Farklı Afişler / Farklı İsimler

Sinema bir halk sanatıdır, televizyon, video, CD’ler ve devamlarının olmadığı günlerde, karanlık sinema salonlarında filmler topluca izlenirdi. Salonlar şimdi var, tarih boyunca bu salonlar, önceleri gösterim düzeyinden farklılar gösterdi, siyah/beyaz – sessiz filmler önce seslendi, renklendi ve perdeleri boyutları bakımından farklı farklı değişimlere uğradı. Salonlar oldukça büyüktü, önce büyük salonlar pasta keser gibi bölünerek otobüs biçimi sinemalara bölündü, sonraları “yeni” yapılan sinemalar salon olarak değil salonlar olarak yapılmaya başladı. Tüm bunlar seyirci için. Peki seyirci ne bekler sinema, filmden. Oyuncusunu görmek ister, sinemanın gelir kaynağını oluşturan seyirci. Eskiden geniş kitleler için sadece oyuncuları vardı filmlerin, sinemayı yapanlar önemsizdi, tanınmazdı. Tanınan perdede güzel / yakışıklı , iyi / kötü, kahraman / hain olarak tanınırlar, hep de öyle kalmaları istenirdi ve bu oyuncuların fotoğrafları şu veya bu şekilde elde edilir, ceplerde taşınır, özel yerlere asılır, gerekirse onlarla konuşulurdu. Sinemada oyuncu… ve oyuncuların isimleri, bazılarına ünvanlar yakıştırılsa da (“kral”, “sultan” v.s…) isimler unutulmaz. Fakat afiş ve jeneriklerde görülen bu isimler çoğu zaman, o oyuncunun gerçek ismi olmazdı. Gerçek isimler özellikle afişte albenisi olacak şekilde olmalı idi, bunun için yapımcı, oyuncunun kendisi, (varsa) menejeri oyuncuya yakışacak isimler bulurlar.

Oyuncuların gerçek isimlerinin farklı olduğuna dair yazılar magazin basınının zaman zaman ön plâna çıkardığı konulardır, ilginç örneklerde bulunabilir ama oyuncunun zaman zaman, içinde veya aynı anda aynı afiş ve jenerikte farklı isimler kullanma hali başka sinemalarda da var mı bilmiyorum. Nasıl derseniz ilginç bir örnek olarak Hüseyin Peyda’yı vermek mümkündür. Önce Söyleyin Anama Ağlamasın (Peyda – 1950) peşinden Mezarımı Taştan Oyun (Peyda – 1951) ile ilginç bir çıkış yapan ve belirli bir süre özellikle Güney Doğu Anadoluda fırtınalar estiren, “doğulu kostümleri” ile (biraz da Rudolf Valentino’ya – The Sheik / 1921 özenmeli) tipin sahibi olarak, kostümlerine bağlı olarak yaptığı filmlerinde oyuncu olarak Hüseyin Peyda adını kullanırken, yönetmen olarak Hüseyin Örmen, yapımcı olarak Hüseyin Kazasgil isimlerini aynı afişte kullanmıştır. Aynı afişte (Dar Sokaklar – 1958) görülen bu örneğe karşı, zaman içinde değişikliğe bir örnek olarak da, Suna Pekuysal’ı gösterebiliriz, 1952’de oynadığı ilk filmi Can Yoldaşı (Talat Artemel) Suna Bulaner adı ile jeneriklere girer, bu annesinin evlilik öncesi soyadıdır, sonraki filmlerinde uzun yıllar Pekuysal soyadı ile seyirci karşısına çıkacaktır.

Annesi Hadiye Bulaner ise 50’li yıllarda sinemada ve tiyatroda çalışmış bir oyuncudur. 1954 yapımı İstiklâl Harbi (Ruhların Mucizesi) (Hayri Esen) filminde her ne kadar kaynak kitaplarda oyuncular arasında Ferda Ferdağ’ın adı da veriliyorsa da, ilk filmi de olan bu filmde Ferda Ferdağ, afişlerde (ve jenerikte) Ferda Dumrul adı ile yer almıştır, ki bu gerçek adıdır. Daha sonraki yıllarda afişlerde Ferda Ferdağ adı ile yer alacak ve bu uzun bir süre devam edecektir. Kardeşi ise ilk filminden itibaren Sevda Ferdağ adı ile afişlerdeki yerini alacaktır. Tiyatro oyuncusu da olan Gülistan Güzey oyunculuk faaliyetinin devam ettiği yıllarda gazeteci-yazar Ümit Deniz ile yaptığı evlilik nedeni ile bir ara Gülistan Deniz adını kullandı ise de, boşanmasından sonra yine Güzey soyadını kullanmış, diğer evlilikleri sırasında eşlerinin soyadını kullanmamıştır. Güzey için farklı bir daha durum vardır, 1982 yapımı Gazap Rüzgârı (Orhan Aksoy) filminin afişlerinde, jeneriğinde ve kaynak metinlerde oyuncu olarak gösterilmesine rağmen, Güzey bu filmde oynamamıştır, oynayabileceği rolde oynayan oyuncu Şeref Çokşeker’in adı ise, afiş, jenerik ve kaynak metinlerde yer almaz.

Bir kısım kadın oyuncuların yaptıkları evlilikler nedeni ile farklı soyadları kullandıkları olmuştur ve bu durum afiş ve jeneriklere de yansımıştır. Muallâ Fırat yaptığı evlilikler nedeni ile bazı filmlerde Kavur, bazılarında ise Fosforoğlu soyadını kullanmıştır. Ablası Belkıs Fırat ise aynı nedenlerle Dilligil soyadını, Nezahat Tanyeli ise -yine- Dilligil soyadını kullanmıştır. Muallâ Fırat, Renan Fosforoğlu ile evliliğinde, Belkıs Fırat ve Nezahat Tanyeli de Avni Dilligil ile evliliklerinde eşlerinin soyadlarını kullanmışlardır. Şehir Tiyatroları oyuncusu, sinema oyuncusu ve de senaryo yazarı Perihan Çakıl da evlilik nedeni ile Tedü soyadını kullanmıştır. (Süavi Tedü) Uzun oyunculuk döneminin başlangıçında yapımcılıkta yapan Handan Adalı, yaptığı evliliklerden biri nedeni ile kendisi gibi oyuncu olan eşi Vedat Karaokçu nedeni ile adını afişlerde Handan Karaokçu olarak yazmıştır. İlginç bir örnek olarak karşımıza çıkan bir olay da şudur: Radyolarda söyledikleri türkülerle ünlenen Coşkun Kardeşler adını kullanan kardeşler Mukaddes Coşkun ve Münevver Coşkun’dan, küçük olan Münevver Coşkun filmlerde (Çakırcalı Mehmet Efe – 1950 / Faruk Kenç) oyunculuk yaparak sinemaya geçmiş ve bir süre bu çalışmalarını sürdürmüştür, sinemada sonraki yıllarında adı Mine olarak değiştirilerek Mine Coşkun (Ayşe’nin Çilesi – 1955 / Memduh Ün) olmuştur.

Daha günümüze yaklaşırsak, evlilik nedeni ile soyadı Mansur olmadan önce oynadığı filmlerde (Örnek: Bekle Dedim Gölgeye – 1990 / Atıf Yılmaz) Yurdatapan soyadını kullanan Lale Mansur’u; aynı nedenle bir süre Yücel olan Derya Alabora’yı ve ilk filmi Gece Yolculuğu (Ömer Kavur – 1987)’nda Çamlıbel soyadını kullanan Nurseli İdiz’i sayabiliriz.

Evlilik nedeni ile görülen bu değişiklerin dışında farklı nedenlerle isim değişikleri devam eder. Gülşen Bubikoğlu, ilk filmi Bitirimler Sosyetede (Zeki Ökten – 1973) filminde afişlerde Gülşen Gülşah adı ile yer alır ama bir filmlik bir olay olarak kalır. Aynı şekilde Melike Demirağ, Arkadaş’tan (Yılmaz Güney – 1974) önce 1971 yılında oynadığı, babası Turgut Demirağ’ın yönettiği Üç Kızgın Cengaver filminde annesinin soyadı Çamay ile Melike Çamay adı ile afişlere çıkacaktır. İngiliz asıllı olan ve Kayhan Yıldızoğlu ile yaptığı evlilik nedeni ile değişen soyadı ile Sonia Yıldızoğlu olarak filmlerde (afiş/jenerik – Güneşli Bataklık – 1977 / Süreyya Duru) yer alan oyuncu sonradan bu kez soyadını değil adını değiştirerek Suna Yıldızoğlu olarak çalışmalarına devam edecektir.

