Kendimi Sevmek İstiyorum

77. Cannes Film Festivali’nin ses getiren filmlerinden ‘Emilia Pérez’ Jacques Audiard imzasını taşıyor. Fransız sinemasının deneyimli yönetmeni, suçtan narkotik gerilime, melodramdan pembe diziye uzanan faklı türleri aynı potada birleştirdiği hikâyesini bu kez cesur ve sıra dışı bir müzikal polisiyenin hizmetine sunmuş.

Film, çalıştığı hukuk firmasında adaletten çok varlıklı suçluları aklamaya hizmet eden yetenekli avukat Rita’nın çaresiz bakışıyla açılıyor. Suç, yolsuzluk ve şiddetin esir almış olduğu bir iklimde nefes almakta zorlanan genç kadının aradığı kurtuluş hiç beklenmedik bir yerden geliyor. Siyasi bağlantılarını sağlama almış Meksika’nın en güçlü uyuşturucu kartellerinden birinin lideri olan Manistas Del Monte, ondan yıllardır hazırlıklarını sürdürdüğü planını gizlice gerçekleştirmesine yardımcı olmasını istemektedir. Manitas’ın tehdit ile karışık yardım isteğini kabul eden Rita, cinsiyet değiştirme operasyonu için ona kimsenin erişemeyeceği bir yerde yetkin bir cerrah bulur, bunun karşılığında yüklü miktarda bir para alır. Tıkır tıkır işleyen plan sonrasında uyuşturucu baronu sırra kadem basar, karısı ve iki çocuğu da İsviçre’de güvenli yeni bir hayata başlar. Ancak herşeyi silip atarak geçmişi geride bırakmak kolay değildir. Dört yılın ardından çocuklarının özlemine dayanamayan Manitas, yeni adıyla Emilia Pérez, ailesini geri getirmek ve Mexico City’de yeni bir düzen kurmak için yine Rita’nın yardımını ister, lakin geçmişin günahları ile yüzleşmek o kadar da kolay olmayacaktır.

Beyaz bir Avrupalı olarak farklı dünyalardan marjinal yaşamların anlatıcısı olan Audiard, vahşi kapitalizmin çağdaş suç imparatorlukları ile olan ilişkisi üzerine çok önemli şeyler söyleyen Cannes’dan büyük jüri ödüllü 2009 yapımı ‘Yeraltı Peygamberi / Un Prophète’de 19 yaşındaki Arap delikanlının acımasız hapishane koşullarında büyüme ve güç kazanma öyküsünü anlatmış, Cannes’dan Altın Palmiyeli 2015 yapımı ‘Deephan’da bir sitenin kapıcılığını yapan Sri Lankalı eski Tamil gerillasının ülkesindeki iç savaş gerilimini Paris banliyösüne taşımıştı. Kanadalı yazar Craig Davidson’un öyküsünden yola çıktığı 2012 yapımı ‘Pas ve Kemik / De Rouille et d’Os’ta, geçmişin yaralarının üzerine sünger çekmeye, hayata tutunmaya çalışan iki kayıp ruhun hikâyesi çerçevesinde, toplum dışında kalmış, sınırlarda yaşayan figürleri gündeme getirmiş olan sinemacı, bir diğer Kanadalı yazar Patrick deWitt’in aynı adlı romanından çektiği, dünya prömiyerini yaptığı Venedik’ten en iyi yönetmen ödülü ile dönmüş olduğu 2018 tarihli ‘Sisters Biraderler / The Sisters Brothers’ ile bu kez Western’e el atmış, farklı karakterde iki kardeşin tekinsiz öyküsü vasıtasıyla varolmanın karanlığı ve aydınlığı üzerine kafa yormuştu.

