Selin Sabit

Şellale
Kız çocuk – Rüya görmezsek n’olur bize Cemal?
Erkek çocuk -Valla hiç belli olmaz. Bir bakarsın ölüveririz. Çocuklar rüya görmezlerse ölürler.

Dondurmam Gaymak
Amca – Her derdin dermanı vardır. Önce dert, sonra derman. Salim kafayla düşüneceksin. Sıkkın kafayla olmaz. N’olacak? Hem bulunmazsa çare, bulunmayıverir… İnsan yine de canına kıyar mı? Senin canın zaten sırf sana ait değil. Cenab-ı Allah, bedenimizi bize emanet etmiş. Öyle aklına esince emanete ihanet edilmez. Allah’ın verdiği canı, Allah alır. Seni emdiren anan, yemek pişiren karın, bir bardak çay ısmarlayan arkadaşının bile hakkı var sende. Bırak yakınlarını, sırtındaki şu gömleği dokuyan adamın bile hakkı var. Bugünlere öyle havadan mı geliverdin? Yemek yemedin mi, su içmedin mi? Şu gördüğün dağların, ormanların, gökteki havanın bile hakkı var sende. Hem sarmısaklı cacığın, zeytinyağlı çalı fasulyesinin, armutlan üzümün tadını bırakır da canına kıyacak olur mu insan?
Adam – Bunlar aklıma gelmiyor o zaman. Dünya gözümde kararıveriyor…
Amca – Karartmayacaksın işte. Ölüm nasıl olsa gelecek. Kaçış yok. Ne acelen var? Dünya bir penceredir, sırası gelen bakar geçer. Kesin olanın değil de ihtimalin arkasına düş. Ölüm kesin, hayatsa ihtimal. Hem nereden bileceksin yarın ne olacağını? Bende bir zamanlar canıma kıyacak oldum, senin gibi. İyi ki kıymamışım…
Adam- Ne zaman?
Amca – Gençliğimde. Düriye’ye yangındım. Onsekiz, ondokuz yaşlarında. Deli gibi bir şey oldum. Gözümde ne yemek içmek, ne gezmek… Düriye’den başka bir şey görmüyorum. Ama Düriye’de beni beğenip de bana yüz vermiyor. O yüz vermedikçe, ben yanıyorum; ben yandıkça o yüz vermiyor. Derken askere gittim. Askerde gün sayacağıma, Düriye’yi sayıyorum. Hem o zaman askerlik şimdi ki gibi değil, dört sene o zaman, dört sene. Derken birgün bir mektup geldi. Düriye’yi Hulusi’ye vermişler de düğün oluyormuş. Aklım başımdan gitti. Bir firar ettim, geldim. Kaçıracağım Düriye’yi. Başladım evinin etrafında dönmeye. Ama Düriye’nin bu kadar yerini göremiyorum. Derken düğün günü de geldi zaten. Soktum belime tabancayı, düğün yerine… Bir zeybek havası çaldırdım, başladım oynamaya. Gözüm, Düriye’de… Düriye’de benden tarafa bir baksa düğünü dağıtıp kaçıracağım, amma nerdeee? Düriye’nin benim orda olduğumdan, varlığımdan bile haberi yok. Bu da benim çok ar’ıma, çok zoruma gitti. Dünya gözümde kararmaya başladı. Geldim eve, dayadım silâhı kafama… Tam tetiği çekeceğim; nereden geldiğini bilmediğim ilâhi bir ses: “Ulan Arif, n’apıyorsun, değer mi, seni sevmeyen, seni istemeyen, sana yar olmayan kız için değer mi canına kıymaya. Hem bakalım o kız yarın kocadığında böyle güzel olacak mı? At elinden silâhı…” dedi, bende nasıl olduysa fırlatıp atmışım elimden tabancayı… İşte ondan sonra uzuuun yıllar geçti. Bende yaşlandım. O’da kaç çocuk, kaç torun sahibi oldu. Yüzü buruştu. Ama halen güzel, halen güzel… Ben zaten ordaki Düriye’yi değil, gönlümdeki Düriye’ye yangınmışım. Güzel olan gönlümdeki Düriye… Şimdi şimdi düşünüyorum da iyi ki canıma kıymamışım…