Sinemaya ufak rollerle başlayan bir kısım oyuncular başlangıçta, farklı adlar kullandıktan sonra adlarını değiştirerek afişlerde yer alırlar, bunun ilginç örneklerinden biri Yaprak adının kullanılmasında olur, bu adı sonradan Banu Alkan adını alacak olan oyuncu ile Tülin Tan adını alacak oyuncu kullanmıştır. Tülin Tan pek fazla ön plâna çıkmadan bir kısım filmlerde oynamıştır, Banu Alkan ise 1976 da Taksi Şoförü (Şerif Gören) filmi ile “adını” kullanmaya başlamış hem de başrole transfer olmuştur Afişlerde / jeneriklerde rastlayacağınız Elif Ozangil ile Anuşka isimleri aynı oyuncunun adlarıdır.

Ses Dergisi’nin yarışması sonucu sinemaya giren ve jön-dame’ın arkadaşı rolleri ile belirli bir dönem filmlerde Sevil Candan adı ile yer alan oyuncu sonradan sinemaya ara vererek tiyatro çalışmalarından sonra evlenerek gerçek adı Candan’a eşinin (Başar Sabuncu) adını ekleyere Candan Sabuncu adı ile sinemaya dönüş yapmıştır. (Gerçek “kızlık” adı Candan Keresteci).

Ad değişikliklerinde ilginç örneklere rastlanır, oyuncu Yılmaz Zafer’in adı oynadığı Kahreden Gençlik (Orhan Elmas – 1985) filminin afişlerine Zafer Yılmaz olarak yazılmıştır. (Benzer bir durum Tuncel Kurtiz’in de başına gelir. Şeytanın Uşakları (İlhan Engin – 1964) filminde afişlere soyadı Kurtiş olarak yazılır.)

Oyuncu olarak Atilla Dinçer adını kullanan ve ağabeyi Hicri Akbaşlı’nın filmlerinde oynayan ama sıra senaryo yazmaya ve yönetmenlik yapmaya gelince (gerçek adı) Veli Akbaşlı’yı kullanması örneği de değişik bir uygulamadır. Bunun gibi Memduh Ün benzer bir uygulamayı yapmak zorunda kalır. Sinema oyunculuğuna ikna edilip, başladığı zaman memur olduğu için gerçek adını kullanamayıp Turhan Ün adını kullanan sanatçı, sonradan sinemada yer alınca oyuncu olarak da gerçek adı Memduh Ün adını kullanacak, yönetmenliğe geçtikten sonra da ismini sürdürecektir. Ama 1975 yılında yönetmen olarak çektiği Kadınım filminde Turhan Ün adını yazacaktır, afişlere.

Sinemamızın ilk renkli filmlerinden Ahretten Gelen Adam, (1954) yapımcısı da olan Turgut Demirağ tarafından yönetilir fakat jenerikte yönetmen olarak Ömer Turra adı vardır. (Ömer, Turgut Demirağ’ın -eskilerin deyimi ile, göbek adı imiş- Turra ise babaannesinin küçük iken kendisine takıp, çağırdığı ismi imiş) Yıllar sonra yapılan bu filmde Demirağ kendisine bu adı uygun görmüş. Sözü yönetmenlere getirdiysek, devam etme olasılığımız fazla; Nişan Hançer olarak bilinen yönetmenimiz bazı filmlerde (Zagor Kara Bela > Zagor Kara Korsanın Hazinesi – 1971) soyadını Hançeryan olarak kullanır. Yapımcı / yönetmen Ömer Aykut Köprüaltı Çocukları (ve Ana Kalbi) 1953 yapımı filminde Nuri Ünal adını kullanır ama Fikret Hakan’ın da ilk filmi olan filmin yönetmeni kaynaklarda her nedense Renan Fosforoğlu olarak yer alır. Yavuz Figenli de bazı filmlerde soyadını Özfigen olarak kullanmış, Suat Yusuf da soyadı değişikliği ile ismini Suat Sonay şekline çevirmiştir. Müjdat Saylav ticari bir takım nedenlerle adını Ertunç’a çevirince Ertunç Saylav olmuş; T. Fikret Uçak da bir filmi (Zampara – 1975) Tevfik Çobanoğlu adı ile çekmiştir. İsmet Soydan ise yapımcısı da olduğu ve yönettiği Hesabı Görelim (1971) filmini Cevat Sezer (ki asistanıdır) adı ile afişe etmiştir. Oyuncu olarak filmlerde Nisan Yönder adı ile yer alan sinemacımız, sonradan yönetmenliğe geçisinde (evlilik nedeni ile) Akman soyadını kullanır. Eski yıllardan gelen bir oyuncu olan Kayahan Arıkan melodram tarzındaki filmlerden sonra fantastik filmlere kayınca adını önce Tancan Akın’a (Yedi Kişi Ölecek – 1972) sonra Tanzer Akın’a çevirir. Filmlerin figüran oyuncularından Ahmet Sert, yönettiği iki western (İntikam Hırsı -1963 – Belalılar Şehri – 1972) filminde aslında takma olan bu adını kullandıktan sonra, çöllerde (Çöl Cenneti – 1983) geçen diğer filminde gerçek adı Ahmet Sahatlar’ı öne çıkarır.

Yönetmen olarak Mehdi Özgürel adı ile filmler yaparken, oyuncu olarak kimi zaman da yönettiği filmlerde Metin Zıt adı ile oynayan ve Osman Zıt ile Zıt Kardeşler diye bir “ikili” oluşturan grubun ikinci kişisini afişlerde (ve jeneriklerde) Osman Altınay olarak görmemiz de mümküdür.

Ahmet Turgutlu veya Ahmet Kostarika hatta Kostarika Ahmet adlarına afişlerde rastlamamız mümkündür. Bunun gibi Celal Yonat adına nadiren rastlanırsa da bir çok afiş ve jenerikte görülen Arap Celal çok daha tanıdıktır. Timucin Caymaz kimi zaman Timucin Sim olur, Selahattin İçsel de Selahi İçsel. Çetin Başaran’a daha çok Tarzan Çetin olarak rastlarız. Afişlerde önce Birtane De Santo sonra Birtane Altınel olarak görülen oyuncu sonradan Birtane Güngör olur. Misafir oyuncu olarak yer aldığı filmlerde jeneriklerde Ezel Akay adını kullanan yönetmen, filmlerinde “anlatan (yöneten) Ezop” adını tercih eder. Sonradan müzik ortamına geçen Esmeray, sinemada olduğu ilk günlerde Esmeray Saltık adını kullanmıştır.

Kartal Tibet’in çekmesi gerekirken rahatsızlığı nedeni ile çekememesi üzerine Ahmet Sezerel ile Muzaffer Hiçdurmaz’ın çektiği Kılıbık (1983) isimli filmin afişlerinde yönetmen adı bulunmaz. (Sadece filmin adı ve oyuncusu Kemal Sunal’ın adı yer alır.) Jenerikte ise Uğur İnan diye bir isim vardır.

Çeşitli nedenlerle oyuncuların zaman içinde veya yönetmenlik – oyunculuk değişikliği içinde farklı isimler kullanmalarına çeşitli örnekler verdik. Bizim ulaşabildiklerimiz bunlar. Bunlardan başka yoktur demiyoruz, bu şekilde topluca yer aldıkları başka çalışma ben bilmiyorum. Çoğu eski zamanlardaki bu değişimler şimdiki sinema seyircisine bir şey ifade etmeyebilir ama sinemanın bir “anlık tüketim malzemesi” olmadığı düşüncesindeyim.

