Anayasa profesörü Celal Tan’ın (iki çocuğunun anası) karısı bir trafik kazasında ölür. Celal Tan boğaza? (arabası ile?) düşen bir genç kızı kurtarır, bir süre sonra evlenirler. Bunlar hep gazetelere (fotoğraflı) malzeme oluşturur. (Yeni karısı, ilk evliliğinden olan kızından da küçük-tür?) İlk karısı öldüğü zaman da Celal Tan profesör müdür, yoksa ölümden ve de ikinci evliliğinden sonra mı olmuştur. Şimdi ise yaş günü kutlaması için evinde hazırlık yapılmaktadır. Sürpriz parti. Geldiği anlaşılınca ışıklar söndürülür… Celal Tan kapıyı -anahtarı ile açıp- içeri girer ama bir türlü ailesinin beklediği salona giremez. Annesinin isteği üzerine (yeni) karısı çıkıp bakacak olur -seslerden anladığımız kadarı ile- Celal Tan karısına saldırır, -herhalde- boynuna sarılır, başını duvara vurur, yere yatırır, boğazına sarılır, boğar… Kapalı kapı aralanır, sesleri duyan aile Celal Tan’ı karısının boğazına sarılmış olarak görür. (Karanlıktadırlar). Celal Tan, onları göremez (aydınlıktadır) ama orada olduklarını bilir. Tekerlekli sandalyedeki annesi, kızı, oğlu, (kızından) torunu… Sonra çıkıp gider ve AHUD’da (?!) 35 yıllık arkadaşı, emekli anayasa profesörü, pankreas kanseri, -doktorların “üç ay ömrün kaldı” dediklerinin üzerinden iki ay geçmiş- sancılarını kendine morfin yaparak dindiren arkadaşından, karısını “öldürdüğünü” söyleyerek, suçu üstlenmesini ister.
Sonra… Şimdiki anayasa profesörleri böyle mi -hikâyenin günümüzde geçtiğini varsayarsak- bilmiyorum ama benim öğrencisi olduğum anayasa profesörleri (Bülent Nuri Esen ve İlhan Arsel) böyle değildi, -cinayet işleyip işleyemeyeceklerini bilmiyorum ama herhalde- İslamiyet hakkında bu kadar bilgisiz olamazlardı. Bizim zamanımızda da öğrencisi ile evlenen profesörler vardı. Yani Celal Tan gibi kızı yaşındaki kızlarla evlenenler… Ama Ünlü’nün filmine konu aldığı Celal Tan ailesi fertlerinin -hepsinin- tümünün durumu ilginç… Kızı Jülide’nin sevgilisi kim? opera şarkıcısı (besteci!) Ozan mı? Yoksa komiser Hüseyin mi? Celal Tan, öldürdüğü karısını (Özge) kiminle öpüşürken gördü? Uzun saçlı (Celal Tan öyle görüyor), peruk takan operacı Ozan ile ise -ki öyle değil- karısının mektuplaştığı AHUD’da solistlik yapan Okan’ın saçları niye kısa? (En azından uzun saçlı denmeyecek durumda)…
Sonra… Celal Tan’ın kayınbiraderi kör Ergün, -cinayet sonrası ailenin bir araya geldiği zaman, gecikerek eniştesinin yaşgünü partisine geldiğinde- ilk uzun söylevine başlar ve renklerin (!) dil-inden söz eder… Bir çok yerde daha cinayet, suç, suç-luluk soruşturması (kendi kendine / ortaya) sözlü olarak yapacaktır…?
Celal Tan’ın babaannesinin adını taşıyan oğlu Kâmuran’ın ise -filmin açılışındaki- koltuk nutku… Babasının öldürdüğü üvey annesi Özge ile konuşmaları… Mektubunu bulduğu Okan’ı gidip sorgulaması. Öncesinde ise bu mektup (ve Özge ile konuşmaları) konusunda ablası Jülide ile konuşmaları… Ailenin diğer fertlerinden farlılık mı?
Anne Kâmuran, birlikte kaçacakları Nida Bey’in ölümünü televizyonda gördükten sonra tekerlekli sandalyesi ile balkona gidip, tekerlekli sandalyesinden kalkarak, balkonun korkuluklarına tırmanıp aşağı atlaması… Ve tüm ailenin bunu seyretmesi… Anne Kâmuran’ın kumanda aleti elinde devamlı televizyon seyretmesi gibi…?
Absürd bir film ise, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi evet absürd ama absürd olan “aşırı acıklı hikâye” değil, filmin kendisi. Sinemamızda saçma denebilecek pek çok film olagelmiştir, absürd film pek hatırlayamıyorum, Celal Tan…’dan sonrada hatırlayamayacağım.
[AHUD Anayasa Hukukçuları Derneği demekmiş. Ben böyle bir dernek bilmiyorum. “Filmdir bu, olabilir” derseniz kabul ederim ama neden Hukukçular Derneği değil de “Anayasa Hukukçuları Derneği” (1)? Celal Tan madem emekli anayasa profesörü, neden hiç anayasadan söz etmeyip -aslında hiç gereği yok, zaten filmde…- hep Ceza Kanunu’ndan -ellerinde ölen arkadaşı Turan Altaylı’yı “kendi suçu için”, suçlamak için- söz ediyor (2)?]
(04 Aralık 2011)
Orhan Ünser