Mürekkep Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenenler:
Arka Pencere 2011 Sinema Yıllığı.
Mürekkep Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenenler:
Arka Pencere 2011 Sinema Yıllığı.
İbrahim Güler’in yönettiği ve 18 Mayıs Cuma günü vizyona girecek olan Öz Hakiki Karakol filmini Emniyet mensupları ve yakınları anlaşmalı sinemaların gişelerine kimlik ibraz ederek indirimli olarak izleyebilecekler. Öz Hakiki Karakol filmi Osmanlı döneminin en meşhur ve büyük dolandırıcılarından Eyüplü Halit’in efsanelerle dolu hayat hikâyesinden esinlenilerek beyazperdeye taşındı. Kamuoyunun Erdal Bakkal olarak tanıdığı Cengiz Bozkurt, “Hasan” karakterini canlandırdığı Öz Hakiki Karakol’da bu kez sevenlerinin karşısına sahte bir karakol kurup, karakolun amiri olan bir üçkâğıtçı rolünde çıkıyor.
Akbank Sanat, Türkiye-Hollanda diplomatik ilişkilerinin 400. yılı etkinlikleri kapsamında Eye Film Institute işbirliği ile Mayıs ayı boyunca Oscar ödüllü veya Oscar adaylığına lâyık görülmüş Hollanda sinemasından örnekleri izleyici ile buluşturacak. Etkinlik kapsamında, Marleen Gorris’in 1995 yılında Yabancı Dilde En İyi Film ödülü alan Antonia’nın Yazgısı (Antonia), 1998 En İyi Yabancı Film ödüllü Karakter (Chracter) filmi gösterilecek. Ayrıca, Paula van Der Oest’in Zus & Zo, Martin Koolhoven’ın Savaş Zamanında (Oorglogswinter) ve Maria Peters’in Sonny Boy filmleri etniklikte yer alacak.
Film-San Vakfı’nın merkez binasında 24 Nisan 2012 Salı günü yapılan ve Ümit Utku, Erkan Özerman, Ferdi Merter Fosforoğlu ile Nuri Sesigüzel gibi önemli kurucu üyelerin katılımıyla gerçekleşen genel kurul toplantısında vakfın bir yıl boyunca yaptığı başarılı çalışmalar değerlendirerek 3 yıl boyunca görev yapacak olan 2012 yeni yönetim kurulu ve yönetim kadrosu belirlendi. Ferdi Merter Fosforoğlu, Nilüfer Aydan, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Bahar Öztan, Semiha Gültekin ve Devlet Devrim’den oluşan 2012 yeni yönetim kurulu ilk kez 08 Mayıs 2012 Salı günü 14:00’te Bayrampaşa’da yeni açılan Titanic Business Hotel Europe’da basın mensuplarıyla biraraya gelmeye hazırlanıyor.
Gidenin ardından bir şeyler söylemek çok zor. Özellikle de benim söylemem. Ama bir yerden sonra konuşmak, paylaşmak ve hatırlamak sanki yeniden canlandırıyor, yeşertiyor yitip gidenleri… O yüzden bende Seyfi Teoman ile olan küçücük anımı bir kere daha hatırlamak, o güne geri dönmek istedim.
Bundan yaklaşık 4 sene önceydi ve yine bu yerde, sadibey.com’da yayınlanmıştı sohbetimiz. Tatil Kitabı’nın vizyona girmesinden birkaç gün önce, akşamüstü vaktinde Orhan Kemal Müzesi’nde buluşmuştuk. Üst katta, ortadaki masada… Önce ben gelmiştim, birkaç dakika sonra da o. Yanılmıyorsam yine motoruyla gelmişti, elinde tuttuğu kaskını hatırlar gibiyim. Koşar adam merdivenleri çıkmış, inanılmaz bir enerji ve neşeyle karşıma oturmuştu. Nasıl samimi, sıcak bir insan…
Röportaj yaptığınız her insanla bu uyumu yakalayamıyorsunuz ne yazık ki. Karşınızdakinden aldığınız enerji ne kadar pozitifse, ettiğiniz sohbet de o kadar keyifli oluyor. Karşınızda tavus kuşu gibi kasılan, sanki hayatındaki tek ve en önemli zamanı size bahşetmişçesine komik triplere giren o kadar çok kişiye zamanı vermek zorunda kaldım ki, artık o yüzden artık bir bakışta çözebiliyorum.
