36. İstanbul Film Festivali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen, Türkiye’nin en büyük uluslararası sinema etkinliği İstanbul Film Festivali, bu yıl 36. kez izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor. Sinemanın en nitelikli ve başarılı örneklerinden, yıldız oyuncular ve usta yönetmenlerle söyleşilere, 36. İstanbul Film Festivali, bu yıl 05 – 15 Nisan 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. 36. İstanbul Film Festivali, dünya sinemasının en yeni örneklerinden kült yapıtlara, usta yönetmenlerin son filmlerinden yeni keşiflere ve gizli hazinelere olmak üzere yine 186 uzun ve 17 kısa metraj filmden oluşan zengin bir film programıyla festival takipçileriyle buluşacak.

36. İstanbul Film Festivali yazısına devam et

Savaşın Kazananı Yoktur

François Ozon’un geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde ilk kez görücüye çıkmış yeni çalışması ‘Frantz’ sıcağı sıcağına bizde de gösterimine başlıyor. Fransız sinemasının üretken yönetmeninin 2007 yapımı ‘Angel’dan beri çektiği bu ilk dönem filmi, iki savaş arasında Maurice Rostand tarafından kaleme alınmış ‘Öldürdüğüm Adam / L’Homme Que J’ai Tué’ isimli sahne oyunundan yola çıkmış Ernst Lubitsch imzalı ‘Broken Lullaby’ın da yeni uyarlaması.

1919 yılında Almanya’nın küçük dağ kasabası Quedlinburg’ı mekân alan hikâye, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yitirdiklerinin yasını tutan bireylerin dramı üzerinedir. İsimsiz bir şekilde diğer askerlerle birlikte Fransa’da gömülmüş nişanlısı Frantz’ın boş mezarını hergün ziyaret eden Anna’nın görüntüsüyle açılır film. Elinde çiçeklerle ziyarete gelen Adrien Rivoire isimli Fransız genç adamla mezar başında karşılaşır genç kadın. Savaş öncesinde Frantz ile yakın arkadaş olduğunu söyleyen Adrien, Anna ve nişanlısının ailesi tarafından şüpheyle karşılanır önce. Dönem iki ulusun karşılıklı nefretinin yoğun yaşandığı bir dönemdir ve acılı Alman baba için her Fransız oğlunun katilidir. Ancak hal ve tavırlarını oğullarına benzettikleri ve yitirilenin anısıyla bağ kurabildikleri genç adamı bağırlarına basmaları uzun sürmez. Onun anlattıkları kaybettiklerinin anısını canlı tutar. Öyle ki, aile Anna’nın bu aniden çıkagelmiş Fransız adamla birlikte olmasını onaylamakta gecikmez. Lakin hiçbir şey bizlere sunulduğu gibi değildir. Oyuna ve Lubitsch’in filmine aşina olanların çok iyi bildiği bir sürpriz itiraf olayların yönünü değiştirecektir.

Daha önce hiç savaş veya çatışma sahnesi ve Alman dilinde film çekmemiş Ozon için ilklere tanık olduğumuz bir film ‘Frantz’. Savaş ertesi melankolisininin etkileyici bir biçimde aktarılmasına olarak sağlayan siyah-beyaz tercihi de öyle. Özenle kotarılmış bu dönem filminin günümüz iklimine göndermelerde bulunduğu da aşikâr. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrıldığı, ırkçı söylemiyle dünyayı ayağa kaldıran Donald Trump’ın ABD başkanlığına yerleştiği, kör milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının ayyuka çıktığı günümüzde özgün oyunun barış ve dostluk yanlısı mesajını güçlü bir biçimde iletiyor yönetmen. Chopin’in noktürnleriyle, Verlaine’in, Rilke’nin şiirleriyle bir bağ kurmuş bireylerin savaşla darmadağın oluşlarının hüznünü etkileyici bir biçimde aktarıyor. Anti militarist, anti ulusçu savaş karşıtı manifestosunu çarpıcı sahneler eşliğinde dile getiriyor. Alman olsun Fransız olsun milliyetçilerin savaş ertesinde doruğa çıkmış düşmanca söylemlerini şiddetle eleştiriyor. Önceleri ‘her Fransız birey oğlumun katilidir’ diyen Frantz’ın acılı babasının ‘onları savaşa kendi ellerimizle uğurladık, bizler oğullarının ölümüne zafer kadehleri kaldıran bir nesiliz’ diyerek isyan edişi bu yüzden anlamlı.

Lubitsch uyarlamasında da yer alan bu bölümün ya da Anna’nın savaş günlerinden sonra ilk kez bir elbise satın alarak Adrien ile dansa gittiği sahnenin özenle korunduğu film, Frantz’ın Anna ve Adrien ile müziği paylaştıkları geçmiş mutlu anlarda renkleniyor. Pascal Marti’nin kadrajları, Philippe Rombi’nin Mahler etkisindeki müzik çalışması kadar birinci sınıf oyuncularıyla da parlıyor ‘Frantz’. Jalil Lespert imzalı filmde ‘Yves Saint Laurent’ rolüyle dikkatimizi çekmiş Pierre Niney kırılgan Adrien’e hayat verirken, Venedik’te Marcello Mastroianni adına ithaf edilmiş en iyi genç aktris ödülüne layık görülen Alman oyuncu Paula Beer, Anna yorumuyla filmin esas keşfi olarak dikkat çekiyor.

Filmin Almanya’dan geçen ilk perdesinde Rostand / Lubitsch yorumuna sadık kalmış olan Ozon, Paris’te geçen ikinci bölümde öyküye yeni bir boyut ekliyor. Küçük Alman kasabasında yasını sürdüren acılı anne babayı bir kenara bırakıyor ve Anna’nın ölüm yerine yaşamı seçişine dair yeni bir serüveni öykülemeye girişiyor. Paula Beer’in öne çıktığı bu bölümde Anna’nın başdöndürücü kişisel gelişimini aktarmada son derece başarılı sinemacı. Başlagıçtaki içine kapanık genç kız, Adrien ile yaşama sevincini keşfediyor önce. Genç adamın beklenmedik itirafı onu yolundan döndürmüyor, yeni ve özgür dünyada yeni ufuklara açılmaktan çekinmiyor genç kadın.

Ozon hayranlarını birçok açıdan ilklerle buluşturan, kelimenin tam anlamıyla yılın en zarif filmlerinden biri ‘Frantz’. Duygusallığı ile güçlü savaş karşıtı mesajını ustaca dengeleyişiyle övgüyü hakediyor.

(25 Kasım 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Anna’ya Kalbinizi Verin

Frantz
Yönetman: François Ozon
Senaryo: Philippe Piazzo-François Ozon
Müzik: Philippe Rombi
Görüntü: Pascal Marti
Oyuncular: Paula Beer (Anna), Pierre Niney (Adrien), Ernst Stötzner (Dr. Hans), Marie Gruber (Magda),
Johann von Bülow (Kreutz), Anton von Lucke (Frantz), Alice de Lencquesaing (Fanny), Jeanne Ferron (Hala Rivoire),
Cyrielle Clair (Anne Rivoire), Torsten Michaelis (Peder), Lutz Blochberger (Göldeki Adam), Véronique Boutroux (Félicie)
Yapım: Mandarin Films (2016)

Fransız sinemasından gelen önemli yönetmenlerden François Ozon’un insanın kalbinde buruk bir iyimserlik bırakan “Frantz”, insana gerekli bir film.

Quedlinburg kasabası… Keman çalan bir Fransız gencinin bir Alman kasabasında ne işi olabilirdi? I. Dünya Savaşı sonrasında 1919 yılı. İlkbahar. Adrien Rivoire, savaşta ölmüş pasifist Frantz Hoffmeister’in mezarını ziyaret ediyor. Mezara çiçek bırakıyor, ağlıyor. Frantz’ın nişanlısı piyanist Anna bunu hemen fark ediyor. Kimdi bu gizemli Fransız genci? Sinemaskop çekilmiş bu siyah-beyaz ve renkli 2016 yapımı “Frantz” filmi, usul usul açılarak insanları gerçeklikle baş başa bırakıyor.

1967’de Paris’te doğan François Ozon’un filmlerinin çoğu ülkemizde vizyon şansı bulabilen yönetmenlerden. Tıpkı büyük François Truffaut gibi. Yönetmen bu filminde büyük sanatçılar ressam Manet ve şair Verlaine’e saygı gönderirken, trenleri de unutmuyor. Ozon bu filmini siyah-beyaz ve renkli çekmiş. Yönetmen sadece geçmişten bazı anları değil, şimdiki zamanda da bazı anları renkli yansıtıyor. Renkler, sahnenin önemine göre perdeyi kuşatıyor bu filmde. Filmin büyük bölümü Almanya’nın kuzeyinde yer alan Aşağı Saksonya eyaletindeki Quedlinburg kasabasında geçiyor. Almanya’nın en yüksek dağı Harz’ın eteklerinde bu havası güzel harika kasaba. Ozon’un bu filmi, 2016’da 73. Venedik Film Festivali’nde Paula Beer’e “En İyi Genç Kadın Oyuncu” ödülünü de getirdi. Film, aynı festivalde “Marcello Mastroianni Ödülü”nü de kazanmıştı. Filmde Fransızca ve Almanca kelimeler duyulduğunu belirtelim. Bu film, Truffaut ustanın 1962 yapımı siyah-beyaz ve sinemaskop “Jules et Jim-Unutulmayan Sevgili” filminin ruhunu taşıyor. Ama uzaktan.

Vicdan azabının getirdiği…

Kimsesi olamadığı için savaşta ölen nişanlısı Frantz’ın ailesiyle kalan güzel ve hüzünlü Anna, her gün nişanlısının mezarını ziyaret ediyor. Mezarı ziyaret eden biri daha var. O da Fransız genç Adrien. Neden bunu yapıyordu? Alman milliyetçileri bu Fransız gençten rahatsızlık duyuyorlar. Cephede Alman gençleri öldüren Fransızları çağrıştırıyordu o. Milliyetçilerin başını çeken de Kreutz. Cephede oğulları ölmüş babalarla otelin restoranında sürekli toplanıyorlar. Aynısı Fransa’da da yaşanıyor işte. Kreutz, yas içindeki Anna’yla da evlenmek istiyor ve Frantz’ın babası Hans’a bunu söylüyor. Frantz’ın annesi Magda da bu evliliğe karşı değil. Ya Anna? O hep Frantz’a sadık kalmak istiyor, kim bilir! Karşısına Frantz gibi kırılgan genç biri çıkarsa kapalı bu kalbi açılabilirdi belki.

Adrien, cesaretini toplayıp Hoffmeisterlerin evine gidiyor sonra. Hans önce tepki gösteriyor. Karşısında oğlunun katilini görür gibi oluyor sanki. Magda ve Anna, bu gence sıcak davranıyorlar. Adrien, Paris’te Frantz’la arkadaş olduğunu söylüyor. Magda ve Anna, Frantz’ı son gördüğü anı anlatmasını istiyorlar ondan. Çekingen genç, suçluluk yaşıyor gibi kelimeler tek tek düşüyor ağzından. Görüntü, zihinden düşenlerle bazı anları renkli yansıtıyor bu anlarda. Luvr Müzesi’nde izlenimci ressam Édouard Manet’nin (1832-1883) yaptığı yatakta uzanmış yaşlı adamın tablosuna bakmışlar. Sonra gece kulübünde eğlenmişler. Manet’nin bu tablosu, “La Suicide / İntihar” adını taşıyor. Ressam bu tabloyu 1877’de yapmış.

Frantz, Fransızca öğrettiği Anna’ya Fransız şair Paul Verlaine’in “Sonbahar Şarkısı” şiirini de ezberletmiş. Bu şiir şöyleydi: “Sonbahar kemanlarının uzun hıçkırıkları/ tekdüze bir ağırlıkla kalbimi yaralar./ Saat çaldığı zaman her şey bitkin ve solgundur./ Ben eski günleri hatırlayarak ağlar/ kendimi kuru bir yaprak gibi oradan oraya sürükleyip götüren hain rüzgâra kaptırırım…” Verlaine (1844-1896), sembolizmin önemli şairlerindendi. Verlaine, şair Arthur Rimbaud’yla da eşcinsel ilişki yaşadı. Sonra kızgınlık anında Rimbaud’yu yaraladı. Verlaine’in Fransız şiirine musikiyi kattığı da söylenir.

İtiraf suçluluğu azaltır mı?..

Aileye güzel ve mutlu anlar yaşatıyor Adrien. Sonra Frantz’ın kemanıyla mutluluğu çoğaltıyor. Ama suçluluk duygusuyla hassas Adrien, gecenin derinliğinde Anna’ya gerçek olan şeyi söylüyor. Bunu filmin derinliğinde keşfetmek gerekecek. Anna bu gerçekliği aileye söyleyebilecek miydi? Adrien trenle Paris’e gittikten sonra pedere günah çıkarırken, bazı yalanların gerçeklikten daha iyi olabileceğini öğreniyor. Hoffmeisterler gerçeği öğrenseydi ne olacaktı? Kahır ölümünden başka ne olacaktı?

Adrien’le Fransızca mektuplaşan Anna, gönderdiği son mektup iade edilince, Hans ve Magda bu genç adama ne olduğunu öğrenmek için Anna’yı trenle Paris’e gönderiyorlar. Anna Paris’te önce Frantz’ın kaldığı oteli buluyor ve onun kaldığı odaya yerleşiyor. Frantz’ın savaştan önce günlerini geçirdiği odaydı bu. Sonra da dedektif gibi Adrien’i arıyor. Son kaldığı yerden ayrılmış Adrien. Genç kız hastaneye gidiyor. Ağustosta ölmüş Rivoire soyadlı birisinin mezarına gidiyor. Adı farklıydı ölenin. Adresi öğreniyor. Adrien’in halasını buluyor. Ondan da Adrien’in adresini alıyor. Paris’e uzak olmayan Ballancourt-sur-Essonne kasabasına gidiyor. Kasabanın dışındaki bir şatoda yaşıyor Rivoire ailesi. Zenginler.

Anna bir defa daha mutsuzluğun içine düşüyor. Aşkın kıyısına yeniden geldiğini sanırken, Adrien’in Fanny’yle nişanlı olduğunu anlıyor. Şimdi ne yapacaktı? Paris’te kız başına yalnız yaşamayı seçse de korumasız, sığınaksız bu koca şehirde geleceğini kurabilecek miydi? Yönetmen açık uçlu bırakmış sonu. Belki de yeni bir hikâye başlayacaktı. Artık mevsim sonbahardı. Anna’ya kalbini veriyor insan bu film biterken. Anna’nın insanın karşısına çıkması ihtimallerden bile uzaktı. Şiiri hatırlatacak kadınlar yeryüzünü terk etti belki de. Bu hüzün yüklü filmde Philippe Rombi’nin keman ve piyano tınılarıyla beraber, Çaykovski’nin müziği de duyuluyor.

(25 Kasım 2016)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Çiğdem Sezgin’in İlk Filmi Kasap Havası, Uluslararası Prömiyerini PÖFF 20. Blacknights Film Festivali’nde Yaptı

Çiğdem Sezgin’in yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı sinema filmi Kasap Havası, uluslararası prömiyerini 17 Kasım’da Tallinn’de yaptı. PÖFF 20. Blacknights Film Festivali’nde yarışan tek Türk filmi olan Kasap Havası sinemaseverlerden büyük beğeni topladı. Film sonrasında yönetmen Çiğdem Sezgin, yönetmen yardımcısı Tahir Soylu ile filmin başrol oyuncuları Şenay Gürler ve İnanç Konukçu’nun katıldığı söyleşide sanatçılar soruları yanıtladı.

Çiğdem Sezgin’in İlk Filmi Kasap Havası, Uluslararası Prömiyerini PÖFF 20. Blacknights Film Festivali’nde Yaptı yazısına devam et