Yılmaz Güney Hayranı iki Dostun Macerası: Lal, 25 Nisan’da Sinemalarda

Yılmaz Güney filmlerinin unutulmaz karakterlerini canlandıran Erkan Can, Gürkan Uygun, Emre Altuğ, Feride Çetin ve Ezel Akay gibi usta isimlerin yer aldığı Lal sinemaseverleri duygusal bir yolculuğa çıkaracak. Lal’in başrolünde iki küçük oyuncu, Erdal Sarı ve Ata Murat Kalkan yer alıyor. Çok yakın bu iki arkadaşın tek hayalleri Yılmaz Güney’i görmektir ve beraber çıktıkları bu yolculukta onları hayallerine yakınlaştıran Faytoncu Cabbar, Kaçakçı Cafer ve Polis Yavuz gibi kişilerle karşılaşırlar. Yıllardır duyduğumuz Arkadaş şarkısını ise Tuncel Kurtiz’in tok sesiyle seslendirmesi, iki arkadaşın arasındaki derin bağları daha da anlamlı hale getiriyor.

Pislik

John S. Baird’in yönettiği ve Imogen Poots, James McAvoy, Jamie Bell ile Jim Broadbent’in oynadığı Pislik (Filth), 27 Haziran 2014’de M3 Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Entrikacı polis memuru Bruce Robertson terfi beklemektedir. Bir cinayeti çözerken meslektaşlarıyla da uğraşmak zorunda kalan Bruce, diğer polislerin sonunu getirecek bir olay tezgâhlar. Hepsinin sırlarını ortaya çıkartan ve onları birbirine düşüren Bruce, kontrolünden çıkan hile ağında kaybolmaya başlar. Çevirdiği oyundan şüphelenen meslektaşları, geçmişi, kayıp eşi ve uyuşturucu alışkanlığı içinde yitip giden Bruce Robertson’a bir oyun oynarlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Pislik yazısına devam et

Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar, Yapı Kredi Yayınları’ndan Çıktı

Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar adlı kitap Yapı Kredi Yayınları Sanat Dizisi’nin 200. kitabı olarak satışa sunuldu. Sinemanın Pera’ya gelmesiyle başlayan serüveninde emeği geçen Rumlar, seyyar sinemacılar ve sinemanın gündelik hayattaki varlığına dair pek çok konu hakkında bilgi eksikliğimizi gideren kitap, İstanbul’a ve sinemaya duyulan sevgiyi, bilgi ve metodoloji ile birleştirerek 15 yıllık titiz bir araştırma sonucu elde edilen yeni belgeler sayesinde, Türk, Balkan ve Yunan sinema bibliyografyasına değerli bir katkıda bulunuyor. Sula Bozis ve Yorgo Bozis’in yazdığı kitap, döneme ait belgelerle, unutulan ortak sosyal ve kültürel mirası açığa çıkaran bir belgesel kitap.

Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar, Yapı Kredi Yayınları’ndan Çıktı yazısına devam et

1. Sivas Kısa Film Festivali

Çatıkatı Eğitim Kültür Sanat Derneği’nce düzenlenen 1. Sivas Kısa Film Festivali, 11 – 19 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival kapsamında şehrin tanıtımını yapmak, kısa film yapımını özendirmek, film sektörünün gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla Ulusal Kısa Film Yarışması düzenleniyor. Yarışmaya 2009 yılı sonrasında çekilmiş kısa filmler katılabilecek. Yarışmaya iştirak edebilmek için 30 Mart 2014 Pazar gününe kadar başvurulması gerekiyor.

1. Sivas Kısa Film Festivali yazısına devam et

Kardeşim İçin

Scott Cooper’in yönettiği ve Christian Bale, Woody Harrelson, Casey Affleck ile Forest Whitaker’in oynadığı Kardeşim İçin (Out of the Furnace), 06 Haziran 2014’de Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Russell ve Rodney kardeşler küçük bir kasabada yaşıyorlardır. Rodney gizemli bir şekilde ortadan kaybolur ve Russell da bir hatadan dolayı kendini hapishanede bulur. Russell özgürlüğü ve adaleti bulmak için mücadele verecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Bela

Alex van Warmerdam’ın yönettiği ve Jan Bijvoet, Hadewych Minis, Jeroen Perceval ile Alex van Warmerdam’ın oynadığı Bela (Borgman), 11 Temmuz 2014′de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Evsizin teki mi, yoksa uzun süredir yıkanmamış biri mi olduğunu kestiremediğimiz Camiel Borgman, kendisini bir evin kapısını çalarken bulur. Duş alma isteği evin erkeği tarafından pek iyi karşılanmaz ama evin hanımı onu içeri kabul eder. Gizemli Borgman’ın varlığı bir anda ailenin bütün dinamiklerini altüst eder. Borgman’ın bahçeciliğe olan ilgisi ve geceleri çıplak dolaşmaya olan merakı bu karanlık ama mizahi filmi daha da tuhaflaştıran unsurlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

19. Türkiye / Almanya Film Festivali Seçici Kurulları Ödülleri Açıkladı

19. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin üç farklı jürisi ve seyircileri değişik kategorilerde ödüllerini açıkladı. Deniz Akçay Katıksız’ın Köksüz adlı uzun metraj filmi 19. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin En İyi Filmi seçildi. En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü İsrail’den Doron Amit, yönetmenliğini Julia von Heinz’in yaptığı Hanna’nın Yolculuğu (Hannas Reise) adlı filmindeki üstün performansından dolayı aldı. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ise oyuncu Lale Başar’e verildi. Mahmut Tali Öngören Ödülünü yönetmenliğini Mo Asumang’ın yaptığı Ariler (Die Arier) adlı film aldı. 19. Türkiye / Almaya Film Festivali seyirci ödülünü ise yönetmenliğini Atalay Taşdiken’in yaptığı Meryem adlı film aldı.

19. Türkiye / Almanya Film Festivali Seçici Kurulları Ödülleri Açıkladı yazısına devam et

3. Altın Diş Film Festivali

Türkiye’nin en köklü diş hekimliği fakültesi olan İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Sinema Kulübü iki senedir düzenlemiş olduğu Altın Diş Film Festivali’nin üçüncüsünü bu sene 28 Nisan – 02 Mayıs 2014 tarihleri arasında gerçekleştiriyor. Festival kapsamında düzenlenecek yarışmaya katılacak filmlerin jenerik dahil en fazla 20 dk. uzunluğunda olması gerekiyor. Yarışmaya katılacak yönetmenlerin, filmleriyle birlikte en fazla 6 ay geçmiş tarihli öğrenci belgesi yollamaları gerekiyor. DVD formatındaki film kopyalarının en geç 07 Nisan 2014 Pazartesi gününe kadar İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi adresine gönderilmeleri isteniyor.

3. Altın Diş Film Festivali yazısına devam et

Sevgi Adalarına ve İnsana Yolculuğun Bilimkurguları: Tarkovsky

Sinemanın en özel yönetmenlerinden Andrei Tarkovsky’nin “Solaris” ve “İz Sürücü” bilimkurgularında insanın geçmişi ve iç dünyaları uzun bir yolculukla beyazperdeye aktardı. Bu büyük ustanın her filmini her izleyişte o katmanlarının arasında daima yeni keşifler yapıyorsunuz.

Rusya’da 4 Nisan 1932’de dünyaya gelen Andrei Tarkovsky, 26 Aralık 1986’da sürgündeyken Paris’te öldü. Kısa filmlerin ardından Venedik’te “Altın Aslan” ödülü alan 1962 yapımı “Ivanovo Detstvo-İvan’ın Çocukluğu” adındaki İkinci Dünya Savaşı filmini siyah-beyaz çekti. 1966’da sansüre uğrayan sinemaskop çekilmiş siyah-beyaz ve renkli “Andrey Rublev” biyografik filmini yaptı. 1972’de sinemaskop teknikteki renkli ve siyah-beyaz bilimkurgusu “Solyaris-Solaris” filmi geldi. 1975’te öz yaşam öyküsü sınırlarında dolaşan renkli ve siyah-beyaz “Zerkalo-Ayna” filmini yaptı. 1979’da ikinci bilimkurgusu geldi. Siyah-beyaz ve renkli “Stalker-İz Sürücü” filmiydi bu. “İz Sürücü” filmi, Tarkovsky’nin sansürle son savaşıydı Sovyetler’le. 1980’lerin başında Avrupa’ya gitti. 1983’te İtalya’da “Nostalghia-Nostalji” filmini çekti. Ardından 1986’da “Offret-Kurban” filmini yaptı. İsveç’te çektiği “Kurban”, ustanın son filmi oldu. Kanserle savaşıyordu. Ardından vefat etti. Ustanın “Mühürlenmiş Zaman” ve “Zaman Zaman İçinde” kitaplarını da okumuştuk.