Seyfi Teoman’da bunların hiç birinden eser yoktu. Ama çok telâşlı bir hali vardı. Sorulara o kadar hızlı, kısa ve net cevaplar veriyordu ki şaşıp kalmıştım. Ama bu bir baştan savma değil tamamen hissettikleriydi, anlayabiliyordum. Ölüm haberinden sonra yapılan yayınlar ve yazılan yazılarda fark ettim ki bu onun bir özelliğiydi.
İlk uzun metrajlı filmi Tatil Kitabı, 54. Taormina Film Festivali’nde Jüri Özel Ödüllü ve 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Bölümü’nde En İyi Film ödülünü almıştı. İlk filmini çeken bir yönetmen için nefis bir başlangıç, gelecek için çok kuvvetli bir “ben varım” mesajıydı bu.
Filmi izlemiştim ve o sadeliğine, duruluğuna bayılmıştım. O günlerde röportaj yaptığım yönetmenlerin pek çoğu iktisat, ekonomi gibi bölümlerden mezun olmuştu. Seyfi Teoman da onlardan biriydi ama okul hayatı boyunca Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde sinemanın içindeydi. Hiçbir zaman kopmadığı, son yolculuğuna da uğurlandığı yer olacaktı bu çok sevdiği yuvası.
Sonra Polonya’da iki sene sinema eğitimi almıştı. İlk filmi Tatil Kitabı, baba otoritesi ve daha genel anlamda toplumsal muhafazakârlık üzerineydi.
Kayseri doğumlu, çocukluğu da orada geçmiş bir yönetmendi ve hemen ilk filimden kamerasını taşra hayatına çevirmişti.
Müzik yoktu hiç filmde, bunu sorduğumda samimice, “Müzikten de pek anlamıyorum zaten. Yani anlamıyorum derken, sahneleri müzik ile düşünemiyorum. Müzik çok güçlü bir araç… Sonradan koyduğunuzda bütün tasarımı değiştiriyor. Benim filmimin müziğe ihtiyacı olmadığını düşündüm.” demişti. Haklıydı, gerçekten de Tatil Kitabı’nin kendine özgü bir ritmi vardı ve müziğin yokluğunu hissettirmiyordu.
Bu aynı zamanda onun sinemanın özüne inme isteğiydi. Abartısız anlatımını ve sadeliğini de şöyle özetlemişti; “Eksiltme eseri daha kırılgan daha incelikli bir yapıya büründürüyor. İnsan belli bir hikâye anlatma derdindeyken kendini daha iyi anlatmak için elindekileri minimuma indiriyor. Ben de elimden geldiğince planları en aza indirdim. Her şeyi en yalın haliyle anlatmaya çalıştım. Seyirciyi aptal yerine koymamaya özen gösterdim. Tekrar müziğe vurgu yapmam gerekirse, eksiltebileceğim en güçlü araç da müzikti.”
Tatil Kitabı, 12 Eylül’de vizyona girmişti. 12 Eylül’ü sormadan olmazdı. “Ben o dönemi yaşamadığım için buna dair film yapar mıyım bilmiyorum. Büyük bir toplumsal travmaya yol açan bir dönemdi. Birçok film yapıldı ama daha da yapılmalı.” demişti.
Ama bildiği ve emin olduğu bir şey vardı; Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı kitabını uyarlamak. Ve yaptı da o da çok sevildi. Film, Dünya prömiyerini, Uluslararası Berlin Film Festivali’nde yaptı. Çeşitli ödüller aldı.
Ve sonrasında geçirdiği o korkunç kazanın bir gün öncesinde yapımcılığını üstlendiği Tepenin Ardı filmi İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü’nü almıştı. Bir taraftan da yeni filmi Evliya üzerine çalışıyordu. Yani hiç durmadan, hep üreterek ve bir sonraki işini düşünerek… Gencecik yaşına ödüllerle dolu bir filmografi sığdırmıştı.
Hayat, bir daha bizi bu kadar kapsamlı bir sohbet yapacak kadar bir araya getirmedi. Meselâ çok istememe rağmen Bizim Büyük Çaresizliğimiz döneminde bir türlü bir araya gelemedik. Ama kısacık da olsa onu tanıyabildiğim, karşılıklı birer çay içebildiğim ve güzel bir sohbet edebildiğim için buruk bir mutluluk içindeyim. Kısacası o günden sonra onun işlerinin hep takipçisi oldum. Ve bir gün bu yazıyı yazabileceğim asla aklımın ucundan geçmezdi. Ölüm ne vakit, hangi yaşta gelirse gelsin apansız, erken ama bu kadar genç bir ölüm kabullenmesi en zoru, en acısı…
(12 Mayıs 2012)
Gizem Ertürk
Arka Pencere Dergisi, 132. sayısında, kapağına Marvel’ın Yenilmezler’ini yerleştiriyor, Tunca Arslan, İslami Sinema’nın Çıkmazı başlıklı yazı dizisini sürdürüyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Yenilmezler, Vücut, Ateşin Düştüğü Yer, Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir, Paris’te Çılgın Macera ve Sevimli Balık Pupi yer alıyor. Dergi, Hitchcock alıntısıyla sona eriyor: “1949’da artık gerilim ve korku filmleri uzmanı olarak görülüyordum. Ama Kapri Yıldızı (Under Capricorn) iki türün hiçbirine uymuyordu. Hollywood Reporter, ‘Filmde ilk korku anını yaşamanız için 105 dakika beklemeniz gerekiyor’ diye yazmıştı.”
Bugün TV, Klak Sinema Programı bu hafta yine dopdolu içeriğiyle karşınızda. Gerçek bir olaydan beyazperdeye… Töre cinayetine kurban giden Ayşegül’ün hikayesini anlatan Ateşin Düştüğü Yer vizyonda, filmin yönetmeni İsmail Güneş ve genç başrol oyuncusu Elifcan Ongurlar Klak Stüdyosu’nda. Mayıs ayına komedi filmleri damgasını vuracakmış gibi görünüyor. Hangi hit filmler vizyona girmek için gün sayıyor? Vizyondaki yeni filmler, Yenilmezler, Vücut, Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir ve diğerleri. Gizem Ertürk’ün hazırladığı Klak Programı, 05 Mayıs Cumartesi 13:20’de Kanaltürk’ün haber kanalı Bugün TV.de.
Tüm Şirketler, 27 Nisan – 03 Mayıs 2012 Haftalık (Weekly) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Türkiye’nin birçok sevilen oyuncusu, Osman Sınav’ın yeni filmi Uzun Hikaye’de farklı rollerde izleyiciyi şaşırtmaya hazırlanıyor. 1940’lı yıllardan 1970’lerin sonuna uzanan öyküsüyle Uzun Hikaye, uzayıp giden demiryollarında kasaba kasaba gezen Bulgaryalı Ali ve ailesinin kimi zaman hüzünlü, kimi zaman neşeli ve coşkulu, kimi zamansa heyecanlı ve romantizm yüklü hayatını anlatıyor. Trenlerin ve istasyonların ayrı bir anlam taşıdığı Uzun Hikaye’nin geniş ve usta oyuncu kadrosunda, istasyon şeflerini canlandıran Güven Kıraç, Mustafa Üstündağ ve Ufuk Karaali çekimlerini tamamladılar.
Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın konukları Skyfall filminin başrol oyuncuları Daniel Craig, Naomie Harris, Berenice Barlohe ve Ola Rapace. Ola Rapace, İstanbul’u hangi şehre benzetti? Daha önce de ülkemize gelen Daniel Craig’e göre Türkiye’de ne gibi değişimler olmuş? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler, haberler, vs. yer alıyor. Ömür Gedik tarafından sunulan Cinemania Programı her Cumartesi Kanal D’de.
Toplam 13 farklı atölye eğitiminin verildiği bir film yapım merkezi olarak meyfilm, kuruldu. meyfilm’in Temel Sinema Eğitimi Yaz Kursları 16 Haziran 2012 tarihinde başlıyor. Yaz kurslarında, deneyimli eğitmenlerle birlikte sinemanın, sanat ve sanatçının ilkelerine detaylı bir yolculuk yapılacak, 2 aylık eğitim sonunda öğrenilenler, oluşturulan film ekibi vasıtasıyla bir kısa filme dönüştürülerek, pekiştirilecek.
Can Dostum (Intouchables)
Yönetmen-Senaryo: Olivier Nakache-Eric Toledano
Müzik: Ludovico Einaudi
Görüntü: Mathieu Vadepied
Oyuncular: François Cluzet (Philippe), Omar Sy (Driss), Anne Le Ny (Yvonne), Audrey Fleurot (Magalie), Clotilde Mollet (Marcelle), Cyril Mendy (Adama), Alba Gaia Kraghede Bellugi (Elisa), Dorothée Briere (Eléonore),
Yapım: Gaumont (2011)
İki kadim dost Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun ortak yönettikleri “Can Dostum” filminde Fransa’yı görüyorsunuz. Bu filmde hiçbir şey derinlikli yansımıyormuş gibi görünse de her şey derin.
Gecenin içinde, Seine Nehri kıyısında Driss’in son gaz sürdüğü arabanın peşine polisler düşüyor. Polisin acımasızca sorguladığı genç Driss, aristokrat bir zengin Philippe’in bakıcısı. Philippe, yamaç paraşütünden yere çakılmış ve omuzundan aşağısı felç. Arabada Philippe de var. İkisi de polisle eğlendikten sonra film geriye dönüş yapıyor. Asıl adı Abdel olan Senegalli Driss, hırsızlıktan altı ay hapis yatmış ve işsizlik sigortasından para alabilmek için Philippe’e bakıcılık için başvuruyor. Philippe, dışarıdan bakınca hayat dolu, aklına geleni çekinmeden söyleyen, samimi Driss’e kanı hemen ısınıyor. Driss’in de tıpkı Philippe gibi hikâyesi var. Teyzesinin çocuğu olmadığı için Paris’e evlâtlık gelmiş çocukken. Daha sonra teyzesinin çocukları olmuş. Teyzesiyle evli amcası ölünce teyzesinin birkaç çocuğu daha olmuş. Temizlik işlerinde çalışan, Paris’in banliyösünde bir dolu çocukla yaşayan teyze, altı ay ortadan kaybolmuş ve tam bir serseri Driss’i evden kovuyor. Teyzenin oğlu Adama da uyuşturucu satış işlerine düşmüş.
Her şeyin berbat olduğu dünyada Philippe bir sığınak oluyor aslında Driss’e. Paris’in tam içinde sırça köşkte yaşıyor hayatı kırgın Philippe. Hamile kalınca hep hastalanan karısı ölmüş. Elisa adında büyüme bunalımları yaşayan bir kızı da var Philippe’in. Tekerlekli sandalyede geçen bir ömür bu zenginliğin içinde. Fizik tedavi de görüyor. Resim sergilerine gidiyor. Driss’in hayatında bir arada göremeyeceği paralarla tablolar satın alıyor. Doğum günlerinde dostlarıyla klâsik müzik dinliyor. Her şey böyle düzenli akıp giderken hayatına Driss giriyor Philippe’in. Aralarında işveren-işçi ilişkisi yok. Hemen sıkı dost oluyorlar. Kültür, sınıf ve servet uçurumu olsa da. Bu film ırkçılığa da karşı. Philippe, Dunkerque’ten Eléonore’la da mektuplaşıyor sürekli. Kâğıda yazılıp, zarfa konulan ve üzerine pul yapıştırılan, şimdilerde unutulmuş mektuplarla. Philippe, Eléonore’a yazdığı mektuplarda Fransız şair-yazar Apollinaire’in dizelerinden ve metinlerinden de yararlanıyor. Driss, Eléonore’la Philippe’in yollarını kesiştirmek istiyor. Güzel Eléonore’la engelli Philippe’in imkânsız aşkı belki mümkün olacak, mutluluklar gelecek. Driss, Philippe’in çilli sekreteri Magalie’ye de tutuluyor. Driss’in ilgisine karşılık vermeyen Magalie’nin başka “derin” aşkları var. Her şeyi organize eden Yvonne karakteri de unutulmamalı. Aşk herkese gerek.
Mizahı güçlü film…
Olivier Nakache ve Eric Toledano ikilisi, 2005 yılından bu yana filmleri ortak yönetiyorlar. İlk defa 2011 yapımı “Intochables-Can Dostum” filmiyle tanışmış oluyoruz onların sinemasıyla. Bu filmleriyle yönetmen ve özgün senaryo dallarında 2012 Cesarlarına aday olmuşlardı. 1978 doğumlu Omar Sy, “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Cesar kazandı bu yıl. Nakache 1973, Toledano 1971 doğumlu. İkilinin mizah duygusu gerçekten çok güçlü. Hayatı kederlerle yüklü olsa da Driss filme neşe katıyor. Belki de ırkının bir özelliği bu. Burjuvalar klâsik müzik dinlerken Driss rap benzeri müziklerle coşuyor. Filmin fonunda ağırlıklı olarak piyano tınıları duyuluyor. Elbette Vivaldi de var.
Filmdeki oyunculuklar da etkileyici. Sadece başıyla oynayan önemli oyunculardan François Cluzet büyük bir performans sunmuş. 1955 Paris doğumlu Cluzet, Claude Chabrol’ün 1994 yapımı “L’Enfer-Cehennem” filminde çizdiği kıskanç koca kompozisyonuyla etkileyici bir performans ortaya çıkarmıştı. Bu müthiş oyuncuyu en son Guillaume Canet’nin 2010 yapımı “Les Petits Mouchoirs-Küçük Beyaz Yalanlar” filminde seyretmiştik. Filmdeki mekânlar da çarpıcı yansıyor perdeye. Paris gerçek anlamda büyüleyici. Kuzeyin şehri Dunkerque final bölümünde yansıyor perdeye. Orada aşk var. Dunkerqueli kadınlar Driss’in kendileri için yaptığı esprilere gülmüşler midir? Bu ülkemizde olsa feministler ayaklanmıştı belki. Kadınlardan yanayız. Yönetmen ikilisinin bu filmi gerçek bir hikâyeden ilham almış. Filmin sonunda, şimdi Fas’ta yaşayan gerçek Philippe de yansıyor. Eléonore’la da evlenmiş. Çocukları olmuş. Driss’in de hayatı artık düzenli. Şirketi ve ailesi de var. İkisi hâlâ dostlar. Her şeyiyle insana iyi gelen bu film görülmeli.
(11 Mayıs 2012)
Ali Erden
Tüm Sinemalar, 04 – 10 Mayıs 2012 seansları için tıklayınız. (Eksiksiz liste değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Çizgi roman araştırmacısı Didier Pasomonik’in küratörlüğünde hazırlanan Red Kit İstanbul’da sergisi, 10 Mayıs – 17 Haziran 2012 tarihleri arasında Red Kid’i İstiklal Caddesi’nde ağırlıyor. Red Kit, Düldül, Daltonlar, Rintintin, Billy the Kid, Calamity Jane ve diğerleri… Orijinal çizimler, karakterlerin oluşum süreçleri, çizgi roman endüstrisinin gelişimi, Red Kit evreninin perde arkası, Red Kit’e özgü dünya görüşü ve korsan çizimli albüm kapaklarından İzzet Günay, Sadri Alışık’lı sinema afişlerine dek Red Kit’in Türkiye macerası bu sergide. Sergi, Türkiye’de bir çizgi roman kahramanı üstüne yapılan ender sergilerden olma özelliği de taşıyor.
Anadolu Üniversitesi Sinema Kültürünü Geliştirme Birimi tarafından düzenlenen, Türkiye’de “üniversite” kimliği taşıyan uluslararası uzun metrajlı tek film festivali olan Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin açılışı 03 Mayıs 2012 akşamı Sinema Anadolu’da yapılan açılış ve onur ödülleri töreniyle başladı. Ediz Hun ve Selma Güneri’ye onul ödülü verilen gecede sinemamızın rekortmen senaristi Safa Önal’a da Emek Ödülü takdim edildi. Festival kapsamında gösterilecek 48 uzun metraj ve 35 kısa film ile Eskişehir yine sinemaya doyacak.