Halen sinemalarımızda gösterimi süren ‘Licorice Pizza’ Paul Thomas Anderson’ın en şeker, en umut verici çalışması. 1973 Kaliforniya yazının pırıl pırıl güneşi altında kendinden 10 yaş büyük Alana’ya ilk görüşte çarpılan onbeşlik Gary kolay pes eden tiplerden değildir. Çocuk oyuncu olarak ses getiren işlerde rol almış yeni yetme delikanlı pek de yürek hoplatmayan dış görünüşüne rağmen, nefes nefese ilgisi ve tutkulu ısrarı ile koca burunlu Yahudi kızın ilgi alanına girmeyi başarır. San Fernando Vadisi’nin gençleri toz pembe hayatın dik yokuşlarında birlikte büyürken, birbirlerine olan bağlılıkları çeşitli sınavlardan geçecektir.
Benzerlerini sıkça izlediğimiz büyüme öykülerinin bildik klişelerine yüz vermeden keyifli bir çağdan nostaljik meltemler estiren film, Amerikalı auteur sinemacının doğup büyüdüğü iklime, Hollywood alemine ve Melekler Şehri’ne bir aşk mektubu niteliğinde. Annesinin ufak çaplı halkla ilişkiler firmasında çalışıp oyunculuğunu sürdürmek için ajansların kapısını aşındıran Gary engellenemez girişimci ruhuyla genç yaşında önce su yatağı pazarlamacılığına girişecek, ardından yasal engellerin kaldırılmasını fırsat bilerek Pinball imparatorluğunu kurmak üzere kolları sıvıyor. Kendi deyimiyle doğuştan bir şov insanıdır o. Genç girişimciye desteğini sürdürecek olan Alana büyümenin sarp yollarında hayatını toparlamak üzere bir politik kampanyaya gönüllü olarak katılmayı seçiyor. Petrol üreten ülkelerin tüm dünyayı etkileyen ambargo günlerinde parıltılı kentin çok da tekin olmayan vitrin yüzleri ile karşılaşan iki kafadar, başları derde girmeden kendi yollarını çizmeyi sürdürecekler midir?
‘Licorice Pizza’ yönetmenin ailesi ve şov aleminden yakın dostlarının rol aldığı bir hatıralar albümü. Ana karakter Gary Valentine yapımcı Gary Goetzmann’ın Hollywood anılarından ilham alarak yaratılmış. Yönetmenin bu rol için seçtiği Cooper Hoffman daha önce ‘Magnolia’ ve ‘The Master’da çalıştığı çok erken kaybettiğimiz usta oyuncu Philip Seymour Hoffman’ın küçük oğlu. Haim grubunun müzik videolarını çekerken tanıdığı Alana Haim ise grubun diğer üyeleri olan kız kardeşleri ve de anne babası ile birlikte filmde yer alıyor. Gary’nin seçmelerindeki kasting direktörü Anderson’ın eşi Maya Rudolph’tan başkası değil.
Geleneksel ile yeni sinemanın karşılıklı mücadele içinde olduğu 70’lerin parlak ama tekinsiz Hollywood’dan düşmüş ilginç portreler yönetmenin dağarcığından çıkmış. Sean Penn’in canlandırdığı yaşlanmaya yüz tutmuş Jack Holden, Hollywood star sisteminin ünlü ismi William Holden’dan esinlenmiş. Şöhret sarhoşu pervasız Hollywood yıldızını artık prensesliğin keyfini süren Grace Kelly ile birlikte ‘Toko-Ri Köprüsü’nde yönetmiş Mark Robson’a ünlü müzik adamı Tom Waits hayat vermiş. Barbra Streisand’in o yıllarda birlikte olduğu kadın delisi yapımcı kuaför Jon Peters’ı gerçek ismini koruyarak kısa rolünde harikalar yaratan Bradley Cooper’a oynatmış. Alana Kane’in seçim kampanyasında destek verdiği ve filmde son dönemin yükselen yönetmenlerinden Benny Safdie’nin yorumladığı Los Angeles Belediye Meclisi Üyesi Joel Wachs bir diğer gerçek karakter. ‘Taksi Şoförü’nün seçim kampanyası bölümleri ile benzerlikler taşıyan bu ilginç sekansta, parlayan güneş altında Nixon dönemi muhafazakârlığının baskıcı ortamına, idealist Belediye Başkanı adayının saklı eşcinselliğine tanıklık ediyoruz.
Film ilginç ismini o yılların aynı adı taşıyan pek popüler plak mağazasından almış. Dönemin gözde parçalarının hikâyenin eşlikçisi olarak fonda sürekli çalıyor olması bu açıdan anlamlı. Sonny and Cher, The Doors, Blood Sweat & Tears, Suzi Quatro ve diğerlerinin sevilen şarkıları genç çiftin kaygısız yaşam serüvenine eşlik ederken OPEC ambargosuyla benzin kuyruğunun oluştuğu o ilk günlerde fondan David Bowie’den ‘Life on Mars’ın ezgileri duyuluyor. ‘Phantom Tread’in ardından bir kez daha görüntü yönetmenliğine ortak olan sinemacının kamerası ana karakterlerin uzantısı olarak yerini alırken, onların enerjik koşusu leitmotif olarak kullanılmış. 50 yıl öncesinin anılarını yoğun bir nostalji duygusu ile aktaran, nüfus olarak azınlıkta kalmış siyahların ortalıkta gözükmediği bu beyaz ‘Amarcord’, ABD’nin o yıllarına uzaktan da olsa tanıklık etmiş bizden kuşaklara özellikle tavsiye edilir. Ve de iyi sinema yapmak isteyen gençler bu yönetmenlik dersini kaçırmasın.
(15 Ocak 2022)
Ferhan Baran