Kısacık hayatımızın gündelik akışı içinde hüzün ile mutlu olma ihtimallerini harmanlayan enfes sineması ile Mia Hansen-Løve çağımızın en saygın auteur sinemacılarından biridir. Soyadını Danimarka’dan Fransa’ya göçmüş büyük babasından alan Fransız yazar yönetmenin 16 yıla sığdırdığı sekiz uzun metrajı ve kısalarından oluşan tüm yapıtları 21 – 30 Eylül tarihleri arasında İstanbul Modern Sinema’nın programında yer alıyor. 28 Eylül Perşembe günü 18:00’de yönetmenin katılımı ile sonlanacak olan toplu gösteri İstanbullu izleyiciler için mevsimin heyecan verici ilk önemli sinema etkinliği olarak dikkat çekiyor.
Yönetmenin oto-kurmaca olarak nitelendirdiği senaryoları onun çevresindeki kişilerin yaşamlarından ilham alır. ‘Elveda İlk Aşk / Goodbye First Love’ kendi ilk aşkının hüznünü, ‘Eden’ abisinin DJ’lik serüvenini anlatır. ‘Çocuklarımın Babası / Le Père de Mes Enfants’ gencecik bir kızken ilk filmi ‘Her Şey Bağışlandı / Tout est Pardonné’nin çekilmesine fırsat sağlayan yapımcı Humbert Balsan’ın bilinmeyen yönleri üzerinedir. Derken 2016 yapımı unutulmaz ‘Gelecek Günler / L’Avenir’ çıkagelir. Film, Isabelle Huppert’in muhteşem yorumuyla hayat verdiği felsefe öğretmeni annesinin, 25 yılın ardından yine felsefeci olan babası tarafından terk edildiği dönemi perdeye taşır. ‘Bir ömür boyu kendisini seveceğini düşündüğü’ kocasının açıklamasıyla şaşkınlığa düşen, sonrasında yaşlı annesinin ölümü ve yetişkin çocuklarının yuvadan uçmasıyla kendini hiç beklemediği bir özgürlük alanının tam ortasında bulan 50’li yaşlarındaki kadın için filmin Fransızca özgün ismi olan ‘Gelecek’ ne çok karanlık ne de çok aydınlıktır. Hayat sakin akışına bırakılarak yaşanacaktır.
2021 yapımı ‘Bergman Adası / Bergman Island’ birlikteliklerini sürdüren ikisi de yönetmen çiftin hikâyesi üzerine serbest vezin bir çalışmadır. Parisli kadın sinemacının kendisinden 15 yaş büyük olan Fransız sinemacı Olivier Assayas ile 2016’da noktalanmış uzun bir birliktelikleri ve bu ilişkiden dünyaya gelmiş bir kızları olduğunu biliyoruz. Kendisi hikâyenin tümüyle özyaşamsal olmadığını ifade eder bir kez daha. Ve hikâye otobiyografiyi aşarak, bir kadın sanatçının geçmişini ve geleceğini sorguladığı yaratıcılık egzersizine dönüşür. İlk bir saatlik bölümü Ingmar Bergman üzerine yoğun referanslar barındıran yapıt, sanıldığı gibi İsveçli efsanevi yaratıcı üzerine bir çalışma, Bergman’ı yücelten ya da yapamadıkları için eleştiren bir film değildir. Referans aldığı ustası onun için bir teselli kaynağı, öykünün ana karakteri için bir nevi sığınak olarak kalmaya devam edecek, ancak tanıklıkları onun kendisini keşfetmesine yol açacaktır.
Hansen-Løve bizde Filmekimi gösterimlerinde büyük beğeni toplamış son filmi ‘Güzel Bir Sabah / Un Beau Matin’de daha önceki filmlerinde kendisine ilişkin hayal kırıklıklarının izlerini gözlemlediğimiz babasını karşımıza çıkarır. Hayatını düşünmeye adamış, birçok şeyi kaybetmenin ve adım adım kaybedecek olmanın ürkütücü farkındalığını deneyimleyen felsefe profesörünün dramını perdeye taşıyan ve kimilerinin ‘Gelecek Günler’in bir çeşit devamı olarak nitelediği film, eşini kaybetmiş, hayatın türlü dertleri ile boğuşan tek çocuklu Sandra’nın mutlu olma arayışının öyküsü etrafında şekillenir. Léa Seydoux, Pascal Greggory, Melvil Poupaud, Nicole Garcia’dan oluşmuş benzersiz oyuncu takımı ile bir kez daha oto-kurmaca’ya yönelir sinemacı. Babasını unutturmama çabası ile onun ‘Balade en Maladie Rare’ (Nadir Hastalıklarda Gezinmek) notları girer öyküye. İsveçli caz piyanisti Jan Johansson’ın müziklerini ustası Bergman’ın az bilinen ve evlilik dışı bir tutku üzerinden gelişen 1969 yapımı ‘Temas / The Touch’ filminden ödünç alır. Babanın Schubert tutkusu -Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’na da bezemiş olduğu- bestecinin hüzünlü piyano sonatında yansır. Şu üç günlük ömürlerinin tadını çıkarmak için çabalayan Sandra ve Clément’ın mutlu olma ihtimallerine son jenerikte Bill Fay’in kendi yorumladığı bestesi ‘Love Will Remain’ eşlik eder. Kısacık hayatımız bir su gibi akıp gidecek, geriye aşk kalacaktır çünkü.
(21 Eylül 2023)
Ferhan Baran