RoboCop
Yönetmen: José Padilha
Senaryo: Joshua Zetumer
Müzik: Pedro Bromfman
Görüntü: Lula Carvalho
Oyuncular: Joel Kinnaman (Alex/RoboCop), Gary Oldman (Dr. Norton), Michael Keaton (Raymond), Samuel L. Jackson (Pat), Abbie Cornish (Clara), Jackie Earle Haley (Rick), Marianne Jean-Baptiste (Şef Karen), Patrick Garrow (Vallon), John Paul Ruttan (David)
Yapım: MGM-Columbia (2014)
Brezilyalı yönetmen José Padilha’nın geçmişteki “RoboCop” serisinin başlangıç filminden yola çıkan filmi, güvenliği her şeyin üstünde gören paranoyalara bakıyor.
Filmi seyrederken, zihinsel anlamda dehşete düşüyorsunuz. 2014 yapımı “RoboCop” alttan alta ve mantıksal olarak polis devletini savunuyor çekinceleri az da olsa. Paranoyak yaklaşımlar gerçekten kendi mantığını kuruyor ve insanları yönlendiriyor. Ama çok geçmeden, toplumsal ve bireysel hayatlar birdenbire denetim altına alınıp demokrasi denilen şey rafa kaldırılıyor bu güvenlik devletinde. 2007’deki “Tropa de Elite-Özel Tim” ve devamı 2010’daki “Tropa de Elite 2: O Inimigo Agora e Outro-Özel Tim 2” filmleriyle hatırlanan 1967 doğumlu Brezilyalı yönetmen José Padilha’nın bu filmi, robot polislerin polis teşkilatlarına yerleşince neler olabileceğinin cevaplarını gösteriyor.
Robotların duygusu olursa…
Filmde, Amerika’nın bir fantazisi de yansıyor. Amerika, “şer ekseninin şerri” olarak gördüğü İran’ı robot askerleriyle işgâl etmiş ve İran’a “huzur” gelmiş. Robot teknolojisini geliştiren OmniCorp şirketinden Raymond’ın en büyük hayali, robot polisleri Amerikan şehirlerindeki suçluların peşine takabilmek. Bu sektördeki 600 milyarlık pastadan payını alabilmek. Senatoda robocoplara karşı çıkan senatörleri rüşvetle bile aşmak güç. Raymond, duyguları olmayan robotlara insan davranışlarını yüklemeyi düşünüyor ve Çin’de bunu gerçekleştirmek için çalışmalara başlıyor. Teknolojik hastanenin başında da Dr. Norton’ı getiriyor. Yapılacak tek şey, robotların içine insanı yerleştirmek. Bunun için de bedensel engelli insanları robocoplara dönüştürmek. Filmde Murphy ailesinin hikâyesi de yansıyor. Alex, iyi bir polisi dedektifi. Hayattaki en büyük huzuru, karısı Clara ve küçük oğlu David. Bu iyi polis, Detroit suç dünyasının önemli patronlarından birinin, Antoine Vallon’un peşinde. Suç örgütü Alex’e suikast düzenliyor. Felç olan Alex, robot şirketinde yavaş yavaş robota dönüştürülüyor. Dr. Norton, tüm denemelerini Alex üzerinde yapıyor. Alex’in göğsünden aşağısı yok. Geri kalan her şeyi demir yığını. Duygularıyla sokaklara çıkan Alex, suçluların peşine düşerken, kendisne suikast yapan yeraltındaki suçlulardan da intikamını alıyor. Kendince karar verebilen robocop Alex, kontrolden çıkıyor ve yok edilmesine karar veriliyor. Bu o kadar kolay mıdır? İnsan makineyi yenebilir mi? Filmdeki bir dolu aksiyon sahnesinden sonra cevabını devam filmlerinde bulabilirsiniz belki.
1987’deki Paul Verhoeven’ın yönettiği ilk filmin senaryosunu Edward Neumeier ve Michael Miner’la beraber yazmışlardı. Alex Murpy’yi Peter Weller canlandırmıştı. Hollywood eskiyi hiç unutmuyor. Bazıları yaratıcılıkta tıkanma dese de. Gerçekliği var. Ama yine de geçmişi hatırlamak iyi oluyor. Arada bir 1940’ların, 50’lerin klâsikleri de olsa diyorsunuz ama elbette o ruhu yeniden yaratabilmek kolay değil. Hollywood’un bile hayatta sadece bir defa yapabileceği filmler var bu dünyada. Yönetmen Padilha’nın estetiği de, özellikle aksiyon sahnelerinde hayli çarpıcı. Ama Çindeki teknoloji merkezi görsel olarak filme çok şey katmış. Robocop Alex’in motosikletiyle büyülü Detroit sokaklarındaki anları da muhteşem. Filmde büyük oyuncular da var. Sinemanın ilk “Batman”i Michael Keaton, Dr. Norton’a derinlik katan Gary Oldman ve robotları savunan televizyoncu Pat olan Samuel L. Jackson filmin büyükleri. Padilha’nın bu filmi aksiyonseverlere. Film de aşk da var. Alex ve Clara birbirlerine ilk günkü gibi âşıklar. Filmde, Frank Sinatranın söylediği muhteşem “Fly Me to the Moon” şarkısı da duyuluyor.
(13 Şubat 2014)
Ali Erden