72 yaşındaki üretken sinemacının durmak bilmeyen koşusu, farklı kültürler aracılığı ile insan doğasını irdeleme arzusu sürüyor. Bu kez Fransız yazar Boris Razon’un 2018’de yayımlanmış çok parçalı romanı ‘Écoute / Dinle’nin bir bölümünden yola çıkarak çektiği Emilia Pérez’in Mexico City’de geçen çizgi dışı öyküsünü bilmediği bir dilde İspanyolca konuşan oyuncularla çekmiş. Audiard bununla da kalmamış, uzun zamandır içinde ukde olarak kalmış müzikal çekme arzusunu marjinal öykünün hizmetine vermiş.

Bob Fosse başyapıtı ‘Cabaret’, ‘Les Parapluies de Cherbourg’ ya da ‘Hair’ gibi tarihi ve politik arka plana sahip müzikalleri sevdiğini ifade eden sinemacı, cinayet, vahşet ve toplu katliamlar ortamında hukukun işlemediği kayıp giden Meksika fonu üzerinden yükselen bir cinsel özgürlük çığlığını duyurmak istemiş. Adaletin satışa çıktığı yozlaşmış bir toplumda mutsuzluğunu ve çaresizliğini yaşayan Rita’nın yolu dilediği biçimde yaşamayı arzulayan, benliği ile onu bir gölge gibi takip eden canavar kişiliği arasında bocalayan, hissettiği gerçeği ile yaşamak ve kendini sevmek isteyen Manitas ile kesişiyor. Arzular, tutkular, özgürlük hayalleri müzikallerde pek rast gelmediğimiz cesurlukta şarkı sözleri ve danslarla dile geliyor.

Film Cannes’dan çok rastlanmadık bir biçimde iki ödülle birden döndü. Üçüncülük anlamına gelen Jüri Ödülü ve de filmin 4 kadın performansına toplu olarak takdim edilen ‘en iyi kadın oyuncu’ ödülüyle birlikte. Rita’da Zoë Saldaña, Manitas’ın karısı Jessi’de Selena Gomez, Eliza’nın kaçamak sevgilisi Epifania’da Adriana Paz, Jessi’nin aşığı Gustavo’da Édgar Ramírez’i ilgiyle izliyoruz. Ancak filmin asıl yıldızının hem Manitas hem de Emilia’yı canlandıran trans oyuncu Karla Sofía Gascón olduğunun altını çizmeliyim. Besteci Clément Ducol ve şarkıcı Camille Dalmais’nin akılda kalıcı şarkıları, Belçikalı koreograf Damien Jalet’nin hazırlamış olduğu dans sekansları birinci sınıf. Paul Guilhaume’un ışıklandırma efektleri ile bezenmiş 35 mm’lik görüntü çalışması da öyle. Audiard’ın nicedir düşlediği Almodovar hissiyatındaki çağdaş operasını kaçırmamanızı, tüm görkemi ve renkliliğinin tadına varabilmek için mümkünse geniş perdede izlemenizi öneririm.

(06 Aralık 2024)

NOT: Bu yazı yayına girdiği sırada, ‘Emilia Pérez’ 07 Aralık 2024 akşamı İsviçre’nin Lucerne (Luzern) kentinde gerçekleşen 37. Avrupa Sinema Ödülleri töreninde En İyi Film, Yönetmen ve Senaryo (Jacques Audiard), Kadın Oyuncu (Karla Sofía Gascón), Kurgu (Juliette Welfling) dallarında toplam 5 ödül kazanarak geceye damgasını vurmuştur.

(08 Aralık 2024)

Ferhan Baran

[email protected]

Karantina Filminin İlk Fragmanı Yayında, Fragmanı İzlemek İçin Sinemaya Gidiyorlar

Beyza Alkoç’un en çok satanlar listesinin en başında yer alan Karantina kitabının, aynı isimle sinema uyarlamasının ilk fragmanı sinema izleyicisi ile buluştu. Fragmanı izlemek için sinemalara bilet alındığı öğrenildi. Meltem Akçöl, Demirhan Demircioğlu, Onur Bay ve Taha Baran Özbek’ten oluşan ‘Mahşerin dört atlısı’ ile duayen İlker Aksum ve Deniz Uğur’un rol aldıkları film, kitap okurlarının beklentisini fazlasıyla karşılayacak. Filmin detaylarını çok merak eden ve çekimler sırasında da bilgi alabilmek için set önünde bekleyen sinemasever meraklılar, şimdi de Karantina’nın ilk fragmanı izleyebilmek için sinemaya bilet alarak giriyorlar.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Rıza Oylum’dan İran’da Sinema Öğrencilerine Üç Konferans

İran Sineması kitabının yazarı Rıza Oylum, İran’da sinema eğitimi veren İran Gençler Sinema Derneği’nin (IYCS) Tebriz ve Hamedan şubelerinde ve Tahran’daki Pars Üniversitesi’nde Türkiye ve İran sinemasının etkileşimlerini konu alan bir dizi konferans verdi. Festivallerde hangi filmlerin ödül aldığı ve ödül alan filmlerin özelliklerine de değinen Rıza Oylum’a İranlı sinema öğrencileri ortak yapım ve Türkiye’de film çekme üstüne sorular sordular.

Rıza Oylum’dan İran’da Sinema Öğrencilerine Üç Konferans yazısına devam et

Yunanistan Sineması Günleri 2024

Yunanistan’dan EMEIS Kültür Kolektifi ile Türkiye’den istos film ve istos yayın’ın ortaklığında üçüncüsü düzenlenen Yunanistan Sineması Günleri, 03 – 08 Aralık 2024 tarihlerinde Pera Müzesi’nde gerçekleşecek. Bu yıl etkinliğin açılışı Pantelis Voulgaris’in 9 Numaralı Forma (Η Φανελα Με Το 9 – The Striker Wıth Number 9) adlı filmi ile yapılacak. Menis Koumandareas’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve yetenekli ancak hırsıyla kendi kendini yok eden futbolcu Vasilis (Bill) Seretis’in hikâyesini anlatan 9 Numaralı Forma, futbol dünyasının görkemli görüntüsünün ardındaki yozlaşmış mekanizmayı da gözler önüne seriyor.

Yunanistan Sineması Günleri 2024 yazısına devam et

Hayat İleriye Bakarak İlerler

Unutulmaz ‘Mary and Max’in yönetmeni Adam Elliott uzun bir aranın ardından binbir emekle kotardığı yeni filmi ‘Bir Salyangozun Anıları / Memoir of a Snail’ ile sinema salonlarını şenlendiriyor. Avustralyalı dahi sinemacının bilgisayar mamullerine yüz vermeden, stop-motion tekniği yoluyla el emeği büyüleyici görsellerini sinema sanatının hizmetine sunduğu son animasyonu, Elliot’un önceki çalışmaları gibi yetişkin izleyici için yapılmış yılın ufuk açıcı deneyimlerinden biri olarak ilginizi bekliyor.

Film, Grace Pudel’in ağzından geriye dönüşlerle onun hayat hikâyesi etrafında şekilleniyor. Ancak öykü yalnızca onun öyküsünü anlatmakla kalmıyor, başta ikiz kardeşi Gilbert olmak üzere Grace’in hayatına giren ve yaşam çizgisinde ona yön verenlerin serüvenine de ortak ediyor izleyiciyi. Pudel ikizleri doğumda annelerini kaybederek hayata bir adım geriden başlıyor. Grace’in tavşan dudak problemi küçük kızın küçük yaşlardan başlayarak akran zorbalığına maruz kalmasına neden oluyor. Bu noktada, şen şakrak baba ve yaşamı dolduran diğer aile bireylerinin güvenli ortamına sığınan Grace ile Gilbert, babanın

erken kaybıyla ülkenin iki ayrı ucunda oturan koruyucu ailelere teslim ediliyor. Nüdist bir çiftin evinde yalnız ve sevgisiz kalan Grace annesinden miras porselen salyangoz koleksiyonuna sarılıyor. Erkek kardeşi ile birlikte kurduğu canlı salyangoz ailesi misali kabuğuna çekilmiş, sevgili kitaplarıyla birlikte inziva bir hayat süren Grace ergenlik yaşlarına eriştiğinde karşısına çıkan görmüş geçirmiş Pinky’den kabuğunu kırma ve hayata katılma konusunda önemli dersler alacaktır. Kızkardeşi kadar şanslı olmayan Gilbert ise, yerleştirildiği aşırı tutucu Hristiyan ailenin baskıcı evreninde gerçek duygularını ortaya dökmekte zorlanacaktır.

Elliott bir kez daha kendisinin ve dostlarının yaşamlarından buruk anılar ve travmaları eşsiz metaforlar üzerinden aktarmayı seçmiş. Grace bir kavanozda beslediği gözde salyangozuna, hayatının büyük bölümünü psikolojik sorunlar ile geçirmiş ve genç yaşta intihar etmiş Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath’ın adını veriyor örneğin. Doğuştan ötekiler evreninde kaybolmuş genç kızın obje istifçiliği Elliot’un gerçek annesine bir ithaf. Grace’in tavşan dudak problemini yine yakın bir dostunun travmasından izler taşıyor.

Paris’te sokak performansçısı olmayı hayal eden Gilbert’ın baskıcı bir ortamda eşcinselliğini gizleme çabası ve sinema yapma tutkusu yönetmenin kendi yaşamından süzülüp gelmiş. Feleğin çemberinden geçmiş, kuzey ışıklarını görmüş, Fidel Castro ile pinpon oynamış, farklı bir sürü işin üstesinden gelmiş Pinky karakteri Grace’in ilham kaynağı oluyor. Onun dostluğu genç kıza kaybettiklerini unutturuyor. Ona Sylvia’yı azat ederek, yaşamın renklerine ve güzelliklerine açılma zamanının geldiğini hatırlatıyor.

Pinky’nin ağzından dökülen Kierkegaard’ın ‘yaşam geriye doğru bakarak anlaşılabilir, ancak yaşamak için ileriye bakmalıyız’ deyişinden yola çıkmış olan Avustralyalı sinemacı yalnızca Grace’e değil hepimize eşsiz bir yaşam dersi sunuyor. Hayatın sarp yollarında salyangozlar misali geriye doğru değil, geçtiğimiz yoldan bir kez daha geçmeden ileri doğru yürümemizi öğütlüyor. Gri-bej-kahverengi patikalardan gökkuşağının rengarenkliğine ulaşma çabasının yaşamanın amacı olduğunu hatırlatıyor.

Bu güzel ve benzersiz filmin elle emekle yaratılmış ve çok kısa bir süre içinde içimizden birileri olarak benimsediğimiz karakterlerini başarı ile seslendiren Avustralyalı sanatçılar arasında, Grace’de Sarah Snook, Pinky’de eşsiz Jacki Weaver, Gilbert Pudel’de ‘The Power of the Dog’un yükselen genç ismi Kodi Smit-McPhee’in adlarını ayrıca anmak isterim. Gilbert’ın koruyucu ailesinden bağnaz Denise Floyd’un ise bizzat Adam Elliott tarafından seslendirildiğini son bir not olarak düşelim.

(05 Aralık 2024)

Ferhan Baran

[email protected]

Bir Salyangozun Anıları

Adam Elliot’un yönettiği ve Sarah Snook, Kodi Smit McPhee, Magda Szubanski ile Eric Bana’nın oynadığı Bir Salyangozun Anıları (Memoir of a Snail), 06 Aralık 2024’de Başka Sinema dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
El yapımı stop-motion bu canlandırma filmin kahramanı Grace Pudel, süs salyangozları toplamaya meraklı ve kitap âşığı, yalnız ve uyumsuz biridir. Grace küçük yaşta, ikiz kardeşi Gilbert’ten ayrıldığında, endişe ve kaygının kucağına düşer. Yıllar geçip ardı ardına çeşitli zorluklarla karşılaşmasına rağmen, cesaret ve yaşam arzusuyla dolu Pinky adlı yaşlı bir kadınla dost olur ve gelecek umudu yeniden yeşerir.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Bir Salyangozun Anıları yazısına devam et

