Dünya prömiyerini 71. Cannes Film Festivali’nde yapmış olan ‘Dogman’ tipik bir Matteo Garrone filmi. Yine Cannes’da beğeniyle karşılanmış 2008 yapımı ödüllü ‘Gomorra’da mafya ve şiddet sarmalını ele almış olan sinemacı, bizde vizyona gelmeyen bir önceki yapıtı ‘Masalların Masalı / Il Racconto dei Racconti’de mitolojik hükümranların karanlık öykülerini perdeye taşımıştı.
Gerçeküstücü sularda gezinen karanlık öyküler anlatmayı seven Garrone, ‘Dogman’de tahakküm ve şiddetin izlerini küçük bir kıyı kasabasında arıyor. 1980 başlarında İtalya’yı sallamış gerçek bir cinai vakadan yola çıktığı halde, hikâyesini gerçeküstücü sularda gezinen bir peri masalına dönüştürmeyi başarıyor.
Filmin ana karakteri ufak tefek bir köpek bakıcısı. Kasaba sakinlerinin sevgisini hem sempatikliği hem de torbacı olarak verdiği hizmetiyle kazanmış olan Marcello’nun köpekleri ve küçük kızıyla kurduğu huzurlu dünyası, mahallenin belalısı, kokainman eski boksör Simone ile yakınlığı ve O’nun kanunsuz taleplerine hayır diyemeyişi yüzünden alt üst oluyor.
Küçük adam ile muktedir efendisinin bir Ezop masalını andıran hikâyesini kafasında bir western olarak tasarladığını ifade ediyor Garrone bir söyleşisinde. Daha önce başka filmlerinde de yer verdiği İtalya’nın güney ucunda yer alan ıssız sahil kasabası ‘Villaggio Coppola’yı mekân olarak seçişi bu yüzden. Kanunsuzluğun ve şiddetin kolaylıkla zemin bulabileceği bu sınır bölgesinde bir topluluğun üyesi olmak, saygı ve sevgi görmek çok çok önemli. Belalı Simone ile gönülsüz işbirliği yüzünden üyesi olduğu küçük cemaat tarafından dışlanıyor Marcello. Çelimsiz sokak köpeğinin yırtıcı pitbull ile dostluğu kadar marazi bu tehlikeli yakınlaşma, O’nun hayatını alt üst edecek, O’nu şiddetin göbeğine çekerek derin bir yalnızlığa sürükleyecektir.
‘Dogman’ köpeklerin dünyasından yola çıkarak enfes bir alegoriyle insan tabiatını kurcalıyor. Güçlü bir koruyucuya sırtını dayamak suretiyle ayakta kalmaya çabalayan küçük adam portresi çizmeye soyunuyor. Köpekler gibi insanların da yalnız yaşayamayacağının altını çiziyor. Bir insanın hayatta kalabilmek için nereye kadar köpekleşebileceği sorusunu soruyor. Korku ile onurun insan ruhundaki ezeli çatışmasına ışık tutuyor. ‘Dogman’ mütevazi dükkanın adı olmakla kalmıyor, Marcello’nun şefkatle baktığı köpeklerle ne kadar benzeştiğini de ifade ediyor.
Usta görüntü yönetmeni Nicolaj Brüel’in, gittikçe sertleşen ve karanlıklaşan hikâyede ışıklandırma çalışması birinci sınıf. İlk yarıda güneşli bir sahil kasabasında gezinirken, ikinci bölümde gri bulutların, yağmurun rüzgarın, karanlık gecelerin ürpertisini duyumsuyoruz. Filmin en önemli kozu ise, Marcello’yu canlandıran ve ilk oyunculuk deneyiminde Cannes’dan en iyi erkek oyuncu ödülü ile dönen müthiş yetenek Marcello Fonte. Güney İtalya’nın ucundaki yoksul Cabiria’dan gelmiş olan Fonte, eski mahkumların tiyatro çalışmaları yaptığı bir sosyal merkezin bekçisi iken, ani bir kalp kriziyle hayatını kaybeden oyuncunun yerine sahneye çıkmış ve bu arada yapılan seçmelerde keşfedilmiş. Bu güzel filmi keşfetmek için ben de okuyucularımı sinemaya davet ediyorum.
(31 Ocak 2019)
Ferhan Baran