Hayat, arasıra geldiği annesinin evinde, annesinin üvey kardeşini salıncağından alması üzerine, sakin sakin salıncağa oturur ve -salıncakta bulduğu- emziği de ağzına alır… (Bana göre) filmin en güzel -kilit- sahnesi. Reha Erdem yine, önceden tantanalı tanıtımlar yapmadan, sessiz sedasız, dar kadrolu filmlerden biri ile karşımızda.Yaşamdan bir kesit, Hayat üzerine -nerede ise- bir belgesel çalışma. Bu Hayat, tüm Yeşilçam döneminde çileli hayatı anlatılan tüm masum “genç” kızlarımızdan farklı biri; onlar ki ya daha çocukluk günleri yaşar veya genç kızlıklarını tüm yoksulluklarına rağmen derin hülyalar ve aşklar içinde yaşarlar. Hayat ise ergenliğin sınırında, suyun kenarında yoksul bir kulübede yaşamı tüm sertliği ile yaşarken, televizyonda Yeşilçam dönemi filmleri seyreder, -salıncakta ki üvey kardeşinden mi görmüştür- baş parmağını emerek, hiç bir şey yapmaz, okula gidip gelmek, evde yapmak durumunda kaldığı kimi işleri yapmak, yatalak dedesine oksijen tüpü taşımaktan başka. Peşinde koştuğu hülyaları yok mudur? O yaştaki bir “genç” kızın mutlaka hülyaları vardır, ama çoğunlukla dile getirmez, filmin anlattığı süreçte bastırdığı hülyalarını. Şifresini dedesinden aldığı “İstanbullu olmamak”ı, yüzünü sarı-laciverte boyamış çocuğa sorar: “Sen İstanbullu musun?”. Aldığı “Hayır” cevabı yüzünü güldürecek ve o güne kadar sadece arka bahçelerindeki hindiyi tekmeleyerek ifade ettiği öfkesini, başka bir kanala taşıyarak, yaşama bayrak açıp, motorla, çılgınca, sonu belirsiz bir yolculuğa -aslında yaptıkları yolculuk da değildir- çıkacaktır. Bu baş kaldırı, motorda buldukları, yanlarından geçen devasa tankerlere fırlattıkları coca-cola ve benzeri kutuların gemilere verdiği zarar kadar mı, sonuç doğuracaktır?
Reha Erdem’in yazıp, yönettiği ve de kurgusunu yaptığı, Hayat Var aşama aşama oluşturulmuş bir film. Birçok filmde yönetmenler aynı zamanda filmlerinin senaryosunu da yazmışlardır. Senaryo, filmin (yönetimin) ön koşulu olma özelliği ile sinema için yazılan bir metindir. Senaryo yazımı tekniği ile ilgili çeşitli kitaplara -şimdilerde – bolca rastlanıyor, bunlar hep, senaryo yazımı için çeşitli reçeteler verirler, yukarıda belirttiğimiz bir çok yönetmen -bu reçetelere uysun veya uymasın- yazdıkları senaryolarda yapacakları filme hazırlık olacak metinler olacaktır. Erdem, yazdığı senaryolarla, çekeceği filme malzeme hazırlarken filmlerinin yaratıcı özelliklerine de imkân verecek senaryolar yazıyor. Hayat Var da çoğu deniz üzerinde geçen sahnelerin senaryoda nasıl yazıldığını bir tasarlayın bakalım. Bunlar bir iki kelime ile yazılırken Erdem’in sinemasında keyifli açılımlara ulaşıyor. Gemiden -ücreti az verilerek- atılan fahişe ile ilgili sahne senaryoda da öyle yazılır ama Hayat’ın evlerinin çevresinde yeşiller arasında -uzun uzun- yürümesi nasıl yazılır. Kısacası, dramatik bir olay anlatmadan bir görüntü diline ulaşmak ve bunu keyifli bir hale getirmek sinemanın görsel üstünlüğünü sağlar ve bunları senaryo da yazamazsınız. Erdem’in bu beşinci filminde, meramını -salt- dramatik olay örgüsüne indirgemeden anlatırken, yine de anlatısının gerektirdiği ritmi yakalıyor. Yaşamdan kimi anları çıkarıp atıyor, yaşamın kullandığı kimi anlarında ise, kahramanları ya hiç bir şey yapmıyorlar -hiç bir şey yapmayarak da, yaşamlarının bir bölümünü yaşıyorlar- ya da yaşamlarının en dramatik anlarını yaşıyorlar: buluğa eriyorlar, tecavüze uğruyorlar, (belki) can çekişen dedelerinin yüzüne kapıları kilitliyorlar, (o yaşta nedendir bilinmez) parmaklarını emiyorlar…
Ağırlıklı olarak Hayat’ın, kısmen de adı balıkçı olmasına rağmen deniz üstünde başka şeylerden para kazanan babasının, hiç bir şey beğenmeyen, küfreden, solunum zorluğu çeken dedesinin monoton yaşamlarına odaklı filmde, kocasını terk eden anne, yüzü boyalı delikanlı, bakkal (şimdilerde marketçi mi demeli), öğretmen (ler), komşu kadın, gece gündüz kapıya dayanıp Hayat’ın babasını arayan (abi), üvey baba da bu monotonlukta yaşamın farklı tonlarını oluşturuyorlar ve yaşamın zaman zaman ortaya çıkardığı bir fırsatı (!?) değerlendiren Hayat, sonu belirsiz bir yolcuğa çıkıyor. Bu fırsatı ele geçiremeyenlerde vardır hayatta. Yahut, hayatın ezdiği bir başka -adı Hayat olmaz da Emine olur- Emine’nin çamaşır yıkarken sesini duyan gazinocular kralının (!?!) altı ayda şöhret -ve de zengin- yaptığı fakat mutlu edemediği, eski günlere özlem duyan kişilerin öykülerinin anlatıldığı metrelerce filmimizdeki Hayat’lar değil artık sinemamızın Hayat’ları. Hayat’lar değişiyor; değişmesi de gerekiyor.
Reha Erdem de A Ay’dan başlayarak, Kaç Para Kaç, Korkuyorum Anne, Beş Vakit ile değişiklik içeren anlatılarında yaratıcı sinemacılığına yeni bir halka daha ekliyor.
(04 Nisan 2009)
Orhan Ünser