Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen Nasıl Yapmalı?: Emek Sineması başlıklı panele araştırmacı-yazar Gökhan Akçura, TMMOB Mimarlar Odası avukatı Can Atalay, SİYAD yönetim kurulu üyesi, eleştirmen Senem Aytaç ve İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan katıldı. Yrd. Doç. Dr. Melis Behlil’in moderatörlüğündeki panel, kentsel dönüşüm sürecinde Emek’in oynadığı kilit rolü vurgulaması ve yaşadığımız kültürel erozyona dikkat çekmesi açısından önemliydi.
Gökhan Akçura’nın Cercle d’Orient bölgesinin tarihçesini anlatırken, bir yandan da içinde yaşadığımız kentin toplumsal ve kültürel hayattaki değişimlerini, insanların kültür-sanata bakışını ve dönemin genel havasını solumak mümkündü. Önceleri bir kumarhane ve eğlence mekânı olan, arka tarafında buraya gelenlerin atlarını bıraktığı geniş bir alanın varolduğuna inanılan bu büyük “külliye”, zaman içinde bir tür hokey sahası işlevi görmeye başlar. Pathe’nin filmlerinin de gösterildiği mekân, daha sonra Melek Sineması’na dönüşür. İlk sesli filmlerin oynatıldığı, dönemin yeniliklerinin takip edildiği ve teknolojik gelişmelere en çabuk ayak uyduran sinema salonu olarak nam salan Melek, Artistik ve İpek Sineması ile birlikte Pera’nın en gözde sinemalarından olur. Sinemanın özellikle ilk zamanlarında ihtişamıyla dikkat çeken Melek Sineması’nın mülkiyeti, 1942’de yürürlüğe giren varlık vergisinden sonra iflâs eden A. Saltiel ve H. Arditi’den alınarak Türk Umumi Tiyatro Anonim Şirketi’ne, oradan İstanbul Belediyesi’ne, en son olarak da Emekli Sandığı’na geçer. 58’e kadar Emekli Sandığı’nın izniyle salonu İpekçi Kardeşler idare eder. 58’de ise, Emek Film kurulur ve salonun ismi Emek olarak değiştirilir. 68-69 yıllarında Turgut Demirağ, 75’ten sonra da Orhan-İsmet Kurtuluş sinemayı işletir. 93’te geniş bir restorasyonla yeniden elden geçirilen salon, hatırlanacağı gibi en son 2009 yılındaki Filmekimi’nde kullanılır.
Gökhan Akçura’nın belgelerle anlattığı, Burçak Evren’in de Eski İstanbul Sinemaları: Düş Şatoları kitabında derinlemesine ele aldığı tarihçeye bakıldığında, kısaca Emek Sineması’nın tarihini bu şekilde özetlemek mümkün. Bugün durduğumuz yerden Emek’in tarihine baktığımızda ise, önümüzde daha farklı bir resim beliriyor. Avukat Can Atalay’ın da dikkat çektiği gibi, Emek bugün kentsel dönüşüm geçiren İstanbul’un simgesel kalelerinden biri konumunda. Sulukule’de, Tarlabaşı’nda yapılan yıkımlardan sonra, önümüzdeki Taksim Meydanı, Galaport vb. projelerden sonra daha da kilit bir öneme sahip. Bütün bu dönüşümlerin tam da merkezinde duruyor ve Atalay’ın tabiriyle “mayalanmaya başlayan” bir sivil hareketin de bayraktarlığını üstleniyor.
Uluslarüstü pek çok kanunun ihlâl edildiği, kamuoyunun yanıltıldığı, sürecin karmaşıklaştırılarak uzatıldığı bir durumda, doğal olarak Emek’e sahip çıkmak da bu kentte yaşayan insanlara düşüyor. Fakat bu noktada, Senem Aytaç’ın da belirttiği gibi, Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı yapılan mücadele bizlere gizli kalmış bir gerçeği de gösteriyor. Kentte yaşayan insanlar kentsel dönüşüm süreciyle ilgili söz hakkına sahip olmasına rağmen, yetkililer ısrarla vatandaşlara söz haklarının olmadığı yönünde telkinlerde bulunuyor. Bütün bu süreç yaşanırken, bizler Emek Sineması’yla ilgili karşımızda sadece Kamer İnşaat’tan yetkilileri buluyoruz. Ne yapının mülkiyetini elinde bulunduran Sosyal Güvenlik Kurumu ve onun bağlı olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ne de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir açıklama gelmiyor. Sivil toplum kuruluşlarının baskılarına, mimarların itirazlarına ve vatandaşların gösterilerine rağmen, hâlâ işin esas tarafları sessizliğini koruyor ve bir tür mağdur edebiyatının arkasına saklanarak, topu inşaat şirketine atıyor. Bu da bize, aslında yaşadığımız kentle ilgili bir söz hakkımız olmadığı ve muhatap olarak görülmediğimiz gerçeğini bütün çıplaklığıyla yüzümüze çarpıyor. Kentin yıkılarak dönüştürülmesinde simgesel bir değeri olan Emek için başlatılan mücadele bu yüzden çok önemli ve Emek kazanılmadan İstanbul’daki dönüşüm sürecinin önüne geçilemeyeceği çok açık.
AVM’ler içerisindeki cep sinemalarına hapsedilen salonları düşündüğümüzde, insan ister istemez Burçak Evren’in sözlerini hatırlıyor. Sinema salonlarını bir kentin anılarla donatılmış belleğine benzeten Evren, kapanan ya da çeşitli restorasyon projeleriyle orijinal amaçlarının dışarısına çıkarılan bu mekânların dönüştürülme sürecinin olası tehlikeleri konusunda da bir uyarıda bulunuyor. Dönüştürülen ya da kapanan sinemaların, o kenti ve mekânı mesken edinmiş insanlarda bir tür belleksizlik yaratacağını, bunun da etkisiz, tepkisiz ve duyarsız bir insan kalabalığına neden olacağını ifade ediyor. Bugün tam da Evren’in sözlerinin karşılığını bulduğu noktadayız: Tepkisiz kaldığımız ölçüde de etkisiziz; duyarsız bir şekilde çevremizdeki dönüşüme tanıklık etmekle yetiniyoruz. Düş şatolarımız elimizden alınırken, yavaş yavaş sinemanın tadını da unutuyoruz. Bu yılki İstanbul Film Festivali de dolu programı, zengin yan etkinlikleri ve canlılığına rağmen, unutmaya başladığımız o tadı vermedi. Hâlâ gözümüz ayakkabı mağazasına dönüştürülmek üzere olan Alkazar’da, kapanan ve kimsesizliğe terk edilen Yeni Rüya’da, bulunduğu yapının en üst katına replikası yapılmak istenen tarihi Emek’te takılı… Hem sinema izleme etkinliğinin giderek yabancılaştırılmasına ve dolayısıyla sinema kültürünün yok edilmesine karşı çıkmak hem de kentsel dönüşüm sürecinde içinde yaşadığımız şehirle ilgili bir söz hakkımız olduğunu yüksek sesle ifade etmek adına Emek Sineması’nın yıkılmasına karşıyız! Avukat Can Atalay’ın da dediği gibi, hukuk, sadece hukukçulara bırakılmayacak kadar ciddi bir şey ve bizler de yaşanan bu sürecin taraflarıyız.
(29 Nisan 2012)
Barış Saydam