Selin Sabit

Saatler (The Hours)
Kadının mektubundan – Her açıdan benim için her şey oldun. Söylemek istediğim; hayatımdaki bütün mutlulukları sana borçlu olduğum… Bana karşı sonsuz sabırlı ve inanılmaz iyiydin. Senin iyiliğine olan inancım dışında her şeyimi kaybettim. İki insanın bizden daha mutlu olabileceğini sanmıyorum…
*
Kadın – Richard… Bir şey yapmana gerek yok. Tek yapman gereken orada bulunmak. Koltukta oturursun. Ben yanında olacağım. Eserlerinin yaşayacağını sana söylemek isteyen bir grup insan olacak.
Adam – Öyle mi? Eserlerim yaşayacak mı? Buna tahammül edemem Clarissa…
Kadın – Neden böyle söylüyorsun?
Adam – Yapamam.
Kadın – Neden?
Adam – Çünkü ben bir yazar olmak istemiştim.
Kadın – Yani?
Adam – Bütün bunları yazmak istemiştim. Bir anın içinde olan her şeyi. Onları kollarında taşırken çiçeklerin nasıl göründüklerini… Bu havlunun nasıl koktuğunu, dokununca nasıl bir his verdiğini… Bütün hissettiklerimizi… Senin ve benim… Bir zamanlar bizim olan şeyin hikâyesini… Dünyadaki her şeyi. Karmaşık olan her şeyi. Şimdiki gibi karmaşık olan. Ama başaramadım. Başaramadım… Neyle başlarsan başla, sonunda elinde daha da az kalıyor… Kahrolası saf gurur… Ve aptallık… Her şeyi birden istiyoruz değil mi?
Kadın – Sanırım öyle.
Adam – Beni sahilde öpmüştün.
Kadın – Evet.
Adam – Hatırlıyor musun?
Kadın – …
Adam – Kaç yıl önceydi?
Kadın – Tabii. Ben…
Adam – O zaman ne istiyordun?
Kadın – …
Adam – Yanıma gel…
Kadın – Buradayım…
Adam – Yanıma gelir misin lütfen? Elimi tut. Bana kızar mıydın?
Kadın – Partiye gelmediğin takdirde mi?
Adam – Ölürsem bana kızar mıydın?
Kadın – Ölürsen mi?
Adam – Bu parti kimin için?
Kadın – Ne demek istiyorsun? Ne soruyorsun? Ne söylemeye çalışıyorsun?
Adam – Hiçbir şey söylemeye çalışmıyorum. Diyorum ki; sanırım yalnızca seni mutlu etmek için hayatta kalıyorum.
Kadın – N’olmuş? Yaptığımız bu zaten. İnsanların yaptığı bu. Birbirleri için hayatta kalmak…
*
Kadın – Bir sabah şafakla birlikte uyandığımı hatırlıyorum. İçimde, her şey mümkün olabilirmiş gibi bir his uyandı. O duyguyu bilir misin? Kendi kendime şöyle düşündüğümü hatırlıyorum. “İşte bu mutluluğun başlangıcı. Buradan başlıyor ve elbette her zaman daha fazlası olacak.” Ama fark etmemiştim. Başlangıcı değildi. O, mutluluktu. O andı. Tam o an…

Paris, I Love You (Paris, Je T’Aime)
Adam – Ayaklarını ovabilir miyim?
Kadın – Neden ayaklarımı ovalamak istiyorsun?
Adam – Çünkü ayakların ağrıyor.
Kadın – Öyle mi?
Adam – Tüm gece rüyamda koştun.
*
Adam – Yanılgıdan kurtul… O’nun gitmesine izin verirsen ölürsün. Kalbin ölür. En kötü ölüm de budur!
*
Adam – Alo.
Kadın – Thomas, dinle.
Adam – Francine…
Kadın – Dinle! Öyle zamanlar olur ki hayat bizi değişmeye çağırır. Bu bir geçiştir. Mevsimler gibi… İlkbaharımız harikaydı. Ama yaz bitti. Sonbaharı da kaçırdık. Ve şimdi her şey soğuk. Her şey çok soğuk ve her şey donmaya başladı. Aşkımız uykuya daldı. Ve kar amansızca üzerimize çullandı. Karların içinde uyursan ardından ölüm gelir. Kendine iyi bak…
*
Kadın – Anlayacağına eminim.
Adam – Seninle ilgili şeyleri hiç anlamadım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu