Kategori arşivi: Yazılar

Bilimkurguya Kara Film Tadı

Wolverine (The Wolverine)
Yönetmen: James Mangold
Karakterler: Stan Lee-Jack Kirby
Senaryo: Mark Bomback-Scott Frank-Christopher McQuarrie
Müzik: Marco Beltrami
Görüntü: Ross Emery
Oyuncular: Hugh Jackman (Logan / Wolverine), Tao Okamoto (Mariko), Rila Fukushima (Yukio), Svetlana Khodchenkova (Viper), Famke Janssen (Jean), Hal Yamanouchi (Yashida), Hiroyiko Sanada (Shingen)
Yapım: Fox-Marvel (2013)

Sinemaya bağımsız filmlerle giren Amerikalı yönetmen James Mangold, “X-Men” serisinden “Wolverine” bilimkurgusunu üç boyutlu çekmiş. Hikâye ve mekânlarsa Japonya’dan.

Bir mutant olan Wolverine, Logan adını kullanıyor. Ebedî hayatın da derinlerinde Logan. Zaman, onun için etrafındaki insanlar gibi geçip gitmiyor. İnsanlar doğuyorlar, büyüyorlar, belki aile kuruyorlar ve sonunda da kaçınılmaz olarak ihtiyarlayıp ömürlerini tamamlıyorlar. Logan için her an ve geçen onlarca yıl aynı. Hiç yaşlanmıyor. Zihninde belki de en çok ölümü büyütmüş. Sıradan ölümlü insanlar her şeyi çoğu zaman doğal akışında yaşıyorlar. Yumruğundan keskin bıçaklar çıkan Logan, ölümsüz ve yaraları da kendi kendine hemen tedavi oluyor. Film, 1945 yılında Nagazaki yakınlarındaki Furyo’da, yani Japon esir kampında açılıyor. Amerikalılar, Hiroşima’nın ardından atom bombasını Nagazaki’ye atıyorlar. Siren sesleri duyuluyor öncesinde. Subay Yashida, telaşla esir Amerikalıların tutulduğu yerlerin kapılarını açıyor. Biri daha var. Logan da kuyunun içinde hapsedilmiş. Kamp komutanları harakiri yapıp intihar ediyorlar. Yashida içim yaşamak daha ağır basıyor. Logan, Yashida’nın hayatını kurtarıyor. Hikâye günümüze geliyor. Ormanda mağara adamı gibi yaşayan Logan, kâbuslarında Jean’ı görüyor ve ölmek üzerine takıntı içinde zihninin derinliklerinde. Onlarca yıl geçmesine rağmen mutant olan Logan’ın fiziği aynı. Ormanda ayıyla da ittifak kurmuş. Ayı zehirli okla öldürülünce hayatta kalan avcıyı barda bulunca o sırada Japonya’dan mangadan fırlamış Yukio’yla karşılaşıyor Logan. Yukio, onu yıllar önce ölümden kurtardığı Yashida’ya götürmek için gelmiş. Yashida ölüm döşeğinde çünkü.

Logan, Tokyo’ya geldiğinde bunun bir vedadan daha ötesi olduğunu öğreniyor. Yashida, kurduğu dev teknoloji imparatorluğu sayesinde Logan’ı ölümlü yapabileceğini söylüyor. Bunun karşılığında da ebedi hayatı kendi bünyesine geçirmek istiyor yaşlı Yashida. Japon mafyası Yakuza da, torunu güzel Mariko’yu ortadan kaldırmak istiyor. Onun da nedeni ortaya çıkıyor hemen. Yaşlı Yashida, öldüğünde teknoloji imparatorluğunu Mariko’ya bırakmak istiyor. Mariko’nun babası Shingen ihtiraslı bir insan. Kızının, hükümet içinde sivrilen Adalet Bakanı’yla evlenmesi için baskı da kurmuş. Siyaset üzerinden de ülkeye hâkim olmak istiyor Shingen. Ama Yashida’nın tapınaktaki cenaze töreninde her şey başka yerlere gidiyor ve film birden kara film ruhuna bürünüyor. Elbette bu bilimkurgunun içinde macera ve aksiyon da bolca yer alıyor.

Bağımsız filmlerden Hollywood’a…

1963 New York doğumlu James Mangold, 1995 yapımı bağımsız “Heavy-Şişman” filmiyle heyecan vermişti sinemaseverlere. 1997’de Sylvester Stallone, Robert de Niro, Harvey Keitel gibi Hollywood’un üç büyüğüyle bağımsız “Cop Land-Güçlüler Bölgesi” filmini de yaptı. Mangold, haklı olarak kendine yeni bir yol seçti ve Hollywood’un gişe yapabilecek filmlerine yöneldi. Paran olmayınca faturalarını kimse ödemiyor. Yönetmene saygı duyulmalı. Mangold’ın ilk üç filmini sinema perdesinde gördük. Mangold, 2013 yapımı “The Wolverine-Wolverine” filminde “Şişman”daki karakter derinliklerine ulaşabilmiş. Mangold, gerçekten ilk filminden çok şeyler kazanmış. “Wolverine” filmi bir bilimkurgu. Derinleşen hikâye ve karmaşıklaşan karakterler bu bilimkurguya kara film ruhu katıyorlar. Yönetmen bunu yaparken, aksiyon ve macerayı da bir tarafa bırakmıyor. Logan ve seyirci, hikâyenin içine düştüğünde, ne kadar da karmaşık olaylar ve insan ilişkilerinin olduğunu fark ediyorlar. Uzakdoğu’nun kadim bilgeliği, yüzyıllar içinde oluşmuş yaşam kültürleri ve gelenekleri batıya çok uzak. Tüm bunlar, ekonomik ve teknolojik olarak batıyla aynı yede olan Japonya’da yaşanıyor. Hem modern hem de gelenekçi. Ama bir şey hiç değişmiyor. O da ihtiras. Para ve onun getirdiği imtiyaz her kültürde aynı. Mangold, bu filmine kara film ruhu katarken buna kamera çevirmiş. Shingen, yaşlı Yashida’nın endüstri imparatorluğunu kızı Mariko’ya bıraktığını öğrenmiş. Bu kadar güç genç bir insana bırakılabilir mi? Shingen üzerinde kuşkular yoğunlaşıyor zihinsel olarak.

Aksiyon dolu macera…

Gerçekten hikâye karmaşık olarak gelişiyor. Bu durum, merak duygusunu çoğaltarak gerilimi de arttırıyor. Ama bu karışık durumlar olurken aksiyon da sürekli kendini hatırlatıyor. Filmin giriş bölümüyle geniş final anlarındaki aksiyon çarpıcı. Ama, en heyecan verici anlarsa hızlı tren üzerindeki dövüş sahnesiydi. Üç boyutlu perdede atmosferin içine düşüp koltuğa çivileniyorsunuz. Viper ve Yukio karakterlerinin filme zenginlik kattığını da belirtelim. Yılan dilli Viper, kara filmlerdeki bir “femme fatale”, yani öldüren kadın. Üstelik de sarışın. Yukio, tam anlamıyla Japon çizgi romanı Manga’dan gelmiş gibi. Yashida, Yukio’yu küçükken çöplükte yemek ararken bulmuş, sonra da yanına almış torunu Mariko’ya arkadaş olması için. Filmde elbette Yakuzalar ve samuraylar da var. Çünkü bu coğrafya Japonya. Yakuzaların devlet içine de nüfuz ettiğini hissettiriyor yönetmen. Son jenerik yazıları akıp giderken salonu hemen terk etmeyin. Filmin bir sürprizi olabilir. Stan Lee ve Jack Kirby’nin Marvel’den çıkan ortak çizgi romanını, sinemanın önemli yönetmenlerden Bryan Singer, 2000 yılında “X-Men” adıyla uyarlamıştı. Yine Singer 2003 yapımı “X-2” devam filmini de yaptı. Aslında bu seri, George Lucas’ın “Star Wars-Yıldız Savaşları” bilimkurgusunun yolundan giderek hikâyesine gerçeklik katmaya çabalıyor. “X-Men” serisi, sinemada özel bir yerde olabilir. Zaman içinde bu bilimkurgu serisi belki daha da anlamlaşacak. Bu serinin önceki filmlerini DVD arşivine katmak gerek. Bu serinin, “Star Wars” gibi bir bilimkurgu klâsiğine dönüşecekmiş gibi bir his var.

(25 Temmuz 2013)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Bu Dünyadan Geçip Gitmeden Önce

Jesse ile Celine’in 1994 yazında başlayan hikâyesi devam ediyor. Bağımsızlığını her daim korumuş Amerikalı sinemacı Richard Linklater’ın Kim Krizan ile birlikte yarattığı karakterler, ilk karşılaşmalarında yirmili yaşlarının başlarında idiler. 1995 yapımı ‘Gündoğumundan Önce / Before Sunrise’dan söz ediyorum. Hani Interrail yolcusu NewYork’lu Jesse’in Budapeşte’deki büyükannesini ziyaretten Paris’e dönmekte olan Celine’i trenden birlikte inmeye ikna ettiği, genç çiftin şafak vaktine değin Viyana sokaklarındaki birlikteliklerine ve filizlenen aşklarına tanık olduğumuz o güzelim filmden. Çok kısa süreli bir yaz aşkıdır bu. Genç adam ertesi sabah erken saatlerde New York uçağına yetişmek zorundadır. Yirmi yıl öncesinin koşullarında cep telefonu yok, e-mail, facebook hak getire. Ev adresi ve telefonlar alınmıyor, 6 ay sonra Aralık ayında Viyana’da buluşmayı kararlaştırıyor genç aşıklar.

Öykünün ilk bölümü, biraz hüzünlü, böylece sona erer. İkinci film ‘Günbatımından Önce / Before Sunset’ tam 9 sene sonra çekilmiştir. Jesse aşklarını konu ettiği romanın tanıtım turunun Paris ayağında meşhur ‘Shakespeare and Co.’de imza günündedir. Karşılaşmaları bu defa rastlantı değildir. 9 yıl önceki randevuya gidememiş olan Celine, biraz utancından biraz da meraktan Jesse’in karşısına çıkar. Genç adam evlenmiş, 4 yaşında bir oğlu olmuştur. Sorbonne’da siyaset bilimi okumuş Celine ise çevreci bir örgütte görev yapmaktadır. Bu defa Paris sokaklarında, Seine nehri üzerinde ‘bateau-mouche’da kaldıkları yerden aşk muhabbetlerine devam ederler. Final açık uçludur. Jesse akşam uçağına yetişebilecek midir, izleyici bunu öğrenemeden perde kararır.

İlk kez bu yılın Ocak ayında Berlin Film Şenliği’nde görücüye çıkan, akabinde 32. İstanbul Film Festivali programında yer almış serinin şimdilik son filmi olan ‘Geceyarısından Önce / Before Midnight’ bu haftadan itibaren sinemalarımızı ziyaret ediyor. Baş oyuncularıyla eşzamanlı yaş alan öykümüzde Jesse ile Celine bu defa kırklı yaşlarını sürmekteler. Paris’teki karşılaşmadan sonra çiftimiz birbirinden kopamamış, birlikte yaşamaya başlamışlar, bir de ikiz kızları olmuş. Öykünün yeni bölümü için seçilen mekân ise Mora yarımadasının güneyinde, Yunanistan’ın popüler sahil kenti ‘Kalamata’. Yunanlı yazar dostun cennettin kıyısındaki yazlık evinde 6 hafta geçirmiş çiftimiz, küçük kızları ve Jesse’in ilk evliliğinden 13 yaşını bitirmiş oğlan Hank ile birlikte. Prolog bölümünde, oğlunu buruk bir şekilde Chicago’ya annesinin yanına yolcu eder Jesse. Daha sonra, Ege’ye karşı zengin Yunan sofrasında üç kuşaktan dostlar yaşam, ölüm ve hızla akıp geçen zaman üzerine tartışırlar. Asıl tartışma ise, dostlarının armağanı olarak bir otel odasında geçirdikleri gece boyunca Jesse ile Celine arasında yaşanacaktır.

Serinin ilk filmiyle bizleri büyülemiş olan usta sinemacı Linklater, eşzamanlı gelişen öyküsüyle kahramanlarının yaşam öyküsünü dipdiri ayakta tutmaya devam ediyor. Evet 18 koca yıl geçmiştir. Gençlik hayalleri çoktan tükenmiş, geçen yıllarla birlikte aşk ateşini yitirmiştir. Günlük yaşamın stresi, çocukların sorumluluğu, Celine’in itaatkâr ev kadınına dönüşme korkusu ilişkilerini tehdit eder gözükmektedir. Ancak muhabbetleri ve tartışmaları eski canlılığını korumaya devam etmektedir.

Filmlerle birlikte yaş alan Ethan Hawke ve Julie Delpy’nin öyküye katkıları büyük. İkinci filmden itibaren senaryoyu üçü birlikte yazmışlar. Otobiyografik gelişmelere, gerçekleşmeyen hayallerini de katmışlar, ortaya hiç basmakalıp olmayan zengin bir diyalog zinciri çıkmış. Her ikisi de yönetmenlik yapmış oyuncular, filmlere yapımcı olarak da destek olmuşlar.

Purcell’ın ‘Dido ve Aeneas’ operasının uvertürüyle açılan ilk film, sabahın erken saatlerinde Viyana’nın tarihi dar sokaklarında bir zemin katında çalınan klavsenden duyulan ‘Bach’ın mucizevi ezgileriyle sonlanıyordu. İkinci filmin finali, Julie Delpy’nin sesi ve gitarından, kendi bestelediği küçük Fransız şarkısı ve cazın efsanevi ismi Nina Simone’un müziğiyle noktalanmıştı. Bu defa final jeneriğini bekleyenler Haris Alexiou’nun yorumundan Yunanca sözlü nefis bir tangoyla (Gia ena Tango) salondan ayrılacaklar. Linklater ve muhteşem oyuncularının küçük mucizelerinin devamını bekliyor, Jesse ile Celine’in 50’li yaşlarında buluşmak üzere diyoruz.

(24 Temmuz 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

2015 Bütün Seyirci ve Hasılat Rekorlarının Kırıldığı Yıl Olacak

Bu yılın büyük bölümü geride kalırken birçok büyük bütçeli filmin battığı anlaşılıyor.

2013 çok sayıda “John Carter: İki Dünya Arasında” faciası yaşattı… Bilindiği gibi 250 milyon dolara malolan “John Carter: İki Dünya Arasında” sadece 282 milyon dolarlık toplam dünya hasılatıyla fena halde batmıştı.

Bu arada, Ağustos 2013’te gösterime sunulacak olan 120 milyon dolar maliyetli “Elysium-Elysium: Yeni Cennet”in akıbeti de merakla bekleniyor.

2015 yılındaki blockbuster film yığılması dikkat çekiyor.

Yazımın sonundaki listeye bakıldığında 2015 bütün hasılat ve seyirci rekorlarının kırılması beklenen yıl olarak dikkat çekiyor.

Yılın Gişede En Başarılı Filmleri:

* “Mama” / Maliyet: 15 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 146 milyon dolar.

* “The Purge-Arınma Gecesi” / Maliyet: 3 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 76 milyon dolar.

* “Warm Bodies-Sıcak Kalpler” / Maliyet: 35 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 116 milyon dolar.

* “Safe Haven” / Maliyet: 28 milyon dolar. Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 71 milyon dolar.

* “This is the End” / Maliyet: 32 milyon dolar. Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 100 milyon dolar.

* “Despicable Me 2-Çılgın Hırsız 2” / Maliyet: 76 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 584 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “Iron Man 3” / Maliyet: 200 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 1 milyar 211 milyon dolar. Gösterimi bitti…

* “Man of Steel” / Maliyet: 225 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 635 milyon dolar. Gösterimi sürüyor… Hızı kesildi…

* “Fast and Furious 6-Hızlı ve Öfkeli 6” / Maliyet: 160 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 712 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Fast and Furious” hasılatı… Gösterimini bitirdi…

* “Monsters University-Sevimli Canavarlar Üniversitesi” / Maliyet: Açıklanmıyor / Dünya Sinema hasılatı: 532 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “The Croods-Crood’lar” / Maliyet: 135 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 582 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Great Gatsby-Muhteşem Gatsby” / Maliyet: 105 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 329 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “G. I. Joe: Retaliation-G. I. Joe: Misilleme” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 371 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Hangover III-The Hangover III: Felekten Bir Gece 3” / Maliyet: 103 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 350 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “A Good Day to Die Hard-Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün” / Maliyet: 92 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 304 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Star Trek: Into Darkness-Bilinmeze Doğru: Star Trek” / Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 448 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Star Trek” hasılatı…

* “Identity Thief-Kimlik Hırsızı” / Maliyet: 35 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 173 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Heat-Ateşli Aynasızlar” / Maliyet: 43 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 145 milyon dolar.

Beklentilerin Çok Altında Kalanlar:

* “Oblivion” / Maliyet: 120 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 285 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Oz the Great and Powerful-Muhteşem ve Kudretli Oz” Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 491 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Epic-Doğal Kahramanlar” / Maliyet: 100 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 241 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “World War Z-Dünya Savaşı Z”/ Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 456 milyon dolar.

* “Now You See Me-Sihirbazlar Çetesi” / Maliyet: 75 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 200 milyon dolar.

* “Olympus Has Fallen-Kod Adı: Olimpus” / Maliyet: 70 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 161 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

Batan Filmler:

* “Grown Ups 2-Büyükler 2” / Maliyet: 80 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 88 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “The Lone Ranger-Maskeli Süvari” / Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 147 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “R. I. P. D.-Ölümsüz Polisler” / Maliyet: 130 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 19 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “Pacific Rim-Pasifik Savaşı” / Maliyet: 190 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 178 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “White House Down-Beyaz Saray Düştü” / Maliyet: 150 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 92 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “After Earth / Dünya – Yeni Bir Başlangıç” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 235 milyon dolar. Gösterimi sürüyor…

* “Jack the Giant Slayer-Dev Avcısı Jack” / Maliyet: 195 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 197 milyon dolar.

* “The Host” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 48 milyon dolar.

2014 Projelerinden Bazıları:

* “The Amazing Spider-Man 2” (1977’den bu yana çevrilen altıncı “Spider-Man” filmi)

* “Mad Max 4”
* “Jurassic Park 4”
* “Hobbit 3”
* “Captain America 2”
* “Transformers 4”
* “Fifty Shades of Grey-Grinin Elli Tonu 1”
* “The Hunger Games 3”
* “Interstellar”
* “Planet of the Apes 8”
* “How to Train Your Dragon 2-Ejderhanı Nasıl Eğitirsin 2”
* “X-Men 7”
* “Fast and Furious 7”
* “Maleficent”; Başrolde Angelina Jolie; Bütçesi: 130 milyon dolar; “Uyuyan Güzel” hikâyesine farklı bir bakış.

2015 Projelerinden Bazıları:

* “Star Wars 7”
* “Superman Versus Batman”
* “Tin Tin 2”
* “Independence Day 2-Kurtuluş Günü 2”
* “Mission: Impossible 5”
* “Karayip Korsanları 5”
* “Avatar 2”
* “The Avengers 2-Yenilmezler 2”
* “Terminator 5”
* “James Bond 24”
* “The Smurfs 3-Şirinler 3”
* “Kung Fu Panda 3”

(22 Temmuz 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Birden Fazla Öykülü Filmler

Daha önce, birden fazla yönetmen tarafından (şu veya bu nedenle) çekilen filmlerden söz etmiştik. O filmler içinde yer alan Anlat İstanbul filmi beş yönetmen tarafından çekilmişti ve her yönetmen, dünya klâsiği olmuş bir “masalı” anlatıyordu. Yani bir nevi “öykülü filmdi” ama birbirinden bağımsız gibi duran öyküler, senaryoyu da yazan ve öykülerden birini yöneten Ümit Ünal yazılırken, birbirine bağlanmış, olaylar günümüz İstanbul’una taşınmış, film beş öyküden oluşan bir film değil öykülerin sindirildiği bir tek film olmuştur. Bu nedenle birden fazla yönetmenler grubunda anılmış, öykülü filmlerden ayrı tutulmuştur.

Bütün bir film olmasına rağmen, Yılmaz Güney’in Umut filmi de, öykülü filmmiş gibi eleştiriler almıştır. Bilindiği gibi Umut ilk yarısı itibarıyla faytoncu Cabbar’ın yaşamını anlatırken neo-realizm (yeni gerçekçilik) etkileri taşıyan bir dil kullanmıştır ki, bu dilin -hatalı kullanımı- değil, kullanılmış olması anılmıştır. Bu ise hiç de olumlu, bırak olumluyu, olumsuzu, bir eleştiri değildir. Filmin ikinci yarısı ise Cabbar ve arkadaşlarının (bir hoca ve hamal arkadaşı) hazine peşinde ve arayışında olmalarıdır. Bu bölüm filmin öyküsünün dışında bir öykü değil, öykünün devamıdır ve buradaki anlatım, anlatılanın gereği bir dille yapılmıştır ki, bu film içinde aksayan bir durum değildir. Tüm bunlar filmin bütünlüğünü bozan aksamalar değil, anlatımın gereği gibi yapılması sonucudur.

