“Birleşik kaplar” olayını bilmeyenimiz yoktur. Ekosistemi de. Aslında her ikisi de hemen aynı şeydir.
Bizim geleneksel sahne oyunlarımız olan orta oyunu, Tulûat, Karagöz – Hacivat, saplı kukla, meddah arasında birçok ortak nokta vardır. Sanki tek bir bütünün çeşitli görünümleri gibidirler.
Pişekâr – Kavuklu birlikteliği ile Karagöz – Hacivat birlikteliğini bir düşünelim. Farklılıklar mı daha çoktur, aynılıklar mı? Kukladaki İbiş, Pişekâr ya da Karagöz olabilir mi? Meddah bütün bu kişileri ayrı ayrı canlandırıyor olabilir mi?
Öykü, öyküleme benzerleri, benzer konuşmalar, aynı espiriler (nükteler), benzer alt tiplemeler…
Kuklacı ve Karagöz – Hacivat oynatıcısı Talat Dumanlı’nın küçük bir cep defterinin her bir sayfasında bir oyunun özeti yazılıydı, anımsamak için bir göz atardı. Oyun başladığında süreye ve seyirciye göre öyküyü uzatırdı ya da kısaltırdı. Çünkü nasıl oyun kişileri kalıp tipler ise oyunun gelişmesinin de kalıpları ve kalıp konuşmaları söz konusuydu. Her tipin oyundaki işlevi, görevi bellidir ve bunun dışına çıkılmaz.
Aslında aynı şey İtalyan Comedia dell’ Arte Tiyatrosu için de geçerlidir. Geleneksel Japon Tiyatrosu için de.
Buralarda “karakterlerden” söz edilemez, yoktur çünkü. Bunlar, “bireyi” üretmiş toplumlarda ancak bir sürecin aşaması olarak ortaya çıkmıştır “dramatik” oyunlar değildir. Dramatik tiyatro ve drama başka bir kültürün ve toplumun kendi tarihi içinde ortaya çıkan bir oluşumdur.
Biz de ve doğu toplumlarında farklı bir kültür ve süreç söz konusudur. Önce bu farklılığın farkına varılması, anlaşılması gerekir. Bu yapılmadan oluşumların doğru algılanabilmesi olası değildir. Farklı kültürler farklı şeyler üretirler. Ve her kültür ortamının bir birleşik kapları, bir ekosistemi vardır. Hiçbir oluşum bundan soyutlanarak tekil bir oluşum olarak görülmez, değerlendirilemez, karşılaştırma yapılamaz… Ve de her toplumun bir de kültür geleneği vardır, göz ardı edilmemesi gereken.
Bizim geleneksel sahne oyunlarımız tiplere dayanır. Bu tipleri iki kümeye ayırabiliriz. Her oyunda olan iki baş tip, ana tip Karagöz – Hacivat, Kavuklu – Pişekâr. Bir de bunların dışında oyununa göre sahne alan tipler vardır. Sayıları çoktur. Yan tipler, alt tiplerdir bunlar.
Aslında bütün oyunlar iki ana tipin etrafında dönerler, onlar hep vardırlar. Onlar bir çeşit anlatıcıdırlar, yorumcudurlar, rehberdirler. Sahnemizde hep onların maceraları vardır. Bu iki tipin dışındakilerden de en çok sahne alanlarından da ayrı bir küme yapabiliriz belki, sayıları da diyelim beşi geçmez. Yani çoğu oyun bu iki elin parmaklarını geçmeyen tipler etrafında gelişir.
Geleneksel sahne oyunları dediğimiz bütün bunlar bir bakıma imparatorluk başkentinde oluşmuş ve gelişmiş etkinliklerdir, o çevreye özgüdürler.
Bir de bunarın dışında “köy seyirlik” oyunları vardır, masal anlatıcıları, destan anlatıcıları, türkülü hikâye anlatıcıları vardır. “köy” sözcüğü başlı başına anlamlıdır. Bu isim bu oyunlara “kentlilerce” takılmıştır. Başkent dışında, kırsal alanda yaşayanların kendilerine böyle bir ad takmaları söz konusu bile değildir.
Kentteki oyunların kökeni hangi yıllara kadar gider, pek net değildir, ama çok, çok eski de değildir. Oysa kırsal oyunların, anlatıcıların geçmişi çok eskilere, binlerle ölçülecek yıllara, mitolojik dönemlere kadar gitmektedir ve köklü bir inanç ve kültüre dayanmaktadır.
Şimdi bütün bunları niye anlatıyoruz?
Türk sinemasına, Yeşilçam’a gelmek için tabi. Çok ilgisi var çünkü… Çünkü Yeşilçam sineması bu geleneğe bağlanıyor. Çünkü Yeşilçam’ın dip kültüründe bütün bunlar var.
Yeşilçam istediği kadar sinemayı batı sinemasından öğrenmiş olsa da, istediği kadar onları taklit etmiş olsa da, hatta oyuncular batılı oyuncular gibi olmak istemiş olsalar da batılı bir sinema yapamamışlardır. Yeteneksiz oldukları için değil, yapamazlardı. Seyirci buna izin vermedi. Yeşilçam da seyircinin sözünün dışına çıkmadı, çıkamadı. Seyirci nasıl istiyorsa öyle oldu.
Batı sinemasında bir oyuncu, her filminde seyircinin karşısına farklı bir kimlikle, farklı bir kişiyi canlandırarak çıkabilir. “Oyuncu her rolü oynamalıdır” sözü batı sineması için geçerlidir. Ama Yeşilçam’da olmaz. Seyirci istemez. Kabûl etmez. Oyuncu da hep aynı kişiyi oynamak zorunda kalır. Eli mahkûmdur.
Batı sinemasında neyin ne olacağına sinemacılar karar verir. Seyirci buna yatkındır, alışkındır. Hatta öyle olmasını ister. Onun kültüründe işler böyle olur. Bu işin sinema öncesi de vardır çünkü. Oyuncu karakterler canlandırır. Her karakter başka bir kimliktir, başka bir bireydir, kişidir. Seyirci için başarılı bir oyuncu, oynadığı ve inandırıcılığı olduğu değişik kimlikleri canlandırabilirse ancak başarılı ve iyi oyuncudur. “Komple oyuncu” diye bir deyim vardır, her türlü rolü, kimliği, kişiliği, karakteri oynayabilen oyuncuyu tanımlar. “Komedyen” sözcüğü de aynı anlamı kapsar, komik demek değildir. Batı kültürü için geçerli ölçü budur. Bizde değildir. Kültürümüze ters düşer, uymaz.
Bu duruma kimi insanımız “kültürsüzlük” der, çıkar işin içinden. Çünkü bu durumu onun “kültürüne” uymaz. O başka kültürün insanıdır, ülkesinin, halkının kültürünü bilmez, ona yabancıdır. Halkın kültürü onun için yalnızca folklordur, batıdaki gibi bir kültür değildir. Doğrudur, öyledir.
Ama ortada bir de olgu vardır. Ve bunun da bir şekilde açıklanması gerekmektedir. Doğru ve geçerli bir ölçek bulmak zorundayız. Batı ölçekleriyle (şablonlarıyla) bunu yapamayız. Çünkü onlar batı kültürünün, sanatının ölçekleridir. Biz başka bir kültür ortamının insanlarıyız. Ölçeklerimizi kendi kültürümüz içinde aramalıyız. Taş, yerinde ağırdır. Bu işler öyle “evrensellik” falan da pek işlemez.
Yeşilçam filmleri için, “yerli film” denir. Gerçektende yerlidirler. Yeşilçam, yerli sinemadır. Bize özgüdür. Ve Yeşilçam artık bir olgudur. Bu olguyu doğru okumamız gerekir. Bunun için, içinden çıktığı seyircinin kültürünü doğru okumalıyız.
Yeşilçam sinemasında tipler vardır, karakterler değil. Ve her oyuncu belli bir tipi oynar, belli bir tipin oyuncusudur, tıpkı geleneksel sahne oyunlarımızda olduğu gibi.
Oyuncu algılamamız farklıdır. “İyi oyuncu”, “kötü oyuncu” yoktur. Seyirci benimsemişse iyi oyuncudur. Benimsememişse zaten, yok olur. Bu bakımdan bütün oyuncular iyidir. Yalnız bu iyiler içinde daha iyiler, az iyiler olabilir. Yeşilçam’da tipin oyuncuları vardır. O tipler, o oyuncularla var olurlar. Oyuncular da o tiplerle.
Yeşilçam’ın, geleneksel sahne oyunlarından biraz farkı, dayandığı seyirciden kaynaklanır. Seyirci kırsal ağırlıklıdır. Bu nedenle kırsalın kültür boyutu Yeşilçam’da baskındır. Yeşilçam’ın kökenini bu bakımdan kentsel olan geleneksel sahne oyunlarından çok geleneksel kırsal kültür içinde bulabiliriz.