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
Adam – Niye böyle oldu be abi? Ben çok sevmiştim be abi. O kadar mektup gönderdim. İnsan bir cevap yazar. Benim günahım ne be abi.
2. Adam – Bak koçum. Belli olmuyor ama benim bir tek kulağımın arkası kaldı. Artık acı çekmekten ve acı çektirmekten zevk almamayı öğrendim. Sevgililer… Bizim olanlar ya da olmayanlar. Hepsi iz bırakır. Bu izler şimdi seninki gibi çom derinini çiziyor, hepsi kalır. Ama inan yeni izlerde olacak. Yaşlıları düşün, sanki her şeyi bilirlermiş gibidirler. Ama öyle değil. Ne kadar acı çekersen çek, şunu hiç unutma, çizilecek bir yer hep vardır ve çizecek bir yer. Ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya, ya da resim olurlar senin gibi, kazına kazına.
Adam – Beni çok derin kazıdılar abi.

Devrim (Revolution)
Adam – Daisy?
Kadın – Ne?
Adam – Sana ceketini veren adam? Kaptan… Sana denizi öğreten.
Kadın – Evet, öğretti.
Adam – İyi bir denizci mi?
Kadın – Evet öyle.
Adam – Şimdi Philadelphia da mı?
Kadın – Hayır.
Adam – Onunla evlenecek misin?
Kadın – Hayır. Sadece seninle Tom, sadece seninle…

Aşk Zamanı (Fa yeung nin wa – Hua Yang Nian Nua – In The Mood For Love)
Adam – Eski zamanlarda birinin paylaşmak istemediği bir sırrı olduğu zaman ne yaparlarmış, biliyor musun?
2. Adam – Hiçbir fikrim yok.
Adam – Dağa çıkıp bir ağaç bulurlarmış ve üzerine bir delik açarlarmış. Sırlarını deliğin içerisine fısıldayıp çamurla üzerini kapatırlarmış. Ve sonuna kadar sırları orada kalırmış.
2. Adam – Ne kadar kötü, ben gidip birini bulurdum.
Adam – Herkes senin gibi değil.

Kayıp Şehir (The Lost City)
Adam – Başa dönebilmeyi isterdim.
2. Adam – Başlangıçları severim.
Adam – Neden?
2. Adam – Henüz hiçbir şey olmamıştır, umut vardır, iyimserlik…
Adam – Peki ya son?
2. Adam – Ona boş yere son vermiyorlar. Sonlardan nefret ederim. Tabi sonun, başlangıcın değilse. Böylece başlangıcın da sonun olur. Böyle bir sonu sevebilirim.
Adam – Şimdi nerdeyiz?
2. Adam – Nerede olduğunu bilmiyorsan, ortadasın, demektir.
Adam – Bundan hiç şüphem yok.

Gecenin Sesi (The Night Listener)
Çocuk – Sen ve Jess iyisiniz, sahi o nasıl?
Adam – Çok iyi.
Çocuk – Peki, onunla ne zaman konuşurum.
Adam – Aaa! İşte o biraz zor. Bir hafta önce taşındı.
Çocuk – Yapma ya… Çok kötü!
Adam – Evet. Yalnız kalmak istiyormuş ama döneceğini söyledi.
Çocuk – Ama inanmıyorsun değil mi?
Adam – Birisi, ”Yalnız kalmak istiyorum” derse, terkedilmişsinizdir.

Kirli Para (The For the Money)
Adam – Bir daha sakın yapma Walter. Walter, şansını fazla zorluyorsun.
2. Adam – Brandon, beni dinle, söyleyeceklerime dikkat et, tamam mı? Fazla zorlama diye bir şey yoktur. Anladın mı? Her şeyi istediğin kadar zorlayabilirsin. Zorlarsın. Zorlarsın. Zorlarsın. Ta ki karşılık alana kadar. O zaman biraz daha zorlarsın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu