Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nde prömiyerini yapmış yeni çalışması ‘Transit’ sonbahar mevsiminin ilk güzel sürprizi olarak bizde de gösterime girdi. Çağdaş Alman sinemasının auteur yönetmeni, ‘Barbara’ (2012) ve ‘Phoneix / Yüzündeki Sır’ (2014) filmlerinin ardından ‘Baskı Dönemlerinde Aşk’ üçlemesini bu denemesiyle tamamlıyor.
Hubert Monteilhet’in romanından yola çıkan ‘Phoneix’in ardından Petzold’un ikinci edebiyat kaynaklı çalışması olan ‘Transit’, Anna Seghers’in 1942’de yayımlanmış aynı adlı romanından uyarlanmış. Nazi toplama kampından kurtulmuş Yahudi ses teknisyeni Georg’un işgal altındaki Fransa’dan Güney Amerika’ya iltica mücadelesi çerçevesinde ilerleyen özgün roman, komünist kadın yazar tarafından aynı baskı döneminde yaşadıklarından esinle Meksika sürgününde kaleme alınmış.
Petzold dört yıl önce aramızdan ayrılan ustası ve çalışma arkadaşı Haron Farocki’ye adamış olduğu filminde, İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçen öyküyü perdeye uyarlarken deneysel bir girişimde bulunuyor ve özgün anlatı ile halen Avrupa’nın göbeğinde süregelen yakıcı mülteci krizi arasında paralellikler kurma çabasına girişiyor. Bu amaçla tarihsel atmosfer ile günümüz ikliminin unsurlarını birlikte kullanma yoluna gidiyor. Savaş yıllarının trajik karakterleri, modern vasıtalar, kafeler, oteller ve gökdelenler fonu önünde geçmişin hayaletleri olarak anlam kazanıyor. İki farklı dönemin üstüste binmesi önceleri kafa karıştırıyor belki, ancak üzerinden üç çeyrek asır geçmiş de olsa milliyetçilik ve ırkçılık belası açısından aslında pek bir şeylerin değişmediğini vurgulaması açısından bu çarpıcı deney giderek ilgiyle izlenen bir seyirliğe dönüşüyor.
Yahudi ses teknisyeni Fransa’yı yutmaya hazırlanan faşistlerden (filmde Naziler yerine Faşistler denmesi öykünün günümüze uzanan paralelliklerinin vurgulanması açısından önemli) kaçmak üzere intihar etmiş Alman yazarın dokümanlarını alarak Meksika vizesi almak üzere Marsilya’ya yollanıyor. Bu güzelim liman kentini kaçakların ve göçmenlerin bekleştiği bir tampon bölge olarak tasarlamış yönetmen. Konsoloslukların önünde vize kuyruğuna girmiş savaş döneminin bezgin Avrupalı Yahudi veya komünist mültecileri ile hayatta kalabilmek için Afrika’dan ya da Orta Doğudan kaçmış çoluk çocuk göçmenlerin aynı kaderi paylaştıkları bir tür araf misali olarak çizmiş Marsilya’yı.
Radyosunu tamir ettiği, birlikte top oynadığı küçük çocuk ile bir baba oğul yakınlığı kuruyor Georg. Öte yandan, evraklarını çaldığı yazarın ümitle bekleyen karısı ile karşılaştığında aşık oluyor. Bir Alman doktorun devreye girmesiyle bir aşk üçgenine tanıklık ediyoruz daha sonra. Ancak, metin tür kalıplarına ne kadar yatkın da olsa, şiddet sahnelerinden özellikle kaçınıyor Petzold. ‘Kazablanka’ misali bir melodramın albenisini de geri çeviriyor (duyguları yükseltecek müzik kullanımını reddediyor örneğin). Sessizce yaşanan bir aşk ve ölüm kalım hikâyesini minimal bir biçimde vermeyi başarıyor. Klasik Hollywood anlatımını yeğleyenler için biraz mesafeli, ancak Alman romantizminin izinde çok etkileyici bir deneysel çaba ‘Transit’. Georg rolünde izlediğimiz, dev oyuncu Joaquin Phoenix’e ikiz kardeşi kadar benzeyen Franz Rogowski ile François Ozon’un ‘Frantz’ında sevdiğimiz genç kadın oyuncu Paula Beer’in mükemmel yorumlarıyla dikkat çektiği yılın ilgiye değer filmlerinden biri.
(09 Eylül 2018)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com