Bitirmeden önce, bir isim değişikliği değilde bir isim karıştırılmasından söz etmek istiyorum. Ahu Tuğba, sinemada ufak rollerle başlayıp kısa sürede popüler olmuş, başrollere çıkmış bir oyuncudur ve gözde olduğu günlerde bir hayli filmde oynamıştır. Benzer isimli bir başka oyuncu Ahu Tuğbay ise çok az sayıda filmde oynamış, Yılmaz Güney’in Arkadaş filmindeki rolü ile de tanınmıştır. Ahu Tuğba ile bir harf farkı olan Ahu Tuğbay -özellikle- Arkadaş filmi nedeni ile birbirine karıştırılmaktadır. Arkadaş’ın TV gösterimleri sırasında basında oyuncular arasında Tuğbay yerine Tuğba adı yanlış olarak yer almaktadır. Dilenen odur ki, film künyeleri içinde böyle yanlışlıklar yer almasın, hele kaybolmuş filmler için.

(04 Nisan 2009)

Orhan Ünser

Hayat Var

Hayat, arasıra geldiği annesinin evinde, annesinin üvey kardeşini salıncağından alması üzerine, sakin sakin salıncağa oturur ve -salıncakta bulduğu- emziği de ağzına alır… (Bana göre) filmin en güzel -kilit- sahnesi. Reha Erdem yine, önceden tantanalı tanıtımlar yapmadan, sessiz sedasız, dar kadrolu filmlerden biri ile karşımızda.Yaşamdan bir kesit, Hayat üzerine -nerede ise- bir belgesel çalışma. Bu Hayat, tüm Yeşilçam döneminde çileli hayatı anlatılan tüm masum “genç” kızlarımızdan farklı biri; onlar ki ya daha çocukluk günleri yaşar veya genç kızlıklarını tüm yoksulluklarına rağmen derin hülyalar ve aşklar içinde yaşarlar. Hayat ise ergenliğin sınırında, suyun kenarında yoksul bir kulübede yaşamı tüm sertliği ile yaşarken, televizyonda Yeşilçam dönemi filmleri seyreder, -salıncakta ki üvey kardeşinden mi görmüştür- baş parmağını emerek, hiç bir şey yapmaz, okula gidip gelmek, evde yapmak durumunda kaldığı kimi işleri yapmak, yatalak dedesine oksijen tüpü taşımaktan başka. Peşinde koştuğu hülyaları yok mudur? O yaştaki bir “genç” kızın mutlaka hülyaları vardır, ama çoğunlukla dile getirmez, filmin anlattığı süreçte bastırdığı hülyalarını. Şifresini dedesinden aldığı “İstanbullu olmamak”ı, yüzünü sarı-laciverte boyamış çocuğa sorar: “Sen İstanbullu musun?”. Aldığı “Hayır” cevabı yüzünü güldürecek ve o güne kadar sadece arka bahçelerindeki hindiyi tekmeleyerek ifade ettiği öfkesini, başka bir kanala taşıyarak, yaşama bayrak açıp, motorla, çılgınca, sonu belirsiz bir yolculuğa -aslında yaptıkları yolculuk da değildir- çıkacaktır. Bu baş kaldırı, motorda buldukları, yanlarından geçen devasa tankerlere fırlattıkları coca-cola ve benzeri kutuların gemilere verdiği zarar kadar mı, sonuç doğuracaktır?

Reha Erdem’in yazıp, yönettiği ve de kurgusunu yaptığı, Hayat Var aşama aşama oluşturulmuş bir film. Birçok filmde yönetmenler aynı zamanda filmlerinin senaryosunu da yazmışlardır. Senaryo, filmin (yönetimin) ön koşulu olma özelliği ile sinema için yazılan bir metindir. Senaryo yazımı tekniği ile ilgili çeşitli kitaplara -şimdilerde – bolca rastlanıyor, bunlar hep, senaryo yazımı için çeşitli reçeteler verirler, yukarıda belirttiğimiz bir çok yönetmen -bu reçetelere uysun veya uymasın- yazdıkları senaryolarda yapacakları filme hazırlık olacak metinler olacaktır. Erdem, yazdığı senaryolarla, çekeceği filme malzeme hazırlarken filmlerinin yaratıcı özelliklerine de imkân verecek senaryolar yazıyor. Hayat Var da çoğu deniz üzerinde geçen sahnelerin senaryoda nasıl yazıldığını bir tasarlayın bakalım. Bunlar bir iki kelime ile yazılırken Erdem’in sinemasında keyifli açılımlara ulaşıyor. Gemiden -ücreti az verilerek- atılan fahişe ile ilgili sahne senaryoda da öyle yazılır ama Hayat’ın evlerinin çevresinde yeşiller arasında -uzun uzun- yürümesi nasıl yazılır. Kısacası, dramatik bir olay anlatmadan bir görüntü diline ulaşmak ve bunu keyifli bir hale getirmek sinemanın görsel üstünlüğünü sağlar ve bunları senaryo da yazamazsınız. Erdem’in bu beşinci filminde, meramını -salt- dramatik olay örgüsüne indirgemeden anlatırken, yine de anlatısının gerektirdiği ritmi yakalıyor. Yaşamdan kimi anları çıkarıp atıyor, yaşamın kullandığı kimi anlarında ise, kahramanları ya hiç bir şey yapmıyorlar -hiç bir şey yapmayarak da, yaşamlarının bir bölümünü yaşıyorlar- ya da yaşamlarının en dramatik anlarını yaşıyorlar: buluğa eriyorlar, tecavüze uğruyorlar, (belki) can çekişen dedelerinin yüzüne kapıları kilitliyorlar, (o yaşta nedendir bilinmez) parmaklarını emiyorlar…

Ağırlıklı olarak Hayat’ın, kısmen de adı balıkçı olmasına rağmen deniz üstünde başka şeylerden para kazanan babasının, hiç bir şey beğenmeyen, küfreden, solunum zorluğu çeken dedesinin monoton yaşamlarına odaklı filmde, kocasını terk eden anne, yüzü boyalı delikanlı, bakkal (şimdilerde marketçi mi demeli), öğretmen (ler), komşu kadın, gece gündüz kapıya dayanıp Hayat’ın babasını arayan (abi), üvey baba da bu monotonlukta yaşamın farklı tonlarını oluşturuyorlar ve yaşamın zaman zaman ortaya çıkardığı bir fırsatı (!?) değerlendiren Hayat, sonu belirsiz bir yolcuğa çıkıyor. Bu fırsatı ele geçiremeyenlerde vardır hayatta. Yahut, hayatın ezdiği bir başka -adı Hayat olmaz da Emine olur- Emine’nin çamaşır yıkarken sesini duyan gazinocular kralının (!?!) altı ayda şöhret -ve de zengin- yaptığı fakat mutlu edemediği, eski günlere özlem duyan kişilerin öykülerinin anlatıldığı metrelerce filmimizdeki Hayat’lar değil artık sinemamızın Hayat’ları. Hayat’lar değişiyor; değişmesi de gerekiyor.

Reha Erdem de A Ay’dan başlayarak, Kaç Para Kaç, Korkuyorum Anne, Beş Vakit ile değişiklik içeren anlatılarında yaratıcı sinemacılığına yeni bir halka daha ekliyor.

(04 Nisan 2009)

Orhan Ünser

X-Men Başlangıç: Wolverine

Gavin Hood’un yönettiği ve Hugh Jackman, Ryan Reynolds, Liev Schreiber ile Dominic Monaghan’ın oynadığı X-Men Başlangıç: Wolverine (X-Men Origins: Wolverine), 01 Mayıs 2009’da Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Mutant hayatı yaşayan Wolverine, kız arkadaşının ölümü nedeniyle Victor Greed’ten intikamını almak için gizli program Weapon X’e katılır. Wolverine, Sabretooth’un kız arkadaşı Silver Fox’un öldürmesi üzerine katılmayı kabûl eder. Kendisini yenilmez hale getirecek Adamantium metalinin vücuduna enjekte edilmesiyle Wolverine’in intikam macerası başlar.

X-Men Başlangıç: Wolverine yazısına devam et