Öykülü filmler, 2’den başlayarak 9 öyküye kadar “öykülü filmlerin” grubunu oluşturmaktadır. Filmler hakkında kısıtlı bilgi veren yazıda 11 film yer almaktadır, eksikliği konusundaki her türlü bilgi makbulümüzdür. Aşağıda yer alan filmler, denildiği gibi birbirinden bağımsız öykülerin (kısa filmlerin) bir araya getirildiği filmlerdir. Kimileri ilgisiz, kimileri oyuncu birliği ile de birbirine bağlı, kimileri ise farklı filmler olmalarına rağmen “belli” bir konu birliği içindedirler:

KOLSUZ BEBEK / Münir Hayri Egeli – 1961
1. Talihsiz Fatoş (E.: Kemalettin Tuğcu)
2. Üç Küçük Afacan
3. Kolsuz Bebek
Egeli, sinemamızda az sayıda film (7 film) yapan ilginç bir yönetmendir. Son film olarak yaptığı Kolsuz Bebek’te de ilginç bir uygulama ile sinemamıza öykülü film yapma olgusunu başlatmıştır. Üç filmden ilki Kemalettin Tuğcu’nun Talihsiz Fatoş öyküsünden hareket eden ve “sevmediği halde bir oyun sonucu Cemil ile evlenmek zorunda kalan Fatoş’un öyküsü”nü anlatır (alıntı Özgüç: Türk Filmleri Sözlüğü c.1 s. 176 3. basım); Üç Küçük Afacan ise, “üç küçük yaramaz ile Muazzez Abla’nın öyküsünü” (Özgüç, a.g.e. s. 176); Egeli’nin öykülü filminin üçüncü öyküsü (Öğretmenin Kalbi) kendisine aittir, film “kolsuz bir bebekte kendinden bir parça bulan küçük bir kızın öyküsünü” (Özgüç, a.g.e. s. 176) anlatır.

BEŞ HİKAYE / Nuri Akıncı – 1962
Nuri Akıncı’nın yazdığı senaryo ile çektiği film, beş ayrı (kısa) filmden oluşan bir öykülü filmdir. Öykülerden biri bir İspanya kasabasında geçen, karı/koca/aşık arasında geçen olayları anlatırken, bir diğeri tam bir western filmidir! Film bir noel baba öyküsü (5. öykü) ile sonlanırken -“ne alâkası var” dememek için- filmleri görmek gerektiğini söylemekle yetinelim.

DOSTLUKLAR YAŞADIKÇA / Semih Evin – 1963
1. İntikam
2. Kasa Hırsızı
3. Şoför
Her ne kadar Özgüç, Evin’in bu (üç) öykülü filmi için sinemamızda tür’ünde bir ilk olduğunu belirtiyorsa da 1963’den önce 1961 ve 1962’de öykülü filmler (yukarıda) yapıldığından, bunu belirterek, Evin’in öykülü filmlerine kısaca değinelim.
1. İntikam: İdama hüküm giymiş bir kişinin, uzun zamandır haber alamadığı bir akrabası olduğu şüphesi ile ziyaretine gelen bir kadın, konuşmaları sonucu sorularına cevap bulamayarak ayrılacaktır ama mahkûmda da bir takım şüphelerin uyanmasına neden olmuştur. (Bu bölüm, İstanbul Radyosu’nda “Konuşmayan Adam” adı ile temsil edilen bir Amerikan oyunundan uyarlamadır. – Özgüç a.g.e. s. 213 )
2. Kasa Hırsızı: Namlı bir kasa hırsızı, aşık olması nedeni ile, -işini gizlediği için- tövbekâr olursa da, sevdiği kızın kardeşi (?), küçük kızın -belli bir süre açılamayacak- bir kasada kilitli kalması üzerine -kendisi ile girdiği hesaplaşma sonucu- kasayı açarak kızı kurtarır, kimliğinin ortaya çıkması üzerine, bulunduğu yeri terk etmeye hazırlanırken, (sevdiği) kız ve akrabalarının ısrarı ile yanlarında kalacaktır.
3. Şoför: Bir kaza sonucu arkadaşının ölümüne sebep olup hapse giren bir şoförle, bir fabrikatör tarafından iğfal edilen kız kardeşinin öyküsü (Özgüç a.g.e. s. 123)

KADINLAR KOĞUŞU / Ülkü Erakalın – 1978
Senaryosunu da yazarak Ülkü Erakalın tarafından çekilen filmin ortak noktası üç mahkûm kadının öykülerinin anlatılmasıdır. Filmdeki öykülerde farklı oyuncular oynamaktadır.

ON KADIN / Gören – 1987
Filmin adı her ne kadar On Kadın ise de, filmde 9 öykü ve 9 kadın yer almaktadır.
1 / Gelin: Sofrayı Hazırla
2 / Gazeteci: Evlilik Cüzdanınız, Lütfen
3 / Çingene: Ben Çalmadım be
4 / Deniz: Yeşil Güzeldir
5 / Anne – Kız: Çok Süpersin Anne
6 / Fahişe: Biz Fahişeyiz ya Siz
7 / İkramiye: Ana Sevgisi Ne Güzel Şey
8 / Feminist: Erkek Kokusu Sinmiş
9 / Köylü – Ben İkinize de Yeterim…
9 öyküde yer alan kadınların hepsini Türkan Şoray oynuyor, bu filmi diğer öykülü filmlerden ayıran bir özellik, fakat 10 film yerine 9 filmin olması ise çekim olanakları ile ilgili bir sorun. Yazılmış olan 10. öykü, bir limuzin içinde geçtiği için ve o günün koşullarında (çekim süresinin kısalığı, gösterim gününün yaklaşması nedeni ile beklenilememesi) 10. bölüm çekilemeyerek, film 9 öykülü (fakat adı: On Kadın) olarak seyirci karşısına çıkıyor.

İKİ GÜNAHSIZ KIZ / Erksan – Pesen – 1969
Bu filmi diğer öykülü filmlerden ayıran özelliği tek değil çift (her filminki ayrı) yönetmeni olmasıdır. Film üç öykülü olarak düşünülmüş, ancak iki bölümü çekilebilmiştir.
Metin Erksan’ın çektiği Yılın Kadını Değil, filminde “yılın kadını olmayan” kadın, kızını sevdiği belâlısından korumak isterken kendi canını tehlikeye atacaktır. İkinci film Nevzat Pesen tarafından çekilir, filmin adı olarak Özgüç, İki Günahsız Kız adını vermektedir ama bu filmin (iki öykülü halinin) genel adıdır. Nazmi Özer’in çekmesi plânlanan fakat çekilmeyen film (üçüncü film) çekilse idi, filmin adı yine İki Günahsız Kız olur mu idi, bilemiyorum ama ana temaya göre orada bir üçüncü kızın öyküsü anlatılacak ve filmde iki değil, üç öykülü film olacaktı. O zaman Pesen’in filmine yakıştırılan ad, İki Günahsız Kız olmayacak, belki başka bir ad olacaktı. Özer’in filminin adının ne olacağı ise o zaman -konulursa- konulacaktı, filmin her (üç!) öyküyü kapsayacak adı da daha değişik bir ad olabilirdi.

ON YÖNETMEN İKİ FİLM – 1995
Sinema Vakfı, alınan bir kararla on yönetmene birer film (kısa film) yaptırır. Bunlardan oluşturulan iki film, 5’er filmlik kısa filmlerden oluşmaktadır.
(“sevgi” ve “hoşgörü”) temasının işlendiği bu filmler: AŞK ÜZERİNE SÖYLENMEMİŞ HER ŞEY ve YER ÇEKİMLİ AŞKLAR’dır.
AŞK ÜZERİNE SÖYLENMEMİŞ HER ŞEY
1 / Buluşma / Ömer Kavur
2 / Monte Kristo / İrfan Tözüm (E.: Nazlı Eray)
3 / Onu Çok Seviyorum / Yusuf Kurçenli
4 / Ay Hikâyeleri / Erden Kıral (E.: Hans Christian Andersern ve Alphonse Daudet’in “Ayna” öyküsü.)
5 / Hep Aynı / Zeki Ökten
YER ÇEKİMLİ AŞKLAR
1 (6) / Şövalye, Pamuk Prenses ve Hain / Orhan Oğuz
2 (7) / Sır / Ali Özgentürk (E.: Onat Kutlar “Hadi” ve “Kül Kuşları” adlı öykülerden)
3 (8) / Gül ve Adem / Barış Pirhasan ( E.: Flannery O’Connur)
4 (9) / Ona Sevdiğimi Söyle / Memduh Ün
5 (10) / Kazandibi – Tavukgöğsü / Atıf Yılmaz (E.: Zeynep Avcı “Misafir” öyküsü)
Görüldüğü gibi on ayrı yönetmene yaptırılan beşer filmden oluşan, iki grup halindeki -aslında tek film- üst isimleri ile iki film olarak gösterime çıkarılır. Ne yazık ki, böyle bir çalışma tek filmlik bir faaliyet olarak kalır, gerisi gelmez. Unutulmasın ki, kısa film başlı başına bir sinema türüdür, yoksa uzun metraj filme geçmede bir duraklama noktası veya deneyim kazanma alanı değildir.

TÜLAY ERATALAY’IN SEÇMELERİ – 1995
Tülay Eratalay TV.de yetişmiş bir yönetmendir ve TRT adına 13 öykücümüzden seçim yaparak, 13 filmlik (hepsi kısa filmler) bir gösterim düzeni hazırlar. Bu filmlerden altı tanesi üçer bölümlü iki film oluşturacak şekilde sinema filmi olarak hazırlanır.
DÜŞ, GERÇEK BİR DE SİNEMA adındaki birinci filmde:
Düş; Bahçeli Lokanta (E.: Reşat Nuri Güntekin)
Gerçek; Ev Ona Yakıştı (E.: Memduh Şevket Esendal)
Sinema; Sinema Düşleri ( E.: Muzaffer Buyrukçu) bir araya getirildik sonra,
ÖZLEM, DÜN’E… BUGÜN’E… YARIN’A’yı da, şu öykü – filmlerden oluşturacaktır:
Bir Yer Göstericinin Hayatı (E.:Hulki Aktunç)
Arabacı (E.: Kemal Tahir)
Bıldırcınlar (E.: Zeyyat Selimoğlu)
Eratalay, TRT için çektiği 13 öykü-filminden üçerden altı tanesini, üçlü öykülü filmlere dönüştürür. Bu filmleri ile de sinema alanına girerek, festivallere katılacak, dahası yönetmen-lik uğraşında (TV yönetmenliği yanında) sinema yönetmeni de olacaktır.

F TİPİ FİLM / 2012
Bu film, diğer öykülü filmlerden farklılık gösterir, bu farklılık konusundan gelmektedir. Ülke cezaevlerinde yasa gereği uygulanmaya başlayan ve mahkûm ve yakınlarınca protesto edilen, F tipi hücre cezasına, karşı olarak, ortak bir konu etrafında dokuz (biri grup) yönetmen tarafından çekilen 10’ar dakikalık kısa filmlerden oluşur. Yönetmenler Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Reis Çelik, Hüseyin Karabey, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay gibi kişilerin yanında bir de Grup Yorum (FOSEM)…

Burada 11 filmde yer alan 48 kısa filme kısaca değindik. Sadece isimlerini verdik -bazısının ismi bile yok…- Bazı filmlerin konularına değinilmiş olması, diğerlerinin bu konuda eksik bırakılması, eldeki bilgilerle yetinmek fakat diğer filmlerin üzerlerine yeteri kadar gidilmemek, tamamen tarafımıza aittir. Fakat başlangıçta böyle bir iddiamız -her film hakkında açıklama yapmak gibi- yoktu, sırf liste hazırlamakla konunun bittiği kanısında değiliz, hiç bir zaman… Gerek listedeki, gerek içeriklerdeki her türlü eksikliğin giderilmesi daha sağlıklı bilgilerin oluşmasına neden olacaktır.

(21 Temmuz 2013)

Orhan Ünser

Bir Zamanlar Kraldı: Ayhan Işık

Başrollerini Ayhan Işık, Fatma Girik, Hulusi Kentmen, Necdet Tosun, Nejat Çetinok, Zuhal Tan, Hüseyin Baradan, Memduh Alpar, Aziz Basmacı, Selahattin İçsel, Haydar Karaer, Asım Nipton, Yaşar Şener, Atıf Tuna, Recep Yurdaşen’in üstlendiği yönetmenliğini ve yapımcılığını Memduh Ün’ün, senaryo yazarlığını Atıf Yılmaz’ın yaptığı “Öp Annenin Elini”nin ünlü sahnesi 49 yıl sonra gerçekten yaşandı… Siyah beyaz olarak çekilen Uğur Film yapımında Ayhan Işık’ın canlandırdığı karakter şu repliklerle sekreterini işinden kovuyordu:

“Ama o kadar güzelsiniz ki, bu güzelliğiniz benim için çok mukaddes olan çalışma prensiplerimi incitiyor küçük hanım. Sevimlisiniz, naziksiniz, çok güzel kokuyorsunuz. Her dakikamın bir saniyesini sizin cazibenize feda etmek zorunda kalıyorum. Sekiz saatlik mesaide sekiz dakika, ayda dört, senede kırk sekiz saat eder. E yani siz benim senede tam altı çalışma günümü çalıyorsunuz demektir. Böyle bir şeye hakkınız var mı? Sadece bir kadın olarak işe yararsınız küçük hanım.”

Temmuz 2013’te ABD’nin Iowa Eyaleti’nde bir temyiz mahkemesi “fazla güzel ve fazla çekici olduğu” gerekçesiyle asistanını işten kovan diş doktorunu haklı buldu. Evli doktor James Knight (53 yaşındaymış), “Çok dar giysiler giyiyorsun. Bu giysilerle seni çok çekici buluyorum. Karım da kıskanıyor. Evliliğimizi tehdit ediyorsun” diyerek kendinden 20 yaş genç 11 yıllık asistanını işten çıkarmıştı. Kendisi de evli olan ve doktorla iş dışında bir iletişimi olmadığını açıklayan asistan Melissa Nelson bu gerekçeyle işten atılınca eski patronu aleyhinde “cinsiyet ayrımcılığı” yaptığı gerekçesiyle dava açmış, mahkeme ise patronların evliliklerine tehdit unsuru olarak gördükleri çalışanlarını işten çıkarabilecekleri kararına varmıştı. Iowa Eyaleti Yüksek Mahkemesi kararı temyize götüren Melissa Nelson’ın itirazını kabûl etmedi. “Tüm üyeleri erkeklerden oluşan” (!) mahkeme, kararın cinsiyet eşitsizliği olduğu eleştirilerini de reddetti… Iowa Eyaleti Temyiz Mahkemesi’nin bu kararının bundan sonraki işten çıkartmalara da örnek olması bekleniyor.

Ayhan Işık 34 Yıl Önce Öldüğünde Sadece 50 Yaşındaydı

Bu vesileyle Ayhan Işık’ı hatırlamak ve hatırlatmak istedik… Türk sinemasının yakışıklı kralı Ayhan Işık 16 Haziran 1979 Cumartesi günü öldüğünde sadece ve sadece elli yaşındaydı…

Türkan Şoray “Sinemam ve Ben” adlı kitabında beraber yedi film çevirdiği Ayhan Işık’ın ölümünü şöyle anlatır:

“Yıllar sonra Ayhan Işık’ın ölüm haberi beni çok etkiledi. Nişantaşı’ndaki Güzelbahçe Hastahanesi’nin bahçesinde bekleyen çok insan vardı, herkes ağlıyordu. Ben de aralarındaydım. Acı haber beni çok sarsmıştı. Hastahaneden içeri girdim, herkes bahçede olduğu için içerde kimseler yoktu. Birden boş bir odada sedye üzerinde, üstünde beyaz örtüyle yattığını gördüm. Uzun süre donmuş kalmıştım. Hastahaneden çıktım. Bebek sahilinde bir bankta saatlerce tek başıma oturup boş boş denizi seyrettim.”

Ayhan Işık’ın ölüm nedeni olarak uyku ilâcıyla alkolü birlikte alması gösterildi. 13 Haziran 1979 Çarşamba günü bir beyin kanaması geçirmişti… İddialardan birine göre aşırı alkollü olarak kavurucu güneş ışınları altında uzun süre kalmıştı. Üstelik Ayhan Işık çok kısa süre önce, yavaş yavaş üzerine çökmekte olan yaşlılığın izlerinden kurtulabilmek amacıyla gözlerinin altındaki torbaları aldırma ameliyatı olmuştu. Bu ameliyatı geçirdikten sonra saatlerce kızgın güneş altında kalmasının ölümüne yol açtığı da iddia edilecekti.

Ayhan Işık’ın Erken Vefatına En Çok Üzülenler

Osman Seden, Ayhan Işık’ın cenazesini şöyle anlatmıştı: “Cenazesi bir hadise oldu. O kadar kalabalığı insan kolay kolay göremez. Şişli Camii’nin avlusunu dolduranların yüzde elliden fazlası cenazeyi seyretmeye gelen basit insanlardı. Yüzde elliye yakını, “filânca da oradaydı” dedirtmek için, acaba basın benim de bir resmimi çeker mi diye poz veren tufeylilerdi, bir kısmı da onu tanıyanlardı. Herkes “daha geçenlerde onunla beraberdik, daha birkaç gün önce şuradaydık, buradaydık” diyenler, bir kısmı da kendisini ne kadar yakından tanıdığını ispat etmeye çalışan budalalardı, züppelerdi. Bir an filmlerinin büyük bir kısmının prodüksiyon amirliğini yapan Yüksel Tanık’la göz göze geldik. Ağlıyordu. “Meğer yakın arkadaşı biz değilmişiz” dedi. O kalabalık içinde içten, kalbinin ta içinden kahrolan üç kişi hatırlıyorum, biri kızı Serap, diğeri çok yakın arkadaşı merhum Sadri Alışık ve bir diğeri de Feridun Karakaya (Cilalı İbo). Cenaze namazı kılındı. Hakkımızı helâl ettik. Ayhan’ı götürdüler.”

Biz burada Osman Seden’in sözlerine bir ek yapmak istiyoruz. Ayhan Işık’ın ölümüne en çok üzülenlerden biri de Belgin Doruk’tu.

Yüz Yaşına Kadar Yaşaması Beklenen Ayhan Işık Müthiş Bir Sigara İçicisiydi

Ayhan Işık bir taraftan sağlığının üzerine titrer görünen, yediğine içtiğine çok dikkat ve özen gösteren bir insandı. Bir taraftan sigaranın birini söndürmeden diğerini yakardı. İnanılmaz, müthiş bir sigara içicisiydi. En yakınındakiler kendine onun kadar iyi bakan ve onun kadar iyi beslenen ikinci bir kişi görmediklerini de söylemişlerdir.
Çolpan İlhan neredeyse asansör kullanmamasıyla, çok sağlıklı görünmesiyle ünlü Ayhan Işık için şunları söylemiştir: “Ayhan Işık’ı biz herhalde yüz yaşına kadar yaşar diye düşünürdük.” Osman Seden de aynı fikirdeydi. Ona göre de Ayhan Işık vücuduna bakmasını biliyordu.

Kardeş Gibiydiler

Ayhan Işık’la “Öldüren Şehir”, “Beraber Ölelim” ve beş adet “Küçük Hanımefendi” filmi çeviren Belgin Doruk ise Bircan Usallı Silan’a anlattığı “Acı Dolu Yıllar” adlı anılarında “O Güzelim adam (Ayhan Işık), hepimizden çok yaşayacağına inandığım adam hepimizden önce küt diye göç etti gitti… Onun ölüm anına inanamıyorum. Oysa hepimizin ne güzel bir arkadaşlığı vardı bilemezsin. Eşleriyle gerçekten aile dostluğu vardı aramızda. Her yılbaşı gecesi çoğunlukla bizim evde buluşurduk. Onun yanı sıra hafta sonu geziler, balolar, partiler hep birlikte yaşadığımız güzelliklerdi, hoşluklardı. Hepimiz kardeş gibiydik. Hepimizin derdi birimizin derdi gibiydi.”

Sadri Alışık, Gülşen Işık’a Neden Kızdı?

Belgin Doruk, Bircan Usallı Silan’a sözlerini sürdürmüştü: “Sadri, Gülşen’e neden kızmıştı biliyorsun değil mi? Ayhan ölümcül yatakta yatarken Gülşen Işık, Avrupa gezisini bölüp İstanbul’a dönmüş ve ilk işi Ayhan’a; “Kalk lan… Artistlik yapma… Domuz gibi iki gün sonra ayağa dikilirsin” demesine tanık olmuş. Belki kocasına güç vermek için söylemişti Gülşen bunları ama insanlar böyle anlarda olağanüstü duyarlı oluyorlar biliyorsun.”

Ayhan Işık’ın Ölümü Sadri Alışık’ın Hayatından On Yıl Çaldı

Çolpan İlhan’a göre Ayhan Işık’ın ölümüne çok üzülen Sadri Alışık’ın ömründen on yıl eksilmişti. Alkolle arasının çok iyi olduğuna bir uçak yolculuğunda tanık olduğumuz Sadri Alışık ise en yakın dostundan 18 ya da 19 yıl fazla yaşadı ve erken sayılabilecek bir yaşta vefat etti.

Eğitimi ve İlk Filmi

05 Mayıs 1929 Pazar günü İzmir’de dünyaya gelen Ayhan Işık, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi gördükten sonra grafiker olarak çeşitli dergilere kapak tasarlamış ve ilân illustrasyonları yapmıştır.

“Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan” (1950) Ayhan Işık’ın ilk filmidir ve seyirciden pek ilgi görmez. Bu son derece yakışıklı adam (Clark Gable ile George Clooney’e benzeyen bir görünümü vardır) tiyatrocu ve şarkıcı kökenli oyuncuların yerini alan güzel görünümlü yeni oyuncu kuşağının ilk temsilcilerinden biridir. Bu jenerasyon oyuncuların yüz ve beden güzellikleri tek sermayeleriydi. Fotojeniktiler. Çekiciydiler. Simetriktiler. Kameraların sevdiği insanlardı.

Bir Yıldız Doğuyor

Dönemin film dergisi Yıldız “Geleceğin Oyuncuları” yarışmasıyla pek çok kişiyi Türk sinemasına kazandırmıştır. Bunlar arasında Ayhan Işık ile Belgin Doruk da vardır. Üstelik Yıldız Dergisi yöneticisi Sezai Solelli birden fazla işi aynı anda ve başarıyla yürüten, aynı zamanda Kemal Film’in yani yapımcı Osman Seden’in basın ilişkilerinden sorumlu kişidir. Yapımcı Osman Seden’e Ayhan Işık’ı “Kanun Namına” için Sezai Solelli teklif etmiştir. Bu teklifi beğenen Seden’de yönetmen Lütfi Akad’ı filmin başrolünde Ayhan Işık’ın oynaması konusunda ikna etmiştir.

Yönetmen Lütfi Akad “Kanun Namına” için ilk görüşmesinde Ayhan Işık’ın kendisinde kibar ve terbiyeli bir insan izlenimi bıraktığını söyler. Lütfi Akad ile Ayhan Işık’ın beraber ilk çalışmaları “Kanun Namına” olur. Lütfi Akad bu konuda sonradan şunları söylemiştir: “Osman Seden akıllı bir yapımcı olarak yeni bir jön lanse etmeyi düşündü. Ayhan Işık’tı onun düşündüğü kişi… Fakat öyle yaptı ki, onun etrafına en kuvvetli oyuncuları seçti: Gülistan Güzey’i, Pola Morelli’yi seçti. Settar Körmükçü, Nubar Terziyan, Muzaffer Tema, Neşe Yulaç, Talat Artemel gibi oyuncuların desteği ile yepyeni bir adamı füze gibi fırlattı. Bu düzen Osman Seden’indir… Ve çok iyi bir yapımcı, uzağı gören bir yapımcı olarak davrandı burada. Yeni, yepyeni bir oyuncunun, hiç tanınmamış bir oyuncunun etrafını kuvvetli oyuncularla destekledi.

Ayhan Işık’ın İşten Çıkarılmasından Son Anda Vazgeçildi

Yapımcılığını Osman Seden’in yönetmenliğini Lütfi Akad’ın üstlendiği “Kanun Namına” Ayhan Işık’ı en çok aranan yıldız yapmıştır. Güçlü ve isabetli öngörüleri olan yapımcı Osman Seden Ayhan Işık’la Hollywood’daki gibi uzun vadeli bir anlaşma yapar. Kısaca Ayhan Işık’a yatırım yapar. Yapar yapmasına da “Kanun Namına”nın yönetmeni Lütfi Akad, Ayhan Işık’tan istediği oyunculuğu (istediği yüz ifadelerini) filmin ilk çekim günlerinde alamayınca Ayhan Işık’ın işine son verilmesi bile düşünülür.

Osman Seden bu olayı kendi sözcükleriyle şöyle anlatmıştır: “Filmin çekimine (yıl 1952) Büyükada Dilburnu’nda başladık. Ertesi gün gene orada çalışılacaktı. Hepimizin gözü Ayhan Işık’ın üstündeydi ve ne yazık ki Ayhan Işık son derece başarısızdı. Üçüncü gün adadan dönerken Lütfi, kameraman Enver Burçkin ve ben vapurun yan tarafında oturduk. Üçümüzün de ağzını bıçak açmıyordu. Ayhan Işık bekleneni vermekten çok uzaktı. Ne yapacağız diye sordum. Lütfi’de tıs yok. ‘Değiştirelim mi, filmi paydos edip yeni birini mi alalım o role?’ ‘Bilmem’, dedi. Kısa aralıklarla hep sorular sordum, hiçbir net cevap vermeye yanaşmadı. Özür dileyerek Ayhan Işık’tan vazgeçip, iki gündür çekilen sahneleri baştan çekmeye karar vermek üzereydik ki, o ana kadar konuşmamıza hiç katılmamış olan Enver Burçkin, ‘O’na son bir şans tanıyalım,’ dedi. Üç gün daha beklememizi tavsiye etti, bu müddet zarfında Ayhan’da bir gelişme olursa (ona Lütfi karar verecekti) onunla filme devam edecektik. Lütfi bu fikri hemen kabûl etti… ‘O’na son bir şans daha tanıyalım’ dedi. Üç gün devamlı çalışmalara gittim… Sanki Ayhan’a sihirli bir değnek değmiş gibi birkaç gün sonra Ayhan açılmaya başladı. Bir akşam paydostan sonra Enver de Lütfi de ‘Başaracak’ dediler. Ben de aynı fikirdeydim.”

Lütfi Akad, Ayhan Işık’ın oyunculuğunun tel tel döküldüğü ilk iki günlük çekimleri görüntülerin arızalı olduğunu iddia ederek tekrar çekecekti. Bu filmin bir bölümü bugünkü Beyoğlu AFM Fitaş Sinemaları’nın yerinde bulunan gazinoda çekilmiştir. Setlerinde sıkı disiplin sağlayarak film yöneten Akad “Işıkla Karanlık Arasında” adlı anılarında “Kanun Namına” çekilirken deneyimsiz ya da deneyimi sınırlı Ayhan Işık’a yine bu filmin erkek oyuncularından birinin tavır koyduğunu ancak kendisinin buna geçit vermediğini de anlatır.

25 Yıllık Krallık

Osman Seden “Kanun Namına”nın Ayhan Işık’ın 25 yıllık krallığının başlangıcı olduğunu belirtir.

1952’lerde film başına Osman Seden’den bin sekizyüz lira alan Ayhan Işık 1963 sonunda yine aynı yapımcıdan film başına yetmişbin lira almaktadır. Aynı yıl Elizabeth Taylor ise “Cleopatra”dan bir milyon dolar ücret artı hasılattan yüzde on pay almıştır. Ayhan Işık bu gelir uçurumlarını aşabilmenin tek yolu olarak filmlerine insanların ve beyazperdelerin olduğu her yerde pazar bulabilmek olduğunu anlamıştı. Bunun için de tüm dünyayı karış karış gezecekti. İtalyan filmcilerle birlikte gittiği İran seferi bunlardan biridir. Film çevirme takvimi bu kadar dolu bir oyuncunun kendini, projelerini bizzat pazarlayabilmek için Amerikadan İran’a kadar her yana koşturması onun volkanik/yüksek enerjisinin bir başka kanıtıdır.

Osman Seden uzun süre Türkiye’de film başına en yüksek ücreti alan Ayhan Işık’ın başarısının sırrıyla ilgili olarak Ses Dergisi’nin bir sorusuna şu cevabı vermişti: “Aynı değerde bir başka aktör olmadığı için. Ayhan’ı hiçbir prodüktör öldüremedi. Yani yıpratamadı. Halkın sevgisiyle prodüktörün sempatisini at başı yürütüyor. Birinci olmanın sırrını ve yaratıcının verdiklerini korumasını biliyor. Bir kere ‘erkek tipli’ yaratılmış. Sonra içki, kadın, kumar, sefahat alemleri gibi sinema dışı ve şöhret düşmanı hiçbir ters hareket yapmıyor. Vücuduna bakmasını biliyor. Bu yüzden de sinema seyircisi bu parayı fazlasıyla ona, dolayısıyla bize ödüyor, ödeyecek de.”

Osman Seden bir özeleştirisinde de şunları söyleyecekti: “Türkiye’de star sistemini ben kurdum. Bunun bugün bilânçosunu yaparsanız, sevap günah bilânçosunu, o günahı ben işledim. Peki kurmasaydım ne olacaktı? Gene kurulacaktı. İlk ben yaptım, star sistemi denilen şeyi ben yaptım. Çok da başarılı oldum. Çok, çok, çok başarılı oldum. Ama star sistemi, evde kavanozda boğa yılanı yavrusu yetiştirmeye benziyor. O boğa yılanı zamanla büyüyor, büyüyor, önce senin kemiklerini kırıyor ve yutuyor; sonra daha da büyüyor, etrafına kötülük saçıyor; sonra daha da büyüyor ve kendi etini yiyor. Star sistemi bu.”

“Öldüren Şehir”in Çekimlerinden Bir Mahalle Baskısı Anektodu

Belgin Doruk, Bircan Usallı Silan’ın derlediği ve yazıya döktüğü “Acı Dolu Yıllar” adlı anılarında çarpıcı bir mahalle baskısı örneği verir. “Öldüren Şehir”in bir sahnesinde senaryo gereği Ayhan Işık ile el ele tutuşmaları gereken sahnenin çekimi sırasında bir film çekildiğini anlayamayan ve mahallenin namusunun elden gitmek üzere olduğunu zanneden tutucu çevre sakinlerince taşlandıklarını, linç edilme tehlikesi ortaya çıkınca oradan kaçarak canlarını zor kurtardıklarını anlatır. Bu filmin yapımcısı ve senaryo yazarı Osman Seden, yönetmen Lütfi Akad’tır. “Öldüren Şehir”, Ayhan Işık ile Belgin Doruk’un birlikte oynadıkları ilk filmdir. “Öldüren Şehir”in bir başka özelliği Yıldız adlı film dergisinin “Geleceğin Oyuncuları” yarışmasında Kral ve Kraliçe (birincilik) ödülüne lâyık bulunan Işık ve Doruk’un bir araya getirilmesidir. “Öldüren Şehir” ile hem Işık hem de Doruk, Film Dostları Derneği’nce en iyi erkek oyuncu seçilmiştir.

Yapımcı Osman Seden yönetmenliğini Lütfi Akad’ın üstlendiği “İngiliz Kemal Lawrence’a Karşı”daki rolü için Ayhan Işık’a dönemin boks şampiyonu Vural İnanda’dan boks dersleri aldırır ve neredeyse olanakları ölçüsünde bu film prodüksiyonu için hiçbir masraftan kaçınmaz.

“Kanun Namına” sinema seyircilerinden çok büyük, ”İngiliz Kemal” ise sadece büyük ilgi görür.

1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında sadece İstanbul’da yılda 30 milyona yakın sinema bileti kesilmesi film üretimini yılda 130 filme kadar yükseltmişti. Ayhan Işık en popüler oyunculardan biriydi. Adeta paylaşılamıyordu. Ayhan Işık kendini o denli büyük bir star olarak görüyordu ki, bir başka film setine yetişebilmek için Lütfi Akad’ın birkaç günlük çekimi kalan filmi “Üç Tekerlekli Bisiklet”i yarım bıraktı. Aslında bu olayda kesinlikle ve kesinlikle Ayhan Işık’ın bir hatası yoktur. Çünkü yapımcı Nusret İkbal’e Ayhan Işık “Üç Tekerlekli Bisiklet” için sadece 15 gün ayırabileceğini önceden bildirmiş, İkbal ise bu durumu Ayhan Işık 15 günlük çekimden sonra setten ayrılınca Lütfi Akad’a söylemiştir. Ayhan Işık’ın “Üç Tekerlekli Bisiklet”in setinde sadece 15 gün çalışabileceğini Lütfi Akad’a da söylememesiyse çirkin bir davranıştır. Ayhan Işık için o dönemde para çeşmeleri akıyordu ve O da küplerinin hepsini sonuna kadar doldurmaya kararlıydı.

Genç Kızlar ve Kadınlar Ayhan Işık’a Aşık Olmuştu

Genç kızlar ve kadınlar Ayhan Işık’a aşık olmuştu. Genç erkekler O’nun gibi görünmek ve olmak istemişti. Ancak Ayhan Işık’ın oyunculuk yetenekleri sınırlıydı. Sadece usta yönetmenlerin elinde çok iyi sonuçlar verdi. Bir sahnenin mümkün olan en az tekrarla çekilmesi onun rol aldığı filmlerde mümkün değildi.

1979’daki vefatı kadar olmasa bile 1963’te Gülşen Işık’la evlenmesi Ayhan Işık’ın kadın hayranlarını epey sarsmıştır. Kısa süre sonra çiftin Serap adında bir kızları olur. Gülşen Işık, Gül Bora (Ekrem Bora’nın eşi), İpek Günay (İzzet Günay’ın eşi), Belgin Doruk ve Neriman Köksal zaman içerisinde örnek gösterilebilecek bir arkadaşlık bağı geliştirmeyi başarmışlardır. Mümkün olduğu kadar boş zamanlarını ve tatillerini birlikte geçirmeye çalışmışlardır.

Ayhan Işık Türk sinemasında yiğit, mert, sözü senet olan, tuttuğunu koparan, bıçkın kenar mahalle delikanlısı karakterlerine hayat vermiş ve bu rolleriyle beyazperdenin yakışıklı kralı ünvanını kazanmıştır.
Çalıştığı birbirinden değerli yönetmenler arasında Lütfi Akad (Kanun Namına, Öldüren Şehir, İngiliz Kemal Lawrence’a Karşı, Üç Tekerlekli Bisiklet), Metin Erksan (Acı Hayat), Ertem Göreç (Otobüs Yolcuları), Halit Refiğ (Güneşe Giden Yol, Kızın Var mı Derdin Var) ve Memduh Ün’de (Namusum İçin) bulunuyor. Vedat Türkali’den (Otobüs Yolcuları) Kemal Tahir’e (Namusum İçin) kadar çok değerli edebiyatçıların yazdığı ve yarattığı senaryoların sinema uyarlamalarında tercih edilmesi de Ayhan Işık’ın ne kadar şanslı bir oyuncu olduğunun bir başka örneğidir.

Göksel Arsoy’a Göre “Küçük Hanımefendi” Filmine Pek Fazla Seyirci Rağbet Etmeyecekti

Göksel Arsoy’un kabûl etmediği rolü üstlendiği “Küçük Hanımefendi” serisi Ayhan Işık’a hareketlerinde aşırı bir özgüven ve rahatlık kazandırmıştır. Göksel Arsoy kendisinin reddettiği rolün Ayhan Işık’a verildiğini öğrenince bu filmi seyretmeye pek fazla insan gitmez demişti. Arsoy yanıldı ve bu seri sinema seyircilerinin en çok ilgi gösterdiği Türk filmleri arasında yer aldı. Çoğu sinema seyircisine ”Mutluluk Hapı” gibi gelen serinin altı filminden (1961 – 1970 yılları arasındaki) dördünde Ayhan Işık, Belgin Doruk ile Sadri Alışık, serinin beş filminde Ayhan Işık ile Belgin Doruk başrolleri üstlendi. “Küçük Hanımefendi” serisi Işık ile Alışık’ın dostluğunu pekiştirdi. Bu filmlerin setlerindeki Işık ile Alışık’ın yarattıkları neşeli ortam/atmosfer ve birbirlerine lâf yetiştirmeleri efsane halinde anlatılır oldu. Sadri Alışık’ın yaptığı Ayhan Işık taklitlerine Ayhan Işık bayılırdı ve bir kez daha tekrar ettirirdi.

Ayhan Işık’ın En İyi Oyunculuk Performansları “Küçük Hanımefendi” Serisindeydi

Lütfi Akad, Ayhan Işık’ın “Küçük Hanımefendi” serisindeki oyunculuğuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Ayhan Işık ‘Kanun Namına’da gerek ondan sonraki filmlerinde başarısızdı. Gerçi şurada bir düzeltme yapmam gerekir ki, Ayhan Işık hiçbir filmde oynamadı diyemeyiz. Ayhan, yalnızca tatlı, güzel, hafif, duygusal, komedi filmlerinde çok güzel oynadı. Belgin Doruk’la birlikte oynadığı güldürüye yaklaşan tarzı ona çok yakışıyordu. Tipi ve yüz mimikleri o tarza daha uygundu. Ayhan seyirciden işte bu filmlerinde daha çok karşılık bulmuştur.”

Belgin Doruk yine anılarında Ayhan Işık için şunları söylemiştir: “Yaşam boyu onunla (Ayhan Işık) benzer kaderi paylaştık. Daha ilk günden itibaren hep sıkı dost olduk… Konuşmadan anlaştık, aynı şeylere gülüp, aynı şeylere üzüldük. Bunlar tümüyle arkadaşlıktı. Öyle sanıldığı gibi ya da bana sık sık sorulduğu gibi aramızda asla bir duygusal yakınlığımız olmadı. Biz gerçekten kardeş gibiydik.”

Yakın zamanda Can Yayınları, “Küçük Hanımefendi” serisinin baş oyuncuları Ayhan Işık ile Belgin Doruk üzerine birer kitap için Giovanni Scognamillo’yla da görüştü. Ama bu kitap projesi gerçekleşmedi. Alzheimer hastası talihsiz yönetmen Erdoğan Tokatlı’nın eşi Reyhan Hanımın Ayhan Işık ile ilgili belgesel hazırlama isteğineyse Ayhan Işık’ın ailesi açıkçası pek yardımcı olmadı.

Belirgin Kişilik Özellikleri

Ayhan Işık’ın çok tutumlu olması da bir diğer özelliğiydi. Örnek vermek gerekirse sigara otlanması dillere destandır. Onun için “Eli sıkıdır, cebinde akrep vardır. Cimriliğin kitabını yazmıştır,” denmiştir. Bu konuda onlarca meslektaşı da onu yalnız bırakmamıştır.

Ayhan Işık son derece dakik ve işine saygılı bir oyuncuydu. Bu konuda hiç kimseyi zor durumda bırakmamıştır. Oysa Ayhan Işık’ın birçok meslektaşı setlerde onlarca insanı saatlerce bekletmekten, yapımcıların parasını sokağa savurmaktan en ufak bir rahatsızlık duymamıştır.

Ayhan Işık ile Sadri Alışık’ın “Biz sanatkârız, işçi olmadığımız için sendikadan istifa ediyoruz” cümlesiyle özetlenebilecek, patronlardan yana tavır ve tutumları Türkiye’de film üretimi alanındaki çalışma koşullarının düzelememesine karınca kararınca bir katkıda bulunmuştur.

Ayhan Işık film yıldızıyken berbat/karga gibi sesleri ve olmayan/kıt müzik bilgileriyle kamyonla para karşılığında şarkıcılığa soyunan, sahneye çıkan meslektaşlarını en ağır ifade ve sözcüklerle eleştirmiş, aynı teklif kendisine gelince parayı herkesten çok sevdiğinden, hiç düşünmeden taşınmadan şarkıcı olarak sahneye çıkmıştır. Şarkıcılık sınavı tahmin edilebileceği gibi tam bir fiyaskodur.

Ayhan Işık için belki de hayatta en çok önem verdiğiyse, son derece bakımlı, son derece yakışıklı, son derece fit görünmekti. Bazı erkek meslektaşları gibi sette dolaşırken kendini bir taraftan elindeki aynadan seyretmese de bu konuyu takıntı haline getirmişti. Yaşlı, ihtiyar, çirkin bir insan olarak ölmeyi kendisine yakıştıramadığı bile düşünülebilir. Aslında popülerliğini daima korumak isteyen bir film yıldızı olduğu düşünülürse bu konuda kendisini eleştirmek haksızlık olur.

Dokuz Günde Film Çevrilebilir mi?

Yapımcı Osman Seden de şirketi Kemal Film’in zor günler yaşadığı günlerde süper yıldız yaptığı Ayhan Işık’tan yardımını, kendilerine bir can simidi atmasını ister. Gerisi Seden’in anlatımından: “Bana bir film yapmasını rica ettim, cebinden bir liste çıkardı, yalan söylemeyeyim, onüç kadar film anlaşması yapmıştı. Hiç boş vakti yoktu. Filmler arasında dokuz günlük bir ara vardı ve istersem bu dokuz günü bana verebileceğini söyledi. Dokuz günde nasıl film çevrilebilir ki?”

Ayhan Işık’ın kendine hayranlığı ve inanılmaz özgüveni dillere destandır. Adeta kendi kendisine aşıktır (Narssisttir). O adeta küçük dağları yaratmıştır. Bulunmaz Hint kumaşıdır. Dünyanın birinci harikasıdır. Bu konuda da onlarca meslektaşı O’nu yalnız bırakmamış, hatta onu sollayıp geçmişlerdir. Onlar asla ve asla mütevazi değillerdir.

Ayhan Işık, Hollywood’da yer edinmek gibi büyük hayallere kapılmış ve Amerika’da Muzaffer Tema’dan daha fazlasını başarabileceğine kendini inandırmıştır. Muzaffer Tema, Alan Ladd kadar yakışıklıysa Ayhan Işık da Clark Gable kadar yakışıklıdır. Sonuçta Ayhan Işık Amerika’dan büyük bir hayal kırıklığı içinde dönmüştür. Ancak son nefesini verinceye kadar çevirdiği filmlerin tüm dünyada izlenebilmesi ve filmlerine dünyanın her yanından güçlü sermaye gruplarının yatırım yapmaları için inanılmaz bir mücadele vermiştir. Bu da ancak takdir edilebilir bir davranıştır.

Ayhan Işık’ın yapımcı Turgut Demirağ’ın senaryosunu Giovanni Scognamillo’ya yazdırdığı James Bond tarzındaki bir filmde oynaması da söz konusu olmuştur. Bu filmde oynamayı kabûl eden ünlü Amerikalı oyuncu Jayne Mansfield trafik kazasında ölünce film kalmıştır.

Türk Sinemasının Kara Kutusu Agâh Özgüç, Ayhan Işık’ı Hakan Sonok’a Anlattı

Başlangıçtan bugüne Türk sinema tarihi hakkında çok şey bilen adam, herkesten fazlasını bilen adam, Türk sinemasının tutanakçısı, detektifi, arkeoloğu, sinema tarihçisi, arşivcisi, onlarca değerli araştırma kitabının yazarı Agâh Özgüç, bu satırların yazarına yakından tanıdığı ve Park Otel’de viski içerek sohbet ettiği Ayhan Işık’ı anlattı.

* Ayhan Işık’ın görünümü üzerine:

“Ayhan Işık yakışıklı, esmer, yağız, Osmanlı-Türk erkek görünümünün en tipik temsilcisidir. Türkan Şoray ise güzel Türk kadınının en tipik temsilcisidir.”

* Ayhan Işık’ın sırları üzerine:
“Ayhan Işık herkese karşı çok mesafeliydi ve son derece ketum (ağzı sıkı) bir insandı.”

* Ayhan Işık’ın Ressamlığı:

“Ayhan Işık sinema oyunculuğundan önce Türkiye Yayınevi’nin sahibi, sonradan milletvekili olacak olan Tahsin Demiray’ın yanında ressam olarak çalışıyordu. Ayhan Işık, ‘Aşka İnanmam’ adlı çizgi romanın yaratıcısıdır. Çizgi roman kitap olarak basıldığında kapağın üzerinde Ayhan Işık’ın fotoğrafı vardı. Türkiye Yayınevi, Yıldız, Binbir Roman, Çocuk Haftası ve Yavru Türk dergilerini ve çeşitli kitapları yayınlıyordu. Filmleştirilmiş romanlar serisi de bu yayınevine aitti.”

* Ayhan Işık’ın hayatındaki kadınlar:

“Ayhan Işık biliyorsunuz 1950’de ünlü oldu ve 1960’ların başında evlendi. Işık, ünlü olduktan sonraki ve önceki bütün özel hayatını herkesten gizlemeyi başarmıştır. Hayatında Gülşen Işık’tan başka bir kadın olup olmadığı bir sırdır, bir bilinmeyendir. Ayhan Işık hayatındaki Gülşen Işık’ın varlığını bile uzun süre hayranlarından gizlemeyi tercih etmiştir. Ayhan Işık ile Gülşen Işık’ın aşk yaşadıklarının kanıtı olan ilk fotoğraflar bile uzun uğraşlar ve gizli takiplerden sonra gizlice ve uzaktan çekilebilmiştir. Ayhan Işık, belki de kadın hayranlarını hayal kırıklığına uğratmamak için hayatındaki kadını (Gülşen Işık’ı) uzun süre onlardan gizlemiştir.”

* Ayhan Işık’ın oyunculuğu:

“Örnek vermek gerekirse Fikret Hakan iyi bir oyuncudur. Ancak, Ayhan Işık, filmlerinin başrol oyuncusu olmasına rağmen oyunculuk yetenekleri/kapasitesi sınırlı olduğundan kimi filmlerinde filmin yardımcı/ikinci erkek oyuncusu karşısında ezilmiştir. Üç örnek verebilirim: ‘Acı Hayat’ta Ekrem Bora’nın oyunu, ‘Yangın Var’da Turgut Özatay’ın oyunu, ‘Aşktan da Üstün’de de Ahmet Mekin’in oyunu Ayhan Işık’ın yine aynı filmlerdeki oyunundan daha üstündür.”

* Türk sinemasının 12 erkek starı:

“Ayhan Işık bir stardır. Bence Türk sinemasında starlık mertebesine ulaşmış 12 erkek oyuncu vardır. Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Sadri Alışık, Fikret Hakan, genç kızların ve kadınların bayıldığı Muzaffer Tema, seyirci rekorları kıran ‘Samanyolu’ (1959) filminden sonra otomobili hayranlarınca havaya kaldırılan Göksel Arsoy, Orhan Günşiray, Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Kadir İnanır, Kemal Sunal ve Şener Şen.”

* Starlığa en yakın olan:

“Günümüzden starlığa en yakın duran erkek oyuncu Kenan İmirzalıoğlu’dur. Kenan İmirzalıoğlu tipolojik açıdan adeta Ayhan Işık ile Kadir İnanır’ın karışımıdır.”

* Hollywood yıldızları gibi yaşayan tek Türk starı:

“Bu starlardan bir tek Orhan Günşiray Amerikan oyuncuları gibi yaşamaya çalışmıştır. 7 evlilik yaptığı gibi atları, köpekleri, uşakları, atlarının bakıcıları, özel ayakkabı boyacısı, yatı, Levent’te villası, son model otomobilleri ve düğmeye basılınca yatak olan barı vardı.”

* Ayhan Işık’ın Türk sinemasındaki yeri:

“Ayhan Işık’ın Türk sinema tarihinde çok önemli bir yeri vardır; O Türk sinemasına star sistemini getiren adamdır. Yeşilçam beylerine / ağalarına / prodüktörlerine başkaldırıp kendi kurallarını ve prensiplerini (‘Ayhan Işık Pazar günleri çalışmaz’ gibi) onlara kabûl ettiren adamdır. Türk sinemasında star sistemi gerçek anlamıyla Ayhan Işık’ın gelişiyle başlar. Yaşamını ve oyunculuğunu bu temellendirme üzerine kuran Türkiye’deki ilk oyuncudur. Star sistemi batıdan ithâl edilmiştir, ancak Ayhan Işık Türk sineması için katıksız bir yerli malzemedir. Yani ne Muzaffer Tema gibi Alan Ladd, ne de Nazım İnan gibi Victor Mature’nın abartılı stilizasyonunu taşır hamurunda. Işık’ın abartısı yalnızca zaman zaman sol kaşını kaldırması, biraz da kasılmasıdır. Ne var ki birçok oyuncuda iğreti gibi duran bu tavır, Ayhan Işık’ta pek yadırganmaz. Çünkü Işık’ta kasılmışlık kişiliğinin ayrılmaz bir parçası ve ağırbaşlılığının bir simgesi haline gelmiştir. Sol kaşını kaldırması Ayhan Işık’a yakışıyordu. Aynı şeyi yapması Kadir İnanır’a yakışmıyordu, abartılı kaçıyordu ve rol kestiği anlaşılıyordu. Kamera karşısına geçtiğinde nereye bakacağını, en doğru açıdan bakmayı çok iyi bilen bir stardı Ayhan Işık.”

* Ayhan Işık’ın en iyi oyunculuk performansları:

“Ayhan Işık’ın en iyi oyunculuk performansları ‘Acı Hayat’, ‘Otobüs Yolcuları’, ‘Üç Tekerlekli Bisiklet’, ‘Kanun Namına’, ‘Ölüm Peşimizde’ ve ‘Avare Mustafa’dadır.”

* Ayhan Işık’tan iyi oyunculuk elde edemeyen yönetmenler:

“Ayhan Işık’tan ya da başka bir oyuncudan iyi oyunculuk alamayan yönetmenler kabahati ve yetersizliği kendilerinde aramalıdır. Ayhan Işık’tan ya da başka bir oyuncudan iyi verim / iyi oyunculuk alamayan yönetmen kendini suçlamalıdır. Bu yönetmenler suçu oyuncularına yüklemesinler. İyi yönetmen odunu bile yönetir. İyi yönetmen oyuncusundan en iyi oyunu almanın yolunu arayıp bulmalıdır. Her yönetmen ne yazık ki oyuncu yönetemiyor. Çoğu yönetmen oyuncularını ne yazık ki sette kendi haline bırakmaktadır. Çok şöhretli oyuncuların şöhretlerinin yönetmeni ezdiği durumlar da vardır.”

* İyi oyunculuk ve kötü oyunculuk örnekleri:

“Lütfi Akad’ın ‘Kurbanlık Katil’inde Yılmaz Güney hayatının en iyi oyunculuklarından birini ortaya koymuştur.

Yönetmen Nejat Saydam Türkan Şoray’dan iyi verim alamamıştır.

Tarık Akan’ın en üst düzey oyunculuk örnekleri, ‘Sürü’, ‘Yol’ ve ‘Pehlivan’dadır.

Türkan Şoray, Ekrem Bora ve Ayhan Işık ‘Acı Hayat’ta başarılı oyunculuklar sergiler. Ama bu filmde Ekrem Bora Ayhan Işık’tan daha iyidir.

Kadir İnanır narsist bir insandır. ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’da çok iyi bir oyunculuk çıkarır; üstelik bu filmde kasılmadan oynar.

İzzet Günay’ın en iyi oyunculuk performansları ‘Vesikalı Yarim’ ve ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’dedir.”

* Ses fakirleri ve zenginleri:

“Ayhan Işık da Fikret Hakan da etkili sesleri, çok düzgün ve akıcı konuşmaları olmadığından başkalarının seslerini kullanmışlardır. Onlar ses fakiridir. Allah onlardan bu yeteneği esirgemiştir.

Çetin Tekindor, Müşfik Kenter, Kerim Afşar, Cihan Ünal, Cüneyt Gökçer, Tuncel Kurtiz, Sami Ayanoğlu, Abdurrahman Palay, Yıldırım Önal seslerini iyi kullanmalarıyla meslekdaşları arasında öne çıkmışlardır.”

* Yüz eskimesi:

“En büyük star bile yılda 10-12, hatta 13 film çevirirse yüz eskimesine uğrar. Ayhan Işık’ta bir ara birbiri ardından çok sayıda (yılda 10 ilâ 13) film çevirdiği için yüz eskimesine uğramıştır. Ancak en çok film çeviren, rekor düzeyde film çeviren Cüneyt Arkın’dır. Ayhan Işık’ta 138 filmde oynamıştır. Günümüzden bir örnek vermek gerekirse yetenekli bir oyuncu olan Özgü Namal’da kısa bir süre içerisinde çok film çevirdiğinden bir yüz eskimesine uğramıştır şimdiden.

Türk sinemasında yüzünü eskitmemeyi başaran tek kişiyse Şener Şen’dir. Yüz eskimesine uğramamak için Şener Şen özel bir dikkat ve özen göstermektedir. Son onüç yıldır sadece 3 sinema filmi çevirmiştir. Sadece Yavuz Turgul’un senaryolarında oynamayı kabûl etmektedir.”

* Ayhan Işık’ın şarkıcılığı:

“Ayhan Işık, sahnede kötü bir şarkıcı ve kötü şovmendi. Bir kere sahne adamı değildi. Onu sahnede izlemeye gelenler paralarının karşılığını alamıyordu. Oysa sahne, ‘Çamlıca’nın Üç Gülü’, ‘Sazlar Çalınır (Çamlıca’nın Bahçelerinde)’, ‘Yar Saçların Lüle Lüle’, ‘Biz Heybeli’de Her Gece Mehtaba Çıkardık’ gibi şarkıların bestecisi Yesari Asım Arsoy’un yeğeni Göksel Arsoy’a yakışıyordu.”

* Ayhan Işık’ın yakın çevresi:

“Belgin Doruk ile Özdemir Birsel çifti, Sadri Alışık ile Çolpan İlhan çifti ve yönetmen Ertem Göreç de Ayhan Işık’a ailecek görüşecek kadar yakındı.

Ayhan Işık’ın ölümünden sonra Sadri Alışık evinde bir Ayhan Işık köşesi oluşturdu. Onun fotoğraflarının karşısına geçip kadeh kaldırır ve içkisini içerdi. Çok yakın arkadaşlardı. Bildiğim kadarıyla Zincirlikuyu Kabristanı’nda mezarları da birbirine çok yakın.”

* Ayhan Işık’ın cenazesi:

“Ayhan Işık’ın cenazesi benim hayatımda gördüğüm en kalabalık cenazelerden biriydi. Bir diğeri de Adile Naşit’indi. İki cenazede de insanlar seller gibi gözyaşı döktü. Ayhan Işık için en çok kadınlar, Adile Naşit için en çok çocuklar ağlamıştı. Ben de Ayhan Işık’ın cenazesinde ağlayan kadınların çeşitli fotoğrafları var.”

* Ayhan Işık’ın ölümü:

“Ayhan Işık’ın ölümü için, ‘Karısıyla problemleri vardı, kafası bozulmuştu, çok mutsuzdu ve intihar etti’ bile denmiştir. Çok viski içtikten sonra uzun süre güneş altında kaldığı söylenmiştir. Ancak gerçeği hiçbir zaman bilemeyeceğiz.”

* Ayhan Işık’ın mirası:

“Karısı Gülşen Hanım ve kızı Serap Hanım bugüne kadar Ayhan Işık’tan kalan her şeyin korunması için vakıf kurmalıydılar. Ancak bunu ne yazık ki yapmadılar. Bugün bile vakıf kurulması için geç kalınmamıştır.”

* Ayhan Işık gözaltı torbaları:

“Ayhan Işık ölümünden kısa bir süre önce gözaltı torbalarını aldırmıştır. Çünkü hayatını sinemadan kazanıyordu. Yine bir örnek Cüneyt Arkın’da burnunu düzelttirmiştir. Yapımcı Nazmi Özer’de gözaltı torbalarını aldırmıştır. O dönemde botoks yoktu, olsaydı onu da yaptırırlardı.”

* Ayhan Işık ile Türkan Şoray:

“Ayhan Işık’ın ‘Otobüs Yolcuları’ ve ‘Acı Hayat’taki rol arkadaşı Türkan Şoray’la tanışmasının çok ilginç bir öyküsü var. Türkan Şoray, henüz hiçbir film çevirmediği günlerde, sadece bir sinema seyircisi ve meraklısı olarak, Ayhan Işık’ın film setine geliyor ve ondan imzalı bir fotoğrafını istiyor. O’nu çok beğenen Ayhan Işık’ta yönetmen yapımcı Memduh Ün’e Türkan Şoray’la film çevirirse çok kazançlı çıkacağını ve hemen ona başrol vermesini söylüyor. Ancak Memduh Ün, Türkan Şoray’ı tombul ve burnu biçimsiz bularak ‘Ölüm Peşimizde’de oynatmıyor. Rol Fatma Girik’in oluyor. Yani Memduh Ün’ün sevgilisinin.”

* Yurt dışında iş bulmak ve kendi işini kurmak:

“Türk sinemasının oyuncularından bazıları yabancı filmlerde de iş bulmuşlardır. Feridun Çölgeçen ile Muzaffer Tema, Amerikan filmlerinde, Fikret Hakan’da İtalyan filmlerinde rol almıştır.

1972 ile 1974 arasında ikincisinde ve üçüncüsünde güzeller güzeli Nastassia Kinski’nin çirkin babası Klaus Kinski’nin başrolde olduğu üç İtalyan filminde (‘La mono che nutre la morte-Ölümün Nefesi’, ‘L’amico del padrino-Babanın Arkadaşları’, ‘Le amanti del mostro-Canavarın Sevgilisi’) oynayan Ayhan Işık’ın bir de yapımcılık serüveni var. Yapımcılık yaptığı filmlerin hiçbiri önemli film değildir. Hepsi çok kötü filmlerdir. Ayhan Işık yapımcılıkta başarısız olmuştur. ‘Haşhaş’ (1975), ‘Harakiri’ (1975), ‘Kana Kan’ (1976) ve ‘Örgüt’ (1976) bu serüvenin ürünleriydi. İlk üçünü Ertem Göreç, sonucuyu bizzat Ayhan Işık yönetti. Dördünde de Ayhan Işık başroldeydi. ‘Haşhaş’ta Sadri Alışık, ‘Harakiri’de Mehmet Ali Erbil’de oynuyordu. Bu filmler sinema seyircisinden hemen hiç ilgi görmedi. Bu filmlerin haklarını bir ara Ümit Utku almıştı. Sonra Ayhan Işık’ın karısı Gülşen Işık filmleri Ümit Utku’dan geri aldı. Galası Beyoğlu Saray Sineması’nda İstanbul’un en seçkin ve önde giden ailelerine yapılan ‘Haşhaş’taki grup seks/orji sahnesi galaya katılanlar üzerinde şok etkisi uyandırmış ve bu ailelerin pek çoğunun yüzünün kızarmasına yol açmıştır.”

Yararlanılan Kaynak kitaplar:

* “Osman Fahir Seden’le Türk Sinemasında Düet” Yazan: Gülşah Nezaket Maraşlı; Elips Kitap.
* “Küçük Hanımefendi Belgin Doruk / Acı Dolu Yıllar” Yazan: Bircan Usallı Silan; Ad Yayıncılık.
* “Işıkla Karanlık Arasında” Yazan: Lütfi Akad; İş Bankası Kültür Yayınları.
* “Şöhret Bir Zamanlar Türkiye” Yazan: Şemsi Sılkım; Sam Yayınları.
* “Kahkaha ve Hüzün: Sadri Alışık” Yazan: Kurtuluş Özyazıcı; Dost Kitabevi & Ankara Sinema Derneği.

(20 Temmuz 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Tek Arzusu Birazcık Mutluluk Olan Kadını Naomi Watts Canlandırdı

Düğün törenini (29 Temmuz 1981’de) bir milyar, cenaze törenini (06 Eylül 1997’de) ikibuçuk milyar insanın televizyon ekranlarından canlı yayında izlediği Prenses Diana’nın son iki yılını konu alan ve 20 Eylül’de Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlanacak “Diana” filminin teaser afişi ortaya çıktı.

02 Mart 2014 Pazar gecesi Oscar’lardan birkaç ödülle dönmesi beklenen “Diana”da gerçek aşkın bir kadının her kim olursa olsun, hayatını nasıl değiştirebileceği tüm duygusallığıyla işleniyor.

Prenses Diana (1961 doğumlu) annesi-babası 1969’da boşanınca ve babası nüfuzunu kullanarak annesiyle görüşmesine uzun süre engel olunca hayatındaki ilk travmasını yaşadı. Kısa hayatı boyunca daima mutluluğu aradı, ona ulaşmaya çalıştı.

20 yaşındayken evlendiği Prens Charles’la 16 yaşındayken tanıştı; çiçekten çiçeğe konan uçarı Prens o dönemde Diana’nın ablası Lady Sarah’la flört etmişti… Evlendiklerindeyse Diana ve Charles’ın ayrı dünyaların insanı olması, uyum kurmak için Charles’ın hiçbir adım atmaması, hiçbir çaba harcamaması ve sadece metresi Camilla Parker Bowles’ı sevmesi Prenses Diana’nın mutsuzluğunu katladı.

Prenses Diana’nın ünlü akrabaları arasında başbakan Winston Churchill, yönetmen Guy Ritchie (şarkıcı Madonna’nın eski kocası), oyuncular Audrey Hepburn, Ellen DeGeneres, Oliver Platt, Humprey Bogart da bulunuyordu.

Prenses Diana dünyanın çeşitli bölgelerine gömülü olan ve her yıl çok sayıda insanın ölümüne ya da sakat kalmasına yol açan kara mayınlarının etkisiz hale getirilmesi için açılan kampanyalara destek olarak büyük takdir kazanmıştı.

Diana, Evita Peron ve Marilyn Monroe Gibi Efsaneleşti

Dünya medyasında Prens Diana’yla ilgili yeni bir haberin çıkmadığı gün neredeyse bulunmuyor.

Diana’nın bindiği otomobil satılıyor; giydiği elbiseler servetler dökülerek el değiştiriyor; çok uzun süre her tür konuşmasının gizlice dinlendiği, kaydedildiği anlaşılıyor; 1980’lerin sonlarında erkek kılığına girerek Rock yıldızı Freddie Mercury’e (Dört Oscar’lı “The King’s Speech-Zoraki Kral” ile üç Oscar’lı “Les Miserables-Sefiller” müzikâlinden tanıdığımız Tom Hooper’ın yöneteceği, Sacha Baron Cohen’in 1991’de ölen Freddie Mercury’i canlandıracağı film 2014’e yetiştirilmeye çalışılıyor) eşlik ederek eşcinsel barına gittiği, burada kimsenin (Diana’nın) gerçek kimliğini anlayamadığı ortaya çıkıyor.

Diana, 06 Şubat 1952’den bugüne (yaklaşık 61 yılı aşkın bir süredir) İngiltere Kraliçesi ünvanına sahip olan 2. Elizabeth’in 1981-1996 yılları arasında geliniydi. 1996’da Prens Charles’tan boşandığında 17 milyon sterlin alarak bir felâkete dönüşen evliliği hakkında konuşmamayı kabûl etmişti. Prens Charles’la evliliğinden William (1982 doğumlu) ve Harry (1984 doğumlu) adlarında iki oğlu vardı.

Prens Harry’nin Babası Prens Charles Değil İddiaları

Diana’nın küçük oğlu Harry’nin babasının Prens Charles değil de Prensesin sevgililerinden James Hewitt olduğu iddiası da uzun yıllardır medyayı meşgûl ediyor.

Diana’nın Sevgilileri

Helen Mirren’a Oscar kazandıran “The Queen-Kraliçe” (2006) Prenses Diana’nın ölümünden hemen sonra yaşananları konu alıyordu… “Diana” filmindeyse kocasınca her fırsatta aldatılan bir kadının kocasına verdiği karşılıklar ve yaşadığı aşk ilişkileri konu ediliyor.

Diana’nın sevgilileri arasında Pakistan asıllı kalp cerrahı Hasnat Khan’da vardı ve bu ilişki iki yıl kadar sürdü.

“Diana”da Hasnat Khan rolünde “Lost” dizisinin yıldızı Naveen Andrews, ilk başarılı kalp naklini gerçekleştiren kalp cerrahı Güney Afrikalı Christiaan Barnard rolündeyse Michael Byrne var.

Diana’nın yakınlarına söylediğine göre 1987’de motorsiklet kazasında ölen sevgilisi Barry Mannakee bir suikaste kurban gitmişti.

Prenses Diana’nın son sevgilisi ölümü beraber karşıladığı Dodi Al- Fayed oldu… Dodi, Ünlü Harrods Mağazaları’nı 1985’te satın alan, 2010’da da Katarlılara satan, Mısırlı işadamı Muhammed Al-Fayed’in oğluydu. Dodi ve Diana, Al-Fayed ailesine ait Jonikal adlı yatla Akdeniz’de tatil yapmıştı… Muhammed Al-Fayed oğlunun ve Diana’nın öldüğü 1997’deki olayın kaza olmadığını, Kraliyet Ailesinin düzenlettiği bir suikast iddiası olduğunu dile getirdi, getirmeye devam ediyor… Muhammed Al-Fayed’in girişimleri sonucunda yaklaşık 16 yıldır Diana’nın Paris’te paparazzilerden kaçarken trafik kazasına mı, suikaste mi kurban gittiği hala tartışılıyor ve komplo teorilerine (kanıtlanamayan çeşitli iddialara) göre Diana öldüğünde karnında Mısırlı işadamı Dodi Al- Fayed’in bebeğini taşıyordu ve yine aynı teorilere göre bu bebeğin cesedi İngiliz ajanlarınca (gerçek James Bond’lar tarafından) Diana’nın karnından hamilelikten hiçbir iz bırakmayacak şekilde çıkarılarak kaçırıldı.

“Diana” filminde Cas Anvar Dodi Al-Fayed rolünde.

Diana’nın kocasını aldattığı erkekler arasında James Hewitt, James Gilbey, Will Carling gibi isimler de var.

“Diana”nın Baş Oyuncusu: Naomi Watts

Diana rolüyle yeni ödüllere ulaşması hiç şaşırtıcı olmayacak Naomi Watts ise “King Kong”dan (2005) beş milyon dolar ücret almıştı… Naomi Watts, “21 Grams-21 Gram” (2003) ve “The Impossible-Kıyamet Günü”yle de (2012) Oscar ödülüne aday gösterildi.

“Diana”nın Yönetmeni: Oliver Hirschbiegel

Hirschbiegel, Parkinson hastalığından muzdarip, savaşı kazanmak için her türlü barbarlığı yapmış ordusu yenik düşmüş, Rusların eline geçmemek için her şeyi yapmaya hazır Adolf Hitler’in son günlerini yabancı film dalında Oscar ödülüne aday gösterilen ölümsüz bir filme (“Çöküş-Der Untergang”) dönüştürmüştü.

“Diana”nın teaser fragmanı:
http://www.youtube.com/watch?v=3GFmyr3G4to

(17 Temmuz 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Nicolas Winding Refn, Baba ile Hesaplaşmayı Sürdürüyor

‘Sadece Tanrı Affeder / Only God Forgives’, 66. Cannes Film Şenliği yarışma seçkisinin sıcağı sıcağına sinemalarımıza uğrayan ilk örneği. Festivalin öne çıkmış filmlerinden biri değil (onlar için Filmekimi’ni beklemek gerekecek) ancak yetenekli sinemacı Nicolas Winding Refn’in parlak kariyerinin son halkası olarak izlenmeye değer.

Danimarka asıllı sinemacı, ilk bölümünü yirmili yaşlarının ortasında yazıp yönettiği ‘Pusher’ üçlemesiyle uluslararası bir fenomen haline gelmiştir. Londra’nın arka sokaklarından Kopenhag batakhanelerine marjinal hayatların, çıkışsız bireylerin öyküleridir anlattığı. İpin ucundaki uyuşturucu tacirlerinin dünyasını alabildiğine gerçekçi bir anlatımla verirken şiddetin dozu hep yüksektir filmlerinde. İlk uluslararası ticari başarısını, bizde ‘Sürücü’ adıyla gösterilmiş olan ‘Drive’ (2011) ile kazanır. Film aynı yıl Cannes Film Şenliği’nde prestijli en iyi yönetmen ödülünü getirir genç sinemacıya. Yönetmenin çağımızın en yetenekli aktörlerinden Ryan Gosling ile işbirliğinin de başlangıcıdır bu film. Los Angeles’ı mekan almış ‘Sürücü’nün sessiz, kimsesiz karakteridir Gosling. Soygunculara sürücülük hizmeti verir, tehlikeli aksiyon filmlerinde dublörlük yapar. Şiddet ve adrenalin yüklü mekanik dünyası aşık olduğu komşu kadın ve küçük oğluyla anlam kazanacak lâkin başı büyük derde girecektir.

Winding Refn’in yeni filminde benzer bir karakteri canlandırıyor Gosling. Bu defa Bangkok’da görünürde bir boks kulübü işleten, geride ağabeyi ile birlikte uyuşturucu işi döndüren Julian çok daha sorunlu, yaralı bir karakter. Pusher serisinin ikincisinde, Danimarkalı müthiş oyuncu Mads Mikkelsen’in hayat vermiş olduğu Tonny karakteri gibi baba ile sorunları olmuş. Tonny gibi babasını öldürdükten sonra Thailand’a kaçmış. Lâkin buyurgan annesiyle ödipal ilişkisi hep sorunlu kalmış. Ağabey Billy annenin gözde oğlu olarak hep daha çok sevilmiş. Psikopat ağabeyin Bangkok batakhanesinde gencecik bir fahişeyi vahşice katlettikten sonra intikam için öldürülmesi üzerine anne Crystal şehre geliyor ve Julian’dan büyük oğlunun katilini cezalandırmasını istiyor. Bu belki de anne ile yeniden kucaklaşmak için son fırsattır Julian için. Ancak rakibi güçlüdür. Bir Tanrı figürü gibi adaleti sağlamayı seçmiş, hakim/yargıç/cellat konumundaki efsanevi polis müfettişi Chang, hesaplaşması gereken yeni bir baba figürü olarak çıkacaktır karşısına bu kez.

‘Sürücü’ ile Amerikan ‘Film Noir’ı ziyaret eden Danimarkalı yönetmen, bu kez dövüş sanatları filmlerine göz kırpıyor. Uzak Doğu etkisiyle şiddetin dozu alabildiğine yükselmiş haliyle. Görsellik açısından eski filmlerine kıyasla daha stilize bir film bu. Ejderha benzeri figürler, ışık-gölge oyunları, kan kırmızı ya da mavi / sarı tonların hakim olduğu halüsinatif görüntüler, özellikle salaş çekilmiş bölümler Tarantino ve takipçilerinin Uzak Doğu kült sinemasına hayranlığını anımsatıyor.

Uzak Doğulu aktör Vithaya Pansringarm’ın canlandırdığı ‘Ölüm Meleği’ lâkaplı gizemli kanun adamı ile hastalıklı bir ilişkiyi sürdüren otoriter anne ile itaatkâr oğlunun eski Yunan tragedyalarından kopup gelmiş hikâyesi, Thailand’da hayli mütevazi bir bütçeyle çekilmiş. Yırtıcı buyurgan annede, yönetmenin Lady Macbeth ile Donatella Versace karışımı olarak şekillendirdiğini açıkladığı Kristin Scott Thomas’ı kariyerinin en farklı kompozisyonlarından birinde izliyoruz. Kanın oluk oluk aktığı şiddet sahneleri belki herkese göre değil ancak, yaralı oğlun anneyle vedalaştığı o altüst edici final bölümü, antolojilere geçecek cinsten.

(16 Temmuz 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Madende Çekim Yapmak

Yapılan çekimin niteliğine, yönetmenin tercihine göre madenden görüntü almak gerekebilir. Bu durumda çekimin yapılabilmesi için iki yol var. Birincisi dekor kurarak çekim yapmak, ikincisi ise madene inerek doğal ortamda çekim yapmaktır.

Eğer sinema filmi veya televizyon dizisi gibi uzun süre kullanılacak bir format çekiliyorsa stüdyo, plato veya terkedilmiş, yüzeye yakın bir eski maden ocağı, hatta mağarada bile çekim yapılabilir.

Ancak bir belgesel çekiminde özellikle insan unsuru varsa ve madencilerin doğal yaşamları, çalışmaları çekilecekse madene inmek gerekecektir.

Maden, çalışma alanı olarak zor bir mekândır. Madendeki metan gazının (grizu) patlama tehlikesi, degaj tehlikesi ve elektrik kontağından çıkabilecek bir yangın tehlikesi hem film ekibine hem de madencilere ölümle sonuçlanacak tehlikeler yaratabilir. Bir madende ortalama her vardiyada 200 üzerinde işçi çalıştığı varsayılırsa kimse başkasının hayatını film çekeceğim diye riske atamaz.

Film ekibini bir kenara bırakın zaten madende çalışan her görevlinin, hatta çeşitli nedenlerle madeni gezen bir ziyaretçinin bile yüksek seviyede güvenlik önlemleri olan giysiler, solunum cihazı, kask ve güvenlik önlemlerini içeren malzemeleri kullanması gerekiyor.

Bu durumda madende çekim yapılabilmesi için çekim ekibinin de aynı önlemleri alması ve madene girişte ne yapması, verilen cihazları nasıl kullanması gerektiğini anlatan ufak bir eğitimden geçmesi gerekiyor.

TTK tarafından yayınlanan “Maden Ocaklarında İş Güvenliği El Kitabı”nı okumakta yarar var. Bu sayede kendimize ve başkalarına zarar vermeden madene inebiliriz.

Çekim İzni

Madende çekim yapabilmek için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na yazı yazarak izin almak gerekiyor. İzin yazısında çekimin niteliği, amacı, çekim tarihleri ve çekimin yapılacağı bölümler yazılmalı. Müsteşar onayladıktan sonra yazı Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri’ne gönderiliyor. Çekim yapacağınız tarihte TTK’ya giderek müdürler ile görüştüğünüzde onlar sizi gerekli birimlere yönlendiriyor.

Özel Madenler ve Rödovans Alanlarından çekim için yazılı izin almaya gerek yok. Maden işletmesinin sorumlusunu ikna etmek yeterli. Ancak daha sonra doğabilecek anlaşmazlıklar nedeni ile izin yazısının elinizde olmasında yarar var.

Madenlerde fotoğraf veya video çekmeye ait bir yürürlülük bulunmamasına karşın, güvenlikten sorumlu birim ve yetkililer riskli madenlerde ya çekime kesinlikle izin vermeyecektir ya da Üzülmez Maden Ocağı gibi metan gazının yoğun olmadığı ve patlama, yangın riskinin az olduğu yerlerde, mühendisler eşliğinde ve mühendislerin gaz ölçümü yapıp onay verdikten sonra çekime izin verilecektir.

İzin Yazısı Örneği

Enerji Bakanlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğine,
11.07.2013

Haylaz Prodüksiyon, Yapımcı Hayri Çölaşan tarafından “Madenci” isimli belgesel bir program hazırlanmaktadır. Adı geçen programda genel olarak madencilik sektörü ve kömür üretim sürecinin zorlukları anlatılacaktır.

Söz konusu programın anılan içeriği gereği maden ocaklarında çekimler yapılması zorunludur. Bu nedenle, şirketimiz yönetmenlerinde Alaz Çölaşan yönetimindeki çekim ekibine 04 – 17 Temmuz 2013 tarihleri arasında yapılması plânlanan çekimler süresince TTK Kozlu Müessesi’nde kafesler ve kuyu başlarında, metan gazı oranının düşük olduğu TTK Üzülmez Müessesesi’nde ise maden ocağında (ana galerilerde) çekim kolaylığı sağlanması hususunu arz ederim.

Hayri Çölaşan
Haylaz Prodüksiyon
Yapımcı

Not: Koyu siyah bölümleri kendi yapımınıza göre değiştiriniz.

Kıyafet

Madene girmek için ziyaretçiye statik elektriğe neden olmayacak madencilerin de giydiği beyaz veya lacivert renkte pamuklu kıyafetler verilmektedir. İç çamaşırları dahil soyunma odasında değiştirilerek madende kullanılacak uygun kıyafetler giyilir. Kask takılır ve başınıza göre ayarlanır. Ayakkabı da değiştirilerek çelik tabanlı lâstik bot verilmektedir. Özellikle bayanlar ve küçük numara ayakkabı kullananlar biraz zorlanabilirler, çünkü bot numaraları 40’dan başlamaktadır. Madenden çıkışta soyunma odasında duş alabilir ve kıyafetlerinizi teslim edebilirsiniz. Havlu götürmeyi unutmayın.


Lamba

Kıyafetler giyildikten sonra toplu olarak donanım bölümüne gidilerek buradan kask üzerine takılacak lâmba alınır. İki tür lâmba var. Bir tanesi kablolu ve bataryalı, batarya kemere takılır. Yaklaşık 1 kg ağırlığındaki batarya 16 saat lambayı yakabilir. diğeri ise bataryasız kablosuz lamba. Bu tür lamba genelde mühendislere ve yöneticilere verilmekte. Yaklaşık 16 saat lâmbayı yakacak enerjisi var. Çekim için özellikle kameraman bu tip lâmbayı kullanarak yükünü hafifletebilir kablodan kurtulabilir.

Solunum Cihazı

Madendeki doğal çalışma şartlarından her an metan gazı artış gösterebilir, bir patlama veya yangın çıktığında içerideki oksijen oranı azalabilir. Bu nedenle herkesin belindeki kemere takılacak bir solunum cihazı verilmektedir. Ağırlığı cinsine, işlevine ve özelliğine göre değişen mecburi takılması gereken solunum cihazı, kapalı sistem çalışan, kendi ciğerinizdeki karbondioksit içeren havayı solunabilir oksijen haline getiren ve temiz havaya ulaşana veya asansörle madeni terk edene kadar sizi idare edebilecek bir donanımdır.

Kozlu Müessesesi’nde kullanılan ise Oksijenli Ferdi Kurtarıcı (OFK) olarak adlandırılır. Bu maskeyi kullanan kişi ortamdaki havayı teneffüs etmez cihazın kimyasal olarak ürettiği oksijeni teneffüs eder. Ağırlığı 2,2 kg’dır. Kullanma süresi de harcanan efora bağlı olarak 30 dakika ile 2,5 saat arasında değişir.

Solunum cihazları olarak Üzülmez Müessesesi’nde Ferdi Karbon Monoksit (CO) maskesi kullanılmaktadır. Bu maskeler, ortamdaki patlama sonrası açığa çıkan karbon Monoksiti filtre ederek solunabilir bir Oksijen sağlar. Kullanıcı ortamdaki havayı teneffüs eder. Ağırlıkları 1 – 1,5 kilogramdır. Kullanım süresi de 1 saattir.

Psikolojik, Biyolojik Denge

Madende çekim yapmak için bir takım korkuları yenmek gerekiyor.

Klostrofobi (Kapalı Yerde Kalma Korkusu) olan kişilerin madene inmemesinde yarar var. Hem asansörde geçen 4-5 dakikalık zaman hem de karanlık dar koridorlar var.

Akluofobi (Karanlık Korkusu) ciddi problem olabilir. Alışık olmadığımız kadar karanlık bir ortam, üstelik bir süre sonra aydınlanma ihtimali yok.

Bu tip hastalığı olan kişiler eğer madende hastalığı kendini gösterirse krize girebilir.

Asansör

Madene inmenin tek yolu asansör. Yüksek hızlı asansör yaklaşık 70 saniyede sizi 630 metreye indiriyor. Deniz seviyesinden aşağıya indiğiniz ve basınç farkı olduğu için kulaklarınız tıkanıyor. Dalış eğitimi alanlar bilirler, kulakta oluşan basıncı dengelemek için yutkunmak veya ağza hava alarak kulaklara doğru pompalamak gerekir. Özellikle kameraman asansörde çekim yapıyorsa çekime konsantre olduğu için kulakları tıkanacaktır. Madenciler ise asansöre binerken sakız çiğnemeye başlıyorlar. Asansör binişleri sırasındaki beklemelerde bunu gözlemleyebilirsiniz.

Asansöre binerken ve inerken yanınızda bulunan mühendisin talimatlarına uymalısınız. Kapılar otomatik kapandığından tehlikeli sıkışmalar olabilir.

Nefes Alma Zorluğu

Madende çalışırken normalden çok yorulduğumuzu fark ettik. Bunun nedeni fazla ama bir nedeni de içeride gaz ve toz olması. Alışık olmadığımız toz partiküller halinde havada dolaşıyor. Yüksek güçlü bir fener veya flaş ile tozları görebilirsiniz. Bu nedenle ağzı kapatmak gerekiyor. Eczanelerde satılan ağza takılan toz maskesi veya bandana kullanmak yararlı.




Fiziksel Denge

Madenin uzunluğunu sorduğumuzda şaşırmıştık. Kozlu Maden Ocağı içinde 58 km yol var. Özellikle kömürün çıkarıldığı bölgeye (Ayaklara) veya yeni açılan galerilerin ağızlarına (Arın) gitmek için 4-5 kilometrelik uzun yürüyüşler gerekiyor. Bu ortamda çalışmak için iyi bir kondüsyon lâzım.

Yerler ıslak, çoğu yerlerde balçık şeklinde göletler var. Bot ile bastığınızda derinliği kestiremiyorsunuz. Özellikle tren raylarının birleştiği makaslarda derinlik artıyor. Buralarda bot çamura saplanıp kalabilir. Bu sular maden için gerekli. Kömür tozunun havaya dağılmaması ve kömür tozunun yanıcı etkisinden kurtulmak için yerlerin ıslak olması iyi. Hatta galeri yan duvarlarında 50 santimetrelik su kanalları var. Maden içinde yeraltı suları var. Çoğu yerde tavandan su damlıyor.

Malzeme taşımak çok zor. Malzemeyi ıslatmadan taşımak gerekiyor. Bu ıslak kaygan zeminde malzemeyi yere düşürmek büyük hata. Malzemeyi temizlemeniz o ortamda imkânsız. Çamurlu malzeme ile çalışmak da zorlaşabilir. Malzeme taşımak için sırt çantaları işe yarayabilir. Malzeme yere konulacaksa mutlaka büyük bir bez götürerek üstüne koymak gerekiyor.

Kamera

TTK iş güvenliği şartnamesi ve dünya madencilik iş güvenlik standartlarında madende çekim yapmaya uygun kamera ve fotoğraf makinelerinde aşağıdaki güvenlik kodlarından birinin olması gerekiyor.

Güvenlik Standartları

M1
EX
IA
L

* ATEX Standardı (ATEX Standardı Kamera)
** EXPROFF Malzeme Standardı

Bu güvenlik kodu malzemenin kıvılcım çıkarmaması, yangına neden olmaması üzerine kurulmuş. Ancak en yüksek güvenlik düzeyi düşünülmüş. Yani kamera göçük altında kalsa bile, gövdesi, camı kırılsa bile kıvılcım çıkarmıyor, yanmıyor. Su altında kaldığında kısa devre olmuyor. Yangın çıktığında ve kamera yandığında patlayacak bir maddeden yapılmaması gerekiyor. Araştırdım bu tip kameralar var, ancak çekim kalitesi çok iyi değil. Fotoğraf makineleri daha iyi ama alıştığımız makineler gibi değil, çalışmak zor. Ayrıca bu tip kamera ve fotoğraf makineleri ülkemizde satılmıyor. Bu nedenle her istediğimiz madende kameramızla çekim yapamıyoruz. Ancak bize önerilen yerleri kullanmamız gerekiyor.

Arşiv Düşünülmeli

Film kamerası ise yüksek ışık duyarlılığında film, Elektronik kamera ise ışığa duyarlı kameralar gerekiyor. Madene inmek zor olduğu ve her zaman mümkün olmadığı için arşiv amaçlı da çekimi düşünerek en yüksek kalitede çekim yapmak doğru olur. Madende bazı bölgelerde ısı çok yüksek, nem oranı fazla. Bazı bölgelerde ise ısı düşük ve hava akımlı noktalarda çekim yapmak gerekebiliyor.

Kameranın Korunması

Kamera üzerine tavandan su damlaları akması olanak dahilinde ve kameranın yağmurluğu mutlaka alınmalı. Kamerayı streç film ile sarmak da işe yarıyor.

Objektifin Korunması

Objektif sıkça tozlanıyor kirleniyor. Objektifi temizlemek için temizlik malzemesi almak şart. Kameramanın yüksek kontrasttaki ışık ortamında objektif önündeki tozları veya pisliği görmesi zor. Bu nedenle objektife ışık tutarak arada sırada kontrol etmek gerekiyor.

Ölü Piksel

Ortam karanlık ve siyah renk hakim olduğu için ölü pikseller sorun oluyor. Kameranın sensöründeki ölü pikseller beyaz noktacıklar yaratıyor. Ölü pikselleri çekimden önce mutlaka temizlemek gerekiyor.

* ATEX Standardı

TTK iş güvenliği şartnamesi ve dünya madencilik iş güvenlik standartlarında madende çekim yapmaya uygun kamera ve fotoğraf makinelerinde ATEX Standardı’na uygun olması gerekiyor.

ATEX nedir?

* Kendi İçinde Emniyet standardı Avrupa Birliğinde 9/94/EC sayılı direktif ile tesis edilmiş olup bu standart genellikle ATEX (Patlayıcı Atmosferler teriminin Fransızcası “Atmospheres Explosibles” teriminden gelmektedir) olarak bilinir. Bu kılavuzun beyan edilen amacı “en azından farklı yorumlamalardan kaynaklananlar olmak üzere emniyet maddesi uygulamalarının asgariye indirilmesi suretiyle” “Avrupa Birliğinde malların serbest dolaşımının sağlanmasına yardım etmektir”

* ATEX kuralları 1 Mart 1996 tarihinden beri gönüllü bir standart olarak uygulanmaktadır. 1 Temmuz 2003 tarihinden itibaren AT’de satılan patlama tehlikesine tabi ortamlarda kullanılan elektrik ve elektronik ekipmanlar için bu kurallar zorunludur. Bu tarihten itibaren patlayıcı atmosferlerde kullanılmak üzere satılan bütün ürünler ATEX onaylı olmalı ve sembolünü taşımalıdır.

ATEX muayenesi işareti

Bu işaret Avrupa tehlikeli alanlarında kullanılan bütün cihazların üzerinde bulunmalıdır.

II 2 G: Alan sınıflandırması.

“II”, madenler harici bütün alanlar için onaylı bir cihaza işaret eder.

“2” rakamı cihazın kategorisini göstermekte olup bu örnekte cihaz içinde en tehlikeli alanlar için geçerli nominal değere sahiptir.

“G” harfi ise atmosfere işaret etmekte olup bu örnekte gaz, buhar ve buğudur.

EEx: Avrupa mevzuatlarına göre patlama koruması

İa: Patlamaya karşı koruma türü olup bu örnekte bir cihaz veya konektördeki enerji güvenli bir değere indirilmiştir.

IIC: Gaz Grubu. “IIC” ibaresi en tehlikeli gaz grubu ile uyumluluğu göstermektedir.

T4: Sıcaklık sınıfı kullanıcıya, hata koşullarında atmosfer ile temas eden bir yüzeyde bulunabilecek en yüksek sıcaklığı verir.

T4’ün nominal değeri 135°C’dir.

ATEX’e kısa bir bakış

“Kendi İçinde Emniyet” nedir?

Kendi İçinde Emniyet standartları, tanımlanmış potansiyel patlama kaynaklarından birini veya bir kaçını oluşturabilecek bütün ekipmanlar için geçerlidir:

* Elektrik kıvılcımları
* Elektrik arkları
* Alevler
* Sıcak yüzeyler
* Statik elektrik
* Elektromanyetik radyasyon,
* Kimyasal tepkimeler
* Mekanik etkiler,
* Mekanik sürtünmeler
* Sıkışma nedeniyle ateş alma
* Akustik enerji
* İyonlaştırıcı radyasyon

Kendi İçinde Emniyetli cihazlar hangi endüstriler için tasarlanmaktadır?

* Madencilik
* Petrokimya
* Petrol platformları ve rafineriler
* Farmasotik
* Dökme materyaller (taneli materyaller)
* Boru hatları
* Patlayıcı gazların bulunabileceği ortamlar

89/686 Direktifi Standartları – 98/37 Direktifi Standartları – 93/15 Direktifi Standartları – Hizmet ve Servis Standartları – Mekanik ve Elektrikli Cihazlar Standartları – Elektrikli Cihazlar Standartları

TS 3491 EN 60079-10; Patlayıcı gaz ortamlarında kullanılan elektrikli cihazlar – Bölüm 10: Tehlikeli bölgelerin sınıflandırılması

TS EN 1127-1; Patlayıcı ortamlar – Patlamayı önleme ve korunma – Bölüm 1: Temel kavramlar ve metodoloji

TS EN 1127-2; Patlayıcı ortamlar – Patlamayı önleme ve korunma – Bölüm 2: Madencilikte temel kavramlar ve metodoloji

TS EN 13012 Akaryakıt ikmal istasyonları – Yakıt dağıtım birimleri üzerindeki otomatik yakıt doldurma tabancalarının yapım ve performans gerekleri

TS EN 13463-1; Potansiyel patlayıcı ortamlar için elektrikli olmayan donanımlar – Bölüm 1: Temel metot ve kurallar

TS EN 13463-3; “Potansiyel patlayıcı ortamlarda kullanım için elektrikli olmayan donanım – Bölüm 3: Alev geçirmez mahfaza “d” ile koruma”

TS EN 13463-5; Potansiyel patlayıcı ortamlarda kullanımı tasarlanan elektrikli olmayan donanım – Bölüm 5: Yapısal güvenlik “c” ile koruma

TS EN 13463-6; “Potansiyel patlayıcı ortamda kullanılması tasarlanan elektrikli olmayan donanım – Bölüm 5: Yapım güvenliği “b” ile koruma”

TS EN 13463-8; “Potansiyel patlayıcı ortamlar için elektrikli olmayan donanım – Bölüm 8: Sıvıya daldırma “k” ile koruma”

TS EN 13617-1; Akaryakıt istasyonları – Bölüm 1: Pompalı ve pompasız dağıtım birimleri ve uzaktan pompalama birimleri – Yapım ve performans ile ilgili emniyet gerekleri

TS EN 13617-2; Akaryakıt istasyonları – Bölüm 2: Pompalı ve pompasız dağıtım birimlerinde kullanılan emniyetli ayırma tertibatları – Yapım ve performans ile ilgili emniyet gerekleri

TS EN 13617-3; Akaryakıt istasyonları – Bölüm 3: Kesme vanaları – Yapım ve performans ile ilgili emniyet gerekleri

TS EN 13617-4; Akaryakıt istasyonları – Bölüm 4: Pompalı ve pompasız dağıtım birimlerinde kullanılan döner bağlantılar – Yapım ve performans ile ilgili emniyet gerekleri

TS EN 13760; Hafif ve ağır hizmet tipi karayolu taşıtlarında LPG dolum sistemi – Doldurma başlığı – Deney şartları ve boyutlar

TS EN 13980; Potansiyel patlayıcı ortamlar – Kalite sistemlerinin uygulanması

TS EN 14678-1; LPG donanımı ve aksesuarları – LPG ikmal istasyonlarında kullanılan

ATEX Kameralar




Intrinsically Safe Camera and HD Camcorder: Xcorder EX 4000

The Xcorder EX 4000 is a feature-packed intrinsically safe camera. The camera comes certified for Zone 1 and Zone 2 combined in a compact package, featuring high end optics and high resolution CMOS sensor technology. This is by far the best EX certified camera and intrinsically safe camera on the market. It offers 8 megapixel HD video recording and WiFi support for storing images in real time to network servers for immediate archiving and viewing.

Specifications

Certification standards: IECEx and ATEX EX Zone 1 and Zone 2, Gas group IIC. (Ex mb ib[ib] IIC T6)
Image capture: 8 megapixels, JPEG
Video recording: AVC HD , 720p
Audio standards: G.711, G.722, G.722.1, G.728, AAC-LD, AAC-LC
Connections: Component HD video input, Ethernet, USB, Composite video, DC input, SMA antenna connection, DC input
Wireless support: Wireless audio for headset and Wifi for network storage
Integrated peripherals: Codec, speaker, microphone, TFT LCD display (640×480), Keypad, Battery (8 hour operation), charger.
Storage: Internal flash storage or network drive over wireless.
Dimensions: 140mm x 102mm x 25 mm
Weight: 600 grams (21 oz)
Battery time: 6 hours of full operation

ATEX Lambalar



** EXPROOF Standardı

TTK iş güvenliği şartnamesi ve dünya madencilik iş güvenlik standartlarında madende çekim yapmaya uygun kamera ve fotoğraf makinelerinde EXPROOF Standardına uygun olması gerekiyor.

Potansiyel Patlayıcı Ortamlarda kullanılmak amacıyla üretilen Ekipman ve Koruyucu Sistemler (ATEX) Talimatı 94/9/EC. ATEX kelimesi Fransızca “ATmosphere EXposible” kelimelerinin ilk heceleri kullanılarak meydana getirilmiş olup ex-proof ekipmanlara uygulanacak teknik zorunluluklar gibi yeni yaklaşımları içeren bir talimattır ve 1 Temmuz 2003’den tarihinden itibaren zorunluluk haline gelmiştir.

ATEX talimatındaki gerekli koşulları yerine getiren, CE markası sahibi üretici firmalar ex-proof ürünlerini Avrupa’nın her yerinde ek bir yükümlülüğe tabi olmadan rahatlıkla satabilirler. Aslında bu 450 milyonluk bir insan topluluğunu içeren dünyanın en büyük ortak pazarına ulaşmak anlamına gelmektedir.

ATEX talimatı, şaşırtıcı bir şekilde denizaşırı sabit platformlar, petrokimya tesisleri maden ocakları ve potansiyel patlayıcı ortamların bulunduğu diğer alanları da içeren çok geniş bir yelpazeye yayılmış ekipmanların kullanımını kapsar. Bu tür ekipmanlar için Avrupa pazarının 3 Milyar Euro’ya ulaştığı tahmin edilmektedir.

Yanıcı ve patlayıcı ortamlarda kullanılan Ex-Proof Elektrik Ekipmanı Nedir ve Hangi Alanlarda Kullanılmaktadır?

Alevlenebilir kimyasallar ve petrol ürünlerinin (örneğin metan, alkol, asetilen, doğalgaz…) üretim, işletme, ulaştırma ve depolanmasında ortaya çıkabilecek gaz ve buhar kaçaklarının, atmosferin oksijeniyle birleşmesiyle, patlayıcı bir konsantrasyonu oluşturması kaçınılmazdır. Böylesi bir durumda elektrik enerjisinden doğabilecek, elektrik arkı, statik elektrik ya da aşırı yüzey sıcaklığı, mal ve can güvenliğini tehlikeye sokacak bir patlamaya yol açabilmektedir. Söz konusu tehlikeli ortamlarda kullanılan elektrik ekipmanlarının yapımı ve kullanımı normal sahalardaki uygulamalardan büyük farklılıklar göstermektedir. Bu tür malzemeler, konu ile ilgilenen meslek çevrelerince Ex-Proof (Alev sızdırmaz) elektrik malzemeleri olarak isimlendirilir.

Patlamaya karşı korumanın (EXPLOSION PROTECTION) fiziksel ilkeleri:

Patlama yanabilir bir maddenin oksijenle ani bir biçimde kimyasal bir reaksiyona girmesi sonucu yüksek miktarda enerjinin açığa çıkmasıdır. Yanabilir maddeler gaz, buhar, duman ve toz halinde bulunabilirler. Ateş veya patlamanın olabilmesi için üç şartın gerçekleşmesi zorunludur. Bu üç unsurdan biri devre dışı bırakılırsa, patlama tehlikesi ortadan kalkar.

1) Patlayıcı madde; Patlayıcı, parlayıcı yanıcı gaz, buhar veya toz.

2) Hava (Oksijen)

3) Enerji, patlamayı ateşleyecek bir kıvılcım ya da bir ateşleme kaynağı

Bir atmosfer, eğer insan yaşamı veya çevre için bir tehlike varsa, tehlikeli ya da patlayıcı olarak tanımlanır.

Madende Objektifin Buğulanması

Madenin özellikle kömür çıkarılan veya yeni açılan galerilerinde ciddi bir rutubet var. Kamera gövdesi ıslanıyor, terliyor. Objektif buharlaşıyor. Sakın temizlemeye kalkmayın, boşuna uğraşırsınız. Objektifin buharının gitmesini yaklaşık 30 dakika beklemekten başka çare yok.

Madende Objektifin Kirlenmesi

Madende çekim yaparken en büyük zorluklardan bir de objektife gelen serpintiler ve tavandan akan su damlalarıdır. Kamera yere yakınken yapılan çekimlerde yürüyen kişilerin ayaklarından su sıçrayabiliyor. Kamera objektifi yukarı bakarken tavandan su damlayabiliyor. Bu damlacıkları kameramanın görmesi çok zor. Çünkü hem karanlık, hem yüksek kontrast hem de loş bir ortamda farkına varmadan çekime devam edebilirsiniz. Bu nedenle arada sırada lamba tutarak objektif kontrol edilmelidir.

Maden içindeki kuvvetli hava akımı yerdeki, duvar ve tavandaki tozları koridorda dolaştırıyor. Bir süre sonra kameranın hem objektifi hem de gövdesi toz doluyor.

Madenin özellikle kömür çıkarılan veya yeni açılan galerilerinde ciddi bir rutubet var. Kamera gövdesi ıslanıyor, terliyor. Objektif buharlaşıyor. Sakın temizlemeye kalkmayın, boşuna uğraşırsınız. Objektifin buharının gitmesini yaklaşık 30 dakika beklemekten başka çare yok.

Madende Kullanabileceğiniz Işık Malzemeleri

Kameranın çalışması için teknik olarak elektronik kamera özelliğine veya film kamerası ise filmin ışığa duyarlılığına göre belirli miktarda ışık gerekmektedir. Oysa bu ışığı sağlamak madende çok zor. Elektrik kablosu çekmek, elektrik kullanmak imkânsız gibi. Ancak belirli yerlerde elektrik var ancak bu elektriği de kullanmak yasak veya sınırlı. Jeneratör kullanamazsınız. Hem egzozu patlamalı kıvılcım çıkarabilir. Hem de egzoz gazı problemi var. Madende yürümek malzeme taşımak çok zor. Ancak büyük prodüksiyonlarda çok eleman ile mümkün olabilir.

Akülü set kullanılabilir. Ancak akülerin de bir ömrü var. 1-2 saat ışık kaynağını besleyen akülerden bolca taşımak gerekiyor. Çünkü alana indiğinizde ortalama 5-6 saat çalışma yapılıyor. Akülü setlerin ışığı ortama göre çok fazla geliyor ve aydınlık bir bölge ve yüksek kontrasta neden oluyor. Işığın dokunmadığı yerler aşırı karanlık kalıyor.

El Feneri

Su geçirmez el fenerleri işe yarıyor. Bu fenerlerden 5-6 tane madene indirerek çekim yapılan görüş açısına ters ışık ve duvarları aydınlatacak şekilde belirli yerlere lokâl aydınlatma yapılabilir. Bu tip fenerler pahallı ancak taşıması kolay ve akü ömürleri uzun. Işığın önüne yumuşatıcı filtreler konularak yakın çekimlerde aydınlatma olarak da kullanılabiliyor.

Kask Feneri

Kaskların üzerine takılan madenci fenerleri hem önümüzü, yaptığımız işi görmeye yarıyor hem de madencilerin kasklarında olduğu için görsel bir efekt olarak kullanılıyor. Çekim sırasında bu fenerlerden bütün ekipte olduğu için, lamba önüne yumuşatıcı filtre takarak aydınlatma amaçlı kullanılabilir. 5-6 kişi olduğumuzu varsayarsak, kameranın çekim yaptığı bölgeye kafamızı yönlendirerek bir aydınlatma yapabiliriz. Ancak bu pozisyon tehlikeli bir durum da yaratabiliyor. Kafanızı oynattığınızda kameranın çekim yaptığı obje üzerindeki ışık da oynuyor. Bu hiç doğal değil. Örneğin kamera kullanırken kameramanın kaskındaki ışığı kapatması veya tavana doğru döndürmesi şart.


Yumuşatıcı filtre takılan lâmbalar aydınlatma amaçlı kullanılırken, Işık şefi veya elemanları sert ışıkları daha kontrollü kullanarak estetik ışık yapma görevini üstleniyor. Özellikle objelerin arkalarından ve insan yüzü ise yandan sert ışık uygulamak ışıktan anlayan kişilerin görevi.

Pratik bir ışık kaynağı icat ettik. İcatlar ihtiyaçtan doğar derler. Aynen böyle oldu. Madencilerin kasklarındaki lâmbalardan bir ışık kaynağı yapalım diye yola çıktık. Kırık bir araba jant kapağı bulduk. Bu jant kapağına 5-6 kask lâmbası bağladık. Lâmbaların önlerine paket lâstiği ile difüzyon filtre taktık. Artık elimizde taşıması kolay uzun pil ömürlü bir ışık kaynağı vardı ve çok işimize yaradı.





Bir icat daha yapmaya çalıştık ama olmadı tabii. Kameranın mikrofonunu söküp yerine el feneri taktım. Yönetmen efekt ses almalıyız diye çıkarttı.

Madende Ses

Madende ses yankı yapmıyor. Uzak mesafelere yayılmıyor. Uzaktaki ses çok derinden geliyor. Bu nedenle uzakta olan bir kişinin sesi de kullanılacaksa yakınına mikrofon yerleştirmek gerekiyor. Ses tamamen yutuluyor.

Uzak mesafeden ses kaydı için mikrofon tutmak yeterli olmayabilir. Ses kaynağına ne kadar yakın olunursa o kadar iyi ses alınır. Sesin yutulmasına ilişkin en çarpıcı örnek; 50-60 metre ileride patlatılan 4 dinamitin sesi, basit bir mantar tabancasının çıkardığı sesin çeyreği kadar bile değildi.

Madende Işık Yapmak

Madende kullanabileceğimiz sınırlı ışık kaynakları ile estetik ışık yapmak için zorlanmamak mümkün değil. Ancak imkânsız da değil. Bizi yavaşlatan ve yetersiz ışık malzemeleri ile uygun ışık yapmak zorunda kalabiliriz.

Doğal ışık yapmak en iyisi. Belgesel formatına uygun, doğal çalışma şartlarına yakın ışık yapmak daha doğru. En büyük problem ise ortamda ana ışık kaynağı mantığında güneş, ay gibi veya tavandaki aydınlatmalar gibi bir kaynağın mantık dışı olması.

Madende açılan galerilerin tavanı yuvarlak, zemini düz insanların görmeye alışık oldukları alt geçitlere benziyor. Ancak ana galeriler yıllarca kullanılacağı için beton olsa da daha ilerilerdeki küçük galeriler çelik gövdeli ve araları tahta dolgu malzemesi ile bir iskeleti andırıyor. Kaburga kemiği görünümündeki bu yapı görsel bir malzeme. Daha derinlerde ise madenin çıkarıldığı noktalarda sonradan çökmeye terk edilecek kömür çıkarılana kadar geçici kurulan domuz damı denilen ahşap yapı bulunuyor.

Ancak bu iskelet yapıyı ortaya çıkarmak için kamera yanından uygulanan ışık aydınlatma gibi bir etki veriyor, Derinlik ve mesafe kayboluyor. Mutlaka çalışma noktamızın ilerisinden çalışacağımız konuya geri ışığı uygulayarak duvarları ortaya çıkarmamız gerekiyor. Alan büyük, mesafe uzun olduğu için akülü setlerle geri ışığını kuvvetli uygulamak iyi sonuç veriyor.

Bu resimde madendeki tünelin ikiye ayrıldığı bir yol ayrımı görüyorsunuz. Tavandaki floresan lâmba yerdeki tren raylarının ve ıslak zeminin parlaması nedeniyle etkili görünüyor. Ancak duvarları ve tavanı görmemize yetmiyor. Bu durum fotoğraf makinelerinde yüksek iso değerlerinde daha iyi sonuç verse de kamera bu kadar görmüyor.

Madende sadece kask lambasının ışığında sonuç. Ancak lâmbanın ışık kaynağı görüntülenebiliyor.

Akülü lâmba ile (Schtler 300w Day Light) geriden ışık yaptığımızda madenin duvarları görüntülenebiliyor. Siluet etkisi bile olsa madencilerin vücutları ortaya çıkıyor.

Geriden yaptığımız ışığa ek olarak kamera yanından yumuşak bir ışık uyguladığımızda ise objeler hakkında seyirciye daha çok bilgi verebiliyor, madenciler çalışırken yaptıkları işi, kullandıkları malzemeyi görüntüleyebiliyoruz.

Madencilerin kullandığı kask lâmbası ışık açısından tehlikeli. Çekim yaparken sağladığımız yumuşak ışık ortamı içinde dolaşan ışık bütün doğal etkiyi bozuyor. Lâmba nokta şeklinde lokal ve kuvvetli bir etki yarattığı için, lâmbaya göre ayarladığımız diyaframda her yer kararır veya en açık diyaframda çalıştığımızı düşünürsek lâmba ışığı pozlama üstü çıkar, patlar.

Resimde kamera yanından uygulanan yumuşak ışığa göre diyafram yapılmış. Ancak başka bir madencinin tepe ışığı çektiğimiz konu üzerinde ışık patlamasına neden olmuş.

Tepe lâmbasını sert bir şekilde kullanmak zorundaysak çalıştığımız konuya yandan uyguladığımızda daha doğru bir sonuç elde ediyoruz.

Kaynaklar

Nevzat Ünlü (TTK Kozlu Müessesesi İş Güvenliği Başmühendis)
Hayri Çölaşan (TRT Ankara Televizyonu Aktüel Kamera Servisi, Şef Kameraman)
Fatih Aksop (TRT Ankara Televizyonu Aktüel Kamera Servisi, Sesçi)
Maden Ocaklarında İş Güvenliği El Kitabı (TTK / JICA) Ocak 2009
http://atexbelgelendirme.com/Atex-Belgesi.html
http://www.pixavi.com/intrinsically-safe-camera.html
http://atexbelgelendirme.com/exproof.html
Fotoğraf Kaynağı: Hayri Çölaşan, Ali Sahan, Zafer Doğan

(15 Temmuz 2013)

Hayri Çölaşan
Kameraman
TRT Ankara Televizyonu Aktüel Kamera Servisi
hayri.colasan@gmail.com
http://www.hayricolasan.com
http://kameraarkasi.org

Diren Thérèse Desqueyroux

Bizde ilk kez 32. İstanbul Film Festivali’nin programında seyirci karşısına çıkmış olan ‘Bir Kadının Gözyaşı’, dört başı mamur bir ‘Thérèse Desqueyroux’ uyarlaması. Filmin bir diğer önemli yanı ise, yıllar önce Fransız Kültür Merkezi’nde izlediğimiz, geleneksel erkeklik kodlarını hınzırca didikleyen 1976 yapımı ilk eseri ‘La Meilleure Façon de Marcher (Yürümenin En İyi Yolu)’ ile gönüllerimizi fethetmiş büyük usta Claude Miller’in veda filmi olması.

Kariyeri boyunca çektiği 20 küsur filmle Fransız sinemasının simge isimlerinden biri olmuş Miller’in Nisan 2012’deki kaybının hemen ardından 65. Cannes Film Şenliği’nin kapanış filmi olarak gösterilmişti ‘Thérèse Desqueyroux’. Afişindeki fotoğrafa istinaden yakıştırılmışa benzeyen Türkçe adı sizleri yanıltmasın, gözleri yaşlı bir kadının umutsuz hikâyesi değil anlatılan. Nobel ödüllü François Mauriac’ın 1920’li yılların sonlarında ilk kez basılmış olan bu en tanınmış eseri, Flaubert’in ‘Madame Bovary’si ya da Tolstoy’un ‘Anna Karenina’sı denli etkili bir kadın hikâyesidir, lâkin yirminci yüzyıl başlarının bu kapana kıstırılmış kadın karakteri, öncülleri gibi çaresizliğine boyun eğmez, özgürlüğü için mücadele eder. Miller’in yorumunda bu sessiz direniş özellikle vurgulanmış, geleneksel taşra yaşamına sıkışıp kalmış genç bir kadının zorlu yılları kadın hakları mücadelesi, özgürleşme ve cinsel serbesti kavramları üzerinden anlatılmış.

Güney Batı Fransa’nın -Mauriac’ın doğup yetiştiği- Bordeaux’yu da içine alan geniş Landes bölgesinin küçük yerleşim bölgesi Argelouse’da yaşar Thérèse. Annesiz büyümüştür. Politik kariyer peşindeki zengin toprak ağası babanın tek mirasçısıdır. Yakın hislerle bağlı olduğu çocukluk arkadaşı Anne’ın Paris’teki eğitimini tamamlamış ağabeyi Bernard ile evlenmesi ve Desqueyroux soyadını alması çoktan karara bağlanmıştır. Evlilikle birlikte bölgenin iki geniş çam ormanı arazisi birleşmiş olacak, böylece karlı bir ortaklık kurulacaktır. Thérèse kafasındaki aykırı düşünceleri susturma yoluna gider, huzurlu ve rahat bir yaşamı yeğler önceleri. Ancak, biricik sırdaşı Anne’ın Portekiz asıllı Yahudi Azevedo’ların oğluna tutulması, dahası felsefe eğitimi almaya kararlı genç adamın parlak zekâsı, edebi birikimi, özgürlükçü tavrı genç kadını şaşkına çevirir. Karnındaki bebeği gibi büyüyen iç isyanını susturamayacak, boğucu evliliği ve kapalı taşra yaşantısından kurtulmak için beklenmedik bir yola sapacaktır Thérèse.

Hitchcock’a parmak ısırtan, Yeni Dalgacılardan Chabrol’ün uzmanlaşacağı küçük kasabalara sıkışmış suç hikâyelerinin öncülü bu sansasyonel romanın ilk sinema uyarlaması değil bu. Diyalogları bizzat Mauriac tarafından kaleme alınmış siyah-beyaz ilk çevirim Georges Franju imzasını taşır. 1962 yapımı bu filmde Thérèse rolünü Emmanuelle Riva üstlenmiştir. Riva’nın Thérèse yorumu, ‘Hiroshima Mon Amour’ başarısının ardından bir kez daha hayranlıkla karşılanır, kendisine aynı yıl Venedik Film Şenliği’nde en iyi kadın oyuncu Volpi kupasını kazandırır. Geçtiğimiz mevsim, ilerleyen yaşında ‘Aşk / Amour’daki performansıyla sinemaseverleri bir kez daha büyülemiş olan Riva, roman karakterini birebir yansıtan mükemmel bir kompozisyon çizmiştir. Miller’in Thérèse yorumu ise daha farklı. İçinde kopan fırtınaları ve belki de içine akıttığı gözyaşlarını ustalıkla gizleyen çok daha güçlü ve dirençli gözüken genç kadında, usta yönetmenin ‘Amélie’ Audrey Tatou’dan aldığı performans beklenmedik ölçüde başarılı.

İlk uyarlamada büyük oyuncu Philippe Noiret’nin müthiş bir ustalıkla canlandırmış olduğu Bernard rolünde Miller’in seçimi Fransız sinemasının yeni gözdelerinden Gilles Lelouche olmuş. Franju’nun filmini sarıp sarmalayan, piyano eşlikli lirik Maurice Jarre bestesinin yerini bu kez Avusturyalı besteci Franz Schubert’in müziği almış. Ünlü piyanist Alfred Brendel’in yorumladığı ‘Müzikal Anlar’ın La Majör ikinci bölümünün ezgileri Miller’in filmine çok yakışmış.

Mauriac’ın ünlü romanını, Franju’nun klâsikleşmiş filmini ihmâl etmeyin. Yaz aylarının sinema çölünde bir vaha gibi karşımıza çıkan ve sınırlı sayıda sinemada (İstanbul’da Beyoğlu Cine Majestic; Levent Cinemaximum Kanyon; Ortaköy Feriye) gösterime giren Miller’in şanına yakışan vasiyet filmini de kaçırmayın derim.

(15 Temmuz 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Genç Çıraklar

Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak. Böyle söyleyince kulağa çok çekici geliyor ama iş uygulamaya gelince pek çoğumuz değişiklikten, kurulu düzenimizi bozmaktan, en kötü senaryoyu düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Böylece zaman geçip gidiyor. Biz de hep aynı boş tekerleğin üzerinden dönüp durmaya ve yerimizde saymaya devam ediyoruz. İşte kahramanlarımız tam da bu durumda aslında. Ufak bir şirkette satış elemanı olarak çalışıyorlar, ta ki ekmek tekneleri teknolojiye yenik düşene kadar. Zaten kıt kanaat geçindikleri için bir birikimleri de yok. Evlerine icra gelmesi, kız arkadaşları tarafından terk edilmeleri bir anda oluveriyor. Yani biri gelip de kafeslerini açıp tekerleklerini kırınca uyanıyorlar.

Nick (Owen Wilson) kaderini kabullenip müstakbel eniştesinin tatlı uykular yatak dükkânında mutsuzca çalışırken, Bill (Vince Vaughn) boş durmuyor ve teknoloji ile aralarında dağlar kadar yollar varken Google’da staj yapmak için başvuruda bulunuyor. İşte hikâyemiz de tam da bu noktada dallanıp budaklanıyor. Bir grup dahi veledin içinde çörek otu gibi sırıtan Genç Çıraklar için peri masalı başlıyor.

Her şeyden önce bu filmi bir komedi ve haliyle komik olması gerekiyor. Mesela yakında zamanda izlediğim The Hangover III: Felekten Bir Gece ile kıyaslarsam yanında başyapıt gibi kalır Genç Çıraklar. Özellikle parti ve süpürge yarışları sahneleri gerçekten çok eğlenceliydi. Owen Wilson ve hikâyenin de yaratıcısı olan Vince Vaughn’un performanslarına diyecek söz yok, gerçekten çok samimi bir ikili olmuşlar. Zaten Davetsiz Çapkınlar ile geçmişte bunu kanıtlamışlardı. Teknolojiden, bilgisayar hatta cep telefonundan bile uzak duran Wilson ve Vaughn ikilisi için rolleri biçilmiş kaftandı.

Özetle film oldukça özenli, esprileri komik, oyunculukları başarılı, lâkin yine de filmin baştan sonra bir viral reklâm şeklinde olması bir izleyici olarak beni rahatsız etti. Tamam Google’in ister istemez hepimizin hayatında bir şekilde yeri var ama Google’dan önce de bir hayatımız vardı ve bugünkünden daha kötü değildi. Yani anlatmaya çalıştığım Google’in bu kadar kutsallaştırılması pek hoşuma gitmedi.

Küçük bir sahneyi anlatmak istiyorum bu eksiyi aydınlatmak için ki oraya kadar gayet eğlenmeme rağmen o sahneyi buz keserek izledim. Kahramanlarımızın görevlerinden bir tanesi de satış yapmak, gözlerine küçük bir pizzacı dükkânını kestiriyorlar. Dükkânın sahibi internet ile ilgilenmiyor, tek düşündüğü pizzalarını elleriyle seçtiği domatesler ve fesleğenlerle en özenli şekilde müdavimlerine sunmak. Diğer zincir dükkânlarının neden yavan olduğunu da bu şekilde açıklıyor. Çok mantıklı çünkü ben her bir malzemeyi ellerimle seçiyorum diyor. Nihayetinde büyük fast food zincirleri, alışveriş merkezleri istilâsı yalnızca bizim ülkemize has değil, kapitalizmin hüküm sürdüğü tüm ülkelerin sorunu, doğal olarak Google da bu amaca hizmet ediyor, her ne kadar merkez üslerini Şirinler Köyü gibi göstermeye çalışsalar da felsefeleri tamamen bu komün anlayışa ters. Ayrıca anlıyoruz ki bir tür Alien’a dönüşmüş Google çalışanlarının acilen sosyalleşemeye ihtiyacı var.

(15 Temmuz 2013)

Gizem Ertürk

Bu Yıl Hangi Filmler Battı, Hangileri Zayıf Başlangıç Yaptı?

2013 yarılandı ve dünya sinemalarındaki yılın genel görünümü ortaya çıktı.

Yılın Gişede En Başarılı Filmleri:

* “Mama” / Maliyet: 15 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 146 milyon dolar.

* “The Purge-Arınma Gecesi” / Maliyet: 3 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 74 milyon dolar.

* “Warm Bodies-Sıcak Kalpler” / Maliyet: 35 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 116 milyon dolar.

* “Safe Haven” / Maliyet: 28 milyon dolar. Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 71 milyon dolar.

* “Despicable Me 2-Çılgın Hırsız 2” / Maliyet: 76 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 316 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Iron Man 3” / Maliyet: 200 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 1 milyar 211 milyon dolar.

* “Man of Steel” / Maliyet: 225 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 589 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Fast and Furious 6-Hızlı ve Öfkeli 6” / Maliyet: 160 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 695 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Fast and Furious” hasılatı…

* “Monsters University-Sevimli Canavarlar Üniversitesi” / Maliyet: Açıklanmıyor / Dünya Sinema hasılatı: 406 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Croods – Crood’lar / Maliyet: 135 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 578 milyon dolar.

* “Great Gatsby-Muhteşem Gatsby” / Maliyet: 105 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 326 milyon dolar.

* “G. I. Joe: Retaliation-G. I. Joe: Misilleme” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 371 milyon dolar.

* “The Hangover III: Felekten Bir Gece-The Hangover III” / Maliyet: 103 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 346 milyon dolar.

* “A Good Day to Die Hard-Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün” / Maliyet: 92 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 304 milyon dolar.

* “Bilinmeze Doğru: Star Trek-Star Trek Into Darkness” / Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 443 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Star Trek” hasılatı…

Zayıf Başlangıç Yapan:

* “The Lone Ranger-Maskeli Süvari” / Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 79 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

Beklentilerin Çok Altında Kalanlar:

* “Oblivion” / Maliyet: 120 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 285 milyon dolar.

* “Oz the Great and Powerful-Muhteşem ve Kudretli Oz” Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 491 milyon dolar.

* “Epic-Doğal Kahramanlar” / Maliyet: 100 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 236 milyon dolar.

* “World War Z-Dünya Savaşı Z” / Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 371 milyon dolar.

Batan Filmler:

* “White House Down-Beyaz Saray Düştü” / Maliyet: 150 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 71 milyon dolar.

* “After Earth-Dünya: Yeni Bir Başlangıç” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 199 milyon dolar.

* “Jack the Giant Slayer-Dev Avcısı Jack” / Maliyet: 195 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 197 milyon dolar.

* “The Host” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 48 milyon dolar.

* “Now You See Me-Sihirbazlar Çetesi” / Maliyet: 75 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 170 milyon dolar.

(14 Temmuz 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Yine İki Gün, Bu Defa New York’ta

New York’ta 2 Gün (2 Days in New York)
Yönetmen: Julie Delpy
Senaryo: Alexia Landeau-Julie Delpy
Görüntü: Lubomir Bakchev
Oyuncular: Julie Delpy (Marion), Chris Rock (Mingus) Alexia Landeau (Rose), Albert Delpy (Jeannot), Alexandre Nahon (Manu), Kate Burton (Bella), Dylan Baker (Ron), Daniel Brühl (Meşe Perisi), Vincent Gallo (Kendisi)
Yapım: Polaris Films (2012)

Fransız sinemasının önemli oyuncu ve yönetmenlerinden Julie Delpy, Paris’ten sonra New York’a taşıyor günlerini. “New York’ta 2 Gün”, kültürel farklılıklar ince bir mizahla yansıtan eğlenceli bir film.

Julie Delpy, şehirlerde iki gün kalmayı seviyor. 2007 yılında çektiği “2 Days in Paris-Paris’te 2 Gün” flminde Marion, Amerikalı sevgilisi Jack’i Paris’e getirmiş ve ailesiyle tanıştırmıştı. Hem de iki günde. Jack, Marion’un eski sevgilileriyle de tanışmak zorunda kalmıştı. Marion, 2012 yapımı “2 Days in New York-New York’ta 2 Gün” filminde de başka bir sevgiliyle, siyahi Mingus’la. Delpy, sinemaya oyuncu, senarist ve yönetmen olarak da katkıda bulunuyor. 1969’da Paris’te doğan Delpy’nin babası tiyatro yönetmeni Albert Delpy, annesi oyuncu Marie Pillet. Onun için New York ve Paris hayatının önemli şehirleri. Bu iki filmiyle de bu iki etkileyici şehre aşkını yolluyor. Bu yüzden şehirlerin sokakları ve insanları sıcak bir anlatımla perdeye yansıyor. Sinemaseverler Delpy’yi, Kieslowski ustanın üçlemesinin ikincisi 1994 yapımı “Trois Couleurs: Blanc-Üç Renk: Beyaz” filmiyle hatırlarlar. Godard, Jim Jarmusch, Aki Kaurismäki gibi önemli yönetmenlerin filmlerinde de oynadı. Delpy’yle senaryoyu yazan ve Rose’u oynayan Alexia Landeau, 1975 yılında Paris’te doğdu. Landeau’nun Dustin Hoffman, Jake Gyllenhaal ve Susan Sarandon’la başrolü paylaştığı Brad Silberling’in 2002 yapımı “Moonlight Mile-Ay Işığında” ülkemizde de vizyona çıkmıştı.

Kültürler çok farklı…

Film kukla oyunuyla başlıyor. Delpy, bu kukla oyunuyla 2009’da ölen annesi Marie Pillet’ye de saygı gönderiyor. Fotoğraf sanatçısı Marion, Manhattan’da şimdi. Hayatında radyocu Mingus ve iki çocuk var. Çocuklardan kız olanı Willow Mingus’un, oğlan olanı Lulu Marion’un. Bir de kedi var elbette. Onları bir sürpriz bekliyor. Marion’un babası Jeannot, kız kardeşi Rose ve bir de Manu New York’a düşüyorlar. Manu, Marion’un eski sevgilisi üstelik. Havaalanında eğlenceli anlar da yaşanıyor. Jeannot ve Manu, Paris’ten getirdikleri lezzetli sosisleri bırakmak zorunda kalıyorlar. Sonunda eve geldiklerinde kültürel farklılıklar da ortaya çıkıyor. Evde İngilizce ve Fransızca da karışık olarak konuşuluyor çünkü. Sadece dil olarak değil yaşam kültürü de farklı tabii ki. Evdeki ilk yemek, bu kültürel farklılıkları yaşatıyor. Avrupalılar, her şeyi yemek masasında hallederler. Yerler ve konuşurlar. Bu yemek sahnesi gerçekten eğlenceli. Delpy, annesinin ölümünün duygusallığından olmalı babasının geçmişini de belgesel gibi yansıtıyor fotoğraflarla. Jeannot, Vietnam’a ve başka savaşlara katılmış, ama hiç insan öldürmemiş. Marion, babası gibi birini aramış hep. Ama zaman değişiyor. Her devrin kendine özgü durumları var. Aşk aynı gibi görünse bile o da zamana ayak uyduruyor. Delpy, bu filminde müziğin ritmine uygun klip tadında New York’tan fotoğraf kareleri de gösteriyor seyirciye. Delpy, zaman zaman “sıçramalı kurgu” da kullanmış bu filminde. Manu ve Rose rahatça ot da içiyorlar. Onlar, baba da dahil, misafir değillermiş gibi. Bir hayli rahatlar. Gecenin içinde tıkırtılardan sevişmeye bile fırsat bulamayan Mingus, kâbuslar da görmeye başlıyor. Rüyasında aile, tarihi kostümler içinde pizzayı midesine indiriyor. Mingus’un sinir sistemlerinin çökmesi de yakın gibi. Filmi seyrederken, Amerikalıların daha muhafazakâr olduğunu düşünüyorsunuz. Asansörde ot içen Rose ve Manu’yu Marion’a şikayet eden komşu kadına beyin tümörü olduğunu söylüyor Marion. Komşu kadının kocası Ron cerrahmış. Marion bu yalan durumdan nasıl kurtulacak şimdi? Bir de Ron’un, bacaklarını cömertçe sunan tişörtle ortalarda dolaşan seksi Rose’u gözüne kestirmesi var. Gözlerini bu güzellikten alamıyor Ron. Küçük Lulu’nun pipisini mezurayla ölçme sahnesi kadar eğlenceli bu sahne de. Ünlü oyuncu Vincent Gallo bu filmde ne yapıyor derseniz, o Marion’un ruhunu temsil eden sözleşmeyi satın alan gizemli bir Mefisto, bir oyuncu-yönetmen. Kafe barda Marion’la ruhlar ve fikirler üzerine felsefi konuşmalar iyiydi. Ruhu satmak fikri satmakla aynı mıydı? Şatoda güvercini kurtaran Marion iç sesiyle seyirciye ailenin önemini anlatıyor. Tek başına insan hiçbir şey diyor Delpy: Çoğul olmazsanız aşağı düşerken elinizden tutacak kimse olmaz… Marion’un kurtardığı güvercin, dışkısını tek tek “kötü”lerin üzerine bırakıyor sonra. “Paris’te 2 Gün” gibi “New York’ta 2 Gün” de insana iyi geliyor. Üstelik güldürüyor da. Delpy, bu filmini annesine adamış.

(06 Temmuz 2013)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Sinema Seyircisi Bol Bol Gülmek ve Eğlenmek İstiyor

* Sinema salonlarından 1989’dan bugüne toplanan seyirci sayıları hangi tür filmlerin rağbet gördüğünün en büyük göstergesi… Seyirci günlük sorunlarından, dertlerinden uzaklaşmak istiyor ve “Kaçış Filmleri”ne en yüksek ilgiyi gösteriyor.

* Ne yazık ki 1989 öncesine ait seyirci sayısı film sektörümüzde bulunmuyor.

* Listede yerli filmler egemen; yabancı filmler azınlıkta.

* İlk filmleri seyirci rekoru kıran, “Recep İvedik 4”, “Eyyvah Eyvah 3”, “Vizontele 3”, “Romantik Komedi 3” ile “Hükümet Kadın 2”nin senaryo yazımı ve çekim hazırlıkları sürüyor. İkinci filmi bir milyona yakın kişiyi sinema salonlarına çeken “Çakallarla Dans 3” de beklenen filmlerden biri…

* Adeta davul tozu minare gölgesiyle, çok düşük bütçelerle, üretilen “Sümela’nın Şifresi: Temel” ve “Moskova’nın Şifresi: Temel” toplam 2 milyon 572 bin kişiyi sinemalara çektiğinden bu seriden yeni bölümler (“Barselona’nın Şifresi: Temel” gibi) bekleniyor.

* Türkiye sinemalarında en çok seyirci toplayan filmler arasına sadece iki yabancı film girebilmiş: “Titanic” ve “Avatar”… Bu iki filmde yönetmen, senaryo yazarı, yapımcı James Cameron’ın dehasını yansıtıyor.

* “Titanic” dünya sinemalarında 2 milyar 185 milyon dolar toplamıştı.

* Dünya sinemalarında 2 milyar 782 milyon dolar hasılat elde eden “Avatar”ın ikinci bölümüneyse 2015’te kavuşacağız. Bu serinin üçüncü bölümü de yolda. Belki dördüncü bölüm de olacak.

* Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Ata Demirer, komedinin krallığı için kıyasıya mücadele ediyor. Demet Akbağ ise komedinin tartışmasız kraliçesi…

En Çok Ağlatan, En Çok Gözyaşı Döktüren Dört Film

* Türkiye’de sinema seyircilerine en çok gözyaşı döktüren filmler denilince “Awaara” (Şubat 1955’te “Avare” adıyla gösterildi), “Love Story” (Kasım 1971’de “Aşk Hikayesi” adıyla gösterildi), “The Champ” (Ekim 1980’de “Şampiyon” adıyla gösterildi) anılır… Bunlar kadar etkili olan yerli filmse Kasım 2005’te gösterilmeye başlanan “Babam ve Oğlum” oldu.

“Babam ve Oğlum” “Popüler Televizyon Dizilerinin Kralı” ünvanını hak eden yapımcı Şükrü Avşar’ın yönetmen Çağan Irmak ile işbirliğinin ürünü… Şükrü Avşar’ın dizisi “Lale Devri”nin baş erkek oyuncusu Tolgahan Sayışman’ın bölüm başı 50 bin Türk lirası ücret aldığını söyleyerek Şükrü Avşar eğlence imparatorluğunun gücü hakkında bir fikir vermek isterim.

Yapımcı Şükrü Avşar, “A Moment To Remember” (2004) adlı Güney Kore filminden uyarlanan “Evim Sensin”le bir başka gişe rekortmenine de imza atmıştır.

Şükrü Avşar’ın “Babam ve Oğlum” ile “Evim Sensin” adlı prodüksiyonları Türkiye sinemalarında toplam 6 milyon 536 bin kişi tarafından izlenmiş.

İşte En Çok Seyirci Toplayan 50 Film

* Fetih 1453 / 6 milyon 565 bin kişi.
*
Recep İvedik 2 / 4 milyon 333 bin kişi.
* Recep İvedik / 4 milyon 301 bin kişi.
* Kurtlar Vadisi Irak / 4 milyon 256 bin kişi.
* G.O.R.A.: Bir Uzay Filmi / 4 milyon bin kişi.
* Eyyvah Eyvah 2 / 3 milyon 947 bin kişi.
* Babam ve Oğlum / 3 milyon 839 bin kişi.
* CM101MMXI Fundamentals / 3 milyon 837 bin kişi.
* A.R.O.G: Bir Yontmataş Filmi/ 3 milyon 707 bin kişi.
* New York’ta Beş Minare / 3 milyon 474 bin kişi.
* Recep İvedik 3 / 3 milyon 325 bin kişi.
* Vizontele / 3 milyon 308 bin kişi.
*
Vizontele Tuuba / 2 milyon 894 bin kişi.
* Celal ile Ceren / 2 milyon 850 bin kişi.
* Titanic / 2 milyon 844 bin kişi.
* Issız Adam / 2 milyon 788 bin kişi.
* Evim Sensin / 2 milyon 701 bin kişi.
* Organize İşler / 2 milyon 618 bin kişi.
* Hababam Sınıfı Askerde / 2 milyon 587 bin kişi.
* Eşkıya / 2 milyon 572 bin kişi.
* Güneşi Gördüm / 2 milyon 566 bin kişi.
* Avatar / 2 milyon 482 bin kişi.
* Kahpe Bizans / 2 milyon 472 bin kişi.
* Eyyvah Eyvah / 2 milyon 459 bin kişi.
* Nefes: Vatan Sağolsun / 2 milyon 436 bin kişi.
* Aşk Tesadüfleri Sever / 2 milyon 418 bin kişi.
* Yahşi Batı / 2 milyon 323 bin kişi.
* Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine / 2 milyon 315 bin kişi.
* Allah’ın Sadık Kulu: Barla / 2 milyon 226 bin kişi.
* Selam / 2 milyon 133 bin kişi.
* Av Mevsimi / 2 milyon 116 bin kişi.
* Hababam Sınıfı: Üçbuçuk/ 2 milyon 68 bin kişi.
* Kelebeğin Rüyası / 2 milyon 43 bin kişi.
* Beyaz Melek / 2 milyon 32 bin kişi.
* Kurtlar Vadisi Filistin / 2 milyon 28 bin kişi.
* Kabadayı / 2 milyon 2 bin kişi.
* Berlin Kaplanı / 1 milyon 983 bin kişi.
* Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor (Ice Age: Continental Drift) / 1 milyon 876 bin kişi.
* Asmalı Konak: Hayat / 1 milyon 791 bin kişi.
* Yüzüklerin Efendisi / 1 milyon 759 bin kişi.
* Sümela’nın Şifresi: Temel / 1 milyon 731 bin kişi.
* Hokkabaz / 1 milyon 710 bin kişi.
* Truva (Troy) / 1 milyon 692 bin kişi.
* O Şimdi Asker / 1 milyon 657 bin kişi.
* Sen Kimsin? / 1 milyon 592 bin kişi.
* Hababam Sınıfı: Merhaba / 1 milyon 581 bin kişi.
* Romantik Komedi 2: Bekarlığa Veda / 1 milyon 507 bin kişi.
* 2012 / 1 milyon 497 bin kişi.
* Matrix Reloaded / 1 milyon 470 bin kişi.
* Yüzüklerin Efendisi: İki Kule (The Lord of the Rings: The Two Towers)/ 1 milyon 459 bin kişi.
* Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı (Ice Age 3: Dawn Of The Dinasaurs) / 1 milyon 433 bin kişi.
* Altıncı His (Sixth Sense) / 1 milyon 428 bin kişi.
* Osmanlı Cumhuriyeti / 1 milyon 423 bin kişi.
* Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2 (The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2) /1 milyon 417 bin kişi.
* Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (Twilight Saga: Breaking Dawn Part 1) / 1 milyon 379 bin kişi.
* Hükümet Kadın / 1 milyon 381 bin kişi.
* Matrix / 1 milyon 347 bin kişi.

Festival Dolaşan, Ödül Adayı ya da Ödüllü Filmler Gişede Hüsran Yaratıyor

* Yurt dışındaki ve yurt içindeki festivallerden ödülle dönen filmler çok çok az seyirciye ulaşabiliyor.

* 1982 Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanan ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Oscar ödülü kadar saygın Altın Küre ödülüne adaylık elde eden “Yol” Türkiye sinemalarında sadece 459 bin kişi tarafından seyredilmiş… Bu film Türkiye sinemalarına 17 yıl gecikmeyle 1999’da gelince milyonlarca insan tarafından korsan kopyalarından izlenmişti… Bilindiği gibi, “Yol”un senaryo yazarı “En Tanınmış Kürt Film Yıldızı” Yılmaz Güney, yönetmeniyse Şerif Gören; bu filmde başrollerdeyse Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Çobanoğlu var.

En Popüler Çanakkale Filmi Hangisi?

* “Çanakkale 1915” (2012; Yönetmen: Yeşim Sezgin) Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı film Türkiye sinemalarında 910 bin kişi tarafından seyredildi.

* “Gelibolu” (2005; Yönetmen: Tolga Örnek) Türkiye sinemalarında 677 bin kişi tarafından seyredildi.

* “Çanakkale: Yolun Sonu” (2013; Yönetmenler: Kemal Uzun ile Serdar Akar) Türkiye sinemalarında 665 bin kişi tarafından seyredildi. Bu filme “Kapıdaki Düşman-Enemy at the Gates” (2001; yönetmen Jean-Jacques Annaud; yapım bütçesi: 68 milyon dolar) filminin esin kaynağı olduğu söylenebilir.

* “Çanakkale Çocukları” (2012; Yönetmen: Sinan Çetin) Türkiye sinemalarında 200 bin kişi tarafından seyredildi.

(04 Temmuz 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Chléo ve Trajedinin Parçası Olmak

İnşallah (Inch’Allah)
Yönetmen-Senaryo: Anaïs Barbeau-Lavalette
Müzik: Lévon Minassian
Görüntü: Philippe Lavalette
Oyuncular: Evelyne Brochu (Chléo), Sabrina Ouazani (Rand), Sivan Levy (Ava), Yousef “Joe” Sweid (Faysal), Hammoudeh Alkarmi (Safi), Zorah Benali (Soraida), Carlo Brandt (Michael), Marie-Thérèse Fortin (Elaine), Ahmad Massad (Imad), Yoav Donat (İsrailli Asker)
Yapım: Kanada MicroScope (2012)

Kanadalı belgesel yönetmeni Anaïs Barbeau-Lavalette’in geriye çekilerek gösterdiği Ortadoğu manzaralarında korku ve ölüm her an hissediliyor. “İnşallah”, Berlin’den de ödülle döndü.

Kanadalı Chléo, Ramallah’ta Hayat Hastanesi’nde Türk Kızılayı’nda görev yapan genç bir doktor. Mülteci kamplarındaki hamile Filistinli kadınlarla da ilgileniyor. Burada tanıştığı hamile Rand’la da arkadaş olmuş ve Rand’ın ailesini de tanımış Chléo. Rand’ın ailesinin bir ferdi gibi. Rand’ın kocası İsrail tarafında hapiste. Mahkemesi de sürüyor. Rand, “Süpermen” kıyafetli küçük oğluyla beraber yaşlı annesi ve matbaacı abisi Faysal’la mülteci kampında kalıyor. İsrail askerleri, kamplarda varlıklarını sürekli hissettiriyorlar. Filistinliler ülkelerinde mülteci gibi yaşarken, İsrail her taraftan bu kadim halkı kuşatmış. Chléo’nun Kudüs’te kaldığı apartmanda İsrailli kadın asker Ava’yla da arkadaş. Ava, kontrol noktalarında görev yapıyor. İki taraftan da dostları olan Chléo’nun yüzüne keder ve yorgunluk çökmüş. Kanada’daki annesiyle bilgisayarıyla görüntülü iletişim kuruyor arada. Filistin’de gece sürerken, Kanada’da da gündüz yaşanıyor. Tam tersi de oluyor. İsrail’le Filistin’e metafor yapılıyor sanki bununla. Güvenlik devleti İsrail için her Filistinli birer potansiyel terörist. Onlar için her tarafa kontrol noktaları (checkpoint) kurarak baskısını her an hissettiriyor. Bu yetmiyor bir de utanç duvarı örmüş İsrail. Stalinci ruhun Berlin’de ördüğü duvar gibi. Bu duvar, İsraillilerle Filistinliler arasındaki uçurumu daha da arttırıyor. Bu kadar güvenlik ve baskı, finaldeki katliamı önleyemiyor. Nefreti ve öfkeyi, iki taraf için de çoğaltıyor.

Belgeselci aileden…

Kanada’nın Quebec bölgesinde 1979’da doğmuş oyuncu, yönetmen ve senarist Anais Barbeau-Lavalette belgeselleriyle öne çıkmış bir sinemacı. Belgeselci Manon Barbeau’nun kızı o. Yönetmenin babası Philippe Lavalette de bir kameraman. Barbeau-Lavalette’in 2012 yapımı “Inch’Allah-İnşallah” filminin kameramanlığını da babası yapmış. Yönetmenin dedesi de Kanadalı ünlü ressam ve heykeltıraş Marcel Barbeau. “İnşallah” filmini önemsememizde, giriş anıyla bitiş anının çok güçlü bir anlatımla perdeye yansımasının büyük katkısı var. Girişte, “steadicam” kamera genç bir kadının peşinde öne doğru kayarken, İsrailli küçük çocuk bu kadına çarpıyor, sonra da çocuk kafes içindeki güvercinlere doğru yürüyor. Kamera siyah güvercini gösterdiğinde görüntü kararıyor ve siyahlık üzerinde patlama ses kuşatıyor her tarafı. Canlı bombanın kim olduğunu final bölümünde öğreniyorsunuz. Son sahnede “Süpermen” çocuk, deldiği duvardan İsrail’e bakıyordu parlayan küçük gözleriyle. Bu an gerçekten çok etkileyici. Çocuğun parlayan gözleri, parlak geleceğe mi, yoksa karanlığa mı bakıyordu? Filmin derinliğinde de güçlü anlar var. Yönetmen Barbeau-Lavalette, Rus sinemacılar Vertov ve Ayzenştayn’ın araştırmalarını, denemelerini filminin ruhuna katmış. Sinema tarihinde Bergman, Visconti, Rossellini, De Sica, Fellini, Godard gibi büyük yönetmenler de filmlerinde bunun için çaba gösterdiler hep. Vertov ve Ayzenştayn, perdede tasarlanmış değil, gözlemlenmiş gerçekliğin yansımasının gösterilmesini istiyorlar. Tasarlanmış gerçeklikte yapaylık oluyor çünkü. “İnşallah” filminde bunu fark ediyorsunuz. “İnşallah” filmde tasarlanmış değil, gözlemlenmiş gerçeklik yansıyor. Bu atmosferin içinde o korkuyu da hissediyorsunuz. İster Filistin kampında olsun, ister Yahudilerin yoğunlukta olduğu yerlerde. Hep bir şeyler olacakmış korkusu bu. Paranoya böyle bir şey olmalı. Filmde, güvenlik devletinin cinnetine de dokunuyorsunuz. Bu güvenlik devleti öyle bir şey ki, yine de su kaçıran baraj gibi. Canlı bombaları önleyemiyorlar. Faysal’ın Chléo’ya ilgisini, bir erkeğin kadına ilgisi gibi algılıyor önce insan. Ama final bölümünde bu ilgi anlamlaşıyor. Düşünüyorsunuz, Müslümanlar neden canlı bomba oluyor hep, diye. Cennete gidecekleri mi vadedilmiş onlara? Tanrı’yla sözleşme mi yapmış canlı bombaları teşvik edenler yoksa? Gerçekten insan ürküyor. Yönetmenin iki tarafa da aynı uzaklıktan baktığını belirtelim.

Chléo’nun yorgun bakışlarıyla…

Chléo, Ramallah’la Kudüs arasında rahatça dolaşabiliyor yabancı olduğu için. İsrail askerleri, kampa giriş ve çıkışları kontrol ediyorlar sürekli. Hem Filistinlilerle hem Yahudilerle iç içe olan Chléo’nun yüzünde hep bir yorgunluk var. Zor koşullarda saatlerce muayene yapıyor, dolaşıyor ve neredeyse dinlenmiyor Chléo. Bazen Rand’ın ailesinin parçası oluyor. Faysal’la kampın sokaklarında dolaşıp diğer acılı Filistinli aileleri de yakından görüyor yaşadıkları yerde. Rand’ın annesinin ölmeden önce doğduğu yerleri göstermek için izin kâğıdı bile çıkartıyor Chléo. Faysal huzursuz oluyor. Çünkü bir insanın kendi ülkesinde dolaşmak için izin kâğıdı alması ironik olmalı. Rand, İsraillilerin çöplüklerinde çocuklarla beraber plastik topluyorlar hep. Gelirse Gazze’ye yollanıyor. Rand’ın kocası Ziad da İsrail mahkemesinden 25 yıl hapis cezası alıyor. Ama öncesinde Rand’ın doğum anları yansıyor sıkışmış trafiğin ortasındaki arabada. Chléo, gece Ava’yla Tel Aviv’e gidiyor eğlenmek için. Sabahsa Rand’ın doğum sancılarının tuttuğunu öğreniyor. Kontrol noktasında, Faysal’la İsrailli askerin, Barcelona ve Puyol üzerinden kurdukları yakınlaşma ve sıcaklığı Chléo bilmeden dağıtıyor ve trajediler peş peşe gelmeye başlıyor. Rand, bebeğini Chléo yüzünden kaybettiğini söyleyerek Chléo’ya suçluluk duygusu yaşatıyor. Bebek, umudu ve geleceği simgeliyor. Ölünce neyi simgeliyor? Karanlığı ve belirsizliği mi? Ama, duvarı delen “Süpermen” çocuğun parlayan gözlerini de unutmayın. Sinemaskop çekilmiş bu filmin görselliğini gerçekten sinema perdesinde görmeli. Filmdeki tüm oyuncular etkileyici performans ortaya koymuşlar. Kanada’nın Quebec bölgesi Fransız nüfus çoğunlukta. Quebec sineması sol ruhludur Kanada’nın İngilizce konuşulan tarafın sineması da fena değil, ama varsa yoksa Quebec. Çünkü sol ruha ihtiyacımız var. “İnşallah” filminde kulağa gelen müzikler de iyi. Ortadoğu’nun hüzünlerini de getiriyor. Bu film, 2013’te 63. Berlin Film Festivali’nde “Panorama” bölümünde gösterildi. FIBRESCI ve Ekümenik Jüri Özel Mansiyon ödülleri kazandı.

(03 Temmuz 2013)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Atadan Kalma Topraklar Tehdit Altında

Amerikan bağımsız sinemasının simge isimlerinden Gus Van Sant’in bu yıl Berlin Film Şenliği’nde yarışmış ve 32. İstanbul Film Festivali programında yer almış son filmi ‘Promised Land’ sinemalarımıza da uğradı. Bizde ‘Kayıp Umutlar’ adıyla gösteriliyor lâkin umutsuzluğa kapılacak bir durum yok ortada. Aksine, filmin özgün adının tam çevirisi olan ‘vaadedilmiş topraklarda’ doğa katliamına direnen insanların umut verici hikâyesi anlatılan. Bu anlamda çevreci bir direnişle başlayan ve dünya coğrafyasında saygın bir örnek haline gelen Taksim Gezi ruhuyla birebir örtüşen bir çalışma bu.

Öykü, Amerikan kırsalında küçük bir yerleşim bölgesinde geçiyor. ‘Global’ ön adlı dev bir enerji şirketi bu kez gözünü şirin McKinley kasabasının toprakları altındaki kaya gazı yataklarına dikmiştir. Çiftçilerin topraklarını satın almak üzere şirketin parlak uzmanlarından biri görevlendirilir. Kendisi de kırsaldan gelen Iowa kökenli genç işadamı, güncel ekonomik krizle sarsılmış tedirgin çiftçilere cazip bir teklif sunar. Ne var ki, çevrecilerin büyük tepki gösterdiği hidrolik kırılma yoluyla doğal gaz üretiminde toprağın diplerine borularla gönderilen kimyasalların çevreyi kirletme ve üzerinde işlem yapılan araziyi yaşanılmaz kılma tehlikesi büyüktür. Bu konuda ilk uyarı, kısaca MIT olarak bilinen ‘Massachusettes Teknoloji Enstitüsü’nde mühendislik okumuş fizik doktoralı bilim adamı ve halen emeklilik yıllarını geçirdiği ata yadigârı kasabanın okulunda matematik öğretmenliği yapan Frank Yates’den gelir. Çevreci ‘Athena’ örgütünün gözüpek temsilcisinin kasabaya gelişi ve halkı uyarmasıyla olaylar gelişir.

‘Mala Noche’ (1986), ‘Drugstore Cowboy’ (1989), ‘My Own Pivate Idaho’ (1991) gibi bağımsız ilk dönem filmleriyle itibar kazanmış olan Gus Van Sant, üretken kariyerinde ‘Gerry’ (2002), Cannes Altın Palmiye ve en iyi yönetmen ödüllü ‘Fil /Elephant’ (2003) ya da son dönem çalışması ‘Paranoid Park’ (2007) gibi deneysel özellikler taşıyan farklı projelere imza atmıştır. Anaakım sinemaya daha yakın duran filmleri de vardır. Bunlardan ‘Can Dostum / Good Will Hunting’ (1997), o dönemin gencecik iki senaryo yazarını özgün senaryo dalında Oscar ödülüne de taşımıştı. Bu ümit vadeden gençlerden biri günümüzün saygın yönetmenlerinden biri olma yolundaki oyuncu Ben Affleck, diğeri ise ‘Good Will Hunting’in başrollerinden birini de üstlenen Matt Damon idi. ‘Promised Land’ Damon’ın Gus Van Sant ile yeni bir işbirliği. Filmin senaryosu ve yapımcılığını bir diğer genç oyuncu John Krasinski ile ortaklaşa yazmış, yapımcılığı birlikte üstlenmişler. Damon kafası karışık şirket temsilcisini canlandırırken, Krasinski korkusuz çevreci aktiviste hayat vermiş.

‘Promised Land’ kapitalist sistemin doymak bilmez iştahıyla doğayı kirletmesine Amerikan topraklarından bir küçük çığlık. Dev Amerikan şirketlerinin ikna stratejilerinin arka yüzünü afişe etmesi ayrıca ilginç. Halen içinde yaşadığımız ve her yeşil alana AVM yapılma teşebbüsüne ulusça isyan ettiğimiz direniş günlerine de çok uygun düşen bir yapım. Her yaştan ergenler için üretilmiş gösterimdeki pahalı Hollywood yapımlarına alternatif arayanlar için.

(01 Temmuz 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com