Sınıf ve Irk Ayrımına Karşı

Can Dostum (Intouchables)
Yönetmen-Senaryo: Olivier Nakache-Eric Toledano
Müzik: Ludovico Einaudi
Görüntü: Mathieu Vadepied
Oyuncular: François Cluzet (Philippe), Omar Sy (Driss), Anne Le Ny (Yvonne), Audrey Fleurot (Magalie), Clotilde Mollet (Marcelle), Cyril Mendy (Adama), Alba Gaia Kraghede Bellugi (Elisa), Dorothée Briere (Eléonore),
Yapım: Gaumont (2011)

İki kadim dost Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun ortak yönettikleri “Can Dostum” filminde Fransa’yı görüyorsunuz. Bu filmde hiçbir şey derinlikli yansımıyormuş gibi görünse de her şey derin.

Gecenin içinde, Seine Nehri kıyısında Driss’in son gaz sürdüğü arabanın peşine polisler düşüyor. Polisin acımasızca sorguladığı genç Driss, aristokrat bir zengin Philippe’in bakıcısı. Philippe, yamaç paraşütünden yere çakılmış ve omuzundan aşağısı felç. Arabada Philippe de var. İkisi de polisle eğlendikten sonra film geriye dönüş yapıyor. Asıl adı Abdel olan Senegalli Driss, hırsızlıktan altı ay hapis yatmış ve işsizlik sigortasından para alabilmek için Philippe’e bakıcılık için başvuruyor. Philippe, dışarıdan bakınca hayat dolu, aklına geleni çekinmeden söyleyen, samimi Driss’e kanı hemen ısınıyor. Driss’in de tıpkı Philippe gibi hikâyesi var. Teyzesinin çocuğu olmadığı için Paris’e evlâtlık gelmiş çocukken. Daha sonra teyzesinin çocukları olmuş. Teyzesiyle evli amcası ölünce teyzesinin birkaç çocuğu daha olmuş. Temizlik işlerinde çalışan, Paris’in banliyösünde bir dolu çocukla yaşayan teyze, altı ay ortadan kaybolmuş ve tam bir serseri Driss’i evden kovuyor. Teyzenin oğlu Adama da uyuşturucu satış işlerine düşmüş.

Her şeyin berbat olduğu dünyada Philippe bir sığınak oluyor aslında Driss’e. Paris’in tam içinde sırça köşkte yaşıyor hayatı kırgın Philippe. Hamile kalınca hep hastalanan karısı ölmüş. Elisa adında büyüme bunalımları yaşayan bir kızı da var Philippe’in. Tekerlekli sandalyede geçen bir ömür bu zenginliğin içinde. Fizik tedavi de görüyor. Resim sergilerine gidiyor. Driss’in hayatında bir arada göremeyeceği paralarla tablolar satın alıyor. Doğum günlerinde dostlarıyla klâsik müzik dinliyor. Her şey böyle düzenli akıp giderken hayatına Driss giriyor Philippe’in. Aralarında işveren-işçi ilişkisi yok. Hemen sıkı dost oluyorlar. Kültür, sınıf ve servet uçurumu olsa da. Bu film ırkçılığa da karşı. Philippe, Dunkerque’ten Eléonore’la da mektuplaşıyor sürekli. Kâğıda yazılıp, zarfa konulan ve üzerine pul yapıştırılan, şimdilerde unutulmuş mektuplarla. Philippe, Eléonore’a yazdığı mektuplarda Fransız şair-yazar Apollinaire’in dizelerinden ve metinlerinden de yararlanıyor. Driss, Eléonore’la Philippe’in yollarını kesiştirmek istiyor. Güzel Eléonore’la engelli Philippe’in imkânsız aşkı belki mümkün olacak, mutluluklar gelecek. Driss, Philippe’in çilli sekreteri Magalie’ye de tutuluyor. Driss’in ilgisine karşılık vermeyen Magalie’nin başka “derin” aşkları var. Her şeyi organize eden Yvonne karakteri de unutulmamalı. Aşk herkese gerek.

Mizahı güçlü film…

Olivier Nakache ve Eric Toledano ikilisi, 2005 yılından bu yana filmleri ortak yönetiyorlar. İlk defa 2011 yapımı “Intochables-Can Dostum” filmiyle tanışmış oluyoruz onların sinemasıyla. Bu filmleriyle yönetmen ve özgün senaryo dallarında 2012 Cesarlarına aday olmuşlardı. 1978 doğumlu Omar Sy, “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Cesar kazandı bu yıl. Nakache 1973, Toledano 1971 doğumlu. İkilinin mizah duygusu gerçekten çok güçlü. Hayatı kederlerle yüklü olsa da Driss filme neşe katıyor. Belki de ırkının bir özelliği bu. Burjuvalar klâsik müzik dinlerken Driss rap benzeri müziklerle coşuyor. Filmin fonunda ağırlıklı olarak piyano tınıları duyuluyor. Elbette Vivaldi de var.

Filmdeki oyunculuklar da etkileyici. Sadece başıyla oynayan önemli oyunculardan François Cluzet büyük bir performans sunmuş. 1955 Paris doğumlu Cluzet, Claude Chabrol’ün 1994 yapımı “L’Enfer-Cehennem” filminde çizdiği kıskanç koca kompozisyonuyla etkileyici bir performans ortaya çıkarmıştı. Bu müthiş oyuncuyu en son Guillaume Canet’nin 2010 yapımı “Les Petits Mouchoirs-Küçük Beyaz Yalanlar” filminde seyretmiştik. Filmdeki mekânlar da çarpıcı yansıyor perdeye. Paris gerçek anlamda büyüleyici. Kuzeyin şehri Dunkerque final bölümünde yansıyor perdeye. Orada aşk var. Dunkerqueli kadınlar Driss’in kendileri için yaptığı esprilere gülmüşler midir? Bu ülkemizde olsa feministler ayaklanmıştı belki. Kadınlardan yanayız. Yönetmen ikilisinin bu filmi gerçek bir hikâyeden ilham almış. Filmin sonunda, şimdi Fas’ta yaşayan gerçek Philippe de yansıyor. Eléonore’la da evlenmiş. Çocukları olmuş. Driss’in de hayatı artık düzenli. Şirketi ve ailesi de var. İkisi hâlâ dostlar. Her şeyiyle insana iyi gelen bu film görülmeli.

(11 Mayıs 2012)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com