Nur Türkşen ve Hakan Türkşen Türk Sinemasını Yurt Dışında Tanıtmak İçin Çalışmalara Başladı

Türk sinemasını diğer ülkelere pazarlamak ve dünyaya tanıtmak için adım atan senarist Nur Türkşen ile yapımcı Hakan Türkşen çalışmalara başladılar. Bu yıl Kasım ayında Santa Monica şehrinde yapılmış olan film markette Türk filmlerini tüm dünya ülkelerine tanıtmak, satmak ve pazarlamak ve Türk sinemasını tanıtmak için oradaydılar. Pazarlanan filmler arasında Kalandar Soğuğu, Meleklerin Mucizesi, Sürgün İnek, Pamuk Prens, Mandıra Filozofu, Merdiven Baba, Mezarcı, Dondurmam Gaymak, İkimize Bir Dünya, Guruldayan Kalpler, Yağmurlarda Yıkansam, Babamın Kanatları, Rüzgarın Hatıraları, Sürgün, Figüran, Eşrefpaşalılar gibi filmler var.

Nur Türkşen ve Hakan Türkşen Türk Sinemasını Yurt Dışında Tanıtmak İçin Çalışmalara Başladı yazısına devam et

Savaş Vadisi’nden Geçerken

Popüler sinemada eğilimleri ve kimi zaman oldukça tartışmalı hale gelen bakış açıları bakımından Don Siegel’den John Frankenheimer’a ve Clint Eastwood’a uzanan çizgiye eklenebilecek son halkalardan birinin Mel Gibson olduğu rahatlıkla söylenebilir. Oyuncu / yönetmen, öncüllerine -en çok da Eastwood’a- benzer biçimde tekniğe hâkimiyeti bir yana, “ölçüyü kaçırma” bakımından Ted Kotcheff ve John G. Avildsen’le bağ kurabileceğimiz bir noktaya doğru koşar adım ilerliyor.

Hacksaw Ridge, ilk bakışta zor olan bir temayı, “tavrını vicdani retten yana kullanan bir savaş kahramanını” merkezine alırken, nihai anlamda üçüncü yol önermesiyle sığ sulara düşmekten kurtulamıyor.

Öyküsünü, Braveheart’la paralellik gösterecek biçimde inşa eden Gibson, Grant Wood’un American Gothic’ini anımsatırcasına şiddetle çevrelenmiş bir aile tasvirine girişerek başlıyor işe. Bu, baba figürünün öfkesinin arka planına inşa edilen 1. Dünya Savaşı olgusu göz önünde bulundurulursa bir yanıyla anlaşılır olabilir; ancak söz konusu vicdani ret olunca klişe anlamını yitiriyor. Gibson’un ana karakteri, olgunun tarihsel anlamından bütünüyle soyutlanıyor; mesele, kasabanın sevgilisi, temiz yüzlü dindar oğlanın inancıyla imtihanı eksenine oturuyor. Savaşın gerekçelerine tamamen katılan; hatta Pearl Harbor baskını sonrası ABD toplumuna nüfuz eden genel eğilimle örtüştüğünü söyleyen Desmond Doss’un, söz konusu silahlar olunca kendisini geriye çekmesi en çok da bu yüzden anlaşılır olmaktan uzaklaşıyor. Dolayısıyla filmin tanıtımlarında sıklıkla atıfta bulunulan “vicdani ret” kavramının, filmdeki mevcut haliyle kabul görmesi olur şey değil. Buna karşın kasabadaki günler, taşralı gencin aşk hikâyesi ve (en çok da Vaughn’ın oyunu sayesinde) Full Metal Jacket’ı anımsatan eğitim süreci, derli toplu ele alınmasından dolayı film, rahat bir seyirlik olarak yolculuğunu sürdürüyor.

Savaş Vadisi’ni gelecekte hatırlanır kılacak en önemli etmenlerin başında, çarpışma sahnelerinin olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Örneklerine sık rastlayamayacağımız ölçüde sert, seyircisini hop oturtup hop kaldıran bu anları görsel olarak başarılı ilan edebiliriz; ancak, burada karşımıza çıkan görüntülerle 60’lı ve 70’li yılların Penn’li, Peckinpah’lı şiddet gösterileri arasında bağlantı kurmamız olanaklı değil. Gibson, bir yandan savaşa karşı ama cephede hayat kurtarmakta kararlı, dindar adamın sürecini içselleştirmemizi beklerken, diğer yandan yer verdiği görüntülerde savaşın acımasızlığı ve anlamsızlığına vurgu yapmıyor; zira en başından beri verilen mücadelenin haklı ve gerekli olduğuna da inanmamızı istiyor. Bu ikilem, başından sonuna kadar Savaş Vadisi’nin bir dengeye oturmasını güçleştiriyor ve meseleyi sadece “kahraman olmak” düzleminin içine hapsediyor. Bunu yaparken sarıldığı “inanç” silahı da kendi başına anlamlı kılınamıyor. (Yönetmenin, savaşın göbeğinde İncil’ini düşüren askerin dileğinin yerine getirilmesi veya yapacağı dua nedeniyle koca orduyu dakikalarca bekletmesi ise filme müsamere havası vermekten öte bir işlev üstlenmiyor.)

Senaryosu akıllıca örülse ve derdini daha tutarlı biçimde ifade etse, 70’lerin muhafazakâr filmleriyle boy ölçüşebilecek konuma gelecek Hacksaw Ridge -çok şükür ki- arzusunu gerçekleştiremeden ve kimi anlarda saman alevi gibi parlayan (hazmetmesi kolay da olmayan) görüntüler eşliğinde hava sahamızı terk ediyor.

Kimi zaman ortaya koyduğu ırkçı düşünceleriyle tartışma yaratan Mel Gibson’ın, sınırlı algısıyla altından kalkamadığı film, aklımıza düşürdükleriyle ilgiyi hak ediyor kısacası. En çok da, aynı anda hem bu kadar militarist, hem de dindar görünmenin yalnızca bu coğrafyaya özgü olmadığını gözümüze sokmasıyla…

(28 Kasım 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
m_zamanlar@hotmail.com

2. Bakü Türk Filmleri Haftası Başladı

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen Türk Filmleri Haftası, yönetmen Mustafa Kara’nın Kalandar Soğuğu filminin gösterimi ile başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Yerli Düşünce Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü’nün katkı sağladığı haftanın açılışına, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu, Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Sevda Memmedeliyeva, Türkiye’nin Bakü Büyükelçisi Erkan Özoral, AK Parti Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu ve çok sayıda davetli katıldı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Topçu yaptığı konuşmada, sinemanın en etkili iletişim alanı olduğunu söyledi.

Irmak Ünal’a Babadan Torpil Yok

Ünlü oyuncu Irmak Ünal, 1. Kristal Kamera Üniversiteler Arası Kısa Film Yarışması için tanınmış fotoğraf sanatçısı Merve Hasman’ın objektifi karşısına geçti. 2 haftada tamamlanan kısa filmi Arif Akdenizli yönetti. Filmde takıntılı, eşini kaybetmiş bir kadını canlandıran Ünal, “2 aydır üzerinde çalıştığımız bir projeydi. Canlandırdığım karakterdeki gelgitli ruh hali beni çok etkiledi. Umarım projemizi sanat severler de beğenir.” dedi. Proje jürisinde Nebahat Çehre, Cihan Ünal, Barış Yöş ve Selçuk Kaya gibi isimler yer alıyor. İlk kez bir projede babası ile yer alan güzel oyuncu, “Konu eğer işimizse torpil söz konusu bile olamaz.” dedi. Proje, 29 Kasım Salı günü özel bir gala ile basına tanıtılacak.

Erişilebilir Sinema Salt Ulus’ta

Ankara Engelsiz Filmler Festivali tarafından gerçekleştirilen Engelsiz Film Gösterimleri devam ediyor. Göremeyen ve duyamayan sinemaseverlerin erişimine uygun etkinlik kapsamında her ay bir film, SALT Ulus’ta sesli betimleme, işaret dili ve ayrıntılı altyazı ile seyircilerle buluşuyor. Ekim ayında Erdem Tepegöz’ün yönettiği Zerre filmi ile başlayan ve katılımın ücretsiz olduğu Engelsiz Film Gösterimleri, bu ay Kaan Müjdeci’nin yönettiği Sivas filmini konuk edecek. Sesli betimleme, işaret dili çevirisi ve ayrıntılı altyazı ile takip edilebilecek Sivas filminin Ankara özel gösterimi 26 Kasım 2016 Cumartesi günü saat 16:30’da gerçekleştirilecek.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Sona Erdi

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin dokuzuncusu, 19 il ve ilçede eş zamanlı olarak gerçekleştirildi ve soa erdi.. Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır (İzmir), Bodrum (Muğla), Diyarbakır, Bursa, Düzce, Eskişehir, Fethiye (Muğla), Güzelbahçe (İzmir), İzmir, Kayseri, Konya, Kartal (İstanbul), Manisa ve Mersin’de doya doya festival keyfi yaşandı. Film gösterimlerinin yanı sıra tüm illerde 120 konuşmacı izleyici ile buluşurken; 35 müzisyen ve 15 performans festivale renk kattı.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Sona Erdi yazısına devam et

Canlı Müzik Eşliğinde Sessiz Film Gösterimi: Sükût Altındır: Buster Keaton

25 Kasım – 07 Aralık tarihleri arasında Ankara, Eskişehir ve Kastamonu’da düzenlenecek olan Gezici Festival’in bu yılki özel bölümlerinden biri “Sükût Altındır: Buster Keaton” başlığını taşıyor. Ölümünün 50. yılında Keaton’ın dört kısa filmi Gezici Festival izleyicisi ile buluşacak. Sessiz sinemanın Charlie Chaplin ve Harold Lloyd ile birlikte en büyük üç isminden biri olan Buster Keaton, bir dönem unutulmuş olsa da bugün sinema tarihinin dehaları arasında anılıyor. Gezici Festival’in iyiden iyiye klasikleşen bölümleri arasındaki Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri bu yıl da ücretsiz gösterimleriyle sinemasever izleyicileri ile buluşacak.

Canlı Müzik Eşliğinde Sessiz Film Gösterimi: Sükût Altındır: Buster Keaton yazısına devam et