Her Şeyin Başı Merkür Filminin İlk Fragmanı Yayınlandı

Kahkaha dolu bir aşk ve başarı hikâyesini eğlenceli bir dille sinemaya taşıyan Her Şeyin Başı Merkür filminin ilk fragmanı yayınlandı. Sinem Kobal ve Alp Navruz’un başrollerini paylaştığı film, 13 Aralık’ta vizyonda. İdealist hayallerle mesleğe başlayan fakat kendini bir anda astroloji yazarı olarak bulan genç bir gazetecinin iş ve aşk hikâyesini eğlenceli bir dille ele alan Her Şeyin Başı Merkür filmi vizyon için geri sayımına başladı. Yayınlandığı dönemde çok ses getiren Ayşe Balıbey’in romanından Ali Balcı’nın yönetmenliğinde sinemaya aktarılan eğlenceli romantik komedi uzun bir aradan sonra beyazperdeye dönen Sinem Kobal ve Alp Navruz’u buluşturdu.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Korkut Akın Yazıyor: Sofrada Yeri Öküzümüzden Sonra Gelen Kadınlar: Mukadderat

“…korkunç ve mübarek elleri / ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle, / anamız, avradımız, yârimiz / ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen. / ve soframızdaki yeri, / öküzümüzden sonra gelen / kadınlar…” Nâzım Hikmet, Anadolu kadınını böyle betimliyor. Çok çalışan, çok yorulan, çok sorumluluk üstlenen ama asla “ikinci sınıf” olmaktan kurtulamamış kadınların öyküsü sinemanın da ilgisini çekiyor en az edebiyat kadar. Nadim Güç’ün, Erdi Işık’ın, … Devamı… »

Boudica

Jesse V. Johnson’un yönettiği ve Olga Kurylenko, Tim Barber, Andy Beckwith ile Tom Bennett’in oynadığı Boudica (Boudica: Queen of War), 07 Mart 2025′de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir Kelt savaşçısı olarak eğitim almış Boudica kocası Prasutagus ile birlikte Kuzey Britanya’da yaşayan Iceni kabilesini yönetmektedir. Kocasının ölümü üzerine tahtta oturacak bir erkek varis kalmadığı için, Romalı’lar Boudica’nın tüm mal varlığına ve topraklarına el koyarlar. Boudica, çılgınlığın eşiğinde intikam almaya yemin eder. Etrafında toplanan İngiliz ve Kelt kabileleri ile güçlerini birleştirerek Roma İmparatorluğu’na karşı savaş açarlar.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Boudica yazısına devam et

Büyük Heyecanla Beklenen Ejderhanı Nasıl Eğitirsin Filminin İlk Fragmanı ve Afişi Paylaşıldı

DreamWorks Animation’ın büyük beğeni toplayan Ejderhanı Nasıl Eğitirsin üçlemesinin arkasındaki yaratıcı görüş sahibi, üç kez Oscar adayı Dean DeBlois’ten, seriyi başlatan filmin canlı oyunculu uyarlaması sinemalara geliyor. Vikingler ve ejderhaların nesiller boyu amansız düşmanlar olduğu Berk adasında Hıçkıdık farklı bir duruş sergiliyor. Vast Şefi Stoick’in yaratıcı ama göz ardı edilen oğlu Hıçkıdık, korkulan bir Gecenin Öfkesi ejderhası Dişsiz ile arkadaş olduğunda yüzyıllardır süregelen geleneklere meydan okur. Aralarındaki alışılmadık bağ, ejderhaların gerçek doğasını tümden ortaya çıkararak Viking toplumunun temellerine karşı gelir.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız: 1 / 2
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Büyük Heyecanla Beklenen Ejderhanı Nasıl Eğitirsin Filminin İlk Fragmanı ve Afişi Paylaşıldı yazısına devam et

