Türkiye’nin birçok sevilen oyuncusu, Osman Sınav’ın yeni filmi Uzun Hikaye’de farklı rollerde izleyiciyi şaşırtmaya hazırlanıyor. 1940’lı yıllardan 1970’lerin sonuna uzanan öyküsüyle Uzun Hikaye, uzayıp giden demiryollarında kasaba kasaba gezen Bulgaryalı Ali ve ailesinin kimi zaman hüzünlü, kimi zaman neşeli ve coşkulu, kimi zamansa heyecanlı ve romantizm yüklü hayatını anlatıyor. Trenlerin ve istasyonların ayrı bir anlam taşıdığı Uzun Hikaye’nin geniş ve usta oyuncu kadrosunda, istasyon şeflerini canlandıran Güven Kıraç, Mustafa Üstündağ ve Ufuk Karaali çekimlerini tamamladılar.
Günlük arşivler: 4 Mayıs 2012
Daniel Craig ve Skyfall Oyuncuları, Kanal D Cinemania’da
Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın konukları Skyfall filminin başrol oyuncuları Daniel Craig, Naomie Harris, Berenice Barlohe ve Ola Rapace. Ola Rapace, İstanbul’u hangi şehre benzetti? Daha önce de ülkemize gelen Daniel Craig’e göre Türkiye’de ne gibi değişimler olmuş? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler, haberler, vs. yer alıyor. Ömür Gedik tarafından sunulan Cinemania Programı her Cumartesi Kanal D’de.
Daniel Craig ve Skyfall Oyuncuları, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
Mey Film Kuruldu
Toplam 13 farklı atölye eğitiminin verildiği bir film yapım merkezi olarak meyfilm, kuruldu. meyfilm’in Temel Sinema Eğitimi Yaz Kursları 16 Haziran 2012 tarihinde başlıyor. Yaz kurslarında, deneyimli eğitmenlerle birlikte sinemanın, sanat ve sanatçının ilkelerine detaylı bir yolculuk yapılacak, 2 aylık eğitim sonunda öğrenilenler, oluşturulan film ekibi vasıtasıyla bir kısa filme dönüştürülerek, pekiştirilecek.
Sınıf ve Irk Ayrımına Karşı
Can Dostum (Intouchables)
Yönetmen-Senaryo: Olivier Nakache-Eric Toledano
Müzik: Ludovico Einaudi
Görüntü: Mathieu Vadepied
Oyuncular: François Cluzet (Philippe), Omar Sy (Driss), Anne Le Ny (Yvonne), Audrey Fleurot (Magalie), Clotilde Mollet (Marcelle), Cyril Mendy (Adama), Alba Gaia Kraghede Bellugi (Elisa), Dorothée Briere (Eléonore),
Yapım: Gaumont (2011)
İki kadim dost Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun ortak yönettikleri “Can Dostum” filminde Fransa’yı görüyorsunuz. Bu filmde hiçbir şey derinlikli yansımıyormuş gibi görünse de her şey derin.
Gecenin içinde, Seine Nehri kıyısında Driss’in son gaz sürdüğü arabanın peşine polisler düşüyor. Polisin acımasızca sorguladığı genç Driss, aristokrat bir zengin Philippe’in bakıcısı. Philippe, yamaç paraşütünden yere çakılmış ve omuzundan aşağısı felç. Arabada Philippe de var. İkisi de polisle eğlendikten sonra film geriye dönüş yapıyor. Asıl adı Abdel olan Senegalli Driss, hırsızlıktan altı ay hapis yatmış ve işsizlik sigortasından para alabilmek için Philippe’e bakıcılık için başvuruyor. Philippe, dışarıdan bakınca hayat dolu, aklına geleni çekinmeden söyleyen, samimi Driss’e kanı hemen ısınıyor. Driss’in de tıpkı Philippe gibi hikâyesi var. Teyzesinin çocuğu olmadığı için Paris’e evlâtlık gelmiş çocukken. Daha sonra teyzesinin çocukları olmuş. Teyzesiyle evli amcası ölünce teyzesinin birkaç çocuğu daha olmuş. Temizlik işlerinde çalışan, Paris’in banliyösünde bir dolu çocukla yaşayan teyze, altı ay ortadan kaybolmuş ve tam bir serseri Driss’i evden kovuyor. Teyzenin oğlu Adama da uyuşturucu satış işlerine düşmüş.
Her şeyin berbat olduğu dünyada Philippe bir sığınak oluyor aslında Driss’e. Paris’in tam içinde sırça köşkte yaşıyor hayatı kırgın Philippe. Hamile kalınca hep hastalanan karısı ölmüş. Elisa adında büyüme bunalımları yaşayan bir kızı da var Philippe’in. Tekerlekli sandalyede geçen bir ömür bu zenginliğin içinde. Fizik tedavi de görüyor. Resim sergilerine gidiyor. Driss’in hayatında bir arada göremeyeceği paralarla tablolar satın alıyor. Doğum günlerinde dostlarıyla klâsik müzik dinliyor. Her şey böyle düzenli akıp giderken hayatına Driss giriyor Philippe’in. Aralarında işveren-işçi ilişkisi yok. Hemen sıkı dost oluyorlar. Kültür, sınıf ve servet uçurumu olsa da. Bu film ırkçılığa da karşı. Philippe, Dunkerque’ten Eléonore’la da mektuplaşıyor sürekli. Kâğıda yazılıp, zarfa konulan ve üzerine pul yapıştırılan, şimdilerde unutulmuş mektuplarla. Philippe, Eléonore’a yazdığı mektuplarda Fransız şair-yazar Apollinaire’in dizelerinden ve metinlerinden de yararlanıyor. Driss, Eléonore’la Philippe’in yollarını kesiştirmek istiyor. Güzel Eléonore’la engelli Philippe’in imkânsız aşkı belki mümkün olacak, mutluluklar gelecek. Driss, Philippe’in çilli sekreteri Magalie’ye de tutuluyor. Driss’in ilgisine karşılık vermeyen Magalie’nin başka “derin” aşkları var. Her şeyi organize eden Yvonne karakteri de unutulmamalı. Aşk herkese gerek.
Mizahı güçlü film…
Olivier Nakache ve Eric Toledano ikilisi, 2005 yılından bu yana filmleri ortak yönetiyorlar. İlk defa 2011 yapımı “Intochables-Can Dostum” filmiyle tanışmış oluyoruz onların sinemasıyla. Bu filmleriyle yönetmen ve özgün senaryo dallarında 2012 Cesarlarına aday olmuşlardı. 1978 doğumlu Omar Sy, “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Cesar kazandı bu yıl. Nakache 1973, Toledano 1971 doğumlu. İkilinin mizah duygusu gerçekten çok güçlü. Hayatı kederlerle yüklü olsa da Driss filme neşe katıyor. Belki de ırkının bir özelliği bu. Burjuvalar klâsik müzik dinlerken Driss rap benzeri müziklerle coşuyor. Filmin fonunda ağırlıklı olarak piyano tınıları duyuluyor. Elbette Vivaldi de var.
Filmdeki oyunculuklar da etkileyici. Sadece başıyla oynayan önemli oyunculardan François Cluzet büyük bir performans sunmuş. 1955 Paris doğumlu Cluzet, Claude Chabrol’ün 1994 yapımı “L’Enfer-Cehennem” filminde çizdiği kıskanç koca kompozisyonuyla etkileyici bir performans ortaya çıkarmıştı. Bu müthiş oyuncuyu en son Guillaume Canet’nin 2010 yapımı “Les Petits Mouchoirs-Küçük Beyaz Yalanlar” filminde seyretmiştik. Filmdeki mekânlar da çarpıcı yansıyor perdeye. Paris gerçek anlamda büyüleyici. Kuzeyin şehri Dunkerque final bölümünde yansıyor perdeye. Orada aşk var. Dunkerqueli kadınlar Driss’in kendileri için yaptığı esprilere gülmüşler midir? Bu ülkemizde olsa feministler ayaklanmıştı belki. Kadınlardan yanayız. Yönetmen ikilisinin bu filmi gerçek bir hikâyeden ilham almış. Filmin sonunda, şimdi Fas’ta yaşayan gerçek Philippe de yansıyor. Eléonore’la da evlenmiş. Çocukları olmuş. Driss’in de hayatı artık düzenli. Şirketi ve ailesi de var. İkisi hâlâ dostlar. Her şeyiyle insana iyi gelen bu film görülmeli.
(11 Mayıs 2012)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com
Tüm Sinemalar
Tüm Sinemalar, 04 – 10 Mayıs 2012 seansları için tıklayınız. (Eksiksiz liste değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Vahşi Batının En Yalnız Kovboyu Red Kit İstanbul’da
Çizgi roman araştırmacısı Didier Pasomonik’in küratörlüğünde hazırlanan Red Kit İstanbul’da sergisi, 10 Mayıs – 17 Haziran 2012 tarihleri arasında Red Kid’i İstiklal Caddesi’nde ağırlıyor. Red Kit, Düldül, Daltonlar, Rintintin, Billy the Kid, Calamity Jane ve diğerleri… Orijinal çizimler, karakterlerin oluşum süreçleri, çizgi roman endüstrisinin gelişimi, Red Kit evreninin perde arkası, Red Kit’e özgü dünya görüşü ve korsan çizimli albüm kapaklarından İzzet Günay, Sadri Alışık’lı sinema afişlerine dek Red Kit’in Türkiye macerası bu sergide. Sergi, Türkiye’de bir çizgi roman kahramanı üstüne yapılan ender sergilerden olma özelliği de taşıyor.
Vahşi Batının En Yalnız Kovboyu Red Kit İstanbul’da yazısına devam et
Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali, Onur Ödülleri Töreniyle Başladı
Anadolu Üniversitesi Sinema Kültürünü Geliştirme Birimi tarafından düzenlenen, Türkiye’de “üniversite” kimliği taşıyan uluslararası uzun metrajlı tek film festivali olan Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin açılışı 03 Mayıs 2012 akşamı Sinema Anadolu’da yapılan açılış ve onur ödülleri töreniyle başladı. Ediz Hun ve Selma Güneri’ye onul ödülü verilen gecede sinemamızın rekortmen senaristi Safa Önal’a da Emek Ödülü takdim edildi. Festival kapsamında gösterilecek 48 uzun metraj ve 35 kısa film ile Eskişehir yine sinemaya doyacak.
Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali, Onur Ödülleri Töreniyle Başladı yazısına devam et
Azerbeycan ve Sovyet Sinemasının Ünlü İsimlerinden Rustam Ibragimbekov İstanbul’a Geliyor
Azerbeycan ve Sovyet sinemasının ünlü isimlerinden Rustam Ibragimbekov, yazdığı tiyatro oyununu sahneye koyacak olan Oyuncular Tiyatro Grubu’nun (0532 281 31 14) davetlisi olarak 15 – 20 Mayıs 2012 tarihleri arasında İstanbul’a geliyor. Drama yazarı, senaryocu, film yönetmeni Ibragimbekov’un, 1994 yılında Nikita Mihalkov’la birlikte diyaloglarını yazdığı Güneş Yanığı (Burnt by the Sun) filmi Oscar kazanmıştı. Rustam Ibragimbekov’un senaryosunu yazdığı The White Sun Of The Desert filmi 1970 yılında gösterime girdiği Sovyetler Birliği’nde “tüm zamanların en çok izlenen filmi” ünvanını elde etmişti.
Azerbeycan ve Sovyet Sinemasının Ünlü İsimlerinden Rustam Ibragimbekov İstanbul’a Geliyor yazısına devam et
Bunlar Dahi Kızın Etrafında Oldu
Koruyucu (Safe)
Yönetmen-Senaryo: Boaz Yakin
Müzik: Mark Mothersbaugh
Görüntü: Stefan Czapsky
Oyuncular: Jason Statham (Luke), Catherine Chan (Mei), Robert John Burke (Wolf), James Hong (Jiao), Reggie Lee (Chang) Anson Mount (Alex), Chris Sarandon (Tremello), Joseph Sikora (Dochesky), Igor Jijikine (Chemyakin)
Yapım: IM Global (2011)
Amerikalı yönetmen Boaz Yakin’in bir an nefes aldırmayan “Koruyucu” filmi, geride bıraktığı cesetlerle de ayrı bir yerde. Film, Rus ve Çin mafyası ortasında kalan dahi Çinli kızın eski ajanla ölüm kalım savaşını anlatıyor.
New York sokaklarına aksiyonu ve şiddeti taşıyan 2011 yapımı “Safe-Koruyucu”, hafiften staocu eski bir CIA ajanı Luke Wright’la matematik dahisi 11 yaşındaki Çinli kız Mei’in, şehri bölüşmüş postmodern mafyaya karşı aksiyon dolu hikâyesi. Aslında her şey birden olmuyor. Kader, bir zaman sonra onların yollarını kesiştiriyor. Bu filmin hikâyesinin ve kurgusunun, bir aksiyon filmine göre karmaşık olduğunu belirtmeliyiz. En azından ilk bölümlerde. Filmin hikâyeyi anlatışı ve karakterlerin yansıyışı tam anlamıyla mükemmel. Bu film aksiyon sinemasında sıradışı bir yer alabilir. Film, metroda birilerinden kaçan Mei üzerine açılıyor. Metroda, derinlikte bulanık görüntüde biri de yansıyor perdeye. Film bir gün önceye gidiyor. Mei, Rus mafyasının elinde ve kaçıyor. Ardından film bir yıl öncesine dönüp Çin’e gidiyor. Orada seyirci Mei’in bir matematik dahisi olduğunu öğreniyor. Hatta sayılar konusunda belleği de bir hayli güçlü. New York’ta da çalışmaları olan Çin mafyasının lideri Han Jiao, babası ölmüş ve annesi hasta, yetim Mei’i himayesine alıyor ve hemen New York’a yolluyor. Yeni babası da Quang Chang. Kumarhanelerdeki hesapları aklında tutan Mei’in yeni görevi kasalardaki şifreleri aklında tutmak. İşte bu noktadan sonra her şey değişiyor ve New York’un diğer mafyası Ruslar da işe karışıyor. Hikâyenin diğer tarafındaki Luke’un da başı Rus mafyasıyla belâda. Ajanlıktan uzaklaştıktan sonra şimdilerde boks yapan Luke, yenilmesi gereken maçı kazanınca Ruslar karısını öldürüyor, ardından da Luke’u açlığa ve sefalete sürüklüyor. Öyle ki, kiliselerin barınma yerlerinde yatıp kalkıyor bir süre Luke. Ama, Mei’le metroda kesişen yolları her şeyi değiştiriyor. Luke, sadece Çin ve Rus mafyalarına karşı değil, kirli polislere karşı da savaşıyor. Film bittiğinde sanki devamı gelecekmiş gibi hissediyor insan. Çünkü bazı şeyler bitmemiş gibi.
Kamyon dolusu ceset…
Bu filmde adam öldürmek ağıza leblebi atmaktan kolay. Luke, kirli polisler, mafyalar şehrin içinde rahatça tabancalarını ve makinelilerini kullanıp birbirlerini yere seriyorlar. Herhalde bu filmde bir kamyon dolusu ceset var. İlginç olan, yönetmen çok az kan göstermiş. Silâhlardan çıkan ateş parlaklıklarını göstermiş daha çok. Metroda, Luke’un Rus gangsterlerle dövüşü de estetik olarak müthiş. Başlarda daha dingin anlatımı olan filmde, çok geçmeden sarsıntılı kamera açıları ve çarpıcı kurguyla beraber aksiyonun hakkını vermeye başlıyor. Hatta bazı anlarda kurgu öyle hızlı ki, bazı çekimleri gözden kaçırma ihtimaliniz var. Filmde Çin ve Rus mafyaları olunca elbette fonda da caz müzikleri duyulmuyor doğal olarak. Sinema tarihinin eski mafyaları bu yeni mafyaların karşısında “masum” kalıyor sanki. Filmde İngilizce, Çince ve Rusça duyuluyor. Bu da iyi bir şey.
“Koruyucu” filminde Mark Mothersbaugh’un gerilimli müziklerinin yanında Beethoven’ın “Ay Işığı-Piyano Sonatı Numara 14” de duyuluyor fonda. 1966 yılında New York’ta doğan yönetmen Boaz Yakin, annesi Yahudi olmadığı için Yahudi değil. Ama, New York’ta Ortodoks bir Yahudi okuluna da gitti. Yönetmenin, 2000 yapımı “Remember the Titans-Unutulmaz Titanlar” ve 2003 yapımı “Uptown Girls-Sevimli Dadı” buralarda da biliniyor. 1967 doğumlu İngiliz oyuncu Jason Statham, yönetmen Guy Ritchie’nin 1998 yapımı “Lock, Stock and Two Smoking Barrels-Ateşten Kalbe Akıldan Dumana” filmiyle kendini fark ettirdi. “Transporter-Taşıyıcı” serisiyle de sinemada statü sahibi oldu. Statham, aksiyon sinemasının vazgeçilmez oyuncusu şimdi. New York’un eşcinsel belediye başkanı Tremello’yu, bir zamanlar ünlü oyuncu Susan Sarandon’la evli kalmış Yunan asıllı Chris Sarandon canlandırmış. Filmin yapımcılarından biri Lawrence Bender. Bu yapımcıyı Quentin Tarantino filmlerinden hatırlayabilirsiniz. Bu filmin aksiyon dolu, çenebaz ve şiddet yüklü olmasında bu yapımcının payı vardır. Filmin diğer yapımcısı Dana Brunetti, David Fincher’ın 2010 yapımı “The Social Network-Sosyal Ağ” filminin yapımcılarından biriydi.
(11 Mayıs 2012)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com