14 Ocak 2011 Haftası

“Tehlikeli Aşk”ta, Bollywood, çok güzel kızla nefes kesici derecede yakışıklı erkeğin, gerçek dünyaya taban tabana zıt ve inanılmaz ‘plâstik’ estetiğe sahip ‘acıklı aşk hikâyesi’ni, Las Vegas, Los Angeles, New Mexico’dan sunuyor: Tuhaf derecede sürrealite! Eleştirmenin anlamı var mı? Tanrı, bizleri 128 dakikalık sürümünden korudu (bu 90 dakika)!

“Megazekâ”, ‘dünyayı kurtarma günleri’nin yakışıklısı süper kahramanın, aslında, ‘kötü’ diye tanımlanan dehanın ‘olmazsa olmaz’ı olduğuna, meseleye ‘diğer taraf’tan bakarak işaret ediyor. İşaret etmekle kalmayıp, doğrunun ne olduğuna bambaşka açılardan yaklaşarak, buruk ve buruk olduğu kadar neşeli bir ‘süper zeki adam’ portresi yaratıyor. Eğer çocuklar illâ bir ders alacaklarsa, hayatın siyah ya da beyaz değil rengârenk ve farklı olanı sevmenin de önemli olduğunu öğrenecekler.

“Kâğıt”, insanlara hizmet etmek yerine onların yaşamlarını çevreleriyle birlikte mahveden ‘ceberut devlet’in en önemli organı olan bürokrasiyi, insanlığın aydınlanması ve özgürlüğü yolundaki en önemli buluşlardan biri olan ince – kuru yaprakların kötücül amaçlarla kullanılmasıyla simgeleyen hikâyesini farklı stilde anlatmayı deniyor… Ancak sinemamızın ezeli zaafı olan, kaba hatlı, kıvrımsız, düz ve ‘kendi içinde estetik’ barındırmayan metnin kurbanı oluyor. ‘Mesajlarını gözümüze sokuyor’; soktukça da etkisini yitiriyor… Sonunda da bir derse dönüşüyor! Biz seyirciler ‘gayet iyi anlayıp’ tam puanla sınıfı geçiyoruz da, geriye sinema adına belleğimizde ve yüreğimizde ne kalmış oluyor, bilemiyoruz. Yine de desteklenmesi gerekli bir film. Hele ki, RTÜK İmparatorluğu gibi kurumlarla sansürü devam ettiren ‘haşmetli devlet’, silâh gibi kullandığı kâğıtlarını şimdilerde başka hedeflere fırlatıyorken…

“Cadılar Zamanı”, Ortadoğu’ya yapılan Hıristiyan Seferleri’nde (14. yüzyılın ilk yarısı), kadınların ve çocukların da öldürülmeye başlanması üzerine ‘yüreklerindeki şeytan’dan rahatsız olup savaşmayı bırakan iki şövalyenin, sonradan ‘mecburen’ üstlendikleri bir görevde ‘gerçek şeytan’la karşılaşarak kefaretlerini ödemeleri çizgisinde gelişen fantastik serüven. Orta Çağ’ın, veba salgınının, kilise egemenliğinin ‘karanlığı’ ile gotik korkuyu başarıyla birleştiren, set tasarımları, müziği ve özellikle ışık kullanımında şaşırtıp büyüleyen görüntüleriyle, perdeye mıknatıs gibi çekiyor (Osmanlı döneminde ‘kabak ışık’ kullanan görüntü yönetmenleri özellikle izlemeli).

“Benim Adım Aşk”, Milano’da yaşayan kent soylu zengin ailenin üç çocuklu gelini Rus asıllı kadının, oğlunun aşçı arkadaşıyla sürüklendiği tutkulu cinsel serüvendeki ‘açığa çıkma’ anını ve ardından gelecek trajik olayı bekleyen seyirciyi, biçimsel ustalıkları da kullanarak, tam iki saat hikâyeye ‘yapıştırıyor’. Sinemayı sanat yapan bu tabii ki: Binlerce kez işlenmiş öyküyü, değişik – riskli bir gramer belirleyerek tazelemek! Bu film, tepeden tırnağa sanat eseri!

”Aşk Sarhoşu”, yeryüzündeki insan sayısı kadar tanımı olan ‘aşk’ın en zorlarından, en imkânsız gibi görünen hallerinden birini öykülüyor. Yaşamındaki ‘mümkün olmayanlar’ listesinin ilk sırasında ‘birine duygusal bağlılık’ gelen ressam kız ile ‘cinsel performanslarını paraya tahvil etse çok zengin olacak’ ilâç prezantasyon temsilcisi ‘şeytan tüylü’ genç adam arasında oluşan kuvvetli cinsel ilişkinin sonradan dönüştüğü aşk! Herkesin birbiriyle acımasızca savaştığı ‘rekabet muharebeleri’nin tam ortasında, sinsi bir hastalığın pençeleri içinde, gelecekte fiziki – ruhsal kötü günlerin yaşanacağı bilindiği halde, aşk, nasıl olup da, sistemin, toplumsal afyonların, bireysel uyuşturucuların üzerine çıkıp, bu kadınla erkeği sımsıkı bağlayabildi? Büyük ve değerli filmlerin yapımcı – yönetmen – yazarı Edward Zwick (1952 doğumlu), kalplerine sızarak harika performanslar elde ettiği iki oyuncusuyla birlikte, duygusal sömürülere prim vermeden ve mizahın gücünü akıllıca kullanarak bu sorunun yanıtını aramış… Genç karakterlerle, olgun seyircilerin daha kolay duygudaşlık kuracaklarını sanıyorum.

(12 Ocak 2011)

Ali Ulvi Uyanık

ali.ulvi.uyanik@gmail.com