıf Yılmaz’ın yönettiği Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filminin setinde karşılaştığını söyledi. Acı, Ağıt, Umutsuzlar ve Yarın Son Gündür filmlerinde reji asistanı olarak görev yaptığı zamanlarda da Yılmaz Güney’le çalışan Ahmet Soner, Güney’in senaryosunu yazdığı Yol filminde de görev aldığını, Yılmaz Güney’in çekimlerde çalışanların fikrine çok önem verdiğini anlattı.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve Sineması Paneli yazısına devam et
  • Suya Şükran Günü’ne Çağrı

    Bundan yaklaşık iki yüz yıl önce, Çiçek Baba Dağı’nın kalbinden Köyceğiz Gölü’ne akan nehir kurur. Yeniden akmaya başlayan su, halkın canına can katar. Yuvarlana yuvarlana Köyceğiz Gölü’ne varan bu bereketli suyun adı Yuvarlakçay olur. Ancak ne var ki zaman değişir. Tüm yaşamın, bolluk ve bereketin kaynağı su artık elektriğin kaynağı olarak görülür. Yedi köyün ahalisi sularının ellerinden alınmasına izin vermezler. Suya Şükran Günü ilân ettikleri 27 Mayıs’ı her yıl şenliklerle kutlamaya başlarlar. Beyobalılar herkesi Suya Şükran Günü şenliklerine davet ediyor, sularına sahip çıkmaya çağırıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Suya Şükran Günü’ne Çağrı yazısına devam et
  • Pamuk Prenses ve Avcı

    Rupert Sanders’in yönettiği ve Kristen Stewart, Charlize Theron, Chris Hemsworth ile Sam Slaflin’in oynadığı Pamuk Prenses ve Avcı (Snow White and the Huntsman), 01 Haziran 2012’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Filmde, Kristen Stewart, ülkede kötü kraliçeden daha güzel olan tek kişiyi, Pamuk Prenses’i canlandırıyor. Onu ortadan kaldırmak isteyen kötü kraliçenin aklına gelmeyen bir şey vardır: Hükümdarlığını tehdit eden genç kadın, onu öldürmesi için gönderilen Avcı’dan savaş sanatı konusunda eğitim almaktadır.

    Pamuk Prenses ve Avcı yazısına devam et

    Yeşilçam, Akademisine ve Akademi Ödüllerine Kavuşuyor

    Senaryo yazarları, yapımcılar, yönetmenler, oyuncular, görüntü yönetmenleri, sanat yönetmenleri…
    Sadece ulusal değil, uluslararası arenada da sinemamızı onurlandıran tüm üretici ve yaratıcı güçler, Yeşilçam Film Akademisi’ni (YEFA) kuruyor.
    04 Haziran 2012 tarihinde Cemal Reşit Rey Salonu’nda yapılacak ödül töreninde, Yaşam Boyu Onur Ödülü, Başar Sabuncu’ya, 2011 Gişe Kıran Ödülü Eyyvah Eyvah 2 filmine verilecek, sektör ödülleri ise törende açıklanacak.

  • Yeşilçam Film Akademisi Ödülleri hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeşilçam, Akademisine ve Akademi Ödüllerine Kavuşuyor yazısına devam et
  • Yasak Koyma! Sinema Yap, Özgür ve Demokratik Bir Toplum Yarat!

    Özgür Sinemacılar Manifestosu

    Hepimiz Sinemacıyız!

    Aristoteles’in dediği gibi; kurmaca (fiction), bir ilişkilendirme ve yapılandırma operasyonu olarak yaşama biçim ve anlam verdiği için.

    Ranciere’in altını çizdiği gibi; olgusal gerçekliği düşünebilmenin, onu önce kurgulamaktan, yani kavranılır mantıksal bir yapı haline getirmekten geçtiği için.

    Bu anlamda, hepimiz kurguluyoruz.

    Yaşama biçim ve anlam veriyoruz; gerçekliği algılıyor ve düşünüyoruz.

    Yani, hepimiz sine-masallar anlatıyoruz.

    İşte bu nedenle:

    “Hepimiz sinemacıyız”, diyoruz.

    Ayrıcalıklı bir olgusal sosyolojik konum ya da sadece reel bir meslek grubu olarak değil.

    Tersine, herkesi özgürleşmeye davet eden bir evrensel sesleniş öznesi, bir paradoksal özneleşme ve özdeşleşme olarak: “Hepimiz Sinemacıyız”, diyoruz…

    Adaletin evrensel vicdani olarak, “Hepimiz, İstanbul’da, Küçükçekmece’de, Halkalı’da, Diyarbakır’da, Lice’de, Kızıltepe’de, Uludere’de ölen çocuklarız”, diye haykırmak gibi…

    Sinema şeridinin kurgusal evreninden, imgeleminden çıkıp gelen öznelerle “Hepimiz sinemacıyız” derken, özünde bir sine-masal fikir olarak biz bu çılgın topraklarda tüm farklılıklara rağmen hep birlikte yaşayabilecek ve bunu algılayıp düşünebilecek özneler; herkesi ortak insanlık paydasına davet edebilen demokratik-evrensel öznellikler yaratabilecek bir halkız diyoruz.

    Yani herkes yaşamda kendi etnik kökeninin, sosyolojik-olgusal konumunun ve icra ettiği mesleğinin yanında bir de yaşamda “sinema” yaptığı için bir objektif zemin haklılığı bulanarak da “Hepimiz sinemacıyız” demiyoruz.

    Bitmek bilmeyen bir savaş ortamında, yüreklerin yandığı ve duyguların kabardığı bir toplumsal atmosferde, sadece etnik, cins, ulus, din ve mezhep kimliklerinin tüm halkın özdeşleşeceği tek özne-isimler olarak yukardan aşağıya zorla dayatılmasının ötekini yok sayma; mağduriyet hissinden nefret söylemine geçmenin, ötekini yok etme mantığına, sokak linçlerine varan tehlikeli sonuçlarına dikkat çekmek için; düşünceyi ve vicdanı devreye sokan, paradoksal-demokratik-evrensel öznellik önermelerinde bulunmak gerektiği için bunu söylüyoruz…

    Kısacası, “Hepimiz sinemacıyız”, diyerek, özünde bu topraklarda ne tür bir “toplum öznelliği” kurgulamakta ve düşünmekte olduğumuzu soruyoruz.

    Her şeyden önce, temel bir soru olarak:

    Ne yapmalı?

    Ne tür bir öznellik kurgulamalı?

    Bu güzel ve çılgın ülke gerçekliğini bilinçlerde ve vicdanlarda nasıl yapılandırılmalı, algılanmalı ve düşünmeli?

    Bu bereketli ve acılı topraklarda yaşama ne tür biçimler ve hangi anlamlar verilmeli?

    Kutsallıklar adına yaşanan akıl tutulmaları ve öfke selleri içinde süren savaşların, etnik katliamların, bombalamaların, sokak linçlerinin, karanlık ölümlerin; vücutlara belli bir yaşam tarzını her türlü iktidar zoruyla kanla kazımaya çalışma narsizminin; daha doğmamış yaşamları dahi ana rahminde devlet jinekologluyla dizayn etme histerisinin kaynağı olan özdeksel-aynılık-kimliklerinin baskıcı hiyerarşik dünyasını mı kurgulamalıyız?

    Yoksa düşüncede yakılan özgürlük kıvılcımlarıyla duyarlılıkta yaratılan eşitlik hisleriyle tüm kimliklerde öznel-ihtilaller yaratan, özgür, eşit ve çoğulcu bir biçimde bir arada yaşamaya davet eden bir demokratik toplum öznelliği ve evrensel bir aidiyet duygusu mu tasarlamalıyız?

    Önce kafalarda ötekiler yaratan, sonra öfke seli içinde kabararak bu ötekilere yaşam hakkı tanımayan; emir komuta zinciri içinde uygun adımlarla yürüyen, her türlü farklılıklara kin ve nefretle bakan, linççi bir toplum öznelliği mi kurgulamalıyız?

    Yoksa tüm kimliksel var oluşların duyarlılığında, kimliklerin kendi kendilerini ve dünyayı algılama imgelemlerinde; farklılıkları tasarımlama biçimlerinde öznel-özgürleşmeler yaratan bir kurgulamayla hiçbir kimlik etiketi, hiç bir hiyerarşik biçim, hiç bir emir komuta zinciri ve iktidar gücü tarafından dayatılamayan, meşrulaştırılmayan bir adilâne-demokratik yurttaşlık öznelliği, bir ortak-insanlık paydası kurmacası mı yaratmalıyız?

    Kısaca “Hepimiz sinemacıyız”.

    Çünkü zaten hepimiz her halükârda kurguluyoruz.

    Sinemasallar anlatıyoruz.

    Bir fikir, bir inanç çerçevesinde, yaşama ve gerçekliğe bir biçim ve bir anlam veriyoruz.

    Ama bu güzel ve çılgın ülke topraklarında hep birlikte özgür, eşit, mutlu ve barış içinde çoğulcu bir yaşam için ne tür öznel kurmacalar tasarlanmalıdır?

    Hangi Sine-Masallar anlatılmalıdır?

    Önce bu temel soruyu sormalıyız.

    Tek tip toplum kışlaları, sadece her türlü güce ve apoletlere itaat eden hazır kıta modelleri mi tasarlanmalı?

    Uygun adımlarla yürüyen toplumsal mangalar mı kurgulanmalı?

    Sadece kendi hastalıklı kendisiyle-aynılık narsizminde bir yaşam motivasyonu gören; mağduriyet ve nefret söylemi arasında sıkışıp kalmış, ancak ötekilere ve farklılıklara karşı düşmanlık duyguları ve histerik savaş çığlıklarıyla kendini var edebilen iktidarsız ve tekrarcı bir gençlik mi dizayn edilmeli?

    Haydi, kızlar askere, diyen; popülizmin ucuz sosuna batırılmış, vicdan ve akıl tutulmaları mı yaratılmalı?

    Yoksa yaşamı barış ve mutluluk temelinde biçimlendiren öznelliklerle herkese açık olarak tasarımlanan evrensel bir ortak-insanlık paydası mı tasarlamalıyız?

    Yani uygun adımlar yerine, her daim kendi adalet duygusunun, vicdanının ve zihninin aykırı adımlarıyla yürüyebilen; kendi insani prensipleriyle ve inançlarıyla yaşamını biçimlendirip anlamlandırarak hissedip, düşüp yaşayabilen, özgür ve eşit bireylerden ve yurttaşlardan oluşan demokratik öznellikler dünyasını mı kurgulamalıyız?

    Seçim özgür sinemacıların…

    Yani tüm yurttaşların…

    “Hepimiz Sinemacıyız”

    (02 Haziran 2012)

    Metin Gönen

    Arka Pencere Dergisi, Romy Schneider’i Hatırlıyor

    Arka Pencere Dergisi, 135. sayısında, kapağına Romy Schneider’i yerleştiriyor. Tunca Arslan, Trendeki Yabancı köşesinde, 30. ölüm yıldönümünde Romy Schneider’i hatırlıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Moonrise Kingdom, Siyah Giyen Adamlar 3, Kan ve Aşk, Edepsiz Kız, Canavarlar Sofrası ve Sevimli Kedi İş Başında yer alıyor. Dikkat çekici hatırlatmalar bulacağınız Arka Pencere Dergisi’nin 135. sayısı bir Alfred Hitchcock alıntısıyla sona eriyor: “Dağıldığınızı hissediyorsanız, hemen denenmiş ve doğrulanmış yöntemlere el atmalısınız.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi, Romy Schneider’i Hatırlıyor yazısına devam et
  • Eve Yeni Biri Geliyor

    Aramızda Bebek Var (Un Heureux Evénement)
    Yönetmen: Rémi Bezançon
    Roman: Eliette Abecassis
    Senaryo: Vanessa Portal-Rémi Bezançon
    Görüntü: Antoine Monod
    Oyunvular:Louise Bourgoin (Barbara), Pio Marmaï (Nicolas), Josiane Balasko (Claire), Thierry Frémont (Tony), Gabrielle Lazure (Edith), Daphne Bürki (Kathia), Anaïs Croze (Daphné)
    Yapım: Gaumont (2011)

    Fransız yönetmen Rémi Bezançon’un Brüksel’de çektiği “Aramızda Bebek Var”, hamileliğin ve sonrasının tüm evrelerini, içine mizah da katarak sinemaseverlere gösteriyor. Ebeveyn olmak iyidir.

    Nicolas, videocuda çalışıyor. Nicolas, üniversitede doçent olmak için felsefe doktorasını hazırlayan Barbara’yla bir anda göz göze geliyor. Bir başka gün Barbara dükkâna Nicolas’nın çalıştığı dükkâna geliyor. Nicolas ona Wong Kar Wai’nin 2000 yapımı “Fa Yeung Nin Wa-Aşk Zamanı” filminin DVD’sini uzatıyor. Ustayı ve bu filmini seven kadına aşık olunur. Nicolas da öyle oluyor. Barbara, Gus Van Sant’ın 1995 yapımı “To Die For-Sonsuz İhtiras” filmini de seviyor. Hem aşk hem de gerilim. Elbette başka filmler de var. Nicolas, bilimkurgu ve bilgisayar oyunları tutkunu. Bir de Quentin Tarantino’nun izinden gidebilmeyi hayal ediyor. Tarantino bile videocu dükkânından çıkıp büyük yönetmen olmamış mıydı?

    Barbara’nın annesi Claire tam bir 68 kuşağı. “Otlu çay”la eski günleri anıyor. Claire, aşık olup sevdiği adamdan iki çocuk sahibi olmuş sonsuza kadar özgür bir kadın. Nicolas’yla ailesini ziyarete gittiklerinde kızının hamile olduğunu hemen anlıyor Claire. Gün gün karnı şişen Barbara’nın değişken hava gibi ruhunda da sürekli değişmeler olmaya başlıyor. Sevecenken ardından sinirli olabiliyor. Yönetmen, kadınlardaki hamilelik döneminin her durumunu yansıtmak istemiş. Kadınların gebe kaldıklarında dünyevi zevklerden de elini eteğini çekmediğini fark ettiriyor. Onlar da hamileyken de cinsel istek duyuyorlar. Nicolas, karnı şiş Barbara’yla sevişirken suçluluk da hissediyor. Orada biri var diye herhalde. Filmi, Barbara’nın anlatımıyla izliyorsunuz. Barbara, gerçek anlamda Nicolas’ya nerede aşık olduğunu da kafası karışık olarak seyircilere anlatıyor. Barbara’yla Nicolas’nın aşkı videocu dükkânında mı başlamış, yoksa Nicolas’nın bebek istemesiyle mi? Kadınların ne zaman aşık hissettiklerini anlayamıyoruz elbette. Film, yatakta karnı şiş Barbara’nın üzerine açılıyor ve onun anlatımıyla bu aşkın ve hamileliğin her şeyi seyircilere ulaşıyor. Hatta bebek doğduktan sonra ilişkinin sarsılması bile. Barbara’yı canlandıran Louise Bourgoin’ın şişkin karnı görünüyor, hatta bebeğin tekmeleri bile fark ediliyor. Sevişme sahneleri gibi çok gerçekçi Barbara’nın hamileliği de. Ama bu gebelik bilgisayarın marifetiyle oluyor tabii ki. Bourgoin, hamile bir kadının psikolojik ve sosyolojik her şeyini keşfetmiş ve gerçekten bir gebe kalmış kadın gibi.

    Bir stüdyo filmi…

    Filmin hikâyesi Brüksel’de geçiyor. Hastane ve doğum sahnesi gerçek mekânlarda gerçekleşirken, Barbara’nın rüyasında yüzdüğü derin sular ve diğer iç mekânlar Antwerp’teki stüdyoda kurulan setlerde çekilmiş. Bu yer “sulu stüdyo” diye ün salmış Avrupa’da. Çok gelişmiş bir film stüdyosu burası. “Mutlu Bir Olay” anlamına gelen sinemaskop çekilmiş Rémi Bezançon’un 2011 yapımı “Un Heureux Evénement-Aramızda Bebek Var”, yazar Eliette Abecassis 2005’te yayımlanmış ve çok satanlar listesine girmiş otobiyografisinden uyarlandı. Bebek Léa’nın doğumu anı filmin en muhteşem ve çarpıcı anı. Bebeğin, annesinin memesinden iştahla süt emmesi, gecenin bir yerinde kurulu saat gibi çığlıkları, kusuşları, altını kirletmeleri ve birçok şey belgesel gibi.

    “Aramızda Bebek Var” filminde Fransız şarkıcı Anaïs Croze da Daphné rolüyle görünüyor. Sesini belki seversiniz. Ama her övgüyü Fransız sinemasında yeni yeni fark ettiğimiz Louise Bourgoin’a yolluyoruz. Barbara karakteri gerçekten çok zorlu ve bu onu başarmış. Böyle bir rolü ülkemizde oynayacak bir oyuncuyu bulmak çok zor. Barbara’nın su içinde yüzdüğü sahnede, kadınların okyanus kadar derin olduğunu düşünüyorsunuz. Her daim keşif ediyorsunuz. Bourgoin’la Christophe Blanc’ın 2010 yapımı “Blanc Comme Neige-Tehlike Zinciri” filmindeki Michele karakteriyle fark etmiştik. Luc Besson’un 2010 yapımı “Les Aventure Extraordinaires d’Adele Blanc-Sec/Adele’in Olağanüstü Maceraları” ve Gilles Marchal’ın 2010 yapımı “L’Autre Monde-Karanlık Cennet” buralarda da biliniyor. Yönetmen Bezançon, 1971 Paris doğumlu. Fransız yönetmenin 2005 yapımı “Ma Vie en l’Air-Havada Aşk Var” filmini sevmiştik. İnsanı güldürmeyi de başaran bu mizahı güçlü “Aramızda Bebek Var” filmi görülmeli.

    (01 Haziran 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com