4. Malatya Uluslararası Film Festivali, ikinci gününde de dolu dolu geçti. Festivalin Ulusal Uzun Film Yarışmacı filmlerinden Karnaval ve Gözümün Nûru ile Uluslararası Uzun Film Yarışmacı filmlerinden Ilo Ilo izleyicinin ve jüri üyelerinin beğenisine sunuldu. Gösterimlerin ardından yapılan söyleşide Karnaval’ın Yönetmeni Can Kılcıoğlu, filmi izleyiciyle beraber izlemenin deneyimini yaşamaktan büyük mutluluk duyduğunu söyledi. Uluslararası Uzun Film Yarışmacı filmlerinden 1997’de Asya’da yaşanan mali krizin bölgedeki etkilerini ele alan Ilo Ilo filminin kurgucusu Joanne Cheong “Singapur’u bu şekilde tanıtıyor olmak bize çok gurur veriyor. Daha ülkemizin adını duymayan insanlar varken bu filmi birçok ülkede gösterebildiğimiz için çok mutluyuz” dedi.
Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Yayınları
Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenen:
25. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali (Katalog),
25. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali (Program Broşürü),
23. Altın Kedi: İzmir Kısa Film Festivali (Katalog),
23. İzmir Kısa Film Festivali (Program Broşürü),
21. İzmir Kısa Film Festivali Etkinlik Programı.
Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Yayınları yazısına devam et
Sen Aydınlatırsın Geceyi
Sinemamızda ilk renkli görüntüler 1948’de çekilen Çıldıran Kadın (Baha Gelenbevi) filminde yer alır: Kız Kulesi görüntüsü “renkli”dir. Sonradan hâlâ ilk renkli film kabul edilen Halıcı Kız (Muhsin Ertuğrul / 1953) gelir ama aslında bundan önce çekilmiş olan Ali İpar’ın Salgın filmi var. Fakat Halıcı Kız, Salgın’ın geciken teknik işlemleri nedeni ile daha önce gösterime çıkarıldığı için “ilk renkli film olma özelliğini” taşır görülüyor.
Bu filmlerden sonra uzun süre filmlerimiz siyah/beyaz olarak çekilmiştir. Zamanla renk gereksinimi duyulmuş ve önceleri kısmen renkli filmler çekilmeye başlanılmıştır. (!) Bu renkli kısımlar ya filmin final bölümü veya film içinde yer alan bir rüya sahnesi olarak görülür. Bu durum bir süre devam etmiş ve Çanakkale Arslanları (T. Demirağ – N. Eraslan) ve Hıçkırık (O. Aksoy) -bir re-make- renkli olarak çekilmiş ve renkli film sayısı yer yıl giderek artmış ve sonunda tüm filmler renkli çekilir olmuştur. (Öyle yönetmenlerimiz vardır ki, siyah/beyaz filmi yoktur.)
Onur Ünlü, Sen Aydınlatırsın Geceyi filmini bu ortamda siyah/beyaz çekmiştir. (Yalnız belirtmek gerekir ki, filmlerin tümü renklendikten sonra zaman zaman, bazı yönetmenler, çeşitli nedenlerle filmlerini siyah/beyaz çekmişlerdir ama Ünlü filmini özellikle siyah/beyaz çekmiştir. Bu kendi bileceği bir iştir ve buna hiç birimizin söyleyecek bir sözü yoktur, olmamalıdır da…)
Sungu Çapan’ın (Cumhuriyet / 8.11.2013) dediği gibi “Ünlü’nün canının dilediği gibi çektiği” bir film, Sen Aydınlatırsın Geceyi… Buna bir diyeceğimiz olamazmış gibi geliyor, ama bir yönetmen tabiidir ki canının istediği gibi film yapacaktır (tabii yapabilirse, yaptırırlarsa…) ama bu “canının istediği gibi film yapmak” bana da o filmi eleştirmek hakkını veriyor. Tabi canımın istediği gibi değil, filme bağlı kalarak…
Onur Ünlü (Çapan’ın deyişi ile “demirbaş oyuncusu”) Ali Atay’ı nasıl oynatmış? Atay, bir oyuncu; yönetmenin -hele istediği gibi film yaptığı ileri sürülen bir yönetmenin- istediklerini yapacak, yani O’nun yönlendirmesi ile oynayacak… Ama bana bu oyunculuk hiç de doğru gibi gelmedi. Oynanış açısından demiyorum, oynatış açısından diyorum (ve doğru oynatılmış olduğunu da düşünmüyorum: Hiç bir yere bakmayan bakışlarla uzun uzun bakmak. Bu arada kendisine söylenen sözleri duymamış gibi yapmak -duymadığını zannetmiyorum) ve -filmdeki diğer kahramanların da üstün özellikleri olduğu gibi- Cemal (Ali Atay) kapı kullanmadan duvarlardan geçme özelliğine sahip -de, bu filmde iki (yoksa üç mü?) kere kullanılmaktan başka ne özellik taşıyor? (sinema hileleri sağ olsun).
Cemal daha sonraları kapı kullanarak giriyor, dışında bulunduğu mekânlardan içeri… ama sözü edilmeyen bir özelliği daha var Cemal’in. İstediği zaman duvarların arkasını görüyor, işi olduğu için kendisi kabul etmeyen, patronu sekreterini sıkıştırırken görüyor (sadece görüyor…). Bir de ilgi duyduğu kızın (Yasemin) kapısını kapattığı odada soyunmasını ve gidip klozete oturmasını seyrediyor… Sadece seyrediyor, hiç bir şey yapmamaya devam ediyor. Finalde, kendisini terk eden karısının uçağını, kollarını kestiği kızın parmaklarını birleştirerek durdurup -ki sadece uçağı değil hayatı durdurmuştur!?!- karısını indirmek mi. Yoksa hap yutarak yanına mı gitmek isteyince, ne kesilmiş kolların parmaklarının tekrar birleştirilmesi sonuç doğuracaktır, ne de uçmak için yutulan (bir kısmı da yere dökülen) haplar…
Sen Aydınlatırsın Geceyi filmdeki sırayı izleyerek eleştirmek bir yöntemdir ama ben kişilerin özel yetenekleri açısından olaya bakmak istiyorum. Cemal’in motosikleti ile gazoz içmeye götürdüğü Yasemin (Demet Evgar) ile birlikte -Cemal’in doktorunca verilmiş ama o an’a kadar içmeyi aklına getirmediği hapları içerek- havalanarak kentin üzerinde uçmaları sonrasında aynı parka düşmeleri -nasıl geri döndüler?- bir yana, Yasemin’in eli ile cisimleri yönlendirdiği, traktör (dü değil mi?) peşinden motosikleti ile gelen Cemal’i sağa sola savurarak devirmesi, yeteneğini? Bir daha kullanmaması başka bir soru?
Tüfeği ile karısını hamile bıraktığı için vurduğu -öldürdüğünü düşündüğü- iş adamı Dündar’ın (Serkan Keskin) bir süre sonra vurulduğu arabasından inerek, sigara da yakarak, kendisini vuran Cemal’e ölümsüz olduğunu, bir türlü ölemediğini, bunun dayanılmaz bir şey olduğunu, sekreterini (Ezgi Mola / Yasemin’in arkadaşı) sıkıştırmasını, bunu karısına da (Yasemin’e de) yapmış olabileceğini itiraf etmesi… Dündar tüm bunları anlatırken Cemal’in hareketsiz (donmuş gibi) sadece dinlemesini… anlamak?
Cemal’i -güya- tedavi eden ruh doktorunun (Ercan Kesal) burnunun bittiği bir yerlerde, her fırsatta kanayan yeri neresidir ve neden kanamaktadır. Bu,Ünlü’nün dilediği sinemanın bir göstergesi herhalde….
Sokağa serdiği kitapları satan, bu işi geceyarıları da yapan kız (Defne / Damla Sönmez) parmaklarını birbirine değdirerek yaşamı durdurur. Bunu ilk yaptığında Cemal’i de durdurur. İkinci kez parmaklar birbirine değdiğinde yaşam kaldığı noktadan -kesintisiz olarak- devam eder de, ikinci kez yaptığında Defne gibi Cemal de yaşamın duran kısmı dışında kalır ve zaman onlar için devam eder… Peki… kaçan karısına yetişmek için, bir palanın bilediğini gördüğü dükkâna kapısı kapalı iken girip, oradan palayı alıp, yere serdiği kitapların başında uyuklayan Defne’nin yanına gidip, arkasına sakladığı pala ile dirseklerinden kollarını kesip yanına aldıktan sonra, kolların parmaklarını birbirine değdirip yaşamı -karısının içinde olduğu uçağı da havada- durdurup, O’na ulaşmak isterken, yuttuğu haplarla havalanamayan ve parmakları birbirine kenetlese de yaşamı tekrar canlandıramayan… Film bu durumda bitiyor, eğer yanlış görmedi isem… Soru: Defne’nin yeteneği parmaklarında mıdır, yoksa kafasın da mı? Kesilmiş kollarla hayat durdurulurken, hadi yutulan haplarla artık uçamamayı anladım -yeniden neden geri dönüş olmaz, hayat canlanmaz ve- Defne de öldü ya… -Cemal dışında- O da havalanmak için olduğu yerde tepinip durur -hareket eden hiç bir şey yoktur, uçak bile- içinde hareket edemeyen yolcuları ile havada…
Başka neler yok ki…? Önce sadece ses olarak var olan öğretmen sonradan görünür olur, -ölmüş müydü!- ölmüş ise nasıl oldu da vurularak “tekrar” öldü…
Ava gidip ateş etmeden, çapraz astığı tüfeğini bile çıkarmadan, arkadaşının eli ile (elinde silâh olmadan) ateş ederek, önce avları, sonra -yan hakeme şike teklif eden adamı, öğretmeni- öldüren arkadaşı…
Cemal’in yan hakemliği neyin göstergesi, yan hakeme maçın sonucunu değiştirecek kararlar vermesini (bayrak kaldırarak) orta hakemi etkilemesinin istenmesini…
Cemal’in, babasının dükkânının olduğu çarşıdaki dev büyüklüğündeki esnafı…
Ve, kitapçı kız Defne’den -ne olduğu bilinmeden beğenilip sonra tavsiye üzerine- alınan Shakespeare’den, seçilerek Yasemin’e okunan “sen aydınlatırsın geceyi” finalli sonnet’yi, (sonnet’in okunduğu kadının tepkisi: -herhalde midesi bulanıyor ki, kusuyor) içeren ve hediye edilen -bir kadına (sevgiliye) hediye edilebilecek en orijinal şey- kitabın (daha sonra sevgiliye verilmiş olmalı) kafaya (Cemal’in kafasına) fırlatılmasını…
Ve siyah/beyaz filmin, film adının ve jeneriğin renkli (hem de kırmızı) olmasını…
Sorularım bunlar. Yönetmen filmi dilediği gibi yapar. Bunda mutabıkız ama benim de bazı sorularım olabilir…
Bitirdikten sonra: Onur Ünlü’den daha önce iki film izlemiştim, biri Polis diğeri Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi…
(24 Kasım 2013)
Orhan Ünser
Küflenmiş Toplum Düzeni, Yıpranmış Birliktelikler
‘Başka Sinema’ programında yer alan ‘Hayatboyu’ ile tek kopyayla gösterim şansı bulan ‘Küf’, ülkemiz sinemasının bu yılki hasadı içinde öne çıkan, desteklenmesi gereken iki değerli çalışma. Her iki yapım da, ana akım örneklerin gişe garantili duygu sömürüsüne itibar etmeyen, ele aldıkları yakıcı öykülere mesafeli duruşlarıyla cesur ve önemliler öncelikle.
32. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ‘Hayatboyu’, Aslı Özge’nin ikinci uzun metrajı. İstanbul, Ankara ve Adana Film Festivalleri’nde En İyi Film seçilen ‘Köprüdekiler’ (2009) ile İstanbul varoşlarında yaşayan, şehrin merkezinde varolma savaşı veren gençlerin belgesel tadındaki otobiyografik hikâyelerini bir ilk filmden beklenmeyen ustalıkla anlatan Özge, bu defa çok daha yakından tanıdığı yaşamlara çevirmiş kamerasını. Plâstik sanatların saygın ismi Ela ile başarılı mimar Can’ın uzun süreli evliliklerinin, dışarıdan bakıldığında mükemmel görünen, içerden ise yıpranmış, mesafeli birlikteliklerinin hikâyesi bu. Şehrin en seçkin semtlerinden birinde, mimar eşin tasarımı lüks konutu paylaşmakta olan çiftimiz, mutsuzluklarına rağmen değişime, yeniliğe, bilinmeyene yelken açmaya cesaret edemiyor. İlk filmini, maddi imkânsızlık ve eğitimsizlik gibi nedenlerle bulundukları yere sıkışmış insanların çıkışsızlığı üzerine inşa ettiğini ifade eden Özge, bu defa kontrollü yaşamlarında birbirlerine ve yaşadıkları topluma yabancılaşmış bireylerin iletişimsizliği üzerine yoğunlaşmış. Soğuk renklerin öne çıktığı görsel tasarımı, Emre Erkmen’in yine İstanbul Film Festivali’nde ödüllendirilmiş mükemmel görüntü çalışması ve kuşkusuz öykünün büyük bölümünün içinde geçtiği ev mekânı, Özge’nin anlatımına katkı sağlayan en belirgin unsurlar. Taş ve metâlden dört katlı, daracık merdivenleri ve klostrofobik yapısıyla yabancılaşma hissini aktarmada harika bir seçim olmuş söz konusu bu ev. İletişimsizliğin sinemacısı Antonioni’nin eserinden açık esinler taşıyor ‘Hayatboyu’. (Galeride sisler arasındaki açılışın ‘Bir Kadının Tanımlanması / Identificazione Di Una Donna’nın ünlü sis sekansıyla, ya da sondaki uzun plânın ‘Yolcu / Professione: Reporter’ın yedi buçuk dakika uzunluğundaki unutulmaz final sekansıyla akrabalığı gibi). Ve, sinemada ilk kez hacimli bir rol üstlenen deneyimli tiyatro oyuncusu Defne Halman’ın kusursuz performansından ustaca yararlanıyor.
Haftanın ilgiye değer ikinci filmi ‘Küf’, yönetmen Ali Aydın imzalı. İlk kez görücüye çıktığı geçtiğimiz yılın Venedik Şenliği’nde ‘Geleceğin Aslanı’, Selânik Şenliği’nde ‘Gümüş İskender’ ödüllerini kazanmış bu sıra dışı ilk film, daha sonra 32. İstanbul Film Festivali’nin FACE ödülü kapsamında ‘Sinemada İnsan Hakları Yarışması’ bölümünde izleyiciye sunulmuştu. Aydın’ın filmi gözaltında kaybolmuş evlâdı bekleyiş üzerine. İlk bakışta ‘Cumartesi Anneleri’nin simgeleşmiş direnişini akla getiren bu sarsıcı çalışma, başrole babayı yerleştirmiş bu kez. Demiryollarında yol bekçisi olarak çalışan Basri’nin 18 yıl önce üniversite öğrencisiyken gözaltına alınmış tek oğlundan aradan geçen uzun yıllar boyunca tek bir haber alınamamıştır. Oğlu kaybolduktan altı yıl sonra karısını da yitiren Basri yavaş yavaş toplumdan soyutlanmış, devlet erkanına yazdığı dilekçelerle umudunu ayakta tutmaya çalışmaktadır. Defalarca başvurduğu makamlardan herhangi bir yanıt alamadığı gibi hakarete uğrar, işkence görür. Buna rağmen bekleyişini inatla sürdürmeye devam eder. Yönetmen Aydın, yürek parçalayıcı hikâyesinin bir propaganda filmine, bir duygu seline dönüşmesini istememiş. Bu da bu filmin en büyük erdemi kanımca. Kendi deyimiyle ‘acının pornografisini’ yapmak istememiş Aydın. Bir saati aşkın çekilmiş materyali bu amaç doğrultusunda kesip atmış. Çürümüş, kokuşmuş bürokrasi ve adalet düzeninin suskunluğuna ve kayıtsızlığına inat bu arayış hikâyesini, ana motif olan bekleme temasından hareketle, seyirciyi usandırma pahasına uzun plânlar kullanarak anlatmayı yeğlemiş. Dünyanın tüm acılarını bir sandığın içine topladığı o sadeliği ölçüsünde vurucu final sahnesiyle belleklere kazınan çok güçlü bir film ortaya koymuş. Önümüzdeki ay ‘Yozgat Blues’ adlı güzelim filmle bir kez daha karşımıza çıkacak olan Ercan Kesal’ın unutulmaz performansı ve Murat Tuncel’in 35 mm görüntü çalışmasından büyük destek alan yılın en önemli çalışmalarından biri ‘Küf’.
Her iki filmi de kaçırmamaya çalışın.
(‘Küf’, Kadıköy Moda Sahnesi’nde -eski Moda Sineması-; ‘Hayatboyu’, Başka Sinema programı çerçevesinde İstanbul’da Beyoğlu Beyoğlu / Kadıköy Rexx / Altunizade Capitol Spectrum / Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)
(24 Kasım 2013)
Ferhan Baran
Malatya Festivali Hızlı Başladı
4. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Onur Ödülüne değer görülen Yağmurdan Önce’nin başarılı oyuncusu Rade Serbedzija söyleşisi ile başlayan ilk gün film gösterimleri, söyleşiler ve sergilerden oluşan keyifli bir programla devam etti. Rade Serbedzija, söyleşisinde sinemanın kurguyu gerçeğe bağlayan tarihsel bir doküman niteliğinde olduğunu söyledi. Onur Ödülüne değer görülen bir diğer isim Eşref Kolçak ise Güle Güle filminin gösteriminin ardından gerçekleşen söyleşide Güle Güle de oynamış olmaktan büyük gurur duyduğunu belirtti ve “Bu filmle kaybolan sinemamız canlandı.” dedi. Kendini, arkadaşı zannettiği haydutlardan bir türlü kurtaramayan Roman’ın hayatla mücadelesini anlatan Roman ve Yavrusu adlı film Türkiye prömiyerini Malatya’da yaptı.
Cansel Elçin Hayranlarından Anlamlı Video
Geçtiğimiz günlerde Asla Vazgeçme isimli sinema filmi için kamera karşısına geçen Cansel Elçin’e hayranlarından tebrik mesajları yağıyor. Ünlü oyuncuyu bir an önce izlemek isteyen dünyanın dört bir yanındaki Cansel Elçin hayranı internet üzerinden birleşip “Asla Vazgeçme” mesajlarını dile getirdikleri videoyla oyuncuya destek verdi.
Elçin, çekimleri Ekim ayında Kaş’ta başlayan Asla Vazgeçme filminde beklenmedik olaylar sonrasında yaşamı bir anda değişen ve hayata yeniden tutunmaya çalışan bir adamı canlandırıyor. Yasin Uslu’nun yönetmenliğini yaptığı filmde Cansel Elçin başrolü Ekin Türkmen’le paylaşıyor.
25. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali
25. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali, 20 – 27 Kasım 2013 tarihleri arasında düzenleniyor. Programa; T. C. Kültür Bakanlığı, İstanbul Hollanda ve Polonya Başkonsoloslukları, Avusturya, Fransız, İtalyan, Alman ve İspanya Kültür Merkezleri destek veriyor. Program kapsamında, kurmaca, belgesel, canlandırma ve deneysel filmlere yer veriliyor. Festival toplam 940 film başvurdu. Kişisel başvuruların dışında, Unifrance, Instituto Cervantes, Krakow Film Foundation, Goethe Institut, Eye Film Institute, Roma Film Festival tarafından seçilen kısa filmler de programda yer alıyor.
25. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali yazısına devam et
Su, Ateş, Melodram ve Kadın
“Melodram kadınların kaderine katılmanın, onların kaderlerini paylaşmanın belli bir tarzını da temsil eder; bu tarz, estetik vampirizme kadar uzanır, ama gerçekliğe yönelik bir öfke de içerir. Kadının kaderini, psikolojik, trajik, ahlâksal, metafiziksel vb. çeşitli yollardan yansıtabiliriz, hatta yorumlayabiliriz; bu yollardan ya da tarzlardan biri de melodramın anlatım tarzıdır. Başka türlü söylemek istersek; melodramın anlatım biçimi estetik bir fiyasko anlamına gelir ama melodram tanımlamasını, bu yapıtları kaba edebiyat alanına yollamamız gerekir mi, bu düşünülür.”
Özcan Deniz’in son filmini seyrederken, melodram ve kadın ilişkisini özetleyen, Veysel Atayman tarafından derlenmiş bu satırları anımsamamak olanaksızdı; zira filmde öne çıkan iki kadın kompozisyonu da bu tespite karşı cepheden somut örnekler içeriyordu.
Evet, Türkiye’de melodram algısının Yeşilçam geleneğinden süzülerek geldiği noktayı özetlemesi bakımından önemli bir film “Su ve Ateş”. Serüvenin öncülünü bir başka ve çok daha kapsamlı yazıya bırakarak filme dönelim: Öncelikle benzer bir formüle dayanan ve “tutan” bir film yapma tarzını inatla ortaya koyduğu ve bundan sonuç alabildiği için (en azından ticari nedenlerle!) tebrik edilmeli Deniz (İlk hafta gişe sonuları, filmin 200 bin barajını aştığını gösteriyor). Gerçekten de bu sinemanın toplumsal dinamikleri mevcut; hatta olasılıkla kadınlar cephesinde karşılığı tahmin edilenin de ötesinde… Kuşkusuz bunda yıllardan bu yana diziler veya “reality” showlar aracılığıyla körüklenen ve “edilgin özne” haline dönüştürülen kadın seyircinin / izleme kültürünün de payı büyük; ama bunca sözün ulaştığı nokta, tek cümlede özetleniyor işte: Kadının kaderi hiçbir koşulda değişmiyor. Dil eğitimi için “yaban ellere” gönderilen özgürlük tutkunu için de, törelerin gölgesinde ayakta kalmaya çalışan cephesinde de manzara aynı. Esas oğlanımız ciğerlerini özgüven atmosferinde dilediğince şişiredursun, öznenin etrafında dönen “kadersizlerin” payına, aşkın girdabına kapılıp suların dibini boylamak düşüyor. Erkek, “paylaşılamayan adam” olmanın hazzını, sonu trajik bir serüvende de olsa doya doya yaşama hakkını elde ederken, kadınlar cephesinde durum, erkek egemen dünyanın kendisinden hiç de farklı değil.
İlk filmindeki “mesafeli” tutumunu bir kenara bırakan yönetmen, son yapıtında hızını arttırıyor, karakteri hakkında pek ipucu barındırmayan “erkek” figürüne -duygularını açık etmede başarılı olamadığını iddia etmesi bir yana-, en içli aşk cümlelerini ardı ardına sıralatıyor. Sayesinde aşkı keşfeden kadın(cık)lar ise yaşamlarını heba etme pahasına onu beklemeyi yaşamlarının temel gayesi haline getiriyorlar. Böylelikle Özcan Deniz, gişede belli bir çıtanın üstüne çıkma mutluluğu yaşarken, psikolojik doyumunu da gerçekleştiriyor; kurmaca gerçekle buluşuyor ve bu mutlu evlilikten hem ekonomik hem de sosyal sonuçlar doğuyor!
Kadın cephesinde yeni bir şey olmamakla birlikte, madalyonun erkek temsilinde ise gözyaşartıcı farklılıklar mevcut. Geleneksel Yeşilçam’ın esas oğlanları; giyim ve kuşamları, hayata bakışları ve aşkı kavrayışlarıyla geçmişe fark atıyorlar. İnşaatlarda şöhrete kavuşma hayaliyle yanıp tutuşan ve İstanbul’dan alacağı intikamı iple çeken adamlar, 90’lardan itibaren yok artık! Sınıfın üçer-beşer basamak atlandığı bu sosyal ortam bir yana, aradaki “lahmacun” esprisi ise düne postmodern bir selâm yollamanın ötesinde işlev üstlenmiyor.
Sözün özü, “bu pilâv daha çok su kaldırır!”. Yolun açık olsun yeni binyılın melodramı!…
(23 Kasım 2013)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
Malatya’da Festival Rüzgarı Esiyor
Malatya Valiliği’nin koordinasyonunda, Malatya Kayısı Araştırma-Geliştirme ve Tanıtma Vakfı tarafından bu yıl 4.sü düzenlenen Malatya Uluslararası Film Festivali, tüm coşkusuyla başladı. 15 Kasım Cuma günü saat 20:30’da Malatya Kongre ve Kültür Merkezi Kemal Sunal Salonu’nda yapılan açılışa Malatya Valisi ve Festival Onursal Başkanı Vasip Şahin; Festival Yürütme Kurulu Üyesi ve Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır; Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Sinema Genel Müdür Yardımcısı Ali Atlıhan; onur ödülüne değer görülen Filistinli Yönetmen Rashid Masharawi; Hırvat sinema ve tiyatro oyuncusu, tiyatro yönetmeni, müzisyen Rade Serbedzija; Eşref Kolçak ve Filiz Akın’ın yanısıra sinema sektörümüzden yönetmenler, oyuncular katıldılar.
08 – 14 Kasım 2013 Haftalık Box Office Listeleri
08 – 14 Kasım 2013 Haftalık (Weekly) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi’nin gösterilmesi rica olunur.
Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol
Justin Chadwick’in yönettiği ve Idris Elba, Naomie Harris, Tony Kgoroge ile Riaad Moosa’nın oynadığı Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol (Mandela: Long Walk To Freedom), 04 Nisan 2014′de Pinema Film dağıtımıyla MGbeyond tarafından vizyona çıkarıldı.
Nelson Mandela’nın hayatı. Filmin ilk gösterimi geçtiğimiz günlerde Beyaz Saray’da yapıldı. Barack Obama: “1990 yılında Mandela hapisten çıktığında ben Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydim. Güney Afrika liderinin özgürlüğe kavuşması büyük bir onurdu. İnsan ruhu sonsuza dek tutsak edilemez. Adalet ve gerçeklik er ya da geç kazanır.” dedi.
Yerçekimi, 2013’ün En Çok Beğenilen Filmleri Arasında Başı Çekiyor
Yapımcılığını David Heyman (“Harry Potter” serisi) ile Alfonso Cuaron’un üstlendiği, seçkin yönetmenler James Cameron ile Wes Anderson ve ayda yürümesiyle ünlü astronot Buzz Aldrin’in de övgülerini kazanan Üç Boyutlu “Yerçekimi-Gravity” şimdiden “2001: A Space Odyssey” (1968), “Right Stuff” (1983), “Apollo 13” (1995) gibi klâsikleşmiş uzay filmleriyle kıyaslanıyor ve bu yılın tüm seçkin ödüllerinden payını alması bekleniyor.
Venedik ve Toronto Festivalleri’nde gün ışığına çıkan, 100 milyon dolarlık mütevazi bir bütçeyle çekilen “Yerçekimi”nin her geçen gün artan övgülerle ulaştığı 516 milyon dolarlık hasılatın da birkaç ay içinde bir milyar dolara dayanacağı tahmin ediliyor.
“Kör Nokta-The Blind Side” adlı filmle Oscar ödüllü Sandra Bullock ile “Syriana” ve “Argo”yla iki Oscarlı George Clooney, Meksika’dan çıkarak Hollywood’un A sınıfı yönetmenleri arasına giren üç yönetmenden (diğerleri Guillermo del Toro ve Alejandro Gonzales Inarritu) biri olan Alfonso Cuaron’un (1961 doğumlu) “Yerçekimi”nde çalışabilmek için ücretlerinde indirime gitmişti.
Cuaron’un Kariyeri:
Alfonso Cuaron “Y tu mama tambien-Annemi Karıştırma” ve “Children of Men-Son Umut”la iki kez senaryo yazarı dalında, “Son Umut”laysa kurgu dalında toplam üç kez Oscar’a aday gösterildi.
Alfonso Cuaron “Y tu mama tambien-Annemi Karıştırma” ve “Children of Men-Son Umut”la Venedik Film Festivali büyük ödülü Altın Aslan için yarışmıştı. “Annemi Karıştırma” Venedik’ten senaryo, “Son Umut” Laterna Magica Ödülü’yle dönmüştü.
Alfonso Cuaron üç numaralı “Harry Potter” filmi “Harry Potter ve Azkaban Tutsağı”nın da yönetmenliğini üstlenmişti. 130 milyon dolar bütçeli bu filmin dünya sinema hasılatı 796 milyon dolara ulaşmıştı.
Alfonso Cuaron del Toro’nun üç Oscar kazanan “Pan’ın Labirenti”nde de yapımcılardan biriydi.
Bullock ve Clooney’nin Ücretleri
Bullock “Speed”den 500 bin, “The Net”ten 250 bin dolar, “Kör Nokta”dan 20, “Murder by Numbers-Adım Adım Cinayet”ten 15, “The Heat-Ateşli Aynasızlar”dan 10 milyon dolar kazanmıştı.
Clooney ise “Ocean’s Eleven”dan 20, “Intolerable Cruelty-Dayanılmaz Zulüm” ile “Ocean’s Thirteen”den onbeşer milyon dolar elde etmiş, senaryosunu çok beğendiği “Syriana”da 350 bin dolara, “Good Night, and Good Luck-İyi Geceler, İyi Şanslar”daysa sadece 1 dolara çalışmıştı.
Cuaron Hanedanı: Alfonso, Carlos, Jonas
“Yerçekimi”nin uzun süre raflarda tozlanmaya terk edilen senaryosunu Alfonso Cuaron ve 1981 doğumlu oğlu Jonas Cuaron birlikte yazdı. Jonas Cuaron “Year of the Nail” adlı filmiyle 2007 Selanik Festivali’nde Altın İskender Ödülü için yarışmış ve buradan özel bir ödülle dönmüştü.
Alfonso Cuaron “Annemi Karıştırma”nın Oscar’a aday gösterilen senaryosunu ise 1966 doğumlu kardeşi Carlos Cuaron ile birlikte yazmıştı.
“Yerçekimi”nin Harika Görüntü Yönetmeni: Emmanuel Lubezki
“The Tree of Life-Hayat Ağacı”, “Son Umut”, “The New World-Yeni Dünya: Amerika’nın Keşfi”, “Sleepy Hollow-Hayalet Süvari” ve “A Little Princess” adlı filmlerdeki çalışmalarıyla beş kez Oscar ödülüne aday gösterilen Meksikalı Emmanuel Lubezki (1964 doğumlu) “Yerçekimi”nin en büyük kozlarından biri…
“Yerçekimi”nin Konusu:
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’ya ait ISS (International Space Station) uzmanlarının çekimlerinde teknik danışmanlık yaptığı “Yerçekimi”nde Bullock ilk uzay görevine çıkan tıp mühendisi Ryan Stone’u, George Clooney ise son görevine çıkan tecrübeli astronot Matt Kowalsky’i canlandırıyor. Önceleri son derece sıradışı görünen görevde felâketin başgöstermesiyle uzay gemisi harap olmuş, Stone ve Kowalsky tamamen çaresiz kalmışlardır. Birbirlerinden başka hiç bir dayanakları kalmayan ikili uzayın uçsuz bucaksız derinliklerinde kaybolmuşlardır. Derin sessizlik onlara Dünya ile bütün ilişkilerinin kesildiğini ve kurtulma şanslarının kalmadığını söylerken, her nefesleri de çok az kalan oksijenlerini tüketmektedir.
(23 Kasım 2013)
Hakan Sonok
08 – 14 Kasım 2013 Aşk Ağlatır Filminin Haftalık Box Office Listesi
08 – 14 Kasım 2013 Aşk Ağlatır filminin Haftalık Box Office listesi için tıklayınız.
Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’ndan Görkemli Gala
Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı filmi Amerikan Film Enstitüsü için Los Angeles Jegendary Hollywood Bulvarındaki ünlü Chinese Theater’da 14 Kasım 2013 Perşembe gecesi muhteşem bir gala yaptı. Galaya katılan isimler filmin soundtracki olan “Stay Alive” şarkısını da seslendiren ünlü müzisyen Jose Gonzalez’in performansıyla çok keyifli bir gece geçirdiler. 03 Ocak 2014 tarihinde vizyona girecek olan, Ben Stiller’ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu ve başrolünde yer aldığı Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı filminde, herkesin iyi hissetmesi için gereken potansiyelin kendi içinde bir yerlerde gizlendiği anlatılıyor.
Ankara Fassbinder Günleri
Ankara merkezli Sine-Göz Sinema Kültür Dergisi, film günlerinin beşincisini 21 – 29 Kasım 2013 tarihleri arasında düzenliyor. Godard, Kieslowski, Fellini ve Kiarostami Günleri’nin ardından, Yeni Alman Sineması’nın en önemli temsilcisi kabul edilen Rainer Werner Fassbinder’in 5 farklı filminin 5 farklı mekânda ücretsiz olarak gösterileceği Ankara Fassbinder Günleri, 21 Kasım Perşembe günü Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi M. T. Ö. Sinema Salonu’nda Lili Marleen gösterimi ve ardından Doç. Dr. Özgür Yaren’in Fassbinder sineması üzerine gerçekleştireceği söyleşiyle başlayacak.