Türkiye’yi Uluslararası Arenada Temsil Eden Okul Tıraşı Bugün Vizyonda

Katıldığı ulusal ve uluslararası film festivallerde beğeniyle karşılanıp birçok önemli ödül kazanan, ödüllü yönetmen Ferit Karahan’ın ikinci uzun metraj filmi Okul Tıraşı bugün sinemalarda gösterime giriyor. Ferit Karahan’ın, senaryosunu Gülistan Acet ile birlikte kaleme aldığı Okul Tıraşı’nın yapımcılığını Kanat Doğramacı üstleniyor. Baskı ve disiplinin yoğun olduğu bir yatılı okulda hastalanan arkadaşını doktora götürmeye çalışan; fakat okulun bürokrasisini, idarenin vurdumduymazlığını ve zor coğrafi koşulları aşmak zorunda olan Yusuf’un dokunaklı hikâyesini anlatan film, gösterildiği festivallerde seyirci ve eleştirmenlerin favorisi oldu.

Fobilerle Yüzleştiren Serinin Üçüncü Filmi Son Seans: MTTH Bugün Sinemalarda

Yapımını Hann Yapım, yapımcılığını İlkem Şahin’in üstlendiği, proje tasarımı Onur Aşa’ya ait ve fobilerin korkutucu yüzünü ortaya koyan film serinin üçüncü  ve son bölümü Son Seans: MTTH Cuma günü vizyona giriyor. 60 dakikalık üç korku filminden oluşan serinin son filminde Monofobi (yalnız kalma korkusu), Tanatofobi (ölüm korkusu), Tafefobi (canlı gömülme korkusu) ve Hidrofobi (su ve suda boğulma korkusu) işleniyor. Çocukluğunda yaşadığı ebeveyn travması sebebiyle büyük psikolojik sorunlar yaşayan Selim’in, bir yolculuk esnasında fobileri hiç beklenmedik bir şekilde tetiklenecek ve birden şok edici, şaşırtıcı tecrübelerle karşı karşıya kalacaktır.

2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Dopdolu Etkinlikleriyle Devam Ediyor, Bir Kadının Çaresiz Arayışı: Zuhal

2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali devam ediyor. Festivalin Ulusal Yarışma filmi Zuhal’in başrollerinde Nihal Yalçın, Sadi Celil Cengiz, Çağdaş Ekin Şişman, Sena Başdoğan yer alıyor. Film, başarılı bir avukat olan ve İstanbul’un merkezinde yalnız yaşayan Zuhal adlı bir kadının evinin derinlerinden gelen bir kedi sesinin peşinde çıktığı çaresiz arayışı ve o güne dek yüzlerini bile görmediği apartman komşularıyla yaşadığı absürt karşılaşmaları konu alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Söyleşiden görüntüler için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Dopdolu Etkinlikleriyle Devam Ediyor, Bir Kadının Çaresiz Arayışı: Zuhal yazısına devam et

Ani Tarihe Yolculuk Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması

Kars ilinin ve bölgenin önemli tarihi, kültürel ve turistik değeri olan Ani Ören Yeri’ne ilişkin; belgesel film yapımına teşvik etmek, ulusal ve uluslararası platformlarda en geniş izleyici kitlesine ulaştırarak tanıtımına katkı sunmak; gelecek nesillere aktarılmasına imkân sunmak amacıyla Kars Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü desteğiyle Ani Tarihe Yolculuk Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması düzenleniyor. Yarışma sonucunda En İyi Belgesele 25.000, 2. Belgesele 20.000, 3. Belgesele 15.000 TL ödül verilecek. Yarışma komitesi gerekli gördüğü takdirde 3 ayrı katılımcıya da ayrıca 5.000’er TL mansiyon ödülü verebilecek.

