Sinema çok ulvi, büyük bir güç… İnsana bir an için kendi yasını unutturup başkasının acısına ortak edebiliyor. Tıpkı Türkçeye Yaşamın Kıyısında olarak çevrilen Manchester by the Sea filminin yaptığı gibi…
Gangs of New York ve Analyze This filmlerinin senaristi “Kenneth Lonergan”ın yazıp yönettiği film her şeyden önce iyi bir yazarın elinden çıktığını her diyalogda hissettiriyor.
Bir matem filmi Yaşamın Kıyısında… Matemle nasıl baş edilir ya da mateme ilâç filmi değil kesinlikle… Bu yüzden alıştığımız filmlerde olduğu gibi kendisinden bir mucize ya da mutlu son beklemeyin. Zaten gerçek hayatta böyle şeyler pek olmaz. Ölüm, ölümdür işte… Gidenin arkasından hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmaz. Zaman geçer ama her zaman ilâç da olmaz çünkü bazı yaraların merhemi yoktur.
Bir anlık hatası yüzünden çocuklarının ölümüne sebep olan bir adamın yıllar sonra abisinin vefatı sebebiyle trajik geçmişiyle hesaplaşmasını konu alan Yaşamın Kıyısında, ağır dramasına rağmen bir an için bile ajitasyona tuzağına düşmüyor.
Casey Affleck’e “En İyi Erkek Oyuncu” Altın Küre Ödülü kazandıran film bana kalırsa da aktörün bugüne kadar sergilediği en iyi performansı olarak zirveye çıkıyor.
Filmin ayrıca En İyi Film başta olmak üzere; En İyi Yönetmen (Kenneth Lonergan), En İyi Erkek Oyuncu (Casey Affleck), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Michelle Williams), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Lucas Hedges) ve En İyi Orijinal Senaryo (Kenneth Logergan) dallarında Oscar’a adaylığı bulunuyor. Filmin Oscar alıp almayacağı ya da kaç dalda alabileceğini tahmin etmek güç çünkü gerçekten karşısında çok güçlü rakipleri var. Ancak tek bir Oscar kazanmasa dahi bu filmden hiçbir şey götürmez elbette. Nihayetinde sinema tarihi Oscar almayan başyapıtlarla dolu… Dolayısıyla ben bu yıl Oscar’daki film çeşitliliğinden oldukça memnunum. Çeşitli kategorilerde adaylıkları bulunan The Lobster, Arrival, La La Land, The Salesman, Toni Erdmann, Captain Fantastic, Nocturnal Animals ve henüz görme fırsatı bulamadığım ancak çok iyi olduğuna emin olduğum Moonlight gibi çok özel ve kıymetli filmler izledik sene boyunca. Ancak söylemeden geçemeyeceğim şu an hâlâ vizyonda bulunan ve teknik bir dalda da adaylığı bulunan Passengers – Uzay Yolcuları filmi yılın en büyük balonu ve fiyaskosu. Uzun zamandır bu denli her yanından sapır sapır dökülen başarısız bir dev yapım izlememiştim. Tamamen para ve zaman kaybı. En kısa zamanda kendisini bir daha hatırlamamak üzere unutmayı diliyorum.
Tekrar filmimize dönecek olursak, Casey Affleck, Altın Küre’de olduğu gibi “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Oscar adaylığı elde etti. Ayrıca var olduğu her sahnede yüreğimizi titreten ve adeta oyunculuk dersi veren Michelle Williams “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Oscar’a aday. Filmin en güçlü adaylıklarından biri olduğunu ve yüksek ihtimalle heykelciği Williams’ın kucaklayacağını düşünüyorum.
Filmin genç yıldızı ve performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ına aday gösterilen Lucas Hedges’i de çok beğendim. Amcası ile aralarında geçen her bir diyalog muhteşem, çok sahici ve ustaca tasarlanmış. Üstüne Hedges ve Affleck’in leziz performansları eklenince film izlediğinizi unutuyorsunuz.
Mutlu sona alışmış seyirciler olarak finali sizi tatmin etmeyebilir ancak gerçek hayatta da tüm sonların mutlu olmadığı gerçeği ile yüzleşirsek filmin ansızın ve sade finali daha etkileyici bir hale bürünüyor. Çünkü film bitmiyor akmaya devam ediyor, tıpkı hayat gibi… Jenerik akarken aklıma Ceylan Ertem’in şu dizeleri geliyor ansızın:
“Zaman ilâç mıdır, yoksa kalbini yavaşça yaran, yoran bir bıçak mıdır?”
(04 Şubat 2017)
Gizem Ertürk