71. Cannes Film Festivali’nden en iyi senaryo ödülü ile dönen ’Mutlu Lazzaro / Lazzaro Felice’ bizde de vizyona girerek tüm sinemaseverleri mutlu etti. Ana karakterinin tertemiz saf çocuk dokunuşuyla dünyamızı tavaf ettiği yapım, zamanlararası bir yolculuğun fantastik hikâyesi üzerinden ilerliyor. Özyaşamsal öğeler barındıran bir önceki yapıtı ‘Mucizeler / Le Meraviglie’ ile sinefillerin izleme alanına girmiş olan İtalyan kadın yönetmen Alice Rochwacher, modernleşmenin sunduklarıyla çözülmüş kırsal dünyaya ağıdını bir kez daha duyuruyor bu üçüncü uzun metrajında.
Tam ortasından kalın çizgilerle ikiye ayrılmış farklı dünyaları perdeye taşıyor ‘Mutlu Lazzaro’. Inviolata (el değmemiş anlamına geliyor) adında küçücük bir yerleşim bölgesinde başlıyor hikâye. İtalyan kırsalında tecrit edilmiş bu köyün insanları ile bir gece vakti tanışıyoruz. Genci yaşlısı herkes, Mariagrazia’ya vurgun ateşli talibin serenadını kutlamak üzere ufacık bir evin içine toplaşmışlar. Köylülerin ifadesiyle ‘ayakta boşluğa bakan’ Lazzaro her işe koşmakta bu arada. Serenada tulumuyla eşlik eder, yaşlı babaannesini masaya taşır, tavukları kurt kapmasın diye kümesin başında nöbeti devralır. Her türlü getir götür işine koşturulmasına itiraz etmez. Yüzündeki memnuniyet ifadesi hiç değişmez. Etrafına iyilik etmek için yaratılmıştır o. Çevresindekilerin memnun olmasından mutluluk duyar.
Bu ilk sahnede Ermanno Olmi ya da Taviani biraderlerin pastoral tadını yakalarız. Zamanı kestiremeyiz önceleri. 30’lar mı 50’liler mi diye tahmin yürütürüz. Gün ağardığında 70 model bir kamyonet şaşırtır bizleri. Sonrasında ilk modellerinden bir cep telefonu, 90’lı yılların pop parçalarından ezgiler yayan Sony Walkman’den çok da eskilerde olmadığımızı anlarız. Buna karşın çağını çoktan kapatmış feodal bir yaşam sürmektedir köyde. De Luna markizinin malıdır arazi. Köylüler de öyle. Çağdaş yaşamdan soyutlanmış bu bölgede, sürekli borçlandırılarak karın tokluğuna tütün ekip biçer elli küsur kişilik insan topluluğu. Markiz Alfonsina de Luna, şımarttığı ve bunalttığı oğlu Tancredi ile birlikte arada ziyaret ettiği köyün tepesinde bir villada yaşar.
Marabalarını ustaca sömürür efendileri. ‘İnsanoğlu bir hayvan gibidir’ onun deyişiyle. ‘Kafalarını kaldırmalarına izin verirsen, kendi sefaletlerine hapsedilmiş köleler olduklarını fark edecek ve isyan edeceklerdir’. Sadece metaforik anlamda değil, fiziki olarak da karanlıkta bırakılır bu insanlar. Kısıtlı olarak verilen ampuller çok değerlidir bu açıdan. Markizin kahyası ufak tefek armağanlarla, yanına harman makinesini kutsayan peder efendiyi de katarak sömürü düzenini yönetir. Ancak bu zincirleme bir süreçtir. Köylüler de, sigara kraliçesi olarak nam salmış markizi haklı çıkarırcasına, saf ve itaatkar buldukları için her işe koştukları Lazzaro’yu iliklerine kadar sömürür. Yalnızlıktan sıkılan Tancredi’ye dost elini uzatan Lazzaro olur yine. İyilik timsali kahramanımız, kırlar aleminin sırlarını sunar şehirli gence. Derken ani bir polis baskını sakin akan düzeni kökünden değiştirir.
Hikâyenin ikinci bölümü, çağdaş bir metropolün keşmekeşinde akmaya devam eder. Aradan 20 küsur yıl geçmiş, köyden şehrin izbelerine savrulmuş kır insanları yepyeni bir düzenin ve sömürü çarkının dişlileri arasında hayatta kalma savaşı vermektedir artık. Trajik bir kazaya kurban giden Lazzaro ise, Aziz Francesco ile vahşi kurdun hikâyesinden esinle ve de Yuhanna İncil’inden adını aldığı Beytanyalı Lazarus misali yaşama geri dönmüştür. Şehre giden yolları kar kış demeden aşar. Yolda bir kasabada Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenlerin çağdaş düzende nasıl ezildiğine şahit olur. Büyük şehirde ise onu eski dostlar ve yeni tanıklıklar beklemektedir.
Rochwacher senaryoyu yazarken 80’li yıllarda gazetelere düşmüş gerçek bir olaydan yola çıkmış. Lazzaro karakteri ile hikâyesi büyülü bir yeni gerçekçi ton kazanmış. Geçmiş ile bugünü ustaca kaynaştırmış yönetmen. Kendi ifadesiyle ‘İtalya gibi, bir benzin istasyonuyla tarihi bir su kemerinin yanyana görüntülenebildiği bir ülkede doğup büyümek’ onun bu bakışının şekillenmesindeki en büyük etken olmuş. Mekânlar arasında fantastik bir zaman yolculuğuna çıkan Lazzaro’nun kirlenmemiş saf bakışlarından sömürü çarkının her zaman ve mekânda süregeldiğine şahit oluyoruz. Ancak iyilik ve zengin gönüllülük zaman ve mekân tanımıyor ve filmin en güzel sahnesinde olduğu gibi müzik ve sanat her zaman iyilerin, doğruların peşinden gitmeyi sürdürüyor.
‘Mutlu Lazzaro’ benzerine kolay rastlanmayacak zariflikte bir film. Rochwacher’in elinde büyülü bir masala dönüşen enfes bir seyirlik. Çoğu amatör oyuncularını sevgiyle sarmalamış ve ustaca yönetmiş sinemacı. Lazzaro’yu canlandıran, topoğrafya üzerine meslek okulu öğrencisi Adriano Tardiolo’yu oyunculuğa zar zor ikna etmiş. Ne kadar da iyi etmiş. Belki de başka projede bir daha karşımıza çıkmayacak olan genç adamın hayat verdiği, saf ve iyi yürekli Lazzaro, şimdiden sinema tarihinin unutulmaz karakterleri arasına girdi bile.
(01 Mart 2019)
Ferhan Baran
[email protected]