Edgar’a Freudyen Bir Bakış

J. Edgar
Yönetmen: Clint Eastwood
Senaryo: Dustin Lance Black
Müzik: Clint Eastwood
Görüntü: Tom Stern
Oyuncular: Leonardo DiCaprio (Hoover), Naomi Watts (Helen), Armie Hammer (Clyde), Judi Dench (Anna Marie), Geoff Pierson (Palmer), Gunner Wright (Eisenhower), David A. Cooper (Roosevelt), Dermot Mulrooney (Schwarzkopf), Jeffrey Donavan (Robert), Christopher Shyer (Nixon), Damon Herriman (Hauptmann)
Yapım: Warner Bros (2011)

FBI’ın en önemli başkanlarından John Edgar Hoover’a içeriden bakan “J. Edgar” filmi, cesur bir yaklaşımla Hoover’ın bilinmeyen taraflarına, eşcinselliğine kamera çeviriyor. Eastwood’un en cesur filmi.

FBI’ın gelişimine katkıda bulunmuş John Edgar Hoover üzerine, 1930 doğumlu büyük sinemacı Clint Eastwood’un 2011 yapımı “J. Edgar”, her şeyiyle çok cesur bir film. Bu filmin senaryo yazarı da önemli sanatçılar arasına girebilecek Dustin Lance Blank. 1974 doğumlu Black, Gus van Sant’ın yönettiği 2008 yapımı “Milk” filmiyle “En İyi Özgün Senaryo” dalıyla Oscar kazanmıştı. Hoover’ın eşcinselliği altı çizilerek vurgulanıyor filmde. Bu yapılırken, Freudyen bir yaklaşım var. Psikanalist yaklaşım, Edgar’ın annesiyle ve Clyde’la daha bir fark ediliyor. Edgar’ın annesi çok güçlü bir kadın. Edgar, işinde girişken, yeniliği arayan, paranoyak çizgisinde kuşkucu ama kadınlar hayatına çok az giriyor. Sekreteri Helen Gandy, işi için onun evlenme teklifini nazikçe geri çevirse de aşk macerasına izin veriyor. Edgar’ın zihninin derinliklerine o güçlü kadın, anne imgesi yerleşmiş. Annesinden nefret etmiyor, tersine onu çok seviyor Edgar. Sıcaklığını hissettiği insanların kendisine annesi gibi “Edgar” demesini de istiyor. Belki de kendisi bile farkında olmadan hemcinslerine yönelmeye başlıyor. Hayatına giren yakışıklı ajan Clyde Tolson, hayatının ilk ve son aşkı Edgar’ın. Bu zamanlara kadar hep sağcı ve muhafazakâr olarak suçlanan ama hiçbir zaman sağa sempati duymamış Eastwood, Hoover’ın ruhunun o karanlık dehlizlerine girip “halk kahramanı” olmuş bu figürün duvarın öbür taraftaki halini gösteriyor. Hoover, 1924’ten ölümü 1972 yılına kadar “Federal Soruşturma Bürosu”nun (FBI) başında oldu. Hoover’ın üstüne, televizyon dizileri ve sinema filmleri de yapıldı. Hoover, bazılarında gerideydi bazılarındaysa öne çıkmıştı. FBI üstüne ve Hoover dönemini anlatan, Hollywood’da her türden film çekmiş ve polisiye sinemasının gelişimine katkıda bulunmuş büyük yönetmen Mervyn LeRoy’un 1959’da renkli çektiği “The FBI Story-FBI Ajanı” filmiydi. 1966 yılında ülkemizde gösterime çıkmış ve FBI’ı içeriden yansıtan bu epik filmi görme imkânımız olmuştu. Muhteşem James Stewart, FBI’dan John Michael “Chip” Hardesty’yi canlandırmıştı. Filmde Hoover’ı, Will J. White canlandırsa da gerçek Hoover da görülüyordu filmde. Eastwood’un bu filminden FBI rahatsız olmadığı için sinemaseverler “J. Edgar” filmini görebiliyor. FBI’ın onaylamadığı filmler gösterime çıkma şansı bulamıyor.

Amerika düşmanlarını temizleme…

John Edgar Hoover, yazarlığını yapan ajan Smith’e kendi FBI’ını anlatıyor. Söylemedikleri zihninden yansıyor perdeye. Edgar, 1919 yılında Adalet Bakanlığı’na bağlı FBI’da görev alıyor. Başsavcı Alexander Mitchell Palmer’ın evine bombalar patlıyor. Edgar, bu eylemi radikal komünistlerin yaptığını düşünüyor. Bunu düşünürken, olay yeri incelemenin de sefaletini görüyor. Edgar, Sovyetler’de devrim yapmış Bolşeviklerin uzantısı Amerika’daki komünistlerin, Amerika’da huzuru bozup kaos yaratacaklarını söyleyerek ajanları komünistlerin üzerine salıyor. Amerikan vatandaşlığına geçmiş anarşist Yahudi yazar Emma Goldman da FBI’ın hışmına uğruyor. Komünist ve radikal avının ardından, kafasındaki FBI düzenlemelerini kuruma yerleştirmeye çabalıyor. Parmak izi ve olay mahallinde kanıt toplama gibi bilimsel taraflara ağırlık verirken, en büyük hayali ABD’de yaşayan herkesin parmak izlerini tek bir yerde toplamak. Edgar, komünistlerden sonra, ekonomik buhranla doğmuş gangsterlere, yani “halk düşmanları”na savaş açıyor. Hukuktan yeni mezun olmuş Clyde Tolson’ı işe alan Edgar, ona karşı kendine bile tarif edemediği bir şeyler hissediyor. İki erkek, hem işte hem de özel hayatlarında ölünceye kadar birbirlerinden kopamıyorlar. Edgar’ın düşündüklerin gerçekleştirmesi için Lindbergh olayı gerçekleşmesi gerekiyor. 1932 yılında, bebeği Charles Augustus fidye için beşiğinde uyurken kaçırılan Charles Lindbergh, Atlantik Okyanusu’nu 1927 yılında uçakla tek başına geçen ilk pilottu. FBI, fidye paralarını işaretleyerek, bebeği kaçıran ve ölümüne neden olan Alman göçmeni Bruno Hauptmann’a ulaşıyor. Edgar bu olayı değerlendirerek FBI’da devrim yapan uygulamalarını hayata geçiriyor. Edgar, öyle paranoyak ki, herkes hakkında, hatta başkanlar hakkında da dosyalar tutuyor. Martin Luther King’in “Nobel Barış Ödülü” alması onu çıldırtıyor. Bu Amerika sadece ona ait.

Eastwood, şimdiki zamanla, yani 1960’ların başıyla geçmişi, 1910’lu ve 1930’lu yılları iç içe yansıtıyor. Filmin büyük bölümü bu zamanlar arasında akıp gidiyor, Başkan Kennedy suikastine kadar. Eastwood’un sinematografik anlatımı o kadar çarpıcı ki, bu uzun filmde zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Mekânlar ve karakterlerin yansıyışı mükemmel. Muhteşem Leonardo DiCaprio adeta Hoover’a dönüşmüş. Eastwood, karmaşıkmış gibi görünen hikâyesini seyircisine sadelikle gösderebilmiş. Eastwood’un bizzat bestelediği ve kullandığı müzikler de insan ruhunun fırtınalarının dışarı esmesi gibi. Eastwood’un filminde, televizyon ekranlarından siyah-beyaz belgesel görüntüleri de yansıyor. Kara film ve gangster sinemasının gelişimini sağlayan Warner Bros’un, James Cagney’yi başrolde oynattığı iki önemli gangster filmi de yansıyor perdeye. William A. Wellman’ın 1931 yapımı “The Public Enemy-Halk Düşmanı” ve William Keighley’nin 1935 yapımı “G-Men” filmlerinden anlar da gösteriliyor. Eastwood’un “J. Edgar” filmi modern klâsikler arasındaki yerini alıyor. Belki de bir başyapıt “J. Edgar” filmi.

(02 Mart 2012)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com