Bu gün bile insanlarımızda bireysel algılama değil, toplumsal algılama daha belirgindir. En okumuşumuzda, kentlileşmişimizde de durum böyledir. Bu bizi batılı insandan ve toplumdan ayıran en temel özelliktir. Belki günün birinde bireysel algılama da geçerli olabilir toplumumuzda, o zaman ne olur? İyi olur herhalde. Toplumsal ve bireysel algılama genelleşirse çok ilginç, önemli durumlar olabilir. Toplumsal ile bireysel algılama birbirinin zıddı değildir. En azından bizim kültürümüzde. Çünkü bizim kültürümüzde ve inanç sistemimizde karşıtlık yoktur, zıt kutuplar yoktur, düalizm (ikicilik) yoktur, (batıda vardır oysa), düalite (ikili birlik) vardır, birlikte olmak vardır, bir bütünü oluşturan iki unsur vardır, yani zıtlık değil, birlikte var olmak vardır. “Anti” öneki bizde yoktur. Tez, antitez geçerli değildir, tez ve tez birlikte vardır, aynı birliği oluşturan ikili durum söz konusudur. Bu bakımdan bizimle ilgili oluşumları, diyalektik yöntemle çözümleye bilir, anlayabilir miyiz acaba? Üzerinde düşünmekte yarar var.
Karagöz ve Hacivat ya da Kavuklu ve Pişekâr birbirlerinin zıddı, karşıtı değildir. Birlikte var olurlar, birbirlerini var ederler. Bütün diğer tipler de bir bütünün parçalarıdır, birlikte var olurlar, her oyunda karşımıza çıkarlar.
Yeşilçam sinemasında da durum farklı değildir. Aynı tipleri hemen hemen bütün filmlerde görürüz. Oyuncular değişebilir yalnızca ama tipler değişmez. Bu bakımdan Yeşilçam sineması da bir bütündür ve halkın yaşamı algılaması, dünyaya bakışı filmlere yansır. Filmler de bize özgü bir sahicilik vardır. Tekrar tekrar, bıkmadan seyredilir. Toplumsal algılamaya denk gelir bu filmler, günlük, gelip geçici, moda algılamaların ötesindedirler. Toplumun derinliklerinden beslenirler. Seyircileri buradan gelir.
Baş kadın tipi ile baş erkek tipi, kim oynarsa oynasın hep aynı tiptir ve halkın sözlü kültür derinliklerinde karşılıkları vardır. Çok nadir, aynı filmde birlikte olurlar, daha çok tek başlarınadırlar filmlerde. Baş kadının karşısındaki erkek, ya da baş erkek tipinin karşısındaki kadın destek rollerdir. (tiplerdir)
Tabii bütün bunlar matematik kesinlikle değildir. Çünkü bilinçli bir hesapla yapılmamıştır. Hatta yapanlar olayın bu boyutlarının (üretimin üzerinden zaman geçmesine rağmen) hâlâ farkında değillerdir. İçgüdüsel bir oluşum söz konusudur. Batılı filmlerin de etkisi altında, film yapanlar farklı şeylerinde peşinde olmuşlardır. Seyircinin de belli bir algılama esnekliği vardır. O bakımdan Yeşilçam’a yüzeysel bakıldığında, derinlerdeki değişmezler gözden kaçabilir, farklı değerlendirmeler yapılabilir. Bir de bakanın hangi gözle (kültür gözüyle) baktığı da çok önemlidir.
Yeşilçam sinemasına geleneksel kırsal sözlü kültürden masal geleneğinden çok destan geleneği geçmiş, belirleyici olmuştur. Masal kahramanları destan kahramanlarının gerisinde yer almışlardır. Destan ve masal birlikte vardır Yeşilçam’da ama destan ana yapıtı oluşturur. Başkahramanlar (tipler) destan kahramanlarıdır (tipleridir.)
Bilince yakın bir anlayışla Yılmaz Güney’in çizdiği kişilerden söz edilebilir.
Geleneksel kentsel sahne oyunlarımıza, geleneksel kırsal oyunlara ve anlatılara ve de Yeşilçam sinemasına birlikte bakmakta yarar var.
Başlarken ne demiştik “birleşik kaplar”, “kültür ekolojisi” ve ekleyelim “kültür genetiği”!
Yeşilçam çoklukla görüldüğü, sanıldığı kadar yüksek, yoz, kimliksiz, ilkel kötü bir sinema olmayabilir. Çok yüceltmeye de, nostalji yapmaya da gerek yok. Doğru görelim yeter.
Peki, “doğru” nedir?
(18 Ocak 2011)
Engin Ayça