Amerikan bağımsız sinemasının yenilikçi isimlerinden Jim Jarmusch’un 66. Cannes Film Festivali yarışmalı seçkisinde yer almış son opus’u ‘Sadece Aşıklar Hayatta Kalır / Only Lovers Left Alive’, ‘Başka Sinema’ programı dahilinde vizyon görüyor. Jarmusch’un alışagelmişin dışındaki aşk hikâyesinin kahramanları, Mark Twain’in son kitabından esinle Adem (Adam) ve Havva (Eve) adlarını taşıyor. Toplumun kıyısında bohem hayatı süren, son derece zeki, seçkin kişilikler bunlar. Dünyayı uçtan uca gezmiş, büyük başarılar denli her türden zulme tanıklık etmiş ikilinin yüzyıllara yayılmış deneyimleri ve aşkları vampir olmalarından kaynaklanıyor.
Lâkin bildiğimiz güncel vampir öykülerinden bir yenisi değil karşımızdaki. Tam tersine, ‘Alacakaranlık / Twilight’ ya da ‘True Blood’ benzeri ergen hikâyelere alternatif entelektüel bir vampir hikâyesi Jarmusch’un hedeflediği. Yönetmen vampirlik olgusunu bir metafor olarak kullanmış. Asırlar boyu insanoğlunun hayranlık uyandırıcı gelişimini izlemiş marjinal alemin kırılgan ikilisinin günümüzün tehlikelerle dolu tedirgin dünyasında varolma mücadelesi üzerine bir film bu. Amerika’nın bağrından Afrika’nın kuzey ucuna ıssız ve karanlık mekânlarda çekilmiş bu gece filminde, edebiyat ve müzik aşığı çiftimiz Detroit ve Tanca’nın kuytu mekânlarında edinilmiş zevklerinin ve hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları kirlenmemiş saf kanın izini sürüyorlar. Uzun yıllar boyunca dünya ahvaline vakıf olmuş ikili, dünyanın giderek kirlenmesinden, doğal dengenin canlılar aleyhine bozulmasından huzursuzlar. Eskisi gibi temiz kan bulmak zorlaşmıştır, beslenmek için daha fazla mücadele vermek gerekmektedir artık.
Jarmusch’un özellikle tercih ettiğini belirttiği gece çekimleri son derece etkileyici. Eski dünyanın giderek yok olması kuşkusuz hüzün barındırıyor. Ancak Jarmusch gibi ‘cool’ bir yönetmen bu yokoluş tedirginliğini kendine özgü mizahı ile dengelemiş. Müzik endüstrisi geçmişinin görkemli kalelerinden Detroit’i mesken seçmiş Adam, tutkunu olduğu eskinin müzik aletleri, kayıt cihazları ve nostaljik albümlerle çevrili loş dünyasında yaşayan bir tür modern Hamlet olarak çizilmiş. Schubert’e oda müziği eserlerinin belki de en hüzünlüsü olan ünlü yaylı çalgılar beşlisinin ‘adagio’ bölümünü armağan etmiş yetkin bir müzik adamıdır o. Yasmine Hamdan’ın müziğini duyduğunda etkileniyor ‘umarım fazla ünlenmez çünkü bunun için fazla iyi’ yorumunu yapıveriyor. Uzatmalı aşığı Eve ise edebiyat tutkunu. Bunaldığında bavul dolusu kitapla Beat kuşağının mabedi Fas’ın Tanca kentinde alıyor soluğu. Fasılalarla yüzyıllar boyu birlikte olmaya devam eden aşıklarımız tarihe tanıklık ederken pek çok ünlü yazar, politikacı ve tarihi şahsiyetle ortak anılar paylaşıyor. Bunlar arasında yer alan ve erken yaşta esrarengiz biçimde öldüğü bilinen 16. yüzyıl İngiliz şairlerinden Christopher Marlowe’un halen bir vampir olarak yaşamını sürdürüyor olması Jarmusch’un hınzır buluşlarından biri. Bazı Shakespeare metinlerinin çağdaşı Marlowe tarafından kaleme alındığı iddiasını benimsemiş Jarmusch besbelli. Gizemli hayatlarını zengin kültürel referanslarla bezediği vampirleri aracılığıyla kendi duygu ve düşüncelerini dile getiriyor usta yönetmen. Çağdaş dünyalıları ‘zombi’ olarak niteliyor. Kendilerine nefes alacak bir dünyanın arayışındaki Adem ile Havva’nın yanında saf tutuyor. Jarmusch’un başından beri Eve rolü için düşündüğü Tilda Swinton, zaman ötesi duruşu ile perdeyi fethediyor bir kez daha. Son olarak ‘The Deep Blue Sea’de izlediğimiz İngiliz oyuncu Tom Hiddleston, Hamletvari isyankâr Adam’da çok iyi. Marlowe’da ise formunda bir John Hurt izliyoruz.
Hüzünle mizahın bu nefis buluşması Jarmusch’un filmografisi için taze bir kan. Tam aşıklarımızın aradığı türden. Bu şölene ortak olmayı ihmal etmeyin.
(‘Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’; İstanbul, Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Haramidere Cinetech Torium; Levent Metro City Cinema Pink; Ankara, Kızılay Büyülüfener; Bursa, Cinetech Korupark; Eskişehir, Kanatlı Cinema Pink Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)
(16 Şubat 2014)
Ferhan Baran