Ani Tarihe Yolculuk Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması yazısına devam et

Sûfisin 4. Sûfi Sinema Günleri Başladı

Sûfisin 4. Sûfi Sinema Günleri, Selçuklu Kongre Merkezi’nde gün içinde yapılan açılış töreniyle başladı. Etkinlikte alana dair çeşitli bilimsel çalışmaların değerlendirileceği ve toplumla paylaşılacağı panel, sempozyum vb. etkinlikler de yer alacak. Yapılan konuşmalar sonrasında Tunus’lu yönetmen Nacer Khemir’in Fısıldaşan Kumlar (Whispering Sands) adlı filmi gösterildi ve film sonrasında söyleşi yapıldı. Akşamki galada ise film müzikleri konseri verildi.

Sûfisin 4. Sûfi Sinema Günleri Başladı yazısına devam et

Şarkı Olmadan Gün Sona Ermez

Müzik kültürüne katkıları tartışılmaz, tüm zamanların en çok satan solo sanatçısının yaşam öyküsü nasıl anlatılmalı. 42 yıllık kısa ve fakat fırtınalı hayatına çok şey sığdırmış bir pop ikonuna nasıl yaklaşmalı. Görkemli denemeleri ile geniş kitlelerin ilgisini çekmiş Avustralya asıllı yönetmen Baz Luhrmann, bu yıl Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan ve bitiminde 12 dakika süre ile alkışlanan filmi ‘Elvis’ ile bu külfetli çabanın altından kalkmayı denemiş. 50’li 60’lı ve 70’li yıllara damgasını vurmuş olan Elvis Presley ile ABD’nin 30 yıllık serüvenini koşut biçimde anlatmayı seçmiş. Sözcüsü ise Elvis’i dünyaya hediye eden efsanevi menajer olarak bilinen ‘nam-ı diğer Kardan Adam’ Albay Tom Parker. Kimi eleştirmenlerce yadırganıyor bu tercih. Albayı hikâyenin kötü adamı, yalancı, hilebaz, üç kağıtçı benzeri sıfatlarla ananlar var. Ancak feleğin çemberinden geçmiş, karnavallarda türlü numaralarla ayakta kalmış bu açıkgöz adamın Elvis’in keşfi ve yükselişindeki aslan payı reddedilemez.

Babası karşılıksız çek yazmaktan hapse düşen genç Elvis’in aileyi çekip çeviren annesi ile birlikte mütevazı bir zenci mahallesinde kurduğu yaşam, onun küçük yaştan gospellere, blues ritmine aşık olmasını, siyahların zikir havasındaki aşkın müziğiyle kendinden geçmesine yol açacaktır. Elvis 20 yaşına geldiğinde çocukluğundan aşina olduğu ezgilerle Güney’in country tarzını aynı potada erittiği 1954 yılında çıkan ilk 45’liği (That’s All Right Mama) iki ırkın insanlarını birlikte coşturacak, Louisiana Hayride’da pembe bol kostümü ile sahneye çıktığında müziğinin hareketli ritmine paralel vücut dili, yağlı saçı, kız makyajı ve kalça kıvırmalarıyla özellikle genç kızları kendinden geçirecektir. Albay bu anları “şimdiye dek gördüğüm en güzel karnaval gösterisiydi, o kızların gözünde gördüğüm ‘yasak elma’ydı O” sözleriyle dile getirecektir. Sanatçı bu dönemde B. B. King başta olmak üzere siyahi dünyanın efsaneleri ile tanışacak ve Blues’un kalbinin attığı Beale Street’te saygıyla karşılanacaktır.

Elvis çocukluğunun çizgi süper kahramanları denli güçlü ve zirvededir artık. Captain America misali ‘sonsuzluk kayası’na ulaşmaktır hedefi. Ancak yaşadığı dünya bir süper kahramanlar diyarı değildir. 50’li yılların ‘ırk ayrımcılığı’ belası Elvis’e dur diyecek, cinsel sapkınlık suçlaması ile televizyon yasağı gelecek, ardından hapis tehdidiyle susturulmaya çalışılacaktır. Saçlarını kesip üzerine üniforma geçirip 2 yıllığına deniz aşırı askerlik eğitimine yollanır ve ‘Otomatik Portakal’ misali yadellerden (Almanya) sisteme uyumlu bir ‘Amerikan evladı’ olarak dönmesi beklenir.