Korkut Akın Yazıyor: Yasaklar Ters Teper: Beraber

Annesi ölünce, başıboş arkadaşlarıyla “serserilik yapmasın” diye babası tarafından Rotterdam’dan İstanbul’a getirilen Zeki (Alihan Şahin), arkadaşlarından uzak kaldığı yetmiyormuş gibi bir de internetsiz bırakılır. Yasaklar başarıya götürmez; sanılanın aksine doğru bir eğitim değildir. Bomboş ama kocaman evde yalnız kalan hareketli Zeki, sokak sporu olarak betimlenen atlamalı, zıplamalı, tırmanmalıdır… Kolaylıkla evden kaçar. Birkaç … Devamı… »

Gökyüzü Çok mu Uzak

74. Berlin Film Festivali ana yarışma seçkisinde dünya prömiyerini yapan ‘Mutfak / La Cocina’ çağdaş sinemanın önemli yeteneklerinden Alonso Ruizpalacios imzasını taşıyor. Fransız Yeni Dalgası tadındaki siyah/beyaz ilk uzun metrajı ‘Güeros’ (2014) ile radarımıza girmiş olan Meksikalı yönetmenin, İngiliz asıllı yazar Arnold Wesker’in 1957’de yayımlanmış aynı adlı oyunundan yola çıkan dördüncü uzun metrajı, dünyanın ve de vahşi kapitalizmin kalbi New York’u mesken almasına karşın filme adını veren mutfakta çalışanlar ağırlıklı olarak kıtanın güneyinden göç etmiş yoksul işçilerden oluşuyor.

Bilinen ışıltısının gerisinde siyah-beyaz Times meydanında lokal bir et lokantasını arayan Meksikalı Estela’nın (Anna Díaz) görüntüsü ile açılıyor film. Genç göçmen kız, köylüsü Pedro’nun (Raúl Briones) çalıştığı yerde bir iş kapma peşindedir. Güney Amerika’nın yoksul beldelerinden türlü umutlarla göç etmiş Dominikli, Kolombiyalı, Meksikalıların, Afrikalı ya da Doğu Avrupalı göçmenlerin yanı sıra alt sınıftan Amerikalıların da çalıştığı fast food servisi veren mutfakta, hiperaktif Pedro ana karakter olarak filme ağırlığını koyuyor daha sonra. Sarı saçlarının yüzündeki

hüznünü gizleyemediği Julia (Rooney Mara) hamiledir ondan. Pedro kürtaj parasını denkleştirmiş olmasına rağmen genç kadının bebeği aldırmaması konusunda ısrarlıdır. Onu ve bebeği alıp götüreceği orman içindeki bakir ‘Siyah İnci’ köyünde kimseye eyvallahlarının olmayacağı bir gelecek hayalinin düşüyle. Ancak bir fabrikanın montaj hattı gibi işleyen klostrofobik mutfak düzeninde böylesine hayallere yer kalmış mıdır. Restoran kasasından 800 dolarlık bir meblağın çalınmış olduğu söylentisi ile birlikte mekânda işler iyice karışacaktır.

Londra’daki öğrencilik yıllarında çalıştığı ‘the Rainforest Café’ deneyiminden süzülenleri Wesker’in tek mekânda geçen ünlü oyununa döşeyen Meksikalı sinemacının mutfağı, çağdaş kapitalizmin mikrozmosu misali tıkır tıkır işliyor. Duygusal paslaşmalardan yeterince nasibini almamış bir dar alanda yaşam savaşı veren yoksul insanların mücadelesini kimi zaman zincirlerinden kopmuş gerçeküstücü komik bir atmosfer içinde

aktaran Ruizpalacios, her birinin ayrı ayrı düşleri, küçük de olsa hayattan beklentileri olan karakterlerine küçük ama etkileyici dokunuşlarla can vermiş. Umut etmeyi inatla sürdürür onlar, ama molalarda hava almaya çıktıkları çöp arabaları ile dolu Manhattan’ın arka sokağında gökyüzü bile uzaktır onlara. Çok güzel bir planda, kaygısızca uçuşan kuşların özgürlüğüne olan açlıklarını duyumsarız.

Mütevazı restoranın yabancı kökenli patronu kendinden sonra gelenlerin sırtından para kazanırken onları küçük vaatler ile daha verimli çalıştırma derdindedir. Böylece, kapitalizmin sömüren özünü irdelerken, onun topluma dayattığı kalitesiz beslenme düzenine de tanıklık ederiz. Çalışanlar bir montaj hattında sürekli üretmelidir, kalite değil miktar önemlidir. Bu süreçte emekçinin değeri olmadığı gibi, üretilenin de fazlaca bir değeri yoktur.

Filmin, çevreci hareketin öncüsü sayılan Henry David Thoreau’nun dizeleri ile açılması rastlantı değil. ‘Sivil İtaatsizlik’ adlı eseri ile Mahatma Gandhi, Martin Luther King ve Nazi karşıtı direnişe ilham vermiş olan, basitliğin ve otantikliğin önemini vurgulamış, çağdaş teknolojinin insani değerleri örselendirmesinden hep endişe duymuş, ‘lokomotif sesleri rüyalarımızı bölüyor’ demiş olan 19. yüzyıl yazar ve filozofu, Meksikalı sinemacının söylemine tercüman olmuş. Tam da bu nedenle ünlü Times meydanı rengarenk şaşaası içinde değil, evsizlerin düş kırıklıkları ile yansıyor perdeye. Mutfak çalışanlarının kapalı bir ortamda ölümü bekleyen ıstakozlara benzeten Ruizpalacios, çağdaş trajedisini görselleştirirken, siyah-beyaz tercihinin ötesinde klostrofobik mutfak ortamında kare format kullanmış. Öykünün mekân dışına taştığı kimi bölümlerde ise genişleyen format ile bir nebze olsun nefes alma fırsatı buluyoruz.

(04 Aralık 2024)

Ferhan Baran

[email protected]

Korkut Akın Yazıyor: Zamanın Köşeleri Yoktur… Mutfak

Arnold Wesker’in 1957 tarihli tiyatro oyunu The Kitchen’dan 1961 yılında filme uyarlanan, şimdi de New York’ta, dünyanın merkezi denilen Times Meydanındaki bir lokantayı göçmenlikle buluşturarak anlatan Mutfak (La Cocina), aradan geçen onca yıla ve farklı ülkelere rağmen hiçbir şeyin değişmediğinin, aslına bakarsanız da yaşamın özeti. Alonso Ruizpalacios’un senaryosunu yazıp yönettiği film, alttakiler ve üsttekiler öyküsü aynı … Devamı… »

Gözü Boynuz, İzi Yaldız: Bir Salyangozun Anıları

Bu yıl, TÜYAP Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Yalvaç Ural’ın tanımıyla başladık. Ural’ın kitabında da güçlü ve güvenli bir öykü vardı, nitelikli… Adam Elliot’un kil canlandırmasında duygulu, öğretici, ama daha çok da soru sorduran ve tabii yine etkili, güçlü bir öykü var.

Adam Elliot’u sinema sevdalıları çok iyi tanır, animasyon filmlerinin en usta isimlerinden… Bu kez, uzun bir aradan sonra, “Bir Salyangozun Anıları” ile gönlümüzü fethetti; bana kalırsa herkesin (özellikle gençlerin ve -genç anne babaların daha da çok) izlemesi gereken bir film.

Dünya değişiyor, buna bağlı olarak insanların tavır ve davranışları da değişiyor alabildiğine. Sadece bireylerin değil, kültürlerin de bakışı farklılaşıyor, bilimsel gerçeklerin ışığında. Bizde, eğitim (hele de şimdiki Bakan’ın küçümseyen yaklaşımıyla) hâlâ yerlerde ve hâlâ yetersiz; bu gidişle düzeleceği de yok. İş, ister istemez hepimizin sırtına yükleniyor. Kendi eğitiminizi kendiniz vereceksiniz. Bunun için de bir rehber gerektiğini düşünüyorsanız, “Bir Salyangozun Anıları” sizi bekliyor.

Bir yaşam…

İkiz kardeşler Grace ve Gilbert, babaları da ölünce koruyucu aileye verilirler; böylelikle iki kardeş ayrı düşerler. Hepimiz biliyoruz ki akran zorbalığı insan yaşamında önemlidir ve ileriki dönemleri de belirler. Grace’i kollayacak kardeşi de yanında değildir ve içine kapanır. En sevdiği salyangoz biriktirmektir ve onunla avunur. Hobiler insanı bir anlamda kurtarırken diğer yanda da yüksek duvarlar arkasına hapseder. Bu, Grace’in yalnızlığının da temel nedenlerindendir.

Çocuk filmi değil, ama…

“Bir Salyangozun Anıları” için, animasyon olduğuna bakarak çocuk filmi demek mümkün değil; çünkü anlatılan hepimizin hikâyesi… Grace’in mutsuz ve yalnızlığı kadar Gilbert da mutlu değildir ve çözümsüzdür. Bütün hayali Paris’te ateş püskürten bir sokak

sanatçısı olmaktır (küçümsememek gerekir, çocuklar kendi hayallerini gerçekleştirsin, bırakın da) ama koruyucu ailesi onun bir satanist olduğuna inanarak öldürmeye bile çalışır. İki kardeşin tek iletişimleri yazabildikleri mektuplardır. Tabii ki, yeniden bir araya gelip mutlu bir yaşam sürmelerinden başka bir talepleri de yoktur.

Grace, yaşlı Pinky (Serçe) ile tanışınca yeni bir pencere açılır önünde. Ancak onun geçebileceği büyüklükte midir o pencere? Kendisini farklı duyumsamayı, geleceğe farklı bakmayı öğrenir. Bir tamirciyle tanışır, evlenir de… Ama yeterli midir bu?

Yerelden evrensele…

Adam Eliot, yerelliği özellikle vurgulasa da, “global” dünyada yerellik de herkes için evrensel artık. 1970’ler Avustralya’sından anlatılan “Bir Salyangozun Anıları”, bir başka ülke için de geçerli. Herkes, bu insanlar için de geçerli kuşkusuz, birçok sorunla yüz yüze yaşıyor ve daha da önemlisi, birbirine benzese de her sorunun ilgili kişide çözümü farklı olabiliyor.

Bir sahnede kahkaha atarken, diğerinde gözlerinizin yaşarmasını engelleyemeyeceğiniz filmde, yönetmenin duygu yüklü bu animasyonunda -yukarıda öğretici dediğime bakmayın- çözüm yolu bulmaya yönelecek ve yaşamı daha esnek kavrayacaksınız.

6 Aralık’tan başlayarak gösterimde.

(03 Aralık 2024)

Korkut Akın

[email protected]

Yeni Barda’nın Yönetmeni Hande Türkel Film Hakkında Konuştu: Filmin İçeriği Gerçek Hayatı Yansıttığı İçin de Sert

Hande Türkel’in yönettiği, senaristliğini ise Cem Özüduru ve Ozan Ağaç’ın kaleme aldığı Barda Cuma günü vizyona giriyor. Sinemamızın en sert filmlerinden Barda’yı 17 yıl sonra günümüz gerçekleriyle yeniden yorumlayan filmin yönetmeni Hande Türkel görüşlerini paylaştı. Kült hale gelmiş bir filmi yeniden yorumlayan yönetmen Türkel, Barda hakkında “Şiddet hayatın içinde olduğu sürece sinemada da var olacak. Spesifik tek bir olay değil ne yazık ki yaşadığımız dünyada sürekli olan olaylar örgüsünü anlatıyoruz. İçeriği gerçek hayatı yansıttığı için de sert.” şeklinde açıklamalarda bulundu.

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu