Maria Schrader imzalı ‘Tam Sana Göreyim / Ich bin dein Mensch’ harika bir sekansla açılıyor. Bir gece kulübündeyiz. Alma salona girdiğinde eğlence tüm hızıyla sürmektedir. Pistte dans eden çiftlerin arasından süzülüp gelen doktor Felser genç kadını yakışıklı Tom ile tanıştırır. Şairane iltifatlarla söze giren genç adam rumba ritmleri duyulduğunda Alma’yı dansa kaldırmıştır bile. Ancak bir müddet sonra Tom’un konuşması takılmaya başlar ve bizler onun yapay zekaya sahip son model bir robot olduğunu anlarız.
Berlin Pergamon Müzesi’nde araştırmalarını sürdüren Alma, bilimsel çalışmalarına devam etmek için yönetici patronunun isteği üzerine alışılmadık bir deneye katılmayı kabul etmiştir. Barbie’nin Ken’i misali tasarlanmış Tom ile 3 hafta geçirecektir. Erkek obje bu süre içinde kadın gözüyle gözlem altında tutulacak, bu da yakın gelecekte yapay zekalı robotların kimlik, vatandaşlık, çalışma izni benzeri haklardan yararlanabilmeleri konusunda değerlendirmeye alınacaktır.
Alma deney için testlere tabi tutulmuş, beyni taranmış, anket üzerine anket yanıtlamış ve tüm bunların sonucunda tamamen kendi arzularına ve ihtiyaçlarına göre kodlanan Tom üretilmiştir. Çivi ile yazılmış Hitit tabletlerinde tarih öncesinin şiirinin peşine düşmüş olan Alma, Berlin’in pek konforlu ancak ruhsuz dünyasında kayıp bir ruh gibidir. Tom tüm cazibesi ve ilgisiyle genç kadının özlemini çektiği yaşam partnerinin ta kendisidir aslında. Hisleri yoktur belki ancak duyguları harekete geçirmek için programlanmıştır.
Bu girişin ardından filmin bilim-kurgusal özelliklerinin öne çıktığını düşünmeyin. Schrader insani olana ilişkin bir film yapmak niyetinde. Örneğin, Steven Spielberg imzalı ‘Yapay Zeka / A. I. Artificial Intelligence’ veya Alex Garland filmi ‘Ex Machina’ benzeri bilim-kurgu örneklerinden farklı olarak Tom’un mekanik özelliklerini göstermiyor. Film kısa sürede uyumsuz çiftler komedisine evrilirken, son bölümünde çok daha önemli şeyler sormaya başlıyor. Şöyle ki, kişisel beğenilere göre tasarlanmış insan görünümlü bir robot ideal bir hayat partneri olarak görülebilir. Özlemleri karşılar, arzuları tatmin eder ve yalnızlık hissini ortadan kaldırabilir. Kısaca kayıp ruhları mutlu kılacağı varsayılabilir. Fakat insanlar tüm gereksinimleri istedikleri anda yerine getirilsin diye mi yaratılmışlardır? Tatmin edilemeyen özlemlerimiz, hayal gücümüz ve hiç durmadan mutluluk arayışımız bizi insan yapan şeylerin kaynağı değil midir?
Pek Alman bakışı diyeniniz çıkabilir. Maria Schrader 90’larda oyuncu olarak ünlenmiş ilerleyen yaşlarında kamera arkasını seçmiş bir Alman sinemacı. İKSV’nin efsanevi eski yıllarına tanıklık etmiş olanlar hatırlar, kendisini başrolünü oynadığı ve o zamanlar birlikte olduğu Dani Levy’nin yönettiği 1991 yapımı ‘I was on Mars’ filminin gösteriminde tarihi Emek Sineması’nda ağırlamıştık. Schrader mükemmel değilse bile hiç fena olmayan bir çalışmaya imza atmış. Emma Braslavsky’nin kısa hikâyesinden Jan Schomburg ile ortaklaşa yazdığı filminin senaryosu inceliklerle dolu.
Alman Sineması ödüllerini toplayan yapımın Almanya’nın Oscar aday adayı olarak seçildiğini, Alma’yı canlandıran Maren Eggert’in bu yıl düzenlenen 71. Berlin Film Festivali’nden En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile döndüğünü hatırlatalım. Doktor Felser’de usta oyuncu Sandra Hüller’i, yapay zeka Tom’da ışıltılı performansıyla partnerinden rol çalan İngiliz asıllı Dan Stevens’ı izliyoruz.
(05 Kasım 2021)
Ferhan Baran