Filmin Elvis’in özet geçtiğim yükseliş yıllarını konu alan, iki yüzlü Amerika’ya başkaldıran parlak çocuğun öyküsünün anlatıldığı bir saatlik ilk bölümünün çok başarılı olduğunu söylemek isterim. ABD Güney’inde ateşi hâlâ küllenmemiş ‘ırk ayırımcılığı’nın beter biçimde yeniden hortladığı günümüz ile parallellikler kuran bir bölüm bu. Krolonojik bir anlatımı tercih eden Luhrmann, Elvis’in patlama dönemini kendine özgü coşkun sinemasıyla geniş perdeye aktarmış. Çok başarılı bir kurgu çalışmasının yanında zaman zaman perdeyi 7 – 8 parçaya bölmüş, Elvis’in büyük çıkışının gösterişini izleyiciye aktarmayı denemiş.

Şarkıları seslendirmese de bu film için aranmış bulunmuş Kaliforniyalı genç yetenek Austin Butler gerek aslına benzerliği, gerekse Elvis’in üzerinde çok emek verdiği belli büyüleyici sahne performansını yorumladığı bölümlerde son derece başarılı. Anlatıcı konumundaki menajerde ise yılların aktörü Tom Hanks çok başarılı makyajının da desteğiyle kariyerinin (muhtemelen ona yeni bir Oscar adaylığı getirecek) en ilginç kompozisyonlarından birini veriyor. Kurnaz, üç kağıtçı, kimilerine göre şöhretin zirvesinde kaybolmuş bir ruhu sömüren, onu tuz madeninde bir köle misali çalıştıran filmin kötü adamı, ama kanımca o bu sistemin içinde ayakta kalmaya çalışan, tüm kurnazlığı ve zavallılığı ile çarkın dişlilerinden biri.

42 yıllık kasırgalı bir yaşamı 2,5 saate sığdırmak kolay değil kuşkusuz. Nitekim Elvis’in ikinci 10 yılı ve tüm müzikseverlerin çok iyi bildiği vedası biraz aceleye gelmiş haliyle. Yine de kralın Las Vegas çıkartmasının anlatıldığı o şaşaalı son bölüm sanatçı – menajer ilişkisi ve yıldız personasının kırılganlığı üzerine önemli şeyler söylüyor. Luhrmann’ın ‘Elvis’i beklendiği üzere görkemli bir gösteri. Geniş perdede izlenmesi gereken baş döndürücü olduğu kadar hüzünlü bir yaşam hikâyesi. ‘Şarkı söylemeden gün bitmez’ diyor Elvis filmin bir sahnesinde. Kendini hiç yere inmeyen Ebabil kuşuna benzetiyor. Uçarken uyuyan, yorulduğunda kanatlarını rüzgâra dayayıp dinlenen, bir kereliğine o da ölmek için yere inen.

(23 Haziran 2022)

Ferhan Baran

[email protected]

Çalışmayan Ama Çalan Telefon

… boşlukta yankılanır sesi ve nasıl tedirgin eder insanı, nasıl da korkutur! Çocukluk kâbusu gibi… Gerilim ve korku filmlerini beğeniyorsanız, bu filmi seveceksiniz. Basit, yoğun, yalın, kısa ve güçlü.

13 yaşında bir çocuk; alkolik baba, küçük bir kız kardeş arasında hayaller dünyasına dalınca hem okulda hem de mahallede dışlanır. Kentte kaçırılan çocuklar vardır, akıbeti bilinmeyen… “Gaspçı”, yani çocuk kaçıran bilinse de ne tanınır ne de bulunabilir. Öykünün gelişinden belli ki o çocuk da kaçırılacaktır ve öykümüz öyle başlayacak…

1970’li yılların en büyük kâbusu, bizim için değilse de Amerika için, çocuk kaçırma olaylarıdır. Doğal olarak, herkesi ürküten bu durum yaşamı da belirler. Yönetmen Scott Derrickson, çocuk kaçırma olaylarını, biraz da gizli olarak yaşamın odağında yer alan şiddete bağlıyor. Çocuklar arasında inanılmaz bir şiddet yaşanıyor. Birbirlerini öldüresiye dövüyorlar. Belki de bu çocuk kaçırma olayları, onları bu şiddet sarmalından korumak amacıyla artmıştır, araştırmacıların bilebileceği bir şey.

Merak, heyecan, ürperti sinema için de bulunmaz bir kaynaktır. Buna da bağlı olarak fantastik filmler izleyicinin ilgisini çeker. “Siyah Telefon”da merakın ve gizemin odağında o çalışmayan ama çalan telefon bulunuyor; ilk ilgi odağı… İyi öykü, iyi yönetmen, iyi oyuncular (Finney’de Mason Thames, Gwen’de Madeleine McGraw, babada Jeremy Davies ve tabii, Gaspçı’da Ethan Hawke) ile kuşkusuz çok ilgi çekecektir. Gwen’in gördüğü rüyalara babasının şiddet kullanarak gösterdiği tepki filmin diğer gizemli yanı, çünkü polis inanıyor küçük kıza. Daha önce kaçırılan çocukların o çalışmayan ama çalan telefonla yönlendirdiği Finney, giderek kendine güvenecek ve Gaspçının karşısına dikilecektir. Burada, ‘80ler dizisinin unutulmaz repliği “icat çıkarma”yı, buna da bağlı olarak Rasim Öztekin’i (alkışlar sarsın doğanın kucağında da) anımsamamak elde değil. Finney, kendince denemeler yapan bir çocuk, her ne kadar arkadaşları tarafından dışlansa da… O denemelerinin yararını görecektir.

Filmin, dönemin atmosferini yansıtması açısından rengi, ışığı hatta formatı (bir kısmı “süper 8” ile çekilmiş) iyi düşünülmüş ve başarıyla kotarılmış. Fantastik filmler, gerçeklik duygusu izleyiciye yansıdığı ölçüde başarıya ulaşır. Pandemiyle birlikte yaşamımıza ortak olan maskeler “Gaspçı”nın haletiruhiyesini yansıtıyor. Sahi, o maskelerle yeni fantastik filmler izleyecek miyiz?

Siyah Telefon (The Black Phone), fantastik, korku, gerilim, Yönetmen: Scott Derrickson, Senaryo: Scott Derrickson & C. Robert Cargill, Oyuncular: Mason Thames, Madeleine McGraw, Jeremy Davies, James Ransone ve Ethan Hawke… 24 Haziran 2022 tarihinden başlayarak gösterimde…

(23 Haziran 2022)

Korkut Akın

[email protected]

2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Hız Kesmeden Devam Ediyor, Tekinsiz Bir Üçgen: Ela ile Hilmi ve Ali

Ziya Demirel’in yönettiği Ela ile Hilmi ve Ali, İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde izleyici ile buluştu. Film, aynı apartmanda yaşayan farklı yaşlara ve dünyalara sahip Ela, Hilmi ve Ali’nin hikâyesini anlatıyor. Seyircinin büyük ilgi gösterdiği film için yapılan söyleşiye yönetmen Ziya Demirel, filmin senaristlerinden Nazlı Elif Durlu, oyunculardan Denizhan Akbaba ve Ece Yüksel, yapımcı Anna Maria Aslanoğlu ve filmin kurgusunu yapan Selda Taşkın katıldı.

  • Basın Bülteni
  • Söyleşiden görüntüler için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Hız Kesmeden Devam Ediyor, Tekinsiz Bir Üçgen: Ela ile Hilmi ve Ali yazısına devam et

Ünlü Oyuncu Nursel Köse Yeni Romanıyla Okurlarının Karşısında: 5. Kan

Oyunculuğunun yanı sıra yazarlık kariyeriyle de adından söz ettiren Nursel Köse bu kez fantastik ögeler barındıran eseri 5. Kan ile okurlarının karşısında. Nemesis Yayınları’ndan çıkan romanıyla Nursel Köse, bu hafta sonu Cumartesi günü Suadiye, Pazar günü de Cevahir AVM’deki D & R mağazasında okurlarıyla buluşarak kitabını imzalayacak. Temelini kan grubuna göre beslenmeden alan eser, hazırladıkları aşıyla dünyayı hastalıklardan kurtaracağını iddia eden doktor ve ekibinin, aşının uygulama gününde yaşadıkları şok edici gelişmeyle başlıyor. Macera, gerilim ve polisiye dozu her sayfada giderek yükselen 5. Kan, kurgusuyla okurları sürükleyici bir hikâyenin içerisine çekiyor.

Ünlü Oyuncu Nursel Köse Yeni Romanıyla Okurlarının Karşısında: 5. Kan yazısına devam et

10. Boğaziçi Film Festivali

Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen, Türkiye ve dünya sinemasından seçkin örneklerin gösterimleri, ustalık sınıfları ve söyleşileriyle yılın heyecanla beklenen etkinliklerinden olan Boğaziçi Film Festivali bu yıl 21 – 28 Ekim 2022 tarihleri arasında düzenlenecek. 10. yılına önemli bir değişiklikle adım atan festivalde bu yıl ilk kez uzun metraj belgesel başvuruları ayrı bir kategoride değerlendirmeye alınacak. Küresel salgın nedeniyle son iki yıldır yüzde elli seyirci kapasitesine ev sahipliği yapan Boğaziçi Film Festivali  bu yıl salonlarda tam kapasite film izlemenin heyecanıyla seyircisiyle buluşacağı 21 Ekim 2022 için geri sayıma başladı.

10. Boğaziçi Film Festivali yazısına devam et

Hayvanlar

Nabil Ben Yadir’in yönettiği ve Soufiane Chilah, Gianni Guettaf, Vincent Overath ile Lionel Maisin’in oynadığı Hayvanlar (Animals), önümüzdeki aylarda Başka Sinema dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
35 yaşındaki Brahim, annesinin düzenlediği doğum günü partisine iştirak eder ve bunu gay olduğunu açıklaması için eline geçen önemli bir fırsat olarak görür. Ancak yaşadığı yakın çevresinin gelenekleri ve ailesinde yükselen ve artan gerilim, tüm umutlarını dağıtır, paramparça eder. Yalnız, tek başına ve hayal kırıklığına uğramış, moralsiz, amaçsız bir şekilde gezerken karşılaştığı dört adam, hayatını sonsuza dek dağıtacak, paramparça edecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Korkut Akın Yazıyor

Babayı Öldürmek

Alexander Sokurov’un yetenekli öğrencileri ilgiye değer filmler üretmeyi sürdürüyor. ‘Uzun Kız / Dylda’ ile beğenimizi kazanmış olan Kafkasyalı Kantemir Balagov’un ardından aynı yöreden Kira Kovalenko, geçtiğimiz yıl dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da ödüllendirilen ikinci uzun metrajı ‘Yumrukları Gevşetmek / Razzhimaya Kulaki’ ile sinemalarımıza konuk oldu. Film, Kuzey Kafkasya’nın ücra bölgesinde yaşayan Ada’nın babasının boğucu baskısından kurtulmak için verdiği özgürlük mücadelesi üzerinden ilerliyor. Gürcistan ve Çeçenistan ile komşu olan, yeşilden yoksun kasvetli maden kasabasında hayat tek düzedir. Annenin hayatta olmadığı patriyarkal düzende sıkışmıştır genç kız. Baba evin hakimidir. Yarım akıllı erkek kardeş annesiymiş gibi bağlıdır ona. Başkent Rostov’a kapak atarak kendini kurtarmış ağabeyi Akim’in onu bu mezbeleden kurtarma umudu ile yaşamını sürdürür Ada. Çalıştığı küçük markete mal getiren Tamik’in kendisine yakınlaşmasına sırf evden kurtulmak için karşılık verir.

Yaşadıkları küçük dairenin tek anahtarını elinde tutan baba evin hakimidir. Genç kızı çalıştığı yere kendi üç kapılı arabasıyla götürür. Ada’yı kısa saçlı sever, parfüm kullanmasını istemez. Her daim dizinin dibinde ayak tırnaklarını keserken başını okşar kızının. Öte yandan, kendinden küçük erkek kardeşi Dakko’nun gece yatağına gelip ona sarılarak uyumasını durdurmaya çalışır genç kız. Komşuların dediği gibi Zaur çocuklarının üzerine titreyen örnek bir baba mıdır, yoksa kişilerin iletişim kurmakta zorlandığı, kendilerini diyalog yerine vücut dili ile daha çok birbirlerine dokunarak ifade ettikleri bu hastalıklı aile ortamında, kadınlar erkeklerin bastırılmış arzularının cinsel nesnesi midir. Kovalenko, Ada’nın ‘ailesinin tutsağı olduğunu’ belirtiyor bir söyleşisinde. En yakınlarının sıkı sıkı sarmasıyla kapana kısılmıştır o. Erkekler bir şekilde çekip gidebilirler belki ama ele geçirilmiş kadınlar için koşullar çok daha çetindir. Evlenmek suretiyle baba evinden çıksalar da bu defa koca evinin zindanında tutsak olma tehlikesi vardır.

Filmin çekildiği Mizur kasabasına komşu bir cumhuriyette yetişmiş olan 1989 doğumlu kadın yönetmen Ada’nın yaşadıklarına benzer şeyler deneyimlemiş. Bu umutsuz düzende umudu ve özgürlüğü sinema yapmakta bulduğunu söylüyor. Filmde açıkça ifade edilmese de bedeninde 2004 yılında Çeçenlerin Beslan’daki okula attıkları bombanın izlerini taşıyan Ada psikolojik olduğu kadar, fizyolojik olarak da yaralı. Ayrıca, yetiştiği ailenin kokusunu özlerken yeni bir hayata nasıl başlayabilecektir. Mahallenin tozlu arsasında araba ile gösteriler yapılan, düğün alayına silah seslerinin eşlik ettiği maço kültürün göbeğinde Kovalenko misali özgürlük hayallerine tutunabilecek midir. Babayı öldürmek o denli kolay olacak mıdır.

Filmin babanın sıkılı yumruklarıyla Ada’nın belini kavrayan kollarından kurtulmasını simgeleyen adı ile Marco Belocchio’nun 26 yaşında çektiği ve genç Alessandro’nun işlevsiz aile düzenine isyanını anlatan sarsıcı ilk uzun metrajı ‘Cepteki Yumruklar / I Pugni in Tasca’ya nazire yapıyor yönetmen. Pavel Fomintsev’in kasveti iliklerimize kadar hissettiren soluk görüntüleri, yağmur ve klostrofobik mekânlar ile bezediği gri atmosferi Ada’nın mor ceketi ya da otomobilin camında sallanan masmavi balık süsü ile renklendirirken, rengi bir savunma aracı olarak kullanmayı deniyor. Emilie Dequenne’in çarpıcı ‘Rosetta’sını anımsatan performansı ile Ada’da parlayan ve henüz sinema okulu öğrencisi olan Milana Aguzarova’ya baba Zaur’da deneyimli oyuncu Alik Karaev eşlik ediyor.

(22 Haziran 2022)

Ferhan Baran

[email protected]

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu