SineMardin Kısa ve Belgesel Film Yarışması Ön Değerlendirme Sonuçları Açıklandı

08 – 15 Haziran 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 7. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali Kısa ve Belgesel Film Yarışması ön değerlendirme çalışmaları tamamlandı. Ön değerlendirme jürisinin festivale başvuran 197 film arasından yapmış olduğu seçim sonucu 10 kısa ve 9 belgesel film yarışmaya kabul edildi. Filmler, 09 – 12 Haziran 2012 tarihleri arasında izleyici katılımıyla oylanacak. Yarışacak kısa filmler arasında geçen hafta sona eren 65. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film seçilen L. Rezan Yeşilbaş’ın yönettiği Sessiz adlı film de var.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    SineMardin Kısa ve Belgesel Film Yarışması Ön Değerlendirme Sonuçları Açıklandı yazısına devam et
  • Cannes Film Festivali’nin En İyi Kısası Sessiz Oldu

    L. Rezan Yeşilbaş’ın Sessiz adlı kısa filmi 65. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazandı. Yeşilbaş, törende yaptığı konuşmada “Ödülü, ülkemin sessiz ve yalnız bırakılmış kadınlarına adıyorum” dedi. Sessiz, yarışma için başvuran 4.500 filmin arasından seçildi. Film, 1984 yılında Diyarbakır’da tutuklu olan kocasına, yasak olmasına rağmen yeni bir çift ayakkabı götürmeye çalışan Zeynep’in hikâyesini anlatıyor. Belçim Bilgin ve Cem Bender’in başrollerinde olduğu, daha önce Akbank Kısa Film Yarışması’nda En İyi Film Ödülü de alan film Diyarbakır’da çekildi. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Cannes Film Festivali’nin En İyi Kısası Sessiz Oldu yazısına devam et
  • Gazeteci Yazar Coşkun Çokyiğit’in Sinema Devlet İlişkileri Sergisi Açıldı

    Gazeteci yazar Coşkun Çokyiğit’in dördüncüsünü gerçekleştirdiği Devlet Sinema İlişkileri Sergisi, Çemberlitaş Şafak Sineması Fuayesi’nde açıldı. T. C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla açılan serginin sunum ve ev sahipliğini SİNEBİR gerçekleştirdi. 50 adet foto bloktan oluşan sergide, Yeşilçam’ın birlik olma çabaları, devlet ile ilişkilerinin haberleştirildiği gazete ve mecmua sayfaları yer alıyor. Serginin açılışına Mehmet Köşker, İsmail Güneş, Erol Bilem, Nizam Eren ve Ali Bektan dâhil olmak üzere pek çok gazeteci ve sinema sektöründen konuk katıldı.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gazeteci Yazar Coşkun Çokyiğit’in Sinema Devlet İlişkileri Sergisi Açıldı yazısına devam et
  • Yavuz Bingöl, İstanbul My Dream ile Şangay’da

    Yeni albümü Ateş’i 28 Mayıs’ta yayınlayan Yavuz Bingöl’e güzel bir haber de Şangay’dan geldi. Sanatçının başrolünü oynadığı Istanbul (İstanbul My Dream), 15. Şangay Film Festivali’ne seçildi. Macar yönetmen Ferec Torok’un yönettiği ve Yavuz Bingöl’ün başrolünde oynadığı film festivalin yarışma bölümünde Golden Goblet ödülü için yarışacak. Geçtiğimiz sene İstanbul, Kapadokya ve Budapeşte’de çekilen Istanbul, 30 yıllık kocası tarafından terk edilen 55 yaşındaki Katalin’in İstanbul’a uzanan yolculuğunu ve burada inşaat kalfası Halil ile tanışmasıyla değişen yaşamını anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Geniş bilgi için tıklayınız: Film / Festival
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yavuz Bingöl, İstanbul My Dream ile Şangay’da yazısına devam et
  • Iron Man 3

    Shane Black’in yönettiği ve Robert Downey Jr, Gwyneth Paltrow, Don Cheadle ile Jon Favreau’nun oynadığı Iron Man 3, 03 Mayıs 2013′de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Tony Stark, özel hayatının düşmanı tarafından yok edildiğini anlayınca bu işin sorumlularını bulmak için harekete geçiyor. Köşeye sıkışan Stark’ın en yakınlarını korumak için tek şansı zekâsına ve içgüdülerine güvenerek kendi yetenekleriyle hayatta kalmaktır. Kafasını kurcalayan şu sorunun cevabını arar: Adam mıdır kıyafeti kıyafet yapan yoksa kıyafet midir adamı adam yapan?

    Iron Man 3 yazısına devam et

    65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye, Avusturyalı Yönetmen Haneke’nin Oldu

    22 filmin büyük ödül için yarıştığı 65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye, bu yıl Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Amour (Aşk) isimli filmine verildi. Michael Haneke, Ruban Blanc isimli filmiyle 2009 yılındaki Cannes festivalinde yine Altın Palmiye ödülü kazanmıştı. İki yaşlı çiftin tutkulu aşk hikâyesini anlatan filmde başrolleri 81 yaşındaki Jean-Louis Trintignant ve 85 yaşındaki Emmanuelle Riva oynuyor. 65. Cannes Film Festivali’ndeki tek Türk filmi Rezan Yeşilbaş’ın kısa metraj dalında yarışan Sessiz adlı filmi de Altın Palmiye aldı. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye, Avusturyalı Yönetmen Haneke’nin Oldu yazısına devam et
  • Bir Masalı Yeniden İcat Etmek

    Ortaçağ karanlığında bir krallık, “dev” tabir edilmiş trol’leri de eksik olmayan kapkara bir orman, acımasız bir kraliçe/üvey anne, Jan Dark’la Braveheart arasında kalmış bir Pamuk Prenses, bir yerine iki hayran: avcı ile prens, ya da dük… İlk haftasında gişe hasılatı listesinin tepesine yerleşen “Snow White and the Huntsman / Pamuk Prenses ve Avcı”yı böyle tanımlayabiliriz.

    Reklâm filmi yönetmenliğinden gelme İngiliz Rupert Sanders kurmacaya attığı ilk adımda büyük bir cesaretle (ki, yapımcılar da benzer bir cesarete sahipmiş, belli) Grimm Kardeşler’in Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalını bir kez daha beyazperdeye aktarma hevesi duymuş. Kısa süre önce, daha mizahi olan “Mirror Mirror”la yönetmen Tarsem Singh de aynı hevese kapılmıştı. Ama gişede pek başarılı olamamıştı. Bu seferki hayli farklı bir Pamuk Prenses. Gerçi gene hain üveyanne, ayna, zehirli elma var ama kızımız boyun eğen takımından değil. Avcıyı Thor’a (Chris Hemsworth) oynatırsan, haliyle bir savaşçılık durumu da bekliyorsun. Ancak, dul ve ayyaş avcımız, ki aslında tehlikeli olan cücelerle birlikte komik unsuru oluşturuyor, kendi dövüştüğü gibi, Pamuk Prensese de bir-iki hareket gösteriyor.

    Masalı herkes bilir ama biz filmi gene de özetleyelim. Pamuk Prenses’in annesi ölüyor. Erkeklerin faydacı yaratıklar olduğuna iman etmiş Ravenna, kralın karşısına çıkıp güzelliğiyle büyülemek için bir numara çeviriyor (Savaşmaya gelen hayalet ordu çapında bir numara). Sözde karısının yasını tutan kral onu görür görmez âşık oluyor. O erkenden ölünce, Kraliçe Ravenna, Pamuk Prenses’i (Kirsten Stewart) kuleye kapatıp, halka zulmetmeye koyuluyor. Sağ kolu ise, sevimsiz kardeşi Finn (Sam Spruell). Ravenna’nın (Charlize Theron) amacı, fethettiği Avrupa krallıklarına İngiltere’yi de katmak.

    Bir de aynasına (Christopher Obi) güveniyor, tabii. Gerçi aynadan çok kalkana benziyor ama, akışkan metal olarak hayli etkileyici. Dünyada sadece güzelliğiyle ayakta kalacağını bilen Ravenna, genç kızlardan ve çiçeklerden yaşam enerjisi alıyor. Ancak, yaşlanmaya başlayınca, ayna ona saflık timsali Pamuk Prenses’in kalbini yiyerek ebedi hayata kavuşmasını tavsiye ediyor. O noktada da, köyde herkese içki borcu olan, karısını kaybedince kendini alkole vurmuş Avcı devreye giriyor. Yakışıklı Prens ise, Ravenna saraya yerleşince orayı terk etmek zorunda kalan Dük oğlu William (Sam Claflin).

    Mesele bu, farklı olan her şeyi söylememiz ne yazık ki mümkün değil. Ancak, bir Braveheart durumundan söz edilebilir. Yani, bildiğiniz masalın her ayrıntısını beklemeyin. Her şeyden önce, cüceler yedi değil sekiz tane. Üstelik de Walt Disney’in filmindeki cüceler gibi zararsız, hatta sevimli, komik isimleri olan şahıslar beklemeyin. Bunlar, kavgacı, acımasız, tehlikeli cüceler. Üstelik de, bilgisayar marifetiyle ufalmış saygın aktörler tarafından oynanıyorlar: Bob Hoskins, Ray Winstone, Ian McShane, Toby Jones, vd.

    Sonuç olarak cüceler, oyuncu seçiminin artı puanları arasında. Filme adını veren iki kişiden ilkini “Twilight / Alacakaranlık” şöhretli Kristen Stewart’ın, diğerini de Chris Hemsworth’ün oynaması, genç kız ve erkek seyircileri hedefliyor besbelli. Belki de yapımcılar, 140 milyon dolar hasılatı yeterli bulunmayan diğer Pamuk Prenses filmi “Mirror Mirror”dan ders alarak bu filme özellikle genç erkek seyircileri çekmeye çalışmışlar. Ravenna’da harikulâde olan Theron ise, abartılı oyununu kontrol altında tutuyor. Hiç değilse, bu sefer “Canavar” gibi görünmüyor diyebiliriz.

    Eski Pamuk Prenses uyarlamalarına dalmadan, Rupert Sanders’in filmini değerlendirelim. Kendi payıma, “Twilight”taki sünepe karakterinden beri Kristen Stewart’a tahammül etmekte zorluk çekiyorum ama genç hayranları aynı fikirde değildir elbette. Dolayısıyla, akıllıca bir oyuncu seçiminden söz edilebilir. Ama Pamuk Prenses’in inandırıcı olduğundan pek söz edilemez. Buna karşılık, film bir görsel şölen. Soluksuz izleniyor, mizahi yanları var, aksiyonu durmak bilmiyor. Hatta, Pamuk Prenses’in orman mahlûkatıyla tanışması gibi bölümlerde Walt Disney’e de selâm gönderilmiş. Eleştirmenlerin içinde beğenmeyeni de oldu (yabancılardan söz ediyorum), ancak belli ki seyirciler cevaplarını gişe hasılatı yoluyla vermiş. İzlerken sıkılmayacaksınız, ama sonradan eleştirecek yönlerini bulabilirsiniz. Eh, sonuç olarak bu da büyük bütçeli bir yaz filmi…

    Masal ve uyarlamaları

    Pamuk Prenses’i daha çok Walt Disney animasyonuyla hatırlarız. Oysa Pamuk Prenses neredeyse beş yüz yıldır gezegenimizin konuğu. İlk kez Grimm Kardeşler’in 19’uncu yüzyıl başında toplayıp yayınladıkları Avrupa halk masallarından biri olarak basılsa da, aslında 16’ncı yüzyıldan kaldığı sanılıyor. Özgün adıyla Schneewittchen, bazı yönleriyle Disney versiyonundan farklı. Benzer başka masallar da var: İtalya’da Bella Venezia ve Genç Köle, Yunanistan’da Myrsina ve İskoçlar’ın Altın-Ağaç ve Gümüş-Ağaç masalları. Ancak bunlarda cüceler genellikle, Pamuk Prenses’in güzelliğini görene kadar çalan çırpan, öldüren yaratıklar olarak gösterilmiş. Öyleyse, Sanders de masalın aslına dönmüş denebilir.

    İlk kez Grimm Kardeşler’in masalıyla geniş bir okur kitlesi bulan Pamuk Prenses’i her sanat dalı sevgiyle kucakladı. Masal pek çok bale grubu tarafından yorumlandı, genelde kaynağı da Disney animasyonu oldu. En eski tarihli uyarlama ise, 1912’de sahnelenen ve kaynağı Grimm masalı olan Broadway oyunu. 1937’de ise meşhur Disney animasyonu gösterime girdi. Snow White and the Seven Dwarfs’un, Amerika’nın ve Walt Disney Stüdyoları’nın ilk animasyonu, ilk renkli animasyon olmak gibi çığır açıcı özellikleri vardır. Yaşı tutanların hatıralarında da silinmez biçimde yer etmiştir.

    Prenses yıllar sonra aynı adlı bir müzikalle, 1979’da City Music Hall’de sahneye çıktı. 1987’de onu ikinci müzikal Snow White izledi ve doğruca videoya gitti. Aynı yıl, Prenses ve Prens’in sihirle 20’nci yüzyıl California’sına gönderildiği Amerikan sitkom’u The Charmings yayınlandı, bir yıl dayanabildi. 2011 yapımı dizi Once Upon a Time ise, şimdilik ikinci sezonuna girdi. Animasyon Happily Ever After’da (2003) prenses, prens, ayna ve kraliçe dışında bütün karakterler farklıydı. İki Japon uyarlaması da var: anime TV dizisi The Legend of Snow White ve dört ciltlik manga serisi Prétear (2000). Çizgi roman serisi Fables’ı, Neil Gaiman’ın vampirlik, ensest ve pedofiliyi de içeren kısa hikâyesi Snow, Glass, Apples’ı (1994), 1998’de Zürih Operası’nda galası yapılan Schneewitten operasını da unutmayalım. En yeni versiyonla benzerlikler taşıyan, ama mizah unsuru kuvvetli, kraliçeyi Julia Roberts’ın oynadığı Mirror Mirror’ı da. Gail Carson Levine romanı (2006) ile Tarsem Singh’in filmi (2012) aynı başlığı paylaşıyor.

    (05 Haziran 2012)

    Sevin Okyay