“Solaris…”

Büyük usta Andrei Tarkovsky’nin 1972 yapımı filozof filmi “Solyaris-Solaris”, sinemanın önemli bilimkurgularından. Mosfilm’in sunduğu bu film Polonyalı yazar Stanislaw Lem’in romanından uyarlandı. Polonyalı yazar Lem’in (1921-2006) kitapları İletişim Yayınları’ndan çıkıyor. Lem’in “Solaris” bilimkurgusu aynı yayınevinden Şubat 2014’te yayımlandı. Senaryoyu yönetmenle beraber F. Goren Stein yazmış. Filmin sinemaskop görüntüleriyse Vadim Yusov’tan. Müzikleri de Eduard Artemyev bestelemiş. Siyah-beyaz ve renkli görüntüler filmde iç içe yansıyor. Tarkovsky, bu filmin çekimleri sürerken, kameramanı Yusov’la sert tartışmalara girmiş estetik anlamda. Filmi izlerken fark edeceksiniz belki. Yusov filmde “sert zum”lu çekimler denerken, kamerayı da çok sert ve öfkeli sağa ve sola çevrindirerek (pan yaparak) Tarkovsky’ye keder vermiş filmin çekimleri boyunca. Tarkovsky, filmin daha geniş açıyla sinema perdesinde alabildiğine daha büyük görünmesini hayal etmiş. Ama bu kameramanı aşamamış. Öfkemizi bu kameramana gönderiyoruz. Bu kameramanı kimse hatırlamıyor. Ama Tarkovsky sonsuza kadar yaşayacak sinemada.

Film, kır evinin göl kıyısında açılıyor. Psikolog Kris Kelvin (Donatas Banionis), babasının evine gelmiş Solaris gezegenin yörüngesindeki uzay istasyonuna gitmeden önce. Kris’in bakışıyla göl ve doğa yansırken, dünyamıza benzeyen dünya var mı, diye düşünüyorsunuz kâinatta. Doğa, natüralist bir tablo gibi yansıyor. Bu mavi gezegende sadece insanlar değil, tüm canlılar, bitkiler ve birçok şey aynı anda aynı oksijeni soluyorlar. Hayatın anlamı, kederleri ve romantizmi, uzayın boşluğunda dünyamıza benzeyen bir şeyler olabilir miydi? Alışkanlıklarımızı sürdürebilir miydik? Sonradan suları yapışkanlaşmış okyanus gezegeni Solaris’te Dünya’daki her şey mümkün olur muydu? Yağmur başlıyor. Kris, dışarıda kahvaltı masasına oturuyor, masaya hüzünle bakıyor. Belki de içindeki huzursuzluk, geçmişindeki acılarla beraber Solaris’e uzun yolculuk. Solaris’te yirmi yıl kadar önce tuhaf deneyimler yaşamış pilot Anri Berton da kızıyla bu kır evine ziyarete gelmiş. Solaris yörüngesine gidecek Kris’e yirmi yıl önce bir toplantıdaki CD’den siyah-beyaz görüntüleri gösteriyor Berton (Vladislav Dvorzhetskiy). Gezegende anlaşılması zor değişiklikler olmaya başlamış. Berton, toplantıdaki bilim insanlarına anlamakta zorlandığı gezegendeki dönüşümleri anlatırken, gezegenin insan duygularından adeta beslendiğini hissetmeye başlıyorsunuz. Solaris, insan duygularıyla bambaşka bir şeye mi dönüşüyor? Gezegende önce sis yığını oluşmuş. Pilot Berton irtifa kaybettikten sonra okyanus gezegeninin suları yapışkan olduğunu fark etmiş. Sonra doğayı, ağaçları görmüş. Berton, bunlar olurken her şeyi kamerayla kaydetmiş, ama tuhaf biçimde o görüntülerin yerine sadece bulutların ve sislerin görüntüleri varmış. Solaris, algılarda da mı yanılsama yaratıyordu? Zihnin bir oyunu muydu bu? Sonra kızıyla beraber arabasıyla kır evinden ayrılan Berton, görüntülü telefonla kır evini arıyor. Berton ve kızı şehirde yol alırken görüntüler siyah-beyaz yansıyordu. Kısa da olsa bazı anlar renkleniyordu. Berton, uzay istasyonundaki bilim insanı Fechner olayını anlatıyor. Messenger’la, ölen Fechner’in karısını evinde ziyarete gitmişler ve orada gördüğü çocuğun uzay istasyonunda yaşayan çocuğa benzediğini söylüyor Berton. İnsanlık Solarizmle karşı karşıya mı yoksa? Kubrick’in “2001: A Space Odyssey-2001: Uzay Yolu Macerası”nda HAL bilgisayarının karşısında Tarkovsky’nin Solaris gezegeni yer alıyor adeta. Kubrick bilime, Tarkovsky ruhani olana yakın. Solaris’in yansıttığı ve gerçekmiş gibi görünenler birer matriks mi, kopya mı?

Tarkovsky, Berton’ın şehirde arabasıyla seyahatini Japonya’da çekmiş. Bu anlarda yollar kaotik ve zihin karıştırıcı yansıyor. Köprüler, birbirine geçmiş gibi görünen uzayıp giden karmakarışık yollar, tüneller vs. Kır evinde sabah olduğunda Kris, geçmişten kalan her şeyi yakıp yok etmek istiyor. Ölmüş karısının fotoğraflarını bile. Kris için anlatılan her şey anlamsız mıydı? O, bir gerçekçi miydi sadece? Böyle olunca saklanabileceğini veya kaçabileceğini mi sanıyor?

Uzun yolculuktan sonra Kris uzay istasyonuna geliyor. Orada kibernetik (güdümbilimci) Snaut (Juri Jarvet) ve astrobiyolog Sartorius (Anatoliy Solonitsin) var. Fizyolog Gribaryan (Sos Sargsyan) intihar etmiş. Kris’e istasyonda sıcak karşılama yapmıyorlar. Gizemler, bilinmeyenler ve zihin oyunları var orada. Sartorius biraz daha mesafeli. Snaut’la iletişim kurabiliyor başlarda Kris. İstasyonda, orada olması mümkün olmayan kadınları görür gibi oluyor Kris. Gribaryan’ın intiharını anlamaya çabalıyor önce Kris. Gizlice Guibriane’ın odasına giren Kris, CD’den Gribaryan’ın intihardan hemen önceki siyah-beyaz kaydını izliyor. Elbette anlamak ve yorumlamak dünyadan yeni gelmiş bir insan için kolay değil. Gribaryan, Solaris’in zihin oyunlarına dayanamamış, psikolojik travma yaşamış ve intihar etmiş. Çok geçmeden zihin oyunları Kris’i de buluyor ve dünyada on yıl önce intihar etmiş karısı Khari’yi (Natalya Bondorchuk) capcanlı karşısında buluyor. Onunla konuşuyor, sevişiyor ve onunla uyuyor. Kris’le Khari’nin sevişecekleri anlarda görüntü sepyalaşıyor. Khari, Snaut ve Sartorius’a da görünüyor. Snout’un kütüphanedeki doğum günü partisi özel anlardandı. Bu filozof filmde konuşmalar entelektüel ve öğretici. Cervantes’in “Don Kişot” romanından alıntı bile yapılıyor uyku üstüne. Snaut’un kâinat üstüne konuşması keder veriyor insana. Başka yerlerde nasıl yaşayacağını bilmeyen insanlar başka dünyalar arayıp duruyor işte. Kris bir yerde, Tolstoy’un acısını düşünüyor. Tolstoy’un acısı, tüm insanları sevmenin acısı mıydı, diyor Kris.

Kris istasyona gelirken, karısının fotoğrafını ve en unutamadığı ilk gençlik anın CD görüntülerini de getirmiş. Khari’ye o renkli görüntüleri gösteriyor. Babası, kürk içindeki annesi ve kendisi var o görüntülerde. Annesi Khari’yi sevmemiş. Khari, Kris’le evlendikten bir süre sonra intihar etmiş. Khari’nin ölümünde Kris’in dolaylı da olsa neden olmuş. Belki de suçluluk duygusu bundan Kris’in. Khari’nin baktığı kış kır tablosu da insanlık tarihinin özeti gibiydi sanki. Bu tablo, Flaman ressam Pieter Bruegel’in (1625-1569) “Kış” tablosuydu. Emekçilerin, köylülerin günlük hayatını tablolarına yansıtan Bruegel, Tarkovsky’nin filminden yansıyan tablosunu 1565’te yapmıştı. Yaptığımız her şey beslenme, üreme ve hayatını sürdürme çabasıydı. Bunlar üstünden anlamlar yaratmaya, felsefe üretmeye çabalıyoruz belki de. Kris, yıllarca önce ölmüş annesiyle de karşılaşıyor uzay istasyonunda. Anneye sokulma ve sıcaklığını hissetme belki de uzun süredir unuttuğu güven duygusunu da hatırlatıyor Kris’e. Karısı ve annesini göründüğü bir sahnede unutulmaz anlar sunuyor Tarkovsky. Kamera, hiç “kesme” yapmadan kendi etrafında dönerken, anne ve Khari, odanın çeşitli yerlerinden görüntüye giriyorlar. Uzun ve tek çekimle elbette birkaç defa oluyor bu. Başka yönetmenlere de ilham vermiştir bu teknik deneme. Solaris’te adalar da oluşmaya başlıyor. İnsan duygularından ve sevgilerinden oluşan bir ada. Kris dünyaya, kır evine döndüğünde, babasını hiç sevmediği kadar seviyor ve onun yanından hiç ayrılmasını istemiyor. Yağmur altındaki kamera yükseliyor, bulutları aşıyor ve Dünya’nın atmosferinin dışına çıkıyor ve Dünya, sanki Solaris’e dönüşüyor. Dünya’da matriksi yaşıyoruz belki de. Her şey gizemlerle mi örtülü bu kâinatta? Tarkovsky, Tanrı ve inanç üstüne de düşündürtüyor filminde. İnsanın geçmişinden gelen ziyaretçiler belki de ruhani bir şeydi.

İz Sürücü…”

Tarkovsky’nin, Rus Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin “Roadside Picnic” bilimkurgu romanından uyarladığı 1979 yapımı “Stalker-İz Sürücü”, inanmak ve umut üstüne bir yolculuk. Mosfilm’in sunduğu renkli ve siyah-beyaz bu filozof filmin senaryosunu Tarkovsky’yle beraber yazar kardeşler yazmış. Yazar kardeşlerin bu bilimkurgu romanı Sarmal Yayınları’ndan “Uzayda Piknik” adıyla çıkmıştı. Müzikleri Eduard Artemyev bestelemiş. Siyah-beyaz ve renkli fotoğraflarsa Aleksandr Knyazhinski’nin. Kameraysa, bu filmde genelde alabildiğine sakin ve dingindi. “İz Sürücü” filmindeki karakterler genelde lâkaplarıyla anılıyorlar.

Film, ön jeneriğin ardından 1958 Belfast doğumlu Nobel ödüllü bilim insanı Wallace’ın bilgisiyle açılıyor: “Neydi o? Bir göktaşı mı? Yoksa kozmik uçurumun sakinlerinden bir ziyaret mi? Öyle veya böyle, küçük ülkemiz bir mucizenin doğuşunu gördü: Bölge… Oraya derhal birlikler gönderdik. Geri dönmediler. Sonra polis kordonuyla Bölge’yi kuşattık. Belki de yapılması gereken en doğru şey buydu…” Kamera, İz Sürücü’nün salaş evine gidiyor. Görüntü, sepya olarak yansıyor, sonra siyah-beyaza dönüşüyor. Kamera, yavaşça sola doğru kayıyor ve yatakta İz Sürücü (Aleksandr Kaydanovski) ve karısı (Alisa Freyndlikh) yatıyorlar, ortalarında da küçük kızları uyuyor. “Maymun” dedikleri Marta (Natalya Abramova) dedikleri kızları, kasabayı harabeye dönüştüren şeyin etkisiyle engelli doğmuş. Tıpkı nükleer patlamanın radyasyonuna maruz kalmış gibi. Kasabanın yakınından tren de geçiyor ve her geçişte titretiyor evi. Sabah. İz Sürücü kalkıyor, giyinirken karısı neler olacağını anlıyor, kocasının gitmemesi için çaba gösteriyor. Kadın, İz Sürücülerin kadınları gibi kederden erken yaşta çökmüş. Umutsuz ve mutsuz görünüyor. Kocasının gitmemesi için yalvarır gibi. Çünkü. İz Sürücü, daha önce beş yıl hapiste yatmış. Kadın fedakârlığı, erkek bencilliği altında çürüyüp giden bir ev gibi enkaza mı dönüşüyordu? İz Sürücü, ailesini geride bırakıp kendini bekleyen Yazar ve Profesör’e gidiyor rehberlik için. Dışarıdan bakınca alaycı, hiçbir şeyi ciddiye almayan, içmeyi seven Yazar’ı (Anatoliy Solonitsin) otomobili olan kadının yanında bulan İz Sürücü ve Yazar, Lyuger’in (E. Kostin) salaş barından sırt çantasını yanından hiç ayırmayan Profesör’ü de (Nikolay Grinko) yanlarına alıp yolculuğa çıkıyorlar. Profesör, gizemli ve de geçmişinden gelen kırılganlığını da yanında taşıyor sanki suçluluk duygusuyla. Yağmurlu havada ciple tren istasyonuna doğru yöneliyorlar önce. Orada polisler her tarafta devriye geziyorlar. Gizlice raylar üzerindeki el yardımıyla sürülen küçük lokomotife binen üç adam bilinmezliğe doğru yol alıyorlar kederleriyle. Tarkovsky, bu raylar üzerindeki yolculukta yakın çekimle bu üç adamı tek tek göstererek, seyircileri onlara yakınlaştırmaya çabalıyor. Aslında Bölge’nin gizeminden çok bu üç adamın gizemi insanı etkisi altına alıyor çünkü. Tarkovsky, tren istasyonunun olduğu terk edilmiş kasabanın binaları olsun, Bölge’deki evler olsun, kendi kendine çürüyüp harabeye dönmüş hallerini “leit-motif” gibi göstermiş. Yapayalnız insanın çürümesi gibiydi bu. Filmde bu terk edilmiş ve harabeye dönüşmüş evleri görünce, Tarkovsky’nin doğduğu ve çocukluğunun geçtiği baba evini düşünüyorsunuz. Bu harabeye dönüşmüş evler, Tarkovsky’nin çürümekten çökmüş evine benziyor. Tarkovsky bu evleri her gösterdiğinde ruhundaki acıya da dokunuyorsunuz.

Görüntü renkleniyor. Kamera uzaktan, yavaşça üç adama doğru yaklaşıyor. Kirpi, İz Sürücü’nün öğretmeni olmuş geçmişte. Kirpi, gidilen yoldan geri dönülemeyen Bölge’de gizemli Oda’ya girmiş, zenginleşmiş ve bir hafta sonra da intihar etmiş. İz Sürücü, Bölge’nin bir insan gibi düşündüğünü ve tuzaklar kurduğunu söylese de, Profesör ve Yazar, kurallara uymamak için direniyorlar sanki. Sovyetler’de kurallar öndeydi e bireyler hiçti. Tarkovsky, metafor olarak sisteme eleştiri getiriyor onların varlığıyla belki de. Bölge, metaforik anlamda Sovyetler Birliği’ni düşündürtüyor insana. Özgürlüğü sürekli baskı altına alan, her şeyi insanlar adına düşünen bir sisteme, Tarkovsky, Profesör ve Yazar’ın ruhundan eleştiri getiriyor sanki. Duvarlar yıkılınca, Stalin’in Sovyetleri de çökmüştü 1990’ların başında. Bölge’de yolculuk yaparken, atılan her adıma dikkat ettiriyor İz Sürücü. Dinlendikleri bir sahnede İz Sürücü’nün gördüğü rüya etkileyiciydi. Kadın sesinin düştüğü siyah-beyaz görüntülerde sanki Tarkovsky’nin çocukluğunun geçtiği harabeye dönüşmüş evin içinde, etrafında dolaşıyormuşsunuz gibi oluyor. Kederlere düşüyorsunuz. İz Sürücü uyurken, yanına orada evsiz kalmış bir köpek de geliyor ve onları gizlice takip ediyor. Yolculuk yavaşça ilerlerken, enkaz yığınlarının içinden geçerken İz Sürücü iç sesiyle insanın her zaman yanında taşıyacağı düşünceleri zihninden yansıyor. İz Sürücü, “Zayıflık iyi bir şeydir. Güçse hiçbir şeydir. Ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır. Ama, kuru ve sert hale geldiğinde ölüp gider. Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır. Zayıflık, varoluşun, tazeliğin ifadesidir. Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramamıştır” diyor. İz Sürücü, seyircinin de rehberi oluyor felsefi anlamda.

Oda’ya giden yol, bir insanın içine yolculuk gibi metaforik anlamda. Bir anüsün içinden bağırsağa, yani tünele giriliyor sanki. Buradaki çekimler insanı estetik anlamda da çarpıcıydı. Kanalizasyon sularının aktığı, damladığı tünelde, önden ve arkadan çekimler, ışık düzenlemeleri sinema sanatı açısından etkileyiciydi. Bu anlarda görüntüler renkliydi. Boğazı andıran geçide gelince, yazar, kafatasına, kumlarla kuşatılmış mekâna ulaşıyor. Kuzgunlar uçup duruyor burada. Yazar, kuyunun başına geldiğinde okurlarıyla hesaplaşmaya başlıyor. Yazar, popüler kültürün kelimelerini isteyen okurlarının istediklerini verdiği için acı duyuyor. Okur denen şey, entelektüel yazarı tehdit ediyor, açlığa ve yalnızlığa sürüklüyor. Oda’nın kapısına gelmeden bazı bilinmeyenler de ortaya çıkıyor. Profesörün karısı, yıllar önce kocasını üniversiteden biriyle aldatmış. Profesör, kırgın, aşağılanmış. İnsanların umudu olan Oda’yı yok etmek için bombalamak istiyor. Belki de intikamını alacak geride kalanlardan. İçindeki o acı da sönecek belki de. İz Sürücü, onun bu çılgınlığını önlemek için ölümüne mücadele ettikten sonra üçü de Oda’nın kapısında bekliyorlar. Üçü de içeri girmeye cesaret edemiyorlar ve kasabaya geri dönüyorlar. O da, gizemini ve umudunu sürdürüyor zihinlerde. Acaba Oda, zihin miydi? Belleğimizin ve düşüncelerimizin olduğu yer.

Profesör ve Yazar’ı salaş barda bırakan İz Sürücü, karısı ve kızıyla evine dönüyor. Peşlerinde de o köpek var. Köpek, ailenin yeni dostu oluyor. Her şey sanki kısırdöngü gibiydi. Soyunup uyumak için yatağa giren İz Sürücü’ye karısının kederlerini anlattığı sahne insanın içini burkuyordu. Diğer tarafta küçük kız Marta masada şiir kitabından bir şiir okuyor. Sonra da o şiiri iç sesiyle bizlerle paylaşıyor. Rus şair Fyodor Ivanoviç Tyutchev’in (1803-1873) aşk şiirinde, “Senin gözlerini seviyorum, sevgili arkadaşım / Öyle tutkulu ve ışıl ışıllar ki / Yukarı bir anda bir bakış fırlattığında / Cennetten çıkmış gibi ışıklı / Bunu baştanbaşa karşılamak için oradayım / Ama daha da hayran olduğum şey / Aşağı indirdiğin zaman gözlerini / Aşkın yıkıcı âlemi yakıyor beni / Ve hızla yere indirirken kirpiklerini / Kasvetli bir ihtiras çağrısı beliriyor yüzünde” diyor mısralar. Ardından küçük kız, masadaki nesneleri hareket ettirmeye başlıyor zihin gücüyle. Sonra da görüntü kararma başlıyor ve ardından film bitiyor. Yeni meraklılar İz Sürücü’yü bulana kadar. Kısırdöngü ve umut devam ediyor. Tarkovsky bu filminde, inanmanın ve onun peşinden gitmenin erdemi üstüne de düşündürtüyor insanları. Filmin Türkçe dublajı iyiydi.

(30 Mart 2014)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

19. Türkiye / Almanya Film Festivali Ödül Törenine Yıldız Yağmuru

Almanya’nın Nürnberg kentinde gerçekleştirilen 19. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin yarışma filmleri büyük bir ilgi ile karşılanırken, Cumartesi günü ödül töreninde Fatma Girik’e de onur ödülü verilecek. Uzun metraj jürisi, kısa metraj jürisi ve öngören jürisi kararlarını verdikten sonra, En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, kısa film ödülleri ve Öngören Ödülü 22 Mart Cumartesi günü saat 21:00’de Tafelhalle’de verilecek. Ayrıca seyircilerin seçimine istinaden Seyirci Ödülü de açıklanacak. Birçok konuğun davet edildiği törene katılacaklar arasında Halil Ergün, Behiç Ak, Bennu Yıldırımlar, Nazan Kesal, Ercan Kesal, Ruhi Sarı ve Ayça Damgacı gibi isimler var.

İstanbul Modern Sinema’da Festival Oᵌ

İstanbul Modern Sinema, kısa film dünyasından üç büyük festivali bir günde toplayarak Festival O³ başlıklı bir kısa film maratonu hazırladı. 2013’ün en çok konuşulan ödüllü animasyonlarının buluştuğu Ottawa Animasyon Festivali, En İyiler seçkisiyle; Oberhausen Kısa Film Festivali, iki renkli programla 2013’ün en iyilerini sunacak. Üçüncü kısa film seçkisi ise Oscar’dan Kısalar başlıklı program. Programda bu yıl En İyi Kısa Film ödülünü alan Danimarkalı Anders Walter’ın Helyum isimli filmi de yer alıyor.

İstanbul Modern Sinema’da Festival Oᵌ yazısına devam et

Hak Hukuk Mücadelesi

‘Adalet İçin’ (ya da özgün adıyla Michael Kohlhaas), ulusça hak hukuk mücadelesi verdiğimiz şu günlerin gündemine cuk oturan bir çalışma. Filme esin kaynağı olan Heinrich von Kleist metninin beyazperdeye ilk aktarılışı değil bu. Daha önce üç kez sinemaya uyarlanmış, Volker Schlöndorff imzalı 1969 yapımı bir önceki uyarlama aynı yıl Cannes’da yarışmış, ‘Hak Mücadelesi’ adıyla sonradan bizde de gösterilmişti. Kısacık ömrüne sığdırmış olduğu bir avuç eseriyle 19. yüzyıl Alman yazınına damgasını vurmuş yazarın, Kafka’ya yazma tutkusunu aşılayan eseri olarak bilinen klâsik metni, Napolyon istilasının şokunu yaşayan Avrupalı okura 1808 yılında sunulmuş ilk kez. Feodal beyin haksızlığına uğramış bir köylünün gerçek hikâyesinden yola çıkılarak kaleme alınmış bu güçlü politik anlatı, esasen 16. yüzyıl başlarında geçer. Orta Çağ ile Rönesans dönemecinde, şehirlerde burjuvazinin politik olarak güçlenmesine karşılık kırsalda feodal beylerin kanun tanımaz otoritesinin hükmünü sürdürmekte olduğu bir dönemdir bu. Dinine bağlı dürüst at taciri Kohlhaas geniş topraklara sahip baronun haksız uygulaması sonucunda zarar görmüş atları ve ölesiye dövülmüş adamı için tazminat davası açar. Baronun akrabası yargıçtan üç kez geri dönen davayı kraliyet makamına taşımakta kararlıdır Kohlhaas. Ancak hakça bir karşılık alamadığı gibi, karısını ve doğmamış bebeğini muktedirin zulmüne kurban verince isyan eder. Çevresine topladığı haksızlığa uğramış köylüler ordusuyla başlattığı isyan hareketi kısa sürede büyür ve ortalık kana bulanır.

Yönetmen Arnaud Des Pallières, Kohlhaas’ın onurlu direniş öyküsünü Fransız topraklarına uyarlamış. Adaletsizliğe başkaldıran doğa adamının isyanını ülkenin güneyinde yer alan yüksek sıradağlarla çevrili Cévennes bölgesinde çekmiş. Film beklendiği üzere çatışma sahnelerinden geçilmeyen hızlı anlatılmış bir kahramanlık destanı değil. Bir intikam serüveni hiç değil. Geçtiğimiz aylarda gösterime çıkan 47 Ronin örneğinde olduğu gibi klâsik efsaneleri sıradan aksiyonlara dönüştüren Amerikalı meslektaşlarından farklı bir gözle yaklaşmış malzemesine Fransız yönetmen. Bir Ortaçağ aksiyonuna itibar etmeyerek her şeyden önce bir insan olarak ele almış ana karakterini. Kohlhaas’ı inançları, idealleri ve endişeleriyle dört başı mamur bir kişilik olarak çizmiş ve bu amaç doğrultusunda eserini bir dönem filminin klişe kodlarından uzak tutmaya büyük özen göstermiş. Dekor ve kostüm çalışması son derece minimal. Film büyük ölçüde dış mekânda, doğanın kucağında çekilmiş. Sade, renksiz giysiler tercih edilmiş. Müzik kullanımı da minimal. Martin Wheeler’ın özgün çalışmasında viola da gamba benzeri dönem enstrümanlarının ezgisi, rüzgârın tedirgin uğultusuna, atların kişnemesine ve doğanın binbir sesine karışmış, etkileyici bir müzikal armoni oluşmuş. Filmin bu yılın César ödüllerinde en iyi müzik ve ses ödüllerini kazanmış olması bu açıdan hiç tesadüf değil. Jeanne Lapoirie’nin dahili mekânlarda mum ve gaz lambası ışığında alınmış görüntüleri, haricide sonbahara geçiş döneminin büyülü ışığını kullanmaktaki becerisi yine olağanüstü. Dönem atmosferini mekan, kostüm ve eşyalar üzerinden değil, insanlar arasındaki ilişkilerle kurmayı amaçladığını belirten Fransız yönetmen, çağlar ötesinden kopup gelmiş zamansız evrensel öyküsü aracılığıyla, ‘İdealler yaşamdan daha mı değerlidir? Adalet ve eşitlik için muktedire savaş açan iktidarı ele geçirdiğinde onun büyüsüne kapılır mı?’ benzeri önemli sorular yöneltiyor bugünün izleyicisine. Ve bunu yaparken, Mads Mikkelsen denen Danimarkalı müthiş oyuncunun benzersiz performansından sonuna dek yararlanıyor.

[‘Adalet İçin’, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul, Beyoğlu Pera; Kadıköy Moda Sahnesi (eski Moda Sineması); Levent Metro City Cinema Pink; Ankara, Kızılay Büyülüfener; Bursa, Cinetech Korupark Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.]

(29 Mart 2014)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Uzun İnce Yol: Büyük Ozan Aşık Veysel Beyazperdede

Ünlü halk ozanı Aşık Veysel’in hayatı 41. ölüm yıl dönümünde beyazperdeye taşınıyor. Aşık Veysel’in hayatından esinlenerek kaleme alınan Uzun İnce Yol adlı filmin çekimleri 05 Ağustos’ta Sivas’ta start alacak. Filmde Aşık Veysel’in torunu Yeliz Şatıroğlu’da rol alıyor. Genç tiyatro oyuncusu Şatıroğlu, kendi babaannesi Gülizar’ı canlandıracak. Bilal Babaoğlu’nun yöneteceği ve  2015 Mart ayında gösterime girecek olan film, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca senaryo ve yapım desteğine layık görüldü. Filmde Aşık Veysel’i canlandıracak oyuncu sır gibi saklanıyor.

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu