Ümit Ünal, “Nar” ile tamamen ona ait olan, kendine malettiği bir sinemaya dönmüş. Doğrusu, “9”, “Anlat İstanbul” (bir bölümü olsa da) ve “Ara”nın yönetmeniyle buluşmak bizi de mutlu etti. Hatta ben kendimi, sanki biraz Ünal’ın ilk senaryosu olan “Fahriye Abla”nın dünyasına, duyarlılıklarına da gitmiş gibi hissettim.
Ünal, işe senarist olarak başlamıştı, ilk günden beri de ülkemizin en iyi senaristlerinden biridir. Zaman zaman akut bir diyalog sıkıntısı çeken, insanların başka dünyalardan gelmiş gibi konuştuğu bu sinemada, tertemiz diyaloglar yazar. Zaten ihmâl etmediği hikâyesine, bu diyaloglar da katkıda bulunur. Bir de, karakterlerini üç boyutlu hale getirmesine, tabii.
Aslında Ünal’ın, eleştiriler de alan Hasan Ali Toptaş uyarlaması “Gölgesizler”de başarılı olduğunu düşünüyorum. Zor bir yazarın, şahsen çok sevdiğim bir yazarın neredeyse sinemaya uyarlanamaz nitelikteki kitabından iyi bir film çıkarmıştı. Bence bu sefer, filmi daha çok beğenenler, edebiyat uyarlamalarında her zaman olduğunun tersine, kitabı daha önce okuyanlar olmuştur. Gene de, Ünal’ın her şeyi kontrol altına aldığı, yazıp yönettiği filmleri seyircisini daha çok tatmin ediyor diye düşünüyorum. Bir sinemacı, bir yazar olarak zengin bir dünyası olduğu için, mutlaka.
Film, bir Birhan Keskin şiirinin (Penguen 2) son iki dizesiyle başlıyor: “Dürtme içimdeki narı / üstümde beyaz gömlek var”. Böylece de bizi narın kabuğunun çatlamasına hazırlıyor. Mekâna çok uyan bir saatin gri-mavi ışığıyla yoksul bir semtteki ev(in)den çıkan bir kadın görüyoruz önce. Uzunca bir yolculuğun ardından bu sefer çok farklı bir semtteki lüks, gösterişli eve geliyor. Adı, Asuman (Ünal’la ilk kez “9”da çalışmış olan Serra Yılmaz). Evsahibi Doktor Sema’ya fal bakmak için gelmiş. Kapıyı sabahlıklı açan genç bir kadın (İrem Altuğ), kendisinin Sema olduğunu söyleyip onu içeri alıyor. Dört ana karakterden oluşan filmin iki oyuncusuyla böylece tanışmış oluyoruz. Üçüncü karakter, ikinci evin kapıcısı (Erdem Akakçe). Dördüncüsü ise, evin sahibi Doktor hanım (İdil Fırat).
Filmin ve yönetmenin sürprizlerini bozmamak adına, “Nar”ın bir adaleti tecelli ettirme girişimi üzerine kurulu olduğunu söylemekle yetinelim. Ama seyircisine ders vermek, ya da sosyal bir meselenin altını kalın uçlu kalemle çizmek gibi bir derdi yok. İki ev (ilkini sadece dışarıdan görüyoruz), iki semt arasında bir uçurum var, elbette. Evdeki iki kadınla Asuman arasında da mukayese temeli bile oluşturmayacak farklılıklar nevcut. Ancak, hakkı olduğuna inandığı bir şeyi isteyen Asuman, bir intikam meleği olmaktan uzak. O sadece, ısrarla, inançla hakkını talep eden bir kadın.
Ümit Ünal, her zaman anlattığı hikâyeye odaklanmıştır zaten. Bu sefer de dört ana karakterle, “9” ve “Ara”da olduğu gibi gene tek bir kapalı mekânda, usul usul hikâyesini anlatıyor. Açıkça değinilen toplumsal meseleleri, bu hikâyenin arasından görüyoruz.
Serra Yılmaz da, bu rol için onu isteyen, hatta Asuman karakterini onu düşünerek yazdığı söyleyen yönetmenine yorumuyla yardımcı oluyor. Kolaya kaçmıyor, bir an bile Asuman’a tekinsiz bir hava kondurmuyor, sadece ısrar ediyor. Filmin gizemli, fantastik öğeleri de ondan, Asuman’ın güçlerinden kaynaklandığı halde.
Karakterler içinde ona köken olarak en yakın kişi kapıcı Mustafa olmalı. Ama kişilik olarak Asuman, Sema, Deniz ve Mustafa apayrı karakterler. Bence bu dağılımda en nankör karakter İdil Fırat’a düşmüş. Çünkü didaktik esintileri olan tek karakter, onun katı Sema’sı. Tiyatro kökenli Erdem Akakçe ise, bu tek mekân kısıtlamasından engellenmişe benzemiyor. Daha önce “Ara” ve “Gölgesizler”de de Ünal’la çalışan aktör karakterini abartıya kaçmadan yorumlamayı iyi bildiğini daha önce de Çağan Irmak’ın “Karanlıktakiler”indeki parlak performansıyla kanıtlamıştı. Sonuç olarak, yükünün biraz ağır olduğunu düşündüğüm İrem Altuğ dahil, genelde iyi oynanmış bir film ama herkes kendi karakterinin hakkını verse de, nedense ansambl oyunculuk duygusu (oyuncu sayısının azlığına rağmen) zayıf kalmış.
Dedik ya, önemli olan Ümit Ünal’ın en iyi yüzdüğü sulara dönmüş olması. Ustası olduğu türden, kendine ait bir senaryoyla karşımıza çıkması. “Nar”, çarpıcı ve döneme uygun bir ‘en yakın bildiğini tanımama’ hikâyesi anlatıyor.
(03 Ocak 2012)
Sevin Okyay