Şimdi, öncelikle şunu söyleyeyim, ben film eleştirisi yazmam, yazamıyorum. Bazı filmler üzerine yazı yazdım ama bunların hiç birine film eleştirisi diyemem. Şimdi Gece hakkında da yazacağım. Film eleştirisi değil ama baştan kısaca şunu söyleyeyim, Gece, iyi sinema; iyi film demiyorum, iyi sinema.
Bir öykü anlatıyor, dört kardeşin öyküsü. Hiç biri aynı konumda olmayan dört kardeş. Kardeşlerin yaşamlarından kesitler verilirken, belirli bir eşitlik gözetilmiyor. Kimi uzun tutulmuş, kimi kısa, kimini daha fazla tanıyoruz, kimi hakkında ise sadece ipuçları veriliyor. Ayrıca başka hikâyelerle, kardeşlerden birinin kocası (pezevengi), aynı kardeşin patronunu (baş pezevenk) tanıyoruz. Yine bu kardeşin, üniversite öğrencisi iken (olaylar, ah olaylar… kendi isteği ile) orospu olan arkadaşı (meslektaşı)…
Gece’ye, dediğim gibi iyi film demiyorum, iyi sinema diyorum. Erden Kıral’ın bu filmine giderken, bir önceki filmi, (beğenmediğim) Vicdan’ı hatırlayarak, korkarak gittim ama isteyerek gittim. GECE’yi aynı yazarın (Hasan Özkılıç) Zahit isimli romanından uyarlamış. Bu konuda Erden Kıral ile yapılan söyleşiyi henüz okumadım ancak filmi gördükten sonra okumak şart oldu ama söyleşi tek başına bir şey değildir. Romanı da okumak gerek ama okursam, romanı filmle karşılaştırmak için okumayacağım. Roman, başka dünyanın bir yapılanmasıdır, film başka bir dünyanın. Her biri değerini kendi özelliğinden alır. Onun için roman hakkında -şimdilik- herhangi bir şey söylemeden filmin iyi sinema olduğunu tekrar söylüyorum.
Erden Kıral’ın, Avcı hariç diğer filmlerini gördüm. Der Spigel (Ayna) bir Alman filmi idi ama Kıral’ın filmi idi ve iyi bir filmdi. Kanal düz anlatımı ile fazlalık içermemesi ile önemli bir filmdi. Roman uyarlamaları olan Bereketli Topraklar Üzerinde ve Hakkari’de Bir Mevsim kaynaklandıkları romanlar kadar beğeniyi hak eden çalışmalardı. Yine bir roman uyarlaması Dilan, şimdi uzak düştüğüm bir film olarak değerlendirmesini yeterince yapamadığım bir film. Mavi Sürgün ise roman/biyografik roman türünün tipik örneklerinden biri olarak -yine uzak düştüğüm bir film- bazı ön bilgileri gerektiriyordu -bu film olmasını ne kadar etkiler???? Yolda ise bazı sorulara yeterince cevap veremiyordu. Vicdan -ki o da bir edebiyat uyarlaması- hakkındaki düşüncemi yukarıya yazdım. Ama Gece için iyi sinema derken, sadece Lars von Trier’in Dogville filmi için söylediğim şeyleri söylerim, hiç çekinmeden. Filmin (Gece) adı geçince (oturuyorsam) ayağa kalkarım, (varsa) ceketimin önünü iliklerim. Gece’yi eleştiren eleştirebilir ama bunlar Gece’nin iyi film değil, iyi sinema olmasını engellemez.
İyi film ile iyi sinemanın farkının ne olduğuna gelince, birçok film için iyi film diyebilirsiniz ama pek çok film için iyi sinema diyemezsiniz. İyi sinemanın film olarak kusurları olabilir ama iyi sinema olmak, iyi film olmaktan bir adım daha yukarıda olmak demektir.
Gece, bir uyarlama olarak, uyarlama özelliği taşımaz (bu özelliği pek çok örnekte bulabilirsiniz). Yine Gece, iyi oynanmış (oyuncuları iyi oynatılmış) bir filmdir, ayrıca (ve önemlisi ) -özellikle- sinemasal olarak iyi anlatılmış bir filmdir. Filmi Dogville ile karşılaştırırken, o filmin anlatım özelliklerini içerdiğini söylemiyorum, -içerse nasıl olurdu kim bilir?- ama sinemanın (yurt içi ve dışı) beylik hiç bir trükünü de kullanmadan, anlatıma -sözsel- hiç bir açıklama getirmeden, -kimi yerde oyunculardan da yararlanarak- zaman zaman sadece görsel anlatımla, yani sinema yaparak bir bütünlüğe ulaşmıştır.
Gece, hakkında fazla bir şey söylemeye gerek görmüyorum. Filmi sinemada sadece dört kişi izledik. Bu seyircinin artacağını tahmin etmiyorum ama alacağı en olumsuz tepkilere rağmen yine de Gece iyi filmden öte iyi sinemadır diyorum.
Film yapmak bir olayı görüntülemek demek değildir, görüntüyü sinemasal düzeye taşımak demektir. (Son dönem ABD filmlerinde teknik ve anlatımsal kusur bulamayabilirsiniz ama bunların çoğu değil iyi sinema, iyi film bile değildirler.) Gece’yi içerik bakımından eleştirebilirsiniz ama sinemamız içeriği boş birçok -adı iyi filme çıkmış- filmlerle doludur. Onlar iyi filmlerdir ama dediğim gibi iyi sinema olmak bir adım ilerde olmak demektir. Boşuna ayağa kalkmıyorum.
Filmde, patronu Yusuf’a bir tabanca verir. Öyle bir patronun barının fedaisine tabanca vermesi normal bir şeydir. Yusuf daha sonraki sahnelerde başka bir tabancayı temizler. Bir pavyon fedaisinin bir tabanca bulundurması da sıradan bir şeydir. Eğer bu tabancalardan biri ile Yusuf, patronunu vursa idi, film o anda bir kırılmaya uğrayacaktı ki bu aleyhine bir durum olurdu.
Her zaman nizalaşmanın normal olduğu bir ortamda Süsen, tabancaya sarılarak ateş eder ve kocası Yusuf’u ayağından vurur. Niyeti -belki- patronu vurmaktı ama olaylar öyle kendiliğinden ve
kontrolsüz gelişir ki, Yusuf’un ayağından vurulması, yalnızca patronun Süsen’e kocasını topal bıraktığı imasını yapma fırsatı verir. Finalde -artık ayakkabı yerine terlik giyen- Yusuf hâlâ aksamaktadır, yani patronunun deyimi ile topaldır ama Süsen ile birlikte tek bildikleri işi yaparlar, kendilerinin patronudurlar, başkaları başlarına çökene kadar…
Sinema “ders vermek” eylemi değildir; kişileri iyi – kötü diye ayırıp, sonunda seyirciyi rahatlatmak hiç değildir. Gece’nin dört kardeşi ve çevresini -ki yukarıda belirttiğim kişiler ülkemizin insanlarıdır-, bunların ne olduğu göstermek ama bunu film değil sinema dili ile anlatmak, Gece’yi iyi sinema yapan unsurdur.
(30 Kasım 2014)
